Anayasa Mahkemesi Kararı:'Usulsüz Tebligat İddialarının Değerlendirilmemesi'

Anayasa Mahkemesi Kararı:'Usulsüz Tebligat İddialarının Değerlendirilmemesi'
10 Eylül 2023 - 09:30

AİHM, mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir.

Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir.
Tebligat, yetkili makamlarca birtakım hukuki işlemlerin bu işlemin hukuki sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kişilere kanuna uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin usulüne uygun olarak yapıldığının belgelendirilmesi işlemidir. Usulüne uygun işlemlerin kendisine bağlanan hukuki sonuçları doğurabilmesi için muhatabına bildirilmesi gerekir. Usulüne uygun olarak yapılan tebligat, Anayasa'da güvence altına alınmış olan iddia ve savunma hakkının tam olarak kullanılabilmesinin ve bireylere tanınan hak arama hürriyetinin önemli güvencelerinden biridir.
Yetkili makamların tebliğ işlemlerini yürütürken gerekli özeni göstermemesi nedeniyle tebliğin muhatabı, tebliğ konusuna vâkıf olamayabilir. Böyle bir durumda kişinin herhangi bir kusuru bulunmadığı hâlde kişiyi tebligata bağlanan sonuçtan sorumlu tutmak hakkın varlığını anlamsız kılabilir ve bu suretle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz hâle getirebilir.
İlgili Kararlar:
♦ (Ahmet Turko, B. No: 2013/5949, 12/3/2015)
♦ (Ali Eluyğun, B. No: 2013/6102, 14/4/2016)
♦ (Ali Uyandıran ve diğerleri, B. No: 2014/9962, 19/7/2017)
♦ (Ertuğrul Dalbaş, B. No: 2014/7805, 25/10/2017)
♦ (Halil Güler, B. No: 2015/11002, 3/7/2018)
♦ (Mustafa Adnan Çobanoğlu, B. No: 2016/2595, 21/3/2019)  
♦ (Aleyna Öztürk, B. No: 2017/23209, 16/9/2020)
♦ (Sınırlı Sorumlu Yeni Mavi Ay Konut Yapı Kooperatifi, B. No: 2018/8474, 12/1/2022)

---
 
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
AHMET TÜRKO BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/5949)
 
Karar Tarihi: 12/3/2015
R.G. Tarih- Sayı: 16/5/2015-29357
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
Başkan:Alparslan ALTAN
Üyeler:Osman Alifeyyaz PAKSÜT
  Recep KÖMÜRCÜ
  Engin YILDIRIM
  Celal Mümtaz AKINCI
Raportör:Bahadır YALÇINÖZ
Başvurucu:Ahmet TÜRKO
Vekili:Av. Sadık GÖKKAYA
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, 1-12/2004 dönemi için tarh edilen vergi ziyaı cezalı gelir vergisinin tahsili için düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davada, Anayasa’nın 2., 11., ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 2/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 8/4/2014 tarihide kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 5/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular Adalet Bakanlığına bildirilmiş, Bakanlık görüşünü 8/10/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 16/10/2014 tarihinde bildirilmiş, başvurucu görüşe cevap vermemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, çalıştığı firmanın işleri nedeniyle 2004 yılında Ankara ilinde ikamet ettiği dairesini satarak, Adana iline taşınmıştır.
9. Ankara Defterdarlığı İhbarlar ve Denetim Koordinasyon Gelir Müdürlüğünün 1/6/2005 tarihli yazısına ekli liste ve formlar ile Seğmenler Vergi Dairesinin 1/2/2006 yazısına ekli listede aralarında başvurucunun da bulunduğu değer artışı kazancı elde eden kişiler hakkında Başkent Vergi Dairesince gerekli işlemlerin yapılması istenmiştir.
10. Başkent Vergi Dairesi, başvurucunun dairesini satışından dolayı elde ettiği gelirin matrahının takdiri için dosyayı Takdir Komisyonuna sevk etmiş ve Komisyonun kararına istinaden 10/10/2006 tarihli vergi ceza ihbarnamesiyle başvurucu adına 1-12/2004 dönemi için vergi ziyaı cezalı gelir vergisi tarh etmiş, düzenlenen vergi ceza ihbarnamesini, başvurucu tarafından dairenin satın alınması sırasında doldurulan bilgi formunda ve daha sonra dairenin satışı sırasında düzenlenen resmi senette beyan edilen Çetin Emeç Bulvarı 6. Cadde No:35/1 Çankaya/ANKARA adresine göndermiştir.
11. 13/10/2006 tarihli adres tespit tutanağından başvurucunun belirtilen adreste tanınmadığı ve muhtarlık kayıtlarında başvurucuya rastlanılmadığı tespit edilmiş, bunun üzerine ihbarname 9/10/2009 tarihinde yayınlanan gazete ilanıyla ilanen tebliğ edilmiştir.
12. Başvurucu, 2/3/2012 tarihinde Başkent Vergi Dairesinden, dairesinin alış fiyatına ilişkin olarak düzeltme talebinde bulunmuş, Başkent Vergi Dairesi 5/3/2012 tarihinde düzeltme fişi düzenlemiş ve 6/3/2012 tarihli ödeme emri ile alacağın tahsilini istemiştir.
13. Başvurucu, ilanen tebliğin yapıldığı tarihte Adana ilinde ikamet ettiğini, nüfus kayıtları sorgulansa idi adresine ulaşılabileceğini, diğer taraftan 1999 yılından beri aynı şirkette çalıştığını, çalıştığı yerden sorgulama yapılsa idi yine adresine ulaşılabileceğini belirterek vergi ziyaı cezalı ihbarnamenin usulüne uygun tebliğ edilmeksizin düzenlenen ödeme emrine konu alacağın kaldırılması istemiyle yürütmeyi durdurma talepli olarak Ankara 2. Vergi Mahkemesinde dava açmıştır.
14. Ankara 2. Vergi Mahkemesi dava dilekçesini tebligata çıkarmış, Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı 15/5/2012 tarihinde kayda giren dilekçesi ile savunmasını sunmuş, bu savunma 14/6/2012 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu 16/7/2012 tarihinde savunmaya cevap dilekçesini Mahkemeye sunmuş, Mahkeme aynı gün E.2012/535, K.2012/1433 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
 “Dava dosyasının incelenmesinden; dava konusu ödeme emri içeriği vergi ve cezaya ilişkin ihbarnamenin 13.10.2006 tarihinde davacının bilinen adresinde ilgilinin adreste tanınmadığından tebliğ edilemediği, bu durumun ilgili mahalle muhtarı beyanıyla doğrulandığı ve tutanak altına alındığı, tebligat yapılamadığı gerekçesiyle yerel gazete ve vergi dairesi ilan listesinde ilanen tebligat yoluna gidildiği, ilan listesinin ayrıca ilgili mahalle muhtarlığına bu yazının gönderildiği görülmüştür.
Olayda; dava konusu ödeme emri içeriği vergi ve cezaya ilişkin ihbarnamenin usulüne uygun olarak ilanen tebliğ edildiği ve amme alacağının usulüne uygun olarak kesinleştiğinden kesinleşen alacak için davacı şirket adına ödeme emri düzenlenmesinde usul ve yasaya aykırılık bulunmamaktadır.
 Açıklanan nedenlerle, davanın reddine…”
15. Başvurucu, bu karara karşı yaptığı itiraz başvurusunda, davalı idarenin savunmasına süresinde cevap vermesine rağmen bu dilekçesinin tebliğe çıkarılıp dava dosyasının tekemmül ettirilmesi gerekirken aynı gün davanın karara bağlanmasının usul hatası olduğunu, ihbarnamenin adrese tebliğinin ve ilanen tebliğinin usulüne uygun yapılmadığını, yeterli araştırma yapılmış olsaydı tebliğ adresinin belirlenebileceğini belirterek, İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasını istemiştir.
16. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 21/1/2013 tarih ve E.2012/10269, K.2013/975 sayılı kararı ile itirazı reddetmiştir.
17. Bu karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusuna ait dilekçede de itiraz dilekçesinde yer alan hususlar belirtilmiş, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 13/6/2013 tarih ve E.2013/9599, K.2013/10553 sayılı kararıyla bu talebi de reddetmiştir.
18. Karar başvurucuya 9/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
19. Başvurucu 2/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
20. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16. maddesi şöyledir:
“1. Dava dilekçelerinin ve eklerinin birer örneği davalıya, davalının vereceği savunma davacıya tebliğ olunur.
2. Davacının ikinci dilekçesi davalıya, davalının vereceği ikinci savunma da davacıya tebliğ edilir. Buna karşı davacı cevap veremez. Ancak, davalının ikinci savunmasında, davacının cevaplandırmasını gerektiren hususlar bulunduğu, davanın görülmesi sırasında anlaşılırsa, davacıya cevap vermesi için bir süre verilir.
3. Taraflar, yapılacak tebliğlere karşı, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde cevap verebilirler. Bu süre, ancak haklı sebeplerin bulunması halinde, taraflardan birinin isteği üzerine görevli mahkeme kararı ile otuz günü geçmemek ve bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir. Sürenin geçmesinden sonra yapılan uzatma talepleri kabul edilmez.
…”
21. 4/1/1961 tarih ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“Bilinen adrese gönderilen mektuplar posta idaresince muhatabına teslim edildiği tarihte tebliğ edilmiş sayılır.”
22. 213 sayılı Kanun’un 101. maddesi şöyledir:
“Bu kanuna göre bilinen adresler şunlardır:
1. Mükellef tarafından işe başlamada bildirilen adresler;
2. Adres değişikliğinde bildirilen adresler;
 3. İşi bırakmada bildirilen adresler;
4. Vergi beyannamelerinde bildirilen adresler;
5. Yoklama fişinde tesbit edilen adresler;
6. Vergi mahkemesinde dava açma dilekçelerinde ve cevaplarında gösterilen adresler;
7. Yetkili memurlar tarafından bir tutanakla tesbit edilen adresler (İlgilinin tutanakta imzası bulunmak şartiyle);
8. Bina ve arazi vergilerinde komisyonlarca tahrir varakalarında tesbit edilen adresleri.
Mektupların gönderilmesinde bu adreslerden tarih itibariyle tebligat yapacak makama en son olarak bildirilmiş veya bu makamca tesbit edilmiş olanı nazara alınır.”
23. 213 sayılı Kanun’un 103. maddesi şöyledir:
“Aşağıda yazılı hallerde tebliğ ilan yoliyle yapılır.
1. Muhatabın adresi hiç bilinmezse;
2. Muhatabın bilinen adresi yanlış veya değişmiş olur ve bu yüzden gönderilmiş olan mektup geri gelirse;
3. Başkaca sebeplerden dolayı posta ile tebliğ yapılmasına imkan bulunmazsa;
4. Yabancı memleketlerde bulunanlara tebliğ yapılmasına imkan bulunmazsa.”
24. 21/7/1953 tarih ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 1. maddesi şöyledir:
“Devlete, vilayet hususi idarelerine ve belediyelere ait vergi, resim, harç, ceza tahkik ve takiplerine ait muhakeme masrafı, vergi cezası, para cezası gibi asli, gecikme zammı, faiz gibi fer'i amme alacakları ve aynı idarelerin akitten, haksız fiil ve haksız iktisaptan doğanlar dışında kalan ve amme hizmetleri tatbikatından mütevellit olan diğer alacakları ile; bunların takip masrafları hakkında bu kanun hükümleri tatbik olunur.
Türk Ceza Kanununun para cezalarının tahsil şekli ve hapse tahvili hakkındaki hükümleri mahfuzdur.”
25. 6183 sayılı Kanun’un 58. maddesinin birinci fıkrası ise şöyledir:
“Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir. İtirazın şekli, incelenmesi ve itiraz incelemelerinin iadesi hususlarında Vergi Usul Kanunu hükümleri tatbik olunur.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 12/3/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 2/8/2013 tarih ve 2013/5949 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
27. Başvurucu, dava dosyası tekemmül etmeden İlk Derece Mahkemesinin karar verdiğini, birinci savunmaya verdiği cevap dilekçesinin davalı idareye tebliğinin yapılmadığını, davada yürütmenin durdurulması talebi hakkında karar verilmediğini, vergi ziyaı cezalı ihbarnamenin yeterli araştırma yapılmayarak ilanen tebliğ edildiğini, 1999 yılından beri aynı şirkette çalıştığını, çalıştığı yerden sorgulama yapılsa veya nüfus kayıtları araştırılsa idi adresine ulaşılabileceğini, bu nedenle ilanen yapılan tebligatın usulsüz olduğunu belirterek, Anayasa’nın 2., 11., ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş, tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Başvurucu, yaptığı bireysel başvuruda silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesi ile mahkeme erişim hakkının ihlal edildiğinden şikâyet etmektedir. Bu nedenle, başvurucunun şikâyetlerinin iki başlık halinde değerlendirilmesi gerekmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Silahların Eşitliği ve Çelişmeli Yargılama İlkesinin İhlali İddiası
29. Başvurucu, ödeme emrinin iptali istemiyle açtığı davada savunmaya cevap dilekçesinin davalı idareye tebliğ edilmemesi sonucu dava dosyasının tekemmül etmeksizin karar verilmiş olmasından şikâyet etmektedir.
30. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurunun bu kısmının silahların eşitliği çerçevesinde incelenmesi gerektiği, başvurucunun davalı idarenin savunmasına karşı sunduğu savunmaya cevap (2. dilekçe) dilekçesinin davalı idareye tebliğe çıkarılmadığı, 2. dilekçenin davalı idareye tebliğe çıkarılması durumunda idarenin vereceği 2. savunmaya başvurucunun cevap veremeyeceği, ancak davalı idarenin ikinci savunmasında başvurucunun cevaplandırmasını gerektiren hususların davanın görülmesi sırasında anlaşılması halinde davacıya cevap vermesi için derece mahkemesince bir süre verilebileceği hususlarının dikkate sunulması gerektiği ifade edilmiştir.
31. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmekte olup, bu hak adil yargılanma hakkının somut görünümlerinden biridir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesi gibi ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 25).
32. Taraflar arasında hakkaniyete uygun bir dengenin sağlanmasını amaçlayan silahların eşitliği ilkesi, mahkeme önünde sahip olunan hak ve yükümlülükler bakımından taraflar arasında eşitliğin sağlanması ve bu dengenin yargılamanın her aşamasında korunmasını ifade etmekte olup, bu usuli güvence gereğince, uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmalıdır (B.No. 2013/2116, 23/1/2014, § 18; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. De Haes ve Gijsels/Belçika, B. No. 19983/92, 24/02/1997, § 53).
33. Adil yargılanma hakkının unsurlarından olan çelişmeli yargılama ilkesi ise taraflara dava malzemesi hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Bu anlamda, mahkemece tarafların dinlenilmemesi, delillere karşı çıkma imkanı verilmemesi, yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hale gelmesine neden olabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ruiz-Mateos/İspanya, B. No.12952/87, 23/06/1993, § 63). Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların eşitliği ilkesi ile yakından ilişkili olup, bu iki ilke birbirini tamamlar niteliktedir. Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi durumunda, davasını savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır. Çelişmeli yargılamanın medeni haklara ilişkin davalarda da kabul ediliyor olması, medeni bir hakka ilişkin yargılamada tarafların duruşmada hazır bulunması da dahil olmak üzere, yargılamanın bütününe aktif olarak katılmalarını gerektirir (B. No. 2013/1780, 20/3/2014, § 25).
34. Anayasa Mahkemesinin silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri bağlamında yapacağı inceleme, başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (B. No. 2013/2116, 23/1/2014, § 19).
35. 2577 sayılı Kanun’un 16. maddesinde, dava dilekçelerinin ve eklerinin birer örneğinin davalıya, davalının vereceği savunmanın davacıya, davacının ikinci dilekçesinin davalıya, davalının vereceği ikinci savunmanın da davacıya tebliğ edileceği belirtilmiş ve tarafların, yapılacak tebliğlere karşı, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde cevap verebilecekleri düzenlenmiştir.
36. Başvuru konusu olayda, Ankara 2. Vergi Mahkemesinde açılan davada, davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesine cevap verme süresinin son günü başvurucu tarafından cevap dilekçesi verildiği, bu dilekçenin tebligata çıkarılmadığı ve dilekçenin verildiği gün davanın esası hakkında karar verildiği görülmektedir. Bunun yanında başvurucu, bireysel başvuru formunda, cevap dilekçesinin dava dosyasına girmeden dahi kararın verilmiş olabileceğini ifade etmiştir.
37. Diğer taraftan başvurucu, Ankara 2. Vergi Mahkemesince verilen karara karşı yaptığı itiraz başvurusunda ve itiraz başvurusunun reddine ilişkin karara karşı yaptığı karar düzeltme başvurusunda, davalı idare tarafından Ankara 2. Vergi Mahkemesine sunulan savunma dilekçesinde ileri sürülen hususlara yönelik olarak açıklama yapmış ve bu hususlara ilişkin karşı iddialarını sunma fırsatı bulmuştur.
38. Bu kapsamda başvurucunun yargılamanın sonucunu etkileyecek usuli bir imkândan mahrum bırakılmasının söz konusu olmadığı ve başvuruya konu yargılama sürecine bir bütün olarak bakıldığında, başvurucuya karşı tarafça ileri sürülen veya dava dosyasına intikal eden dava malzemesine ulaşma, bunları tetkik ile beyan ve itirazlarını ileri sürme imkânı verilerek yargılamaya aktif katılımının temin edildiği anlaşılmaktadır. Sonuç olarak somut olayda silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesine yönelik açık ve görünür bir ihlalin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
39. Açıklanan nedenlerle, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine yönelik açık bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlali İddiası
40. Başvurucu, mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş olup, açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
41. Başvurucu, vergi ziyaı cezalı ihbarnamenin yeterli araştırma yapılmadan ilanen tebliğinin yapıldığını ve bu nedenle yapılan ilanen tebligatın usulsüz olduğunu belirterek mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
42. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun son adresinin tespit edilebilmesi maksadıyla adres araştırması yapılması halinde, uyuşmazlık konusu ödeme emri içeriği alacağa ilişkin ihbarnameden haberdar olabileceği ve vergi mahkemelerince ödeme emrine nazaran daha ayrıntılı inceleme yapılan vergi/ceza ihbarnamesini mahkeme önüne taşıyarak yargılama yapılmasını isteyebileceği hususlarının göz önünde bulundurulması gerektiği ifade edilmiştir.
43. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
44. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” kenar başlıklı 40. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
 Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”
45. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
46. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir (E.2013/64, K.2013/142, K.T. 28/11/2013). Bu bağlamda Anayasa’nın, devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi gerektiğini ifade eden 40. maddesinin de, adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Bunun yanında Anayasa'da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme'nin 'Adil yargılanma hakkı' kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
47. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). AİHM, mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
48. 6183 sayılı Kanun’un 1. maddesine göre kamu alacakları, Devlete ve diğer kamu tüzel kişilerine ait vergi, resim, harç, mahkeme masrafı, vergi cezası, para cezası, gecikme zammı ve gecikme faizi gibi alacaklardır. 6183 sayılı Kanun’un esası, vergiler başta olmak üzere kamu alacağını güvence altına almak ve ödenmediği takdirde kamu alacağını zora dayanarak, Devlet gücü ve memurları eliyle tahsil etmektir (B. No: 2013/2420, 14/1/2014, § 27).
49. Kamu alacağını ödemekle yükümlü olan borçlunun, bu alacak ile ilgili ödeme emri çıkartılması aşamasına gelmeden alacağın esasına ilişkin yargı mercilerine başvurma hakkı bulunmaktadır. Özel kanununda hüküm bulunan hâllerde ödeme vadesinde, yoksa 6183 sayılı Kanun’un 37. maddesine göre tebliğden itibaren bir aylık süre içinde yargı yerlerine başvurarak kamu alacağının esası dava konusu edilebilecektir. Kamu alacağı esasının dava konusu edilmemesi veya dava konusu edilmesine rağmen alacakta hukuki sakatlık bulunmadığına karar verilmesi durumunda alacak kesinleşmiş olacak ve tahsili için ödeme emri düzenlenecektir. 6183 sayılı Kanun’un 58. maddesinin birinci fıkrasına göre bu aşamada ödeme emrine itiraz hâlinde mahkeme davayı sırf tahsile ilişkin olarak, böyle bir borcun olmadığı, borcun kısmen ödendiği ve borcun zamanaşımına uğradığı nedenleriyle sınırlı olarak inceleyebilecektir (B. No: 2013/2420, 14/1/2014, § 28).
50. Başvuru konusu olayda, başvurucu, ödeme emrine karşı açtığı davada ve dava hakkında verilen karar üzerine yaptığı itiraz ve karar düzeltme taleplerinde, ihbarnamenin posta yoluyla usulüne uygun olarak tebliğ edilmediği ve kamu alacağının usulüne uygun kesinleşmediği hususlarını ileri sürmüştür. Ankara 2. Vergi Mahkemesi ise ödeme emrinin dayanağını teşkil eden ihbarnamenin posta yoluyla tebliğinin 13/10/2006 tarihinde başvurucunun bilinen adresinde tanınmadığı için yapılamadığı, bu durumun ilgili mahalle muhtarının beyanıyla birlikte tutanak altına alındığı, posta yoluyla tebligat yapılamadığı için ilanen tebligat yapma yoluna gidildiği ve sonuç olarak kamu alacağının usulüne uygun kesinleştiği gerekçesiyle ödeme emrine karşı açılan davayı reddetmiş, karara karşı yapılan itiraz ve karar düzeltme talepleri de Ankara Bölge İdare Mahkemesince reddedilerek, karar kesinleşmiştir.
51. Görüldüğü üzere Derece Mahkemeleri, başvurucu tarafından ihbarnameye konu olan dairenin satın alınması sırasında doldurulan bilgi formunda ve daha sonra dairenin satışı sırasında düzenlenen resmi senette beyan edilen başvurucunun ev adresinin 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 101. maddesi çerçevesinde bilinen adres olduğu gerekçesiyle bu adrese yapılamayan ihbarname tebliği için ilanen tebligat yoluna gidilmesinde hukuka aykırılık bulmamıştır.
52. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (E.2013/64, K.2013/142, K.T. 28/11/2013).
53. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp, sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar niteliği gereği düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte, bu sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34 ve Rodríguez Valín/İspanya, B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22).
54. AİHM, Sözleşme sisteminin, bazı durumlarda, Sözleşmeci Devletlerin Sözleşme’nin 6. maddesiyle güvence altına alınan haklardan etkili olarak yararlanılmasını sağlamak için gerekli tedbirleri almasını gerektirdiğini (Vaudelle/Fransa, B. No: 35683/97, 3/1/2001 §52), bunun her şeyden önce hakkında dava açılan kişinin durumdan haberdar edilmesini gerektirdiğini ifade etmektedir (Dilipak ve Karakaya/Türkiye, B. No:7942/05 ve 24838/05, 4/3/2014 §77).
55. 213 sayılı Kanun 100. Maddesinde, bilinen adrese gönderilen mektupların muhatabına teslim edildiği tarihte tebliğ edilmiş sayılacağını belirtmiş, 101. maddesinde ise sayma yoluyla bilinen adreslerin neler olduğunu kural altına almıştır. Bu maddeye göre mükellef tarafından işe başlamada bildirilen adreslerin, adres değişikliğinde bildirilen adreslerin, işi bırakmada bildirilen adreslerin, vergi beyannamelerinde bildirilen adreslerin, yoklama fişinde tespit edilen adreslerin, vergi mahkemesinde dava açma dilekçelerinde ve cevaplarında gösterilen adreslerin, yetkili memurlar tarafından bir tutanakla tespit edilen adreslerin, bina ve arazi vergilerinde komisyonlarca tahrir varakalarında tespit edilen adreslerin bilinen adresler olarak sayıldığı görülmektedir.
56. Aynı Kanun’un 103. maddesinde ise muhatabın adresi hiç bilinmediği, muhatabın bilinen adresi yanlış veya değişmiş olduğu ve bu yüzden gönderilmiş olan mektup geri geldiği, başkaca sebeplerden dolayı posta ile tebliğ yapılmasına imkân bulunmadığı ve yabancı memleketlerde bulunanlara tebliğ yapılamadığı durumlarda ilan yoluyla tebliğin yapılacağı belirtilmiştir.
57. Başvuru konusu olayda ise vergi ceza ihbarnamesinin 213 sayılı Kanun’un 101. maddesinde sayılan ve “bilinen adres” olarak nitelendirilen adreslerin dışında bir adrese posta yoluyla tebliğ edilmeye çalışıldığı, ancak adreste başvurucunun tanınmadığından bahisle ilanen tebliğ yoluna gidildiği, başvurucunun ilanen tebliğden haberdar olamaması ve buna bağlı olarak dava açamaması üzerine alacağın kesinleştiği gerekçesiyle ödeme emrinin düzenlendiği ve başvurucu tarafından ödeme emrine karşı açılan davada tebligatın usulüne uygun olarak yapıldığı tespitine yer verildiği görülmektedir.
58. Bu durumda, vergi dairesinin 213 sayılı Kanun’da sayılan bilinen adresler dışında bir adrese gönderdiği ihbarnamenin tebliğinin yapılamamış olması nedeniyle ilanen tebliğ yolunu kullandığı, başvurucunun adresinin araştırılması için çalışma yaptığı konusunda bir verinin dava dosyası kapsamında bulunmadığı ve bu sebeple başvurucunun güncel adresine ulaşmada yeterli özeni göstermediği anlaşılmakla, başvurucunun ihbarnameye karşı dava açma hakkını kullanmasının engellenmesi ve bu sebeple ihbarnameye konu kamu alacağının kesinleşmesi sonrasında düzenlenen ödeme emrine karşı sınırlı bir itiraz hakkı bulunması nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği anlaşılmaktadır.
59. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
60. Başvurucu, anayasal haklarının ihlal edildiğini belirterek ve ihlalin ortadan kaldırılması yönünde karar verilmesini talep etmektedir.
61. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.
62. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmiş olduğundan, tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
63. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiği şikâyetinin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine yönelik şikâyetinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın Ankara 2. Vergi Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
C. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
D. 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
12/3/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
ALİ ELUYĞUN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/6102)
 
Karar Tarihi: 14/4/2016
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
 
 
Başkan:Engin YILDIRIM
Üyeler:Serdar ÖZGÜLDÜR
  Osman Ali Feyyaz PAKSÜT
  Recep KÖMÜRCÜ
  Alparslan ALTAN
Raportör:Yakup MACİT
Basvurucu:Ali ELUYĞUN
Vekili:Av. Yılmaz KIYAK
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, iş mahkemesine açılan alacak davasında temyiz talebinin karar düzeltme niteliğinde olduğu kabul edilerek reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 13/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 19/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 23/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 24/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 3/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 11/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucuya ait sürücüsü N.E. olan araç, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) sigortalısı S.B.nin kullandığı araç ile çarpışmış; kazada S.B. vefat etmiştir.
9. SGK, müteveffa sigortalının hak sahiplerine Kurumun 27.011,03 TL peşin değerli aylık bağladığını, Kanun gereği Kurumun yapılan yardımların peşin değeri için üçüncü kişilere rücu edebileceğini belirterek yardıma konu miktarın peşin değerinin tahsili amacıyla Kırıkkale İş Mahkemesinde E.2009/227 sayılı dosyasında tazminat davası açmıştır.
10. Mahkeme, dava dilekçesi ve duruşma gününün tebliği için "S...tepe Mah. 61. Sokak... Etlik/Ankara" adresine tebligat çıkarmış; muhatabın tanınmadığı ve muhtarlık kaydının bulunmadığı gerekçesiyle evrak tebliğ edilmeden iade edilmiştir.
11. Mahkeme 5/5/2009 ve 30/6/2009 tarihli celselerde başvurucunun adresinin tespiti için Nüfus Müdürlüğüne yazı yazılmasına ilişkin ara karar vermişse de celse arası davacı SGK vekilinin dilekçe ekinde sunduğu nüfus kaydındaki yerleşim yeri adresi olan "S..tepe Mah. 1... Sokak... Keçiören/Ankara" adresine tebligat çıkarmış, tebligatın "muhatabın adresten taşındığı" belirtilerek 13/8/2009 tarihinde bilâ ikmal iadesi üzerine 20/10/2009 tarihli celsede 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 35. maddesi gereği tebligat çıkarılmasına karar verilmiş; 15/12/2009 tarihli duruşma gününü bildirir davetiye 6/11/2009 tarihinde aynı adreste başvurucuya tebliğ edilmiştir.
12. Mahkeme 15/12/2009 tarihli ve E.2009/227, K.2009/934 sayılı kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir.
13. Mahkemenin gerekçeli kararı başvurucuya, 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesine göre "S..tepe Mah. 1... Sokak... Keçiören/Ankara" adresinde tebliğ edilmiştir.
14. Karar, diğer davalı N.E. tarafından temyiz edilmiş; duruşmalı yapılan temyiz incelemesi için başvurucu adına anılan adrese davetiye çıkarılmış; tebligat evrakı, "muhatabın nakil almadan taşındığı, adreste bulunan evin yıkıldığı" belirtilerek 11/10/2010 tarihinde iade edilmiştir. Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 19/10/2010 tarihli ve E.2010/2829, K.2010/13933 sayılı ilamı ile başvurucunun yokluğunda hükmü bozmuştur.
15. Bozma üzerine dosya, Mahkemenin E.2010/1173 sırasına kaydedilmiş; başvurucu adına bozma ilamı ve duruşma gününü bildirir davetiye yine aynı adrese tebliğe çıkarılmış, tebligat evrakı "gösterilen adrestekibinanın yıkıldığı ve muhatabın nakil almadan taşındığı" belirtilerek 30/12/2010 tarihinde iade edilmiştir.
16. 3/5/2011 tarihli duruşma gününü bildirir davetiye "S..tepe Mah. 1... Sokak... Keçiören/Ankara" adresinde 7201 sayılı Kanun'un 35. madde hükmüne göre 4/4/2011 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
17. Mahkeme 3/5/2011 tarihli ve E.2010/1173, K.2011/466 sayılı kararı ile diğer davalı N.E. açısından davanın reddinekarar vermiştir.
18. Gerekçeli karar, başvurucuya aynı adreste 7201 sayılı Kanun'un 35. madde hükmüne göre 8/8//2011 tarihine tebliğ edilmiştir.
19. Davacı SGK'nın temyizi üzere karar, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 13/12/2011 tarihli ve E.2011/13814, K.2011/17949 sayılı ilamı ile bozulmuştur.
20. Bozma üzerine dosya, Mahkemenin E.2012/89 sırasına kaydedilmiş; bozma ilamı ve duruşma gününü içerir davetiye yine "S..tepe Mah. 1... Sokak... Keçiören/Ankara" adresine tebliğe çıkarılmış, tebligat evrakı "adı geçen mahallede sokak ve adres numarasının bulunmadığı adresin yanlış olduğu, muhatabın ismen tanınmadığı muhtar kaydının olmadığı" belirtilerek 29/2/2012 tarihinde iade edilmiştir.
21. Yargıtay ilamı ve bilirkişi raporunu içeren 14/6/2012 tarihli duruşma gününü bildirir davetiyeaynı adreste 7201 sayılı Kanun'un 35. madde hükmüne göre 22/5/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
22. Mahkeme 14/6/2012 tarihli ve E.2012/89, K.2012/724 sayılı kararı ile başvurucu açısından davanın kabulüne, diğer davalı N.E. açısından davanın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
"...
Mahkememiz kararı davalı N.E. vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkememizkararı Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 2010/2829-13933 sayılı ve19.10.2010 tarihli bozma kararıyla ".....devletin vatandaşları karşısındaki sosyal ve ekonomik yükümlülüklerini yerine getirmek amacı ile oluşturduğu yeni yasal düzenlemelerin, sosyal güvenlik yasalarıyla sağlanan yardımlardan yararlanmayı kolaylaştırması, bu politikalar gereğince oluşan kurum giderlerinin, kusurlu eylem tarihi itibariyle kurum zararına yol açmamış olan kişilere rücu edilmesi, hukuk devletinin temel unsurlarından olan hukuki güvenlik ilkesini ve hukuksal kurulların öngörülebilirliği gereğine ilişkin ilkenin ihlaline yol açacağı... Sonradan yürürlüğe giren yasa uyarınca oluşan durum nedeni ile davalının tazmin sorumluluğu yoluna gidilmesine olanak bulunmadığından, davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulü yönünde hüküm kurulmasının usul ve yasaya uygun olmadığı..."gerekçesi ilebozulmuştur.
Mahkemeceusul ve yasaya uygun bulunan yargıtay bozma ilamına uyulmasına karar verilerek mahkememizin2010/1173 esas 2011/466 karar03.05.2011 tarihli kararı ileaçılan davanın davalı NöbediEraslan yönünden reddine kararı verilmiştir.
Mahkememiz kararı bu defa davacı vekili tarafındantemyiz edilmiştir.
Yargıtay 10. Hukuk dairesi 2011/13814 esas-17949 karar sayılı13.12.2011 tarihli kararı ile "...Dava, 23.08.1998 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucu vefat eden Bağ-kur sigortalısının hak sahiplerine davacı Kurumca bağlanan aylığın ilk peşin değerinin; davalı N.E.’den kusurlu sürücü olarak, diğer davalı Ali Eluygundan ise kazaya karışan bu aracın işleteni sıfatıyla rücuan tahsili istemine ilişkin olup, ilk hükmün Dairemizce bozulmasından sonra verilen kararda davalılardan N.E. hakkında karar verildiği, diğer davalı hakkında karar verilmediği anlaşılmıştır.
Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297. maddesinde “Hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir” hükmüyer almaktadır. Mahkemece verilen ilk hükmün bozulmakla ortadan kalktığı ve infazı kabil bir hüküm içermediği yönü ve hükmü temyiz etmeyen davalı nedeniyle kurum yararına oluşan usulü kazanılmış hak durumu da gözetilerek, anılan maddede belirtilen unsurları içeren, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösterir, infazda tereddüde yol açmayacak bir hüküm oluşturulması yasal gereğine uyulmayıp, davalı Ali Eluygun hakkında hüküm kurulmamış olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır..." gerekçesi ile bozulmuştur.
Mahkememiz kararı mahkememizce bozma kararı usul ve yasaya uygun bulunmakla tekrar uyma kararı verilmiştir. Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda hükmü temyiz etmeyen davalı nedeniyle davacı kurum yararına oluşan usulu kazanılmış hak durumuda gözetilerek aşağıda ki şekildekarar vermek gerekmiştir.
H Ü K Ü M: Yukarıda izah olunan nedelerle;
1- Açılan davanın davalı N.E. yönünden REDDİNE,
Davalı N.E. yargılamada kendini vekil ile temsil ettirdiğinden reddedilen miktarüzerinden tayin ve takdir olunan 3.221,21.TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya ödenmesine,
2- Davacının, diğer davalı Ali Eluygun yönünden davanın KABULÜ ile 27.011,03 TL alacağın tahsis onay tarihi olan 22/03/2008 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalı Ali Eluygun'dan alınarak davacıya ödenmesine,
..."
23. Gerekçeli karar "S..tepe Mah. 1... Sokak... Keçiören/Ankara" adresinde 7201 sayılı Kanun'un 21. madde hükmüne göre 4/7//2012 tarihine başvurucuya tebliğ edilmiştir.
24. Davacı SGK'nın temyizi üzerine karar, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 2/10/2012 tarihli ve E.2012/16493, K.2012/17097 sayılı ilamı ile onanmıştır.
25. Davacı SGK, Kırıkkale 4. İcra Müdürlüğünün E.2013/1047 sayılı dosyasında başvurucu aleyhine ilamlı takip başlatmış; icra emri "S..tepe Mah. 1...3 sokak. Öz... Ap.. No: ./2. Keçiören/Ankara" adresinde 29/3/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
26. Başvurucu 24/4/2013 tarihli dilekçesinde, yargılama sırasında"S..tepe Mah. 1... Sokak... Keçiören/Ankara" adresine çıkarılan tebligatların geçersiz olduğunu; 21/5/2012 tarihli tebligat şerhinde evin yıkıldığının belirtildiğini, buna rağmen 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesine uygun olmayan bir usulle yıkılmış bir evin kapısına tebligat evrakının yapıştırılmasının mümkün olmadığını, Keçiören Belediye Başkanlığının yazısından açıkça anlaşılacağı üzere evin 19/11/2009 tarihinde yıkıldığını, karara esas olan 21/5/2012 tarihli tebligatın geçerli olmaması nedeniyle temyiz süresini elinde olmayan sebeplerle kaçırdığını, Nüfus Müdürlüğü yazısından adresinin "S..tepe Mah. 1...3 sokak. Öz... Ap.. No: ./2. Keçiören/Ankara" olduğunun anlaşıldığını belirterek eski hâle getirme talebiyle kararı temyiz etmiştir.
27. Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, başvurucunun dilekçesini karar düzeltme istemi niteliğinde değerlendirerek 18/6/2013 tarihli ve E.2013/11277, K.2013/13781 sayılı ilamı iletalebi reddetmiştir. İlamın ilgili kısmı şöyledir:
"...
5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 8. maddesinin son fıkrası hükmüne göre İş Mahkemelerinden verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna başvurulmaz. Bu bakımdan, davalı Ali Eluygun'un karar düzeltme isteği niteliğini taşıyan başvurusunun reddi gerekir.
SONUÇ: Yukarıda yazılı sebepten ötürü karar düzeltme talebinin REDDİNE, 18/6/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi."
28. Ret kararı, 19/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 13/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
29. 7201 sayılı Kanun'un 21. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Kendisine tebligat yapılacak kimse veya yukarıdaki maddeler mucibince tebligat yapılabilecek kimselerden hiçbiri gösterilen adreste bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir ve memurlarına imza mukabilinde teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber, adreste bulunmama halinde tebliğ olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirilir. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır.
Gösterilen adres muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi olup, muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış olsa dahi, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza karşılığında teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırır. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır.
..."
30. 7201 sayılı Kanun'un 32. maddesi şöyledir:
"Tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliğe muttali olmuş ise muteber sayılır.
Muhatabın beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi addolunur."
31. 7201 sayılı Kanun'un 11/1/2011 tarihli ve 6099 sayılı Kanun'un 9. maddesi ile değişiklik yapılmadan önceki 35. maddesi şöyledir:
"Kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse, yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır.
Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve yeni adres tebliğ memurunca da tespit edilemediği takdirde tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi, tebliğ tarihi sayılır.
Bundan sonra eski adrese çıkarılan tebliğler muhataba yapılmış sayılır.
Daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, taraflar arasında yapılan, imzası resmi merciler önünde ikrar olunmuş sözleşmelerde belirtilen adresler ile kamu kurum ve kuruluşları ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, ticaret sicillerine ve esnaf ve sanatkarlar sicillerine verilen en son adreslerdeki değişiklikler hakkında da bu madde hükümleri uygulanır."
32. 7201 sayılı Kanun'un yürürlükte olan 35. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse, yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır.
Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresi de tespit edilemediği takdirde, tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi tebliğ tarihi sayılır.
Bundan sonra eski adrese çıkarılan tebliğler muhataba yapılmış sayılır.
..."
33. 25/1/2012 tarihli ve 28184 sayılıResmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girenTebligat Kanunu'nun Uygulanmasına Dair Yönetmelik'in (Yönetmelik) 30. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine meşruhat verilerek çıkarılan tebligatlar hariç olmak üzere, muhatap veya muhatap adına tebliğ yapılabilecek olanlardan hiçbiri gösterilen adreste sürekli olarak bulunmazsa, tebliğ memurunun, adreste bulunmama sebebini bilmesi muhtemel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar heyeti veya meclisi üyeleri, kolluk amir ve memurlarından araştırarak beyanlarını tebliğ mazbatasına yazıp imzalatması, imzadan çekinmeleri halinde bu durumu yazarak imzalaması gerekir."
34. Yönetmelik'in 53. maddesi şöyledir:
"(1) Tebliğ, usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliği öğrenmiş ise geçerlidir. Aksi takdirde tebligat yapılmamış sayılır. Muhatap, her ne şekilde olursa olsun tebliğ evrakını veya davetiyeyi alırsa ya da bunların içeriğini öğrenirse tebliği öğrenmiş sayılır.
(2) Muhatabın tebliği öğrendiğini beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi olarak kabul edilir.
(3) Tebliğin usulüne aykırı yapılmış olması halinde, muhatabın tebliği öğrendiğinin ve bunun tarihinin iddia ve ispatı mümkün değildir."
35. 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı mülga Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu'nun 63. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
"Üçüncü bir kimsenin suç sayılır hareketi ile bu Kanunda sayılan yardımların yapılmasını gerektiren bir halin doğmasında, Kurum, sigortalı veya hak sahiplerine gerekli bütün yardımları yapar.
Ancak, Kurum, yapılan bu yardımların ilk peşin değeri için üçüncü kişilere, istihdam edenlere, (...) ve diğer sorumlulara rücu eder. Bu kimselerin hak sahiplerine yaptıkları ödemeler dolayısıyla Kurumun zarara uğraması halinde, hak sahiplerine rücu hakkı saklıdır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
36. Mahkemenin 14/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
37. Başvurucu 23/8/1998 tarihinde meydana gelen trafik kazasına karışan 06 M. 3. plakalı aracın işleteni olduğunu, kazaya karışan diğer araç sürücüsünün vefatı üzerineSGK'nın ölenin yakınlarına bağladığı aylığın ilk peşin değerinin tahsili için dava açtığını, Mahkemenin davayı kendisi açısından kabul ederken diğer davalı sürücü açısından reddettiğini, yargılama sırasında kendisine yapılan tebligatların geçersiz olduğunu, davadan haberinin olmadığını, tebligatların yapıldığı adreste bulunan binanın 19/11/2009 tarihinde yıkıldığını, bu adrese gönderilen 28/2/2012 tarihli tebliğ mazbatasında belirtilen adresin var olmadığı ve kendisinin adresten taşındığı bildirilmesine rağmen sonraki aşamada 21/5/2012 tarihinde aynı adrese 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesine göre tebligat yapılarak kararın kesinleştirildiğini, bu nedenle kesinleşme işleminin geçersiz olduğunu, icra emri ile birlikte davadan haberdar olduğunu ve eski hâle getirme talebiyle kararı temyiz ettiğini ancak Yargıtayın talebini karar düzeltme istemi niteliğinde gördüğünü ve reddettiğini, bu nedenle hak arama hürriyetinin zedelendiğini, bunun yanında kendisi ile aynı durumda olan araç sürücüsü hakkında davanın reddedilmesinin eşitlik ilkesine de aykırı olduğunu belirterek Anayasa'nın 10. ve 36. maddelerinde düzenlenen eşitlik ilkesi ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; Yargıtay kararının iptali ile eski hâle getirme talebinin kabulüne karar verilmek suretiyle mağduriyetinin giderilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
38. Başvurucu, yargılama sırasında kendisine yapılan tebligatların usulsüz olması nedeniyle davadan icra emrinin tebliği ile birlikte haberdar olduğunu belirterek temyiz süresinin kararı öğrendiğini beyan ettiği tarihten başlatılması gerektiğini ancak Yargıtayın, dilekçesini karar düzeltme istemi niteliğinde kabul ederek temyiz incelemesi yapmadığını belirtmiş; buna göre başvuru, mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
39. Başvurucunun mahkemeye erişim hakkı bağlamında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin başvurusunun açıkça dayanaktan yoksun olmaması ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmaması nedeniyle başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
40. Başvurucu, tebligatların usulsüz olması nedeniyle davadan haberinin olmadığını, icra emrinin tebliği ile birlikte durumu öğrendiğini ve kararı temyiz ettiğini ancak Yargıtayın, dilekçesini karar düzeltme talebi niteliğinde kabul ederek esasa yönelik iddialarını değerlendirmediğini belirterek mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
41. Bakanlık görüşünde başvurucuya yargılama sırasında yapılan tebliğ işlemlerinde hukuka aykırı bir durumun bulunup bulunmadığı, başvurucunun duruşmalara katılımının sağlanıp sağlanmadığı, bu kapsamda silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edilip edilmediği hususundaki takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu belirtilmiştir.
42. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında önceki iddialarını yinelemiştir.
43. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
44. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
45. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir (AYM, E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013). Bu bağlamda Anayasa’nın, devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi gerektiğini ifade eden 40. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Bunun yanında Anayasa'da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme'nin 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
46. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
47. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013).
48. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlamaların; hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar niteliği gereği düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte bu sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34; Rodríguez Valín/İspanya, B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22).
49. Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 36-40).
50. Belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesi gereği olup adil yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilemez. Anılan süreler, mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet eder. Süre sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdir yetkisi içinde olup ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe Anayasa'da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş sayılmaz (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stubbings ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22083/93,22095/93; 22/10/1996, § 51).
51. Bunun yanında bir mahkemeye başvuru hakkının yasal birtakım şartlara tabi tutulması kabul edilebilir olsa da mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29).
52. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği mevzuatın yorumlanması ve uygulanması, derece mahkemelerinin görevi olmakla birlikte bu yorum ve uygulamaların etkilerinin Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında bulunan hak ve yükümlülüklerle bağdaşıp bağdaşmadığının Anayasa Mahkemesince incelenebileceği tabiidir. Mahkemeye erişim hakkı yönünden yapılacak böyle bir inceleme, somut olayın koşulları çerçevesinde olacaktır (Kemal İnan, B. No: 2013/1524, 6/10/2015, § 49).
53. Başvurucu; yargılama safahatında kendisine yapılan tebligatların usulsüz olduğunu, karardan icra emrinin tebliği ile birlikte haberdar olduğunu ve hemen temyiz ettiğini, ancak Yargıtayın dilekçesini karar düzeltme istemi niteliğinde kabul ettiğini, tebligatların usulsüz olup olmadığı ve bu çerçevede temyiz hakkının bulunup bulunmadığı hususlarındaki iddialarının Yargıtay ilamında cevaplandırılmayarak temyiz hakknın elinden alındığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
54. Somut olayda SGK tarafından açılan rücuen alacak davasında Mahkemenin, başvurucuya yapılan tebligatların usulüne uygun olduğunu kabul ederek başvurucunun yokluğunda davanının kabulüne karar verdiği, kararın Yargıtay tarafından onandığı, başvurucunun usulsüz tebligat nedeniyle kararı temyiz ettiği; Yargıtayın, talebi karar düzeltme istemi niteliğinde değerlendirerek reddettiği anlaşılmıştır.
55. 7201 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte olan 35. maddesinin birinci ve ikinci fıkrasında kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimsenin, adresini değiştirmesi hâlinde yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecbur olduğu, bu durumda bundan sonraki tebliğlerin bildirilen yeni adrese yapılacağı, adresini değiştiren kimsenin yenisini bildirmediği ve yeni adresinin tebliğ memurunca da tespit edilemediği takdirde tebliğ olunacak evrakın bir nüshasının eski adrese ait binanın kapısına asılacağı ve asılma tarihinin tebliğ tarihi sayılacağı belirtilmiş, aynı maddenin dördüncü fıkrasında daha önce tebligat yapılmamış olsa bile taraflar arasında yapılan, imzası resmî merciler önünde ikrar olunmuş sözleşmelerde belirtilen adresler ile kamu kurum ve kuruluşları ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, ticaret sicillerine ve esnaf ve sanatkarlar sicillerine verilen en son adreslerdeki değişiklikler hakkında da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.
56. 7201 sayılı Kanun'un 21. maddesinin birinci fıkrasında kendisine tebligat yapılacak kimse veya Kanun'un diğer hükümlerine göre tebligat yapılabilecek kimselerden hiçbirinin gösterilen adreste bulunmaması veya tebellüğden imtina etmesi hâlinde tebliğ memurunun tebliğ olunacak evrakı o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir ve memurlarına imza mukabilinde teslim edeceği ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber adreste bulunmama hâlinde tebliğ olunacak şahsa keyfîyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirileceği İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarihin tebliğ tarihi sayılacağı belirtilmiştir.
57. Yönetmelik'in 30. maddesinin birinci fıkrasında ise adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine meşruhat verilerek çıkarılan tebligatlar hariç olmak üzere muhatap veya muhatap adına tebliğ yapılabilecek olanlardan hiçbiri gösterilen adreste sürekli olarak bulunmazsa tebliğ memurunun adreste bulunmama sebebini bilmesi muhtemel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar heyeti veya ihtiyar meclisi üyeleri, kolluk amir ve memurlarından birini araştırarak beyanlarını tebliğ mazbatasına yazıp imzalatması, bu kişilerin imzadan çekinmeleri hâlinde de bu durumu yazarak imzalaması gerektiği hususu düzenlenmiştir.
58. Somut olayda Kırıkkkale İş Mahkemesine açılan alacak davasında Mahkemenin, davalı sıfatıyla başvurucuya dava dilekçesi ve duruşma gününün tebliği için "S...tepe Mah. 61. Sokak... Etlik/Ankara" adresine tebligat çıkardığı, muhatabın tanınmadığı ve muhtarlık kaydının bulunmadığı gerekçesiyle evrakın tebliğ edilmeden Mahkemeye iade edildiği, davacı SGK vekilinin dilekçe ekinde sunduğu nüfus kaydındaki yerleşim yeri adresi olan "S..tepe Mah. 1... Sokak... Keçiören/Ankara"adresine çıkarılan tebligatın "muhatabın adresten taşındığı" belirtilerek 13/8/2009 tarihinde bilâ ikmal iadesi üzerine 20/10/2009 tarihli celsede 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesi gereği aynı adrese tebligat çıkarılmasına karar verilerek dava dilekçesini içeren 15/12/2009 tarihli duruşma gününü bildirir davetiyenin 6/11/2009 tarihinde başvurucuya tebliğ edildiği anlaşılmıştır.
59. Yargılamanın bundan sonraki aşamasında tebligatların "S..tepe Mah. 1... Sokak... Keçiören/Ankara" adresinde 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesine göre başvurucuya tebliğ edildiği; 13/8/2009, 11/10/2010, 30/12/2010, 29/2/2012 tarihlerinde iade edilen tebligatlarda ise "muhatabın adresten taşındığı", "muhatabın nakil almadan taşındığı, adreste bulunan evin yıkıldığı", "gösterilen adrestekibinanın yıkıldığı ve muhatabın nakil almadan taşındığı", "adı geçen mahallede sokak ve adres numarasının bulunmadığı adresin yanlış olduğu, muhatabın ismen tanınmadığı muhtar kaydının olmadığı" şerhlerinin bulunduğu anlaşılmaktadır.
60. Başvurucuya en son gerekçeli kararın "S..tepe Mah. 1... Sokak... Keçiören/Ankara" adresinde 7201 sayılı Kanun'un 21. madde hükmüne göre 4/7//2012 tarihine tebliğ edildiği, tebligat tutanağına “Tebligat adresine gidildi. Adresinin sürekli kapalı olması ve tebliğ imkansızlığı nedeniyle Tebligat Kanunu'nun 21. maddesi gereği bağlı bulunduğu mahalle muhtarı İ.U.' ya teslim edilerek 2 no'lu form kapısına yapıştırıldı. Komşusu Ş.Ç.'ye haber verildi." şerhi verilerek 2/7/2012 günlü şerh altının tebliğ memuru tarafından imzalandığı anlaşılmıştır.
61. 7201 sayılı Kanun'un 21. maddesine göre yapılacak tebligatlara ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun verdiği bir kararda, muhatap veya muhatap adına tebliğ yapılabilecek olandan hiçbirinin gösterilen adreste bulunmaması hâlinde tebliğ memurunun adreste bulunmama sebebini bilmesi muhtemel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar kurulu ve meclisi üyeleri, zabıta amiri ve memurlarından tahkik ederek beyanlarını tebliğ tutanağına yazıp altını imzalatması, imzadan çekilmeleri hâlinde de bu durumu yazarak kendisinin imzalaması gerekeceği, tebliğ işleminin geçerliliğinin posta memurunun yapacağı tahkikata göre muhatabın bu adreste bulunduğunun tespitine ve bu işlemi tebligat parçasına yazarak maddede belirtilen kişilere imzalatmasına bağlı olduğu, 7201 sayılı Kanun'un 21. maddesine göre yapılan tebligatlarda tebliğ tarihinin iki numaralı fişin (ihbarnamenin) kapıya yapıştırıldığı tarih olduğu, tebliğ tarihinin bu şekilde belirlenmesi ve geçerli sayılabilmesinin posta memurunun araştırma yapması ve muhatabın o anda adreste olmamakla birlikte tevziat saatlerinden sonra geldiğinin tevsik edilmesine bağlı olduğu, açıklanan durumu beyan eden ilgililerin imzadan çekinmesi hâlinde posta memurunun çekinme nedeniyle araştırma sonucunu kendisi imzalamakla yetineceği belirtilmiştir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12/12/2007 tarihli ve E.2007/12-976, K.2007/973 sayılı ilamı).
62. Bunun yanında 7201 sayılı Kanun'un 32. maddesinde tebligatın usulüne aykırı yapılmış olması hâlinde muhatap tebliğe muttali olmuş ise tebligatın geçerli sayılacağı, muhatabın beyan ettiği tarihin tebliğ tarihi olarak kabul edileceği hususu düzenlenmiştir.
63. Yine Yönetmelik'in 53. maddesinde tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile muhatabın tebliği öğrenmesi hâlinde geçerli olacağı, aksi takdirde tebligatın yapılmamış sayılacağı, muhatabın her ne şekilde olursa olsun tebliğ evrakını veya davetiyeyi alması ya da bunların içeriğini öğrenmesi hâlinde tebliği öğrenmiş sayılacağı, muhatabın tebliği öğrendiğini beyan ettiği tarihin tebliğ tarihi olarak kabul edileceği, tebliğin usulüne aykırı yapılmış olması hâlinde muhatabın tebliği öğrendiğinin ve bunun tarihinin iddia ve ispatının mümkün olmadığı belirtilmiştir.
64. Usulsüz tebligat ile ilgili Yargıtayın verdiği kararlarda 7201 sayılı Kanun'un 32. maddesi uyarınca muhatabın usulsüz tebliği öğrendiği tarih olarak bildirdiği tarihin tebliğ tarihi olarak kabulü gerekeceği ve temyiz süresinin buna göre değerlendirileceğini belirtmiştir (Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 6/6/2006 tarihli ve E.2006/1080, K.2006/6071 sayılı ilamı, Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 12/7/2011 tarihli ve E.2011/16738, K.2011/15736 sayılı ilamı).
65. Başvurucunun 24/4/2013 tarihli temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü temel iddiaların usulsüz tebligat nedeniyle 7201 sayılı Kanun'un 32. maddesine göre karardan haberdar olduğunu öğrendiği tarihe göre temyiz süresinin başlatılarak temyiz talebinin esastan incelenmesi gerektiği hususlarına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
66. Başvurucunun dilekçesinde tebligatların usulsüzlüğü iddiaları çerçevesinde dile getirdiği yargılama safahatında daha önce "S..tepe Mah. 1... Sokak... Keçiören/Ankara" adresine çıkarılan tebligat şerhlerinde adresin yanlış olduğu, adresteki evin yıkıldığı, muhatabın adresten taşındığı, ismen tanınmadığı, muhtarlık kaydının olmadığı hususları belirtilirken aynı adreste 7201 sayılı Kanun'un 21. madde hükmüne göre 4/7//2012 tarihinde “Tebligat adresine gidildi. Adresinin sürekli kapalı olması ve tebliğ imkansızlığı nedeniyle Tebligat Kanunu'nun 21. maddesi gereği bağlı bulunduğu mahalle muhtarı İ.U.'ya teslim edilerek 2 no'lu form kapısına yapıştırıldı. Komşusu Ş.Ç.'ye haber verildi." şerhi verilerek gerekçeli kararın tebliğ edilmesi karşısında yukarıda belirtilen mevzuat ve Yargıtay kararlarına göre tebligatın geçerli olup olmadığı, yine 7201 sayılı Kanun'un 32. maddesine göre başvurucunun kararı öğrendiğini beyan ettiği tarihe göre temyiz talebinin süresinde olup olmadığına ilişkin ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren iddiaların Yargıtay kararında değerlendirilmeden dilekçenin karar düzeltme talebi niteliğinde olduğu kabul edilerek iş mahkemelerinden verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna başvurulamayacağına dair yapılan yorumun, hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri bağlamında öngörülebilirlik sınırları içinde olmadığı ve başvurucunun mahkemeye ulaşmasını aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren nitelikte olduğu; bu açıdan başvurucunun mahkemeye erişim hakkının zedelendiği sonucuna ulaşılmıştır.
67. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkınınihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
68. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
69. Başvurucu, anayasal haklarının ihlal edildiğini belirterek ihlalin tespiti ile temyiz talebinin esastan değerlendirilmesini talep etmektedir.
70. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal, adil yargılanma hakkının unsurlarından olan mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmesinden kaynaklandığından ve ihlalin yeniden yargılama yapılarak ortadan kaldırılmasında hukuki yarar bulunduğundan, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili Mahkemeyegönderilmesine karar verilmesi gerekir.
71. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 harç ve 1.800,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Kırıkkale İş Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
14/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
ALİ UYANDIRAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/9962)
 
Karar Tarihi: 19/7/2017
R.G. Tarih ve Sayı: 20/9/2017-30186
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
Başkan:Burhan ÜSTÜN
Üyeler:Serruh KALELİ
  Hicabi DURSUN
  Kadir ÖZKAYA
  Rıdvan GÜLEÇ
Raportör:Ayhan KILIÇ
Başvurucular:1. Ali UYANDIRAN
  2. Refik TIKNAZ
  3. Ahmet UYANDIRAN
  4. Ekrem ALBEREN
  5. Fatma ALBEREN
  6. Muammer ALBEREN
  7. Nail UYANDIRAN
  8. Nergiz ALBEREN
Vekilleri:1. Av. Erol YANKUNCU
  2. Av. Yılmaz AYYILDIZ
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, taşınmazın usulüne uygun kamulaştırma yapılmaksızın idare adına tescil edilmesi sebebiyle açılan tazminat davasının -dava devam ederken yürürlüğe giren kanun hükmü uygulanmak suretiyle- incelenmeksizin reddi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 16/6/2014 tarihinde yapılmıştır.
3.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
7. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvuruculardan Ali Uyandıran 1946 doğumlu olup İstanbul ili Kadıköy ilçesinde, Refik Tıknaz 1945 doğumlu olup Bursa ili Nilüfer ilçesinde, Nail Uyandıran 1948 doğumlu olup İstanbul ili Şişli ilçesinde, Ahmet Uyandıran 1952 doğumlu olup Bursa ili Kestel ilçesinde; Ekrem Alberen, Fatma Alberen, Muammer Alberen ve Nergiz Alberen sırasıyla 1984, 1958, 1950 ve 1990 doğumlu olup Bursa ili Osmangazi ilçesinde ikamet etmektedir.
10. Başvuruculardan Refik Tıknaz, taşınmazın 4/32 hisseli maliki olan Fatma Uyandır'ın; Ali Uyandıran, Nail Uyandıran ve Ahmet Uyandıran taşınmazın 3/32 hisseli maliki olan Hasan Uyandıran'ın; Ekrem Alberen, Fatma Alberen, Muammer Alberen ve Nergiz Alberen ise taşınmazın 3/32 hisseli maliki olan Rukiye Alberen'in mirasçılarıdır.
A. Uyuşmazlığın Arka Planı
11. Başvurucuların murisleri adına kayıtlı bulunan ve İstanbul ili Bağcılar ilçesi Mahmutbey köyünde kâin 13 pafta 1913 parsel sayılı 4829 m² büyüklüğündeki taşınmaz 2/12/1985 tarihinde (kaldırılan) Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü (Arsa Ofisi) tarafından kamulaştırılmıştır. 29/4/1964 tarihli ve 1164 sayılı Arsa Ofisi Kanunu ile kurulan Arsa Ofisi 8/12/2004 tarihli ve 5273 sayılı Kanun'la 1164 sayılı Kanun'da yapılan değişikliklerle lağvedilmiş ve Arsa Ofisine verilen görevler Toplu Konut İdaresi Başkanlığına (TOKİ) devredilmiştir.
12. Kamulaştırmaya ilişkin işlemler, murislerinin adreslerinde bulunamaması nedeniyle kendilerine tebliğ edilememiştir. Kamulaştırma bedeli, malikler adına açılan banka hesabında bloke edilmiştir.
13. Bakırköy 4. Sulh Hukuk Mahkemesinin 24/6/1987 tarihli kararıyla İstanbul Barosu avukatlarından A.C., taşınmazın ileride belli olacak malik veya maliklerinin haklarını korumak ve idareye karşı muhatap olup gerekli işlemleri yapmak ve gerektiğinde ferağ vermek amacıyla kayyım olarak atanmıştır. Kamulaştırma evrakları 10/9/1987 tarihinde kayyıma tebliğ edilmiştir.
14. Kayyım tarafından Bakırköy 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırma bedelinin artırılması davası açılmış ve dava sonucunda 6/7/1988 tarihinde verilen kararla kamulaştırma bedeli artırılmıştır. Anılan karar, temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek kesinleşmiştir.
15. A.C.nin kayyımlıktan affını istemesi nedeniyle Bakırköy 4. Sulh Hukuk Mahkemesinin 17/11/1989 tarihli kararıyla İstanbul Defterdarı kayyım olarak atanmıştır.
16. Arsa Ofisi tarafından 14/3/1990 tarihinde Bakırköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 16. maddesi uyarınca hükmen tescil davası açılmıştır. Dava sonucunda 8/3/1991 tarihli kararla taşınmazın idare adına tesciline hükmedilmiştir. Taşınmaz 26/8/1991 tarihinde idare adına tescil edilmiştir.
17. Taşınmaz, Bakırköy 5. Sulh Hukuk Mahkemesinde açılan izaleişüyu davasında verilen satış kararı doğrultusunda 27/2/1996 tarihinde Ş.K. ve Şü.K.ye satılmıştır. Ayrıca söz konusu taşınmaz üzerinden enerji nakil hattı geçirilmiştir.
B. Başvurucular Tarafından Açılan Tazminat Davası
18. Başvurucular, taşınmazın kamulaştırıldığını 2011 yılında öğrendiklerini öne sürerek 14/9/2011 ve 14/10/2011 tarihlerinde Bakırköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırmasız el atma nedeniyle TOKİ ve Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi (TEİAŞ) aleyhine tazminat davası açmışlardır. Dava dilekçesinde taşınmaz bedelinin yanında taşınmazın üzerinden enerji nakil hattı geçirilmesi nedeniyle de ayrıca tazminat ödenmesi talebinde bulunulmuştur.
19. Mahkemece 9/4/2013 tarihinde davanın "dava şartı yokluğu" nedeniyle reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde kayyım tarafından Bakırköy 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan kamulaştırma bedelinin artırılması davası sonucu 6/7/1988 tarihinde verilen karara atıfta bulunularak söz konusu kararın kesin hüküm teşkil etmesi nedeniyle aynı konuda açılan davanın dava şartı yokluğundan reddi gerektiği belirtilmiştir.
20. Kararın temyizi üzerine Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin (Daire) 27/3/2014 tarihli kararıyla Mahkeme kararı farklı bir gerekçeyle onanmıştır. Daire 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun'la 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici 7. maddeye dayanmıştır. Gerekçede, anılan geçici 7. madde gereğince 2942 sayılı Kanun'un 16. maddesi uyarınca hükmen tescil kararı verilen kamulaştırmalarda tebligat ve diğer kamulaştırma işlemleri sebebiyle hiçbir hak ve alacak talebinde bulunulamayacağının, kamulaştırmaya veya bedeline karşı dava açılamayacağının, açılmış olan davaların da bu esaslara göre karara bağlanacağının hükme bağlandığı vurgulanmıştır. Somut olayda Bakırköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 8/3/1991 tarihli kararıyla 2942 sayılı Kanun'un 16. maddesi uyarınca idare lehine tescil kararı verildiğini belirten Daire, Mahkeme kararının bu gerekçeyle onanması gerektiği sonucuna ulaşmıştır.
21.Nihai karar 16/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
22.Başvurucu 16/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
23. Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararı ile 2942 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesi iptal edilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
24.2942 sayılı Kanun'un mülga 16. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
 “Kamulaştırma işlemine ilişkin yürütmenin durdurulması kararı verilmedikçe veya kamulaştırma 6 ncı maddenin son fıkrası uyarınca yapılmış ise davaların sonucu beklenmeksizin kamulaştırılması yapılan taşınmaz mala hemen elkonulmasına idarece zorunluluk görüldüğü hallerde, taşınmaz malın takdir olunan kıymeti milli bankalardan birisine yatırılarak makbuzu ilgili belge örnekleri ile birlikte mahkemeye verilip taşınmaz malın durumunun tespiti istenir. Mahkeme sekiz gün içinde taşınmaz malın sahibini davet ile beş gün zarfında taşınmaz malın, 11 inci maddede yazılı olduğu şekilde kıymet takdirine esas olabilecek bütün niteliklerini tespit ettirerek, o taşınmaz malın idare adına tescil edilmesine karar verir ve bu kararı tapu dairesine bildirir. Bu işlem, mahkemenin davetine uymayanların gıyabında yapılır. Kamulaştırılması yapılan taşınmaz malın mülkiyeti veya payı çekişmeli bulunduğu hallerde dahi bu madde hükmü uygulanır.
 Bu Kanunun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen hallerde yapılacak kamulaştırmalarda yatırılacak miktar, ödenek ilk taksit bedelidir.”
25. 6487 sayılı Kanun'un 22. maddesiyle 2942 sayılı Kanun'a eklenen ve Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararı ile iptal edilen geçici 7. madde şöyledir:
“Mülga 31/8/1956 tarihli ve 6830 sayılı İstimlak Kanununun 16 ve 17 nci maddeleri ile 2942 sayılı Kanunun mülga 16 ve 17 nci maddeleri uyarınca mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda tebligatlar ve diğer kamulaştırma işlemleri tamamlanmış sayılır. Bu kamulaştırma işlemleri sebebiyle hiçbir hak ve alacak talebinde bulunulamaz; kamulaştırmaya veya bedeline karşı itiraz davaları açılamaz; açılmış ve devam eden davalar bu madde hükmü uygulanarak sonuçlandırılır."
26. Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararının 2942 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesinin ilgili bölümünün iptaline ilişkin bölümü şöyledir:
“1- Anlam ve Kapsam
Gerek mülga 6830 sayılı Kanun'a gerekse 2942 sayılı Kanun'un 4650 sayılı Kanunla yapılan değişikliklerden önceki hâline göre, kamulaştırılan taşınmazın mülkiyetinin idareye geçtiği tarih, kamulaştırmanın idari safhasının tamamlandığı gündür. Kamulaştırmanın idari safhasının tamamlanması, kamulaştırma kararının kesinleşmesiyle gerçekleşmektedir. Kamulaştırma kararının kesinleşmesi de işlemin davacıya tebliğinden itibaren otuz gün içinde idari yargıda dava açılmaması veya dava açılmış ise dava sonucu verilen davanın reddine ilişkin kararın kesinleşmesiyle sağlanmaktadır.
2942 sayılı Kanun'un mülga 16. maddesi ile mülga 6830 sayılı Kanun'un 16. maddesi, kamulaştırma işlemine karşı dava açıldığı hâllerde zorunluluk bulunması kaydıyla, idareye, karardan önce taşınmaza el koyma olanağı sağlamaktadır. Buna göre, kamulaştırılan taşınmaz mala hemen el konulmasına idarece zorunluluk görüldüğü hâllerde, kamulaştırma işlemine karşı açılan davada mahkeme kararının sonucu beklenmeksizin, taşınmazın idare adına tesciline karar verilmesi mahkemeden istenebilmektedir. Bu amaçla kamulaştırmaya konu olan taşınmazın mahkemece idare adına tescil edilebilmesi için, kamulaştırma işleminin davalı mal sahibine tebliğ edilmesi ve taşınmaz mala kıymet takdir komisyonunca takdir edilen bedelin tamamının malik adına bankaya yatırılması gerekmektedir.
Yine gerek mülga 6830 sayılı Kanun'un 17. maddesi gerekse 2942 sayılı Kanun'un mülga 17. maddesiyle, kamulaştırma işleminin idari safhasının tamamlanmasından sonra malik tarafından ferağ verilmemesi durumunda idarenin mahkemeye başvurarak tescil davası açma olanağı getirilmiştir. Mahkeme iki tarafı derhal davet etmekte ve taraflar gelmese dahi gıyaplarında belgeleri incelemek suretiyle idare adına tescile karar vermektedir. İlgili maddelere göre taşınmazın idare adına tescil edilebilmesi için kamulaştırma işleminin usulüne uygun olarak tebliğ edilerek kesinleştirilmiş olması ve kamulaştırma bedelinin mal sahibi adına bankaya yatırılmış bulunması gerekmektedir.
Yargıtay, usulüne uygun olarak tebliğ edilmemiş kamulaştırma işlemlerinde taşınmaz mülkiyetinin idareye geçmediğini, bu durumda idarece taşınmaza el konulsa ve 2942 sayılı Kanun'un mülga 16. ve 17. maddeleri ile mülga 6830 sayılı Kanun'un 16. ve 17. maddeleri uyarınca mahkeme kararıyla idare adına tescil edilse dahi bunun kamulaştırmasız el atma hükmünde olduğunu kabul etmekte ve kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davalarını süre sınırı olmaksızın incelemektedir.
Uygulamada, idarelerin tebligata ve kamulaştırma bedelinin bankaya yatırıldığına dair arşiv belgelerini imha etmiş olmaları nedeniyle ispat sorunlarıyla karşılaşılabilmekte ve bu durum, ikinci kez kamulaştırma bedeli ödenmesine yol açabilmektedir.
Kanun koyucu, mülga 6830 sayılı Kanun'un 16. ve 17. maddeleri ile 2942 sayılı Kanun'un mülga 16. ve 17. maddeleri uyarınca mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda, kamulaştırma bedelinin peşin olarak hak sahiplerine ödendiği veya hak sahipleri adına bankaya bloke edildiği hususunu dikkate alarak, idarelerin, ispat yükünden kaynaklanan sorunlar nedeniyle ikinci kez kamulaştırma bedeli ödemelerini engellemek amacıyla dava konusu kuralda yer alan düzenlemeyi ihdas etmiştir.
Bu amaçla, mülga 6830 sayılı Kanun'un 16. ve 17. maddeleri ile 2942 sayılı Kanun'un mülga 16. ve 17. maddeleri uyarınca mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda tebligatlar ve diğer kamulaştırma işlemlerinin tamamlanmış sayılması öngörülmüş; bu kamulaştırma işlemleri sebebiyle hiçbir hak ve alacak talebinde bulunulamayacağı, kamulaştırmaya veya bedeline karşı itiraz davaları açılamayacağı belirtilmiş; açılmış ve devam eden davaların bu madde hükmü uygulanarak sonuçlandırılacağı ifade edilmiştir.
2- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
...
Tebligat, yetkili makamlarca birtakım hukuki işlemlerin, bu işlemin hukuki sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kişilere kanuna uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin usulüne uygun olarak yapıldığının belgelendirilmesi işlemidir. Usulüne uygun işlemlerin kendilerine bağlanan hukuki sonuçları doğurabilmesi için muhatabına bildirilmesi gerekir. Usulüne uygun olarak yapılan tebligat, Anayasa'da güvence altına alınmış olan iddia ve savunma hakkının tam olarak kullanılabilmesinin ve bireylere tanınan hak arama hürriyetinin önemli güvencelerinden biridir.
4650 sayılı Kanun'dan önceki kamulaştırma mevzuatına göre tebligatın yapılıp yapılmaması, dava açma süreleri ve dolayısıyla adalete erişim hakkının kullanılabilmesi için hayati bir öneme sahiptir. Kural olarak kamulaştırma işlemi usulüne uygun olarak tebliğ edilmeden dava açmak için zorunlu olan otuz günlük hak düşürücü sürenin malik açısından işlemeye başlaması mümkün değildir.
Dava konusu maddenin birinci cümlesinde, mülga 6830 sayılı Kanun'un 16. ve 17. maddeleri ile 2942 sayılı Kanun'un mülga 16. ve 17. maddeleri uyarınca mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda, geçmişte usulüne aykırı olarak yapılmış olan tebligatlar geçerli sayılarak kamulaştırma işlemleri tamamlanmış kabul edilmektedir. Usulsüz olarak gerçekleştirilen kamulaştırma tebligatları geçerli kabul edilerek kamulaştırma işlemlerinin tamamlanmış sayılmasının, kamulaştırma işlemine ve bedele karşı açılacak davalar için öngörülen otuz günlük hak düşürücü sürenin geçirilmesi sonucunu doğuracağı açıktır.
Yargıtayın yerleşik içtihadı, geçersiz tebligata istinaden idare adına yapılan tescillerin yolsuz ve bu durumda idarenin taşınmaza el koymasının da fiili el atma hükmünde olduğu yönünde olup bu içtihat uyarınca malikin kamulaştırmasız el atma nedeniyle herhangi bir süre sınırlamasına tabi olmaksızın tazminat davası açması mümkündür. Maddenin ikinci cümlesinde, bu kamulaştırma işlemleri sebebiyle hiçbir hak ve alacak talebinde bulunulamayacağı, kamulaştırmaya veya bedeline karşı itiraz davaları açılamayacağı açıkça belirtilmek suretiyle birinci cümleyle oluşturulan hukuki durum teyit edilmenin yanında, kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılabilecek tazminat davalarının da önü kapatılmıştır.
Ayrıca ikinci cümlenin devamında, açılmış ve devam eden davaların bu madde hükmü uygulanarak sonuçlandırılacağı belirtilerek geçici 7. madde hükmünün, maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılmış ve derdest olan davalara da uygulanması sağlanmıştır. Kuralın önceki bölümleriyle, kamulaştırma işlemine karşı iptal davası, bedel için de bedel artırımı veya tazminat davası açılamayacağı öngörüldüğünden bu bölümün kanunun yürürlüğe girdiği tarihte açılmış olan davalarda da uygulanması, bu davaların esasının incelenmeksizin usulden reddedilmesi sonucunu doğurmaktadır.
Kuralın gerekçesinde, 6830 sayılı Kanun'un 16. ve 17. maddeleri ile 2942 sayılı Kanun'un mülga 16. ve 17. maddeleri uyarınca mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda, kamulaştırma bedelinin peşin olarak hak sahiplerine ödendiği veya hak sahipleri adına bankaya bloke edildiği belirtilmiştir.
Sözü edilen kurallar uyarınca yapılan kamulaştırma işlemlerinde kıymet takdir komisyonunca takdir edilen kamulaştırma bedeli malik adına bankaya bloke edilmiş olsa da bazı durumlarda, malike yapılan tebligatın usulsüz olması gibi malikten kaynaklanmayan ve malike kusur izafe edilmesi de mümkün olmayan sebeplerle, malikin kamulaştırma işlemlerinden ve kamulaştırma bedelinin bankaya yatırıldığından haberdar olamaması mümkündür. Bu durumda, geçmişte malikten kaynaklanmayan sebeplerle usulsüz olarak yapılan tebligatlar geçerli kabul edilerek kamulaştırma işlemlerinin tamamlanmış sayılması suretiyle malikin mülkiyet hakkından kaynaklanan davaları açma imkânının ortadan kaldırılması ve açılan davaların da esası incelenmeksizin usulden reddedilmesinin öngörülmesi, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmadığı gibi hukuk güvenliği ilkesini ve malikin mülkiyet hakkını zedelemektedir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa'nın 2., 13., 35. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir. ”
B. Uluslararası Hukuk
27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin birinci fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
"Herkes, medeni hak ve yükümlülükleri hakkında karar verilmesi için ... kanun tarafından kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir yargı merciinde makul bir süre içinde adil ve kamuya açık bir şekilde yargılanma hakkına sahiptir."
28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin 1. fıkrasının açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak birlikte dikkate alındığında anılan fıkranın mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin 6. maddesinin 1. fıkrasına içkindir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp 6. maddenin 1. fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensipleriningözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleme'nin 6. maddesinin 1. fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).
29. AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM, bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması ve zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi taşımayansınırlamalar Sözleşme'nin 6. maddesinin 1. fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34).
30. AİHM, dava hakkını süre sınırına bağlayan iç hukuk hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte; AİHM'in rolünün, bu yorumun etkilerinin Sözleşme'yle uyumlu olup olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların uygun adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda her bir olayın somut başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, § 20).
31. AİHM bu ilkeler uyarınca mahkemelerin dava açılabilmesi için öngörülen yasal yükümlülükleri uygularken hem yargılama adaletinin zayıflamasına yol açacak düzeyde aşırı şekilcilikten hem de kanunlarda öngörülen usule ilişkin gereklilikleri abes hâle getirecek seviyede aşırı esneklikten kaçınması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, kuralların belirliliği ve uygun adalet yönetimini sağlama amacına hizmet etme işlevlerini yitirmesi hâlinde ve ilgililerin, davalarının esasının yetkili mahkeme tarafından karara bağlanmasını önleyecek birtakım bariyer oluşturma fonksiyonu görmeleri durumunda mahkemeye erişim hakkının zedeleneceğini ifade etmektedir (Eşim/Türkiye, § 21).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Mahkemenin 19/7/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
1. Başvurucuların İddiaları
33. Başvurucular; murislerine ait taşınmaza ilişkin kamulaştırma işlemlerinin murisleri haberdar edilmeksizin kayyıma tebliğ edilmek suretiyle yürütüldüğünü, kamulaştırma bedelinin kayyıma ödendiğini ve kayyım aleyhine açılan tescil davası neticesinde taşınmazın idare adına hükmen tescil edildiğini ifade etmişlerdir. 2011 yılında taşınmazın idare adına tescil edildiğini öğrendiklerini ileri süren başvurucular, taşınmaz bedelinin ödenmesi istemiyle açtıkları tazminat davasında kesin hüküm gerekçesiyle davanın reddi yolunda kurulan hükmün dava devam ederken yürürlüğe giren 2942 sayılı Kanun'un eklenen geçici 7. maddesi gözetilerek Yargıtay tarafından onanması nedeniyle davanın esasının incelenmemişolmasından yakınmaktadırlar.
34. AİHM'in Akagün/Türkiye (B. No: 71901/01, 5/12/2006) ve Akıllı/Türkiye (B. No: 71868/01, 11/4/2006) kararlarına atıfta bulunan başvurucular, kamulaştırma işlemleri tebliğ edilmeksizin ve herhangi bir bedel ödenmeksizin taşınmazınidare adına tescil edilmesinin mülkiyet hakkını zedelediğini savunmuşlardır. Başvurucular, tüm kayıtlara ulaşma imkânı bulunan devletin malikin kimliğinin ve adresinin tespitine yönelik hiçbir araştırma yapmadan, taşınmazın asıl sahibine ulaşmadan, tayin ettirdiği kayyım üzerinden yürüttüğü kamulaştırma işlemlerinin geçersiz olduğunu ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, taşınmazın kamulaştırma amacına uygun olarak kullanılmayıp özel kişilere satış yoluyla devredilmiş olmasının dahi mülkiyet hakkının ihlali anlamına geldiğini vurgulamışlardır.
35. Başvurucular, derdest olan bir davanın sonuçlarını değiştirecek şekilde yasal düzenleme yapılmasının ve bu yasal değişiklik dolayısıyla davanın esasının incelenmeksizin reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ve hukuk güvenliği ilkesini zedelediğini belirtmişlerdir. Başvurucular ayrıca 2942 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesiyle 2942 sayılı Kanun'un mülga 16. maddesi uyarınca idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda dava açma imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
36. Başvurucular son olarak taşınmazın üzerinden elektrik iletim hattı geçirilmesi nedeniyle TEİAŞ'a karşı açılan davanın bu bölümü hakkında hiçbir hüküm kurulmamasından şikâyet etmektedirler.
2. Bakanlık Görüşü
37. Bakanlık görüş yazısında, başvurucuların murislerinin haklarının korunması bakımından kayyım tayin edildiği ve kayyım tarafından açılan dava sonucunda kamulaştırma bedelinin artırıldığı hatırlatılmıştır. Bakanlık ayrıca Mahkemece davanın kesin hüküm nedeniyle reddedildiğini ve bu kararın Daire tarafından 2942 sayılı Kanun'un 7. maddesi gerekçe gösterilerek onandığını anımsatmıştır. Bakanlık, Daire kararının dayanağı olan 2942 sayılı Kanun'un 7. maddesinin Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararıyla iptal edildiğine değinmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin iptal kararının gerekçesinde 2942 sayılı Kanun'un 7. maddesinin malike yapılan tebligatın usulsüz olması gibi malikten kaynaklanmayan ve malike kusur izafe edilmesi de mümkün olmayan durumlarda malikin haklarının zedeleyici sonuçlar doğurabileceğinin ifade edildiğini vurgulamıştır.
B. Değerlendirme
38. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
40. Başvurucular tarafından açılan tazminat davası Mahkemece kesin hüküm nedeniyle reddedilmiş ise de Daire, 2942 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesi hükmünü gözeterek kararı onamıştır. Dolayısıyla davanın reddinin nihai olarak 2942 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesine dayandığı anlaşılmaktadır. Anılan maddede, 6830 sayılı mülga Kanun'un 16. ve 17. maddeleri ile 2942 sayılı Kanun'un mülga 16. ve 17. maddeleri uyarınca mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda tebligatlar ve diğer kamulaştırma işlemlerinin tamamlanmış sayılması öngörülmekte; bu kamulaştırma işlemleri sebebiyle hiçbir hak ve alacak talebinde bulunulamayacağı, kamulaştırmaya veya bedeline karşı itiraz davaları açılamayacağı belirtilmekte; açılmış ve devam eden davaların bu madde hükmü uygulanarak sonuçlandırılacağı ifade edilmektedir. Geçici 7. madde, 2942 sayılı Kanun'un mülga 16. maddesi uyarınca yapılan kamulaştırmalara ilişkin olarak tazminat davası açma imkânını ortadan kaldırdığından bunun mahkemeye erişim hakkına ilişkin olduğu açıktır. Dolayısıyla başvurunun mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmektedir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı
42. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme, bunun doğal sonucu olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına "adil yargılanma hakkı" ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesinde "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkının metne dahil" edildiği belirtilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesine "herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu" ibaresinin eklenmesinin amacının Sözleşme'de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır.
43. Mahkemeye erişim hakkı, Sözleşme'nin Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer almaktadır (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28; Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 51; Ş.Ç., B. No: 2012/1061, 21/11/2013, § 28; Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 41).
44.Hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri mahkemeye erişim hakkıdır. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili yolu yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir (AYM, E.2014/76,K.2014/142, 11/9/2014).
45. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı ve uyuşmazlık kapsamında bir talebi mahkeme önüne taşıyabilmek ve bunların etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (AYM, E.2013/40, K.2013/139, 28/11/2013).
46. Somut olayda başvurucular tarafından açılan tazminat davası 2942 sayılı Kanun'un mülga 16. maddesi uyarınca mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda tebligatların ve diğer kamulaştırma işlemlerinin tamamlanmış sayılmasını ve bu kamulaştırma işlemleri sebebiyle hiçbir hak ve alacak talebinde bulunulamayacağını, kamulaştırmaya veya bedeline karşı itiraz davaları açılamayacağını düzenleyen 2942 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesine dayanılarak reddedilmiştir. Davanın esasının incelenmesini engelleyen her türlü düzenleme ve karar, mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil eder. Bu bağlamda 2942 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesine dayanılarak davanın esasının incelenmeksizin reddedilmesi mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturmaktadır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
47. Anayasa’nın 36. maddesinde, mahkemeye erişim hakkı için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Anayasa Mahkemesi kararlarında, Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebileceği kabul edilmektedir (AYM, E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012; E.2012/108, K.2013/64, 22/5/2013; E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014; E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015; Hüseyin Dayan, B. No: 2013/5033, 13/4/2016, § 46). Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir.
48. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
49. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların da kanuna dayanması, hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi ve ölçülü olması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38; İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 36). Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
i. Kanunilik
50. Başvurucular tarafından açılan davanın reddedilmesi, Daire kararında 2942 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesine dayandırılmıştır. Anılan madde Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararıyla iptal edilmiş ise de Daire kararının verildiği 27/3/2014 tarihinde yürürlükte bulunduğundan müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
ii. Meşru Amaç
51. Somut olayda mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin amacının ortaya konulabilmesi için 6487 sayılı Kanun'la 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici 7. maddenin gerekçesine bakılması gerekmektedir. Anılan maddenin gerekçesi şöyledir:
"Mülga 6830 sayılı Kanun ve 2942 sayılı Kanunun 4650 sayılı Kanunla değişiklik öncesi 16 ncı maddeleri kapsamında mahkemelerce tescil kararı verilebilmesi için yine bu maddeler kapsamında kamu yararı kararının kesinleşmiş olması, kıymet takdir komisyonunca takdir edilen bedelin hak sahipleri adına bankaya bloke edilmiş olması, dava dosyası üzerinden hak sahiplerinin duruşmaya davet edilmesi, ayrıca mahkemece arazinin durum tespiti yapılmış olması ve sonuçta verilen kararın tapuya tescil edilecek hale gelebilmesi için hak sahiplerine tebliğ edilmiş olması şartlarının yerine getirilmiş olması zorunludur. Yine, mülga 6830 sayılı Kanun ve 2942 sayılı Kanunun 4650 sayılı Kanunla değişiklik öncesi 17 nci maddeleri gereği mahkemelerce tescil kararı verilebilmesi için de; kanunun bu maddelerine uygun olarak kamulaştırma işleminin tamamlanmış olması diğer bir ifade ile tebligatın tamamlanmış, takdir edilen bedelin hak sahipleri adına bankaya bloke edilmiş ve/veya tezyid miktarlarının hak sahiplerine ödenmiş olması şartlarının yerine getirilmesi zorunludur. 5999 sayılı Kanunla 2942 sayılı Kanuna eklenen Geçici 6 ncı madde kapsamında idareler aleyhine kamulaştırmasız el atma sebebiyle tazminat davaları açılmakta ve bu davalarda mülga 6830 sayılı Kanun ve 2942 sayılı Kanunun mülga 16 ncı ve 17 nci maddelerine göre kamulaştırmaları tamamlandığı hususları göz önünde bulundurulmaksızın idare aleyhine tazminatlara karar verilmektedir."
52. Gerek 6830 sayılı mülga Kanun'a gerekse 2942 sayılı Kanun'un 4650 sayılı Kanun'la yapılan değişikliklerden önceki hâline göre kamulaştırılan taşınmazın mülkiyetinin idareye geçtiği tarih kamulaştırmanın idari safhasının tamamlandığı gündür. Kamulaştırmanın idari safhasının tamamlanması, kamulaştırma kararının kesinleşmesiyle gerçekleşmektedir. Kamulaştırma kararının kesinleşmesi de işlemin davacıya tebliğinden itibaren otuz gün içinde idari yargıda dava açılmaması veya dava açılmış ise dava sonucu verilen davanın reddine ilişkin kararın kesinleşmesiyle sağlanmaktadır (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
53. Yargıtay; usulüne uygun olarak tebliğ edilmemiş kamulaştırma işlemlerinde taşınmaz mülkiyetinin idareye geçmediğini, bu durumda idarece taşınmaza el konulsa ve 2942 sayılı Kanun'un mülga 16. ve 17. maddeleri ile 6830 sayılı mülga Kanun'un 16. ve 17. maddeleri uyarınca mahkeme kararıyla idare adına tescil edilse dahi bunun kamulaştırmasız el atma hükmünde olduğunu kabul etmekte ve kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davalarını süre sınırı olmaksızın incelemektedir (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
54. Uygulamada, idarelerin tebligata ve kamulaştırma bedelinin bankaya yatırıldığına dair arşiv belgelerini imha etmiş olmaları nedeniyle ispat sorunlarıyla karşılaşılabilmekte ve bu durum, ikinci kez kamulaştırma bedeli ödenmesine yol açabilmektedir (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
55.Kanun koyucu; 6830 sayılı mülga Kanun'un 16. ve 17. maddeleri ile 2942 sayılı Kanun'un mülga 16. ve 17. maddeleri uyarınca mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda, kamulaştırma bedelinin peşin olarak hak sahiplerine ödendiği veya hak sahipleri adına bankada bloke edildiği hususunu dikkate alarak idarelerin ispat yükünden kaynaklanan sorunlar nedeniyle ikinci kez kamulaştırma bedeli ödemelerini engellemek amacıyla geçici 7. maddede yer alan düzenlemeyi ihdas etmiştir (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
56. Bu amaçla 6830 sayılımülga Kanun'un 16. ve 17. maddeleri ile 2942 sayılı Kanun'un mülga 16. ve 17. maddeleri uyarınca mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda tebligatlar ve diğer kamulaştırma işlemlerinin tamamlanmış sayılması öngörülmüş; bu kamulaştırma işlemleri sebebiyle hiçbir hak ve alacak talebinde bulunulamayacağı, kamulaştırmaya veya bedeline karşı itiraz davaları açılamayacağı belirtilmiş; açılmış ve devam eden davaların bu madde hükmü uygulanarak sonuçlandırılacağı ifade edilmiştir (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
57. Kamulaştırmanın usulüne uygun yapıldığı ve kamulaştırma bedelinin daha önce ödendiği bu gibi durumlarda ikinci kez kamulaştırma bedeli ödenmemesini temine yönelik yasal düzenleme yapılması, kamu mali kaynaklarının ve dolayısıyla vergi mükelleflerinin korunması amacına dayandığı anlaşılmaktadır. Kamu kaynaklarının korunması amacıyla düzenleme yapılmasında kamu yararı bulunduğu açıktır. Bu nedenle kamulaştırma bedelinin daha önce başvurucular murisleri adına açılan banka hesaplarına bloke edildiği gözetilerek davanın esasının incelenmeksizin reddedilmesi biçimindeki müdahalenin meşru bir amaca dayandığı sonucuna ulaşılmaktadır.
iii. Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
58. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
59. Ölçülülük ilkesi “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, “gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2012/149, K.2013/63, 22/5/2013; E.2013/32, K.2013/112, 10/10/2013; E.2013/15, K.2013/131, 14/11/2013; E.2013/158, K.2014/68, 27/3/2014; E.2013/66, K.2014/19, 29/1/2014; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2015/43, K.2015/101, 12/11/2015; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
60. Ölçülülülüğün bir alt ilkesi olan müdahale için seçilen aracın gerekliliğinin değerlendirilmesi öncelikli olarak ilgili kamu makamlarının yetkisindedir. Müdahale ile ulaşılmak istenen somut kamu yararı amacının gerçekleştirilmesi yetkili idarelerin sorumluluğunda olup amaca ulaşılmasında ne tür bir aracın daha etkili ve verimli sonuçlar doğuracağı hususunda sorumlu ve yetkili otoriteler, en isabetli karar verebilecek konumdadır. Bu nedenle hangi aracın seçileceği konusunda idarelerin belli ölçüde takdir yetkisi bulunmaktadır. Ne var ki seçilen aracın gerekliliğine ilişkin olarak idarelerin haiz bulunduğu takdir yetkisi sınırsız değildir. Tercih edilen aracın müdahaleyi ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağırlaştırması durumunda Anayasa Mahkemesince, müdahalenin gerekli olmadığı sonucuna ulaşılması mümkündür. Ancak Anayasa Mahkemesinin bu kapsamda yapacağı denetim seçilen aracın isabet derecesine yönelik olmayıp hak ve özgürlükler üzerinde oluşturduğu müdahalenin ağırlığına dönüktür (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 70).
61. Dava süresinin işlemeye başladığı an da mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem taşımaktadır. Bu kapsamda dava süresinin, hak sahibinin henüz dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması, dava hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir.
62. Tebligat, yetkili makamlarca birtakım hukuki işlemlerin bu işlemin hukuki sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kişilere kanuna uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin usulüne uygun olarak yapıldığının belgelendirilmesi işlemidir. Usulüne uygun işlemlerin kendilerine bağlanan hukuki sonuçları doğurabilmesi için muhatabına bildirilmesi gerekir. Usulüne uygun olarak yapılan tebligat, Anayasa'da güvence altına alınmış olan iddia ve savunma hakkının tam olarak kullanılabilmesinin ve bireylere tanınan hak arama hürriyetinin önemli güvencelerinden biridir (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014). Bu nedenle tebligat zorunluluğunu ortadan kaldıran düzenlemeler dava açma imkânını zayıflatacağından mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz kılabilir.
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
63. Somut olayda başvurucuların murisine ait taşınmaz 2/12/1985 tarihinde (kaldırılan) Arsa Ofisi tarafından kamulaştırılmıştır. Kamulaştırmaya ilişkin işlemler, murislerinin adreslerinde bulunamaması nedeniyle murislere tebliğ edilememiştir. Başvurucular, taşınmazın kamulaştırıldığını 2011 yılında öğrendiklerini öne sürerek 14/9/2011 ve 14/10/2011 tarihlerinde Mahkemede kamulaştırmasız el atma ile taşınmaz üzerinden elektrik iletim hattı geçirilmesi nedenleriyle TOKİ ve TEİAŞ aleyhine tazminat davası açmışlardır.
64. 4650 sayılı Kanun'dan önceki kamulaştırma mevzuatına göre tebligatın yapılıp yapılmaması, dava açma süreleri ve dolayısıyla adalete erişim hakkının kullanılabilmesi için hayati bir öneme sahiptir. Kural olarak kamulaştırma işlemi usulüne uygun olarak tebliğ edilmeden dava açmak için zorunlu olan otuz günlük hak düşürücü sürenin malik açısından işlemeye başlaması mümkün değildir (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
65. Daire kararında dayanılan 2942 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesiyle 6830 sayılı mülga Kanun'un 16. ve 17. maddeleri ile 2942 sayılı Kanun'un mülga 16. ve 17. maddeleri uyarınca mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda, geçmişte usulüne aykırı olarak yapılmış olan tebligatlar geçerli sayılarak kamulaştırma işlemleri tamamlanmış kabul edilmektedir. Usulsüz olarak gerçekleştirilen kamulaştırma tebligatları geçerli kabul edilerek kamulaştırma işlemlerinin tamamlanmış sayılmasının kamulaştırma işlemine ve bedele karşı açılacak davalar için öngörülen otuz günlük hak düşürücü sürenin geçirilmesi sonucunu doğuracağı açıktır (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014). Nitekim başvuru konusu olayda yapılan yargılama sonucu verilen nihai kararla (Dairenin 27/3/2014 tarihli kararı) 6487 sayılı Kanun'la 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici 7. maddeye dayanılarak esası incelenmeksizin dava reddedilmiştir.
66. Daha önce ödemesi yapılan ancak arşiv kayıtlarının imha edilmiş olması nedeniyle ispat sorunuyla karşılaşılan kamulaştırmalarda, ikinci kez kamulaştırma bedeli ödenmesinin engellenmesi amacıyla düzenleme yapılması olağandır (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014). Bu bağlamda arşiv kayıtlarının imhası nedeniyle ulaşılamayan tebligat işlemlerinin geçerli sayılması ve bu tür kamulaştırma işlemlerine ilişkin olarak tazminat davası açılmasının önlenmesi, ikinci kez ödeme yapılmasının engellenmesi bakımından elverişli bir araçtır.
67. Buna karşılık 2942 sayılı Kanun'un mülga 16. maddesi uyarınca yapılan kamulaştırma işlemlerinde kıymet takdir komisyonunca takdir edilen kamulaştırma bedeli malik adına bankaya bloke edilmiş olsa da bazı durumlarda malike yapılan tebligatın usulsüz olması gibi malikten kaynaklanmayan ve malike kusur izafe edilmesi de mümkün olmayan sebeplerle malikin kamulaştırma işlemlerinden ve kamulaştırma bedelinin bankaya yatırıldığından haberdar olmaması mümkündür (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
68. Geçici 7. madde hükmü, ikinci kez kamulaştırma bedeli ödenmesini engellemenin yanında idarenin hatalı tebligat yapması veya nüfus kayıtlarındaki hatalar nedeniyle yanlış kişilere tebligat yapılması veya ödemede bulunulması gibi malikin gerçekten mağdur olduğu durumlarda da dava açılmasını önlemektedir. Geçmişte malikten kaynaklanmayan sebeplerle usulsüz olarak yapılan tebligatlar geçerli kabul edilerek kamulaştırma işlemlerinin tamamlanmış sayılması suretiyle malikin mülkiyet hakkından kaynaklanan davaları açma imkânının ortadan kaldırılması, mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahaleyi öngörülen amaca nazaran bariz bir şekilde ağırlaştırmaktadır. Zira bu durumda sırf idarenin arşiv kayıtlarının imha edilmiş olmasından yararlanan kötü niyetli kişilerin ikinci kez kamulaştırma bedeli elde etmelerinin önlenmesi uğruna kamulaştırma işleminden haberdar olmayan maliklerin tazminat hakları da feda edilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararıyla hak arama özgürlüğüyle bağdaşmadığı, hukuk güvenliği ilkesini ve malikin mülkiyet hakkını zedelediği gerekçesiyle 2942 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesiiptal edilmiştir (bkz. § 26).
69. Sonuç olarak somut olayda 2942 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesine dayanılarak kamulaştırma tebligatı aşamasındaki tüm işlemlerin geçerli kabul edilmesi ve buna bağlı olarak başvurucular tarafından kamulaştırma bedelinin tazmini istemiyle açılan davanın esasının incelenmeksizin reddedilmesi suretiyle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığı kanaatine varılmaktadır.
70. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
71. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
72. Başvuru formunda Muharrem Alberen için 658.828 TL, Fatma Alberen için 164.707 TL, Ekrem Alberen ve Nergiz Alberen için ayrı ayrı 247.060 TL, Ali Uyandıran, Nail Uyandıran ve Ahmet Uyandıran için ayrı ayrı 439.218 TL ve Refik Tıknaz için 1.765.875 TL maddi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi isteminde bulunulmuştur.
73. Başvurucuların mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
74. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Yargıtay 5. Hukuk Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
75. Yeniden yargılama yapılmasına hükmedildiğinden tazminat isteminin reddi gerekir.
76. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Yargıtay 5. Hukuk Dairesine (E.2013/23480) GÖNDERİLMESİNE,
D. Tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREK OLARAK ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için Bakırköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2011/435) GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/7/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
ERTUĞRUL DALBAŞ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/7805)
 
Karar Tarihi: 25/10/2017
R.G. Tarih ve Sayı: 23/11/2017-30249
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
Başkan:Burhan ÜSTÜN
Üyeler:Serruh KALELİ
  Hicabi DURSUN
  Hasan Tahsin GÖKCAN
  Rıdvan GÜLEÇ
Raportör:Gülbin AYNUR
Başvurucu:Ertuğrul DALBAŞ
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, idare mahkemesi kararına karşı üst mahkemeye yapılan kanun yolu (itiraz) başvurusunun süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 22/5/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
7. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) Genel Müdürlüğü emrinde şube müdürü olarak görev yapan başvurucu, Kurumun Disiplin Kurulunun 21/2/2012 tarihli kararıyla kınama cezası ile cezalandırılmıştır.
10. Başvurucu, kınama cezası ile cezalandırılmasına ilişkin işlemin yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle İstanbul 5. İdare Mahkemesinde dava açmıştır.
11. Başvurucu, dava dilekçesinde tebligat adresi olarak çalıştığı Kurumun adresini göstermiştir.
12. İstanbul 5. İdare Mahkemesi 16/5/2012 tarihli kararıyla yürütmenin durdurulması istemini reddetmiştir.
13. Bu karar 8/6/2012 tarihinde dava dilekçesinde gösterdiği işyeri adresinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucunun yürütmenin durdurulması talebinin reddine dair karara karşı yaptığı itiraz, İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 29/6/2012 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
15. Bu karar da başvurucunun dava dilekçesinde gösterdiği işyeri adresine tebliğe çıkarılmış ancak tebligatın gerçekleştirilememesi nedeniyle tebliğ evrakı iade edilmiştir.
16. Tebliğ evrakının iade edilmesi üzerine İstanbul 5. İdare Mahkemesi 29/6/2012 tarihli kararı bu kez "MERNİS Adresi" açıklamasıyla "G. Mahallesi Ü. Sokak No:14 İç Kapı No: 4 ..." adresine tebliğe çıkarmıştır.
17. Bu tebligat 14/8/2012 tarihinde bizzat başvurucaya teslim edilmek suretiyle gerçekleştirilmiştir.
18. Dava, İstabul 5. İdare Mahkemesinin 27/2/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
19. Karar, bir önceki tebligatın gerçekleştirildiği "G. Mahallesi Ü. Sokak No: 14 İç Kapı No: 4 ..." adresine tebliğe çıkarılmıştır. Ancak bu tebliğ zarfında bir önceki tebligattakinin (bkz. § 16) aksine söz konusu adresin MERNİS (Merkezî Nüfus İdaresi Sistemi) adresi olduğuna dair herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
20. Tebliğ memuru tarafından tebliğ mazbatasının üzerindeki adreste yer alan "Ü. Sokak" kısmı çizilerek el yazısıyla "K. Sokak İSKİ Lojmanları No: 8" olarak düzeltilmiştir. Başvurucu bireysel başvuru formunda, yaklaşık on beş yıldır ikamet adresinin aynı olduğunu ancak Belediyenin sokak isimlerini değiştirdiğini, tebligatın sokak ismi yönünden güncellenmeyen eski MERNİS adresine gönderilmesi sonucu adresin karıştırılmış olması ihtimalinin bulunduğunu belirtmektedir.
21. Bu şekilde düzeltilen adrese gidildiğinde başvurucunun bulunamadığı belirtilerek 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 21. maddesi uyarınca kapıya haber kâğıdı yapıştırılmak suretiyle tebliğ evrakı 29/3/2013 tarihinde muhtara teslim edilmiştir. Tebliğ mazbatasının üzerine E.A. isimli komşuya haber verildiği şerhi düşülmüştür.
22. Başvurucu 8/7/2013 tarihinde, İstanbul 5. İdare Mahkemesinin esas hakkındaki 27/2/2013 tarihli kararına karşı İstanbul Bölge İdare Mahkemesi nezdinde itiraz yoluna başvurmuştur.
23. Başvurucu itiraz dilekçesinde; itiraza konu kararın kendisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmediğini, kararı dosyanın hangi aşamada olduğunu öğrenmek için Mahkeme Kalemini telefonla araması üzerine 4/7/2013 tarihinde karardan haberdar olduğunu belirtmiştir. Başvurucu ayrıca, dava dilekçesinde gösterdiği işyeri adresinin tebligata elverişli bir adres olduğunu, MERNİS adresine yönelmeyi gerektiren bir durum bulunmadığını, kaldı ki tebliğ zarfına yazılan MERNİS adresinin de güncel olmayıp davanın açıldığı tarihteki MERNİS adresi olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, muhtarlıktan yaptığı araştırmada tebligattan en yakın komşu olarak haberdar edildiği belirtilen ancak kendisinin tanımadığı E.A. isimli şahsın farklı bir sokakta oturduğunu tespit ettiğini, dolayısıyla adı geçen kişinin komşusu olmadığını belirterek usulsüz tebligat nedeniyle itirazının süresinde yapıldığının kabul edilmesini talep etmiştir. Başvurucu, E.A. isimli şahsın G. Mahallesi Z. Sokak No: 7 ...Apt. ... Blok Daire ...'de ikamet ettiğine dair 8/7/2013 tarihli muhtarlık yazısını itiraz dilekçesi ekinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesine sunmuştur. Başvurucu aynı belgeyi bireysel başvuru formuna da eklemiştir.
24. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 27/9/2013 tarihli kararıyla itirazı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde İstanbul 5. İdare Mahkemesinin itiraza konu kararının başvurucuya 29/3/2013 tarihinde tebliğ edildiği, bu tarihten itibaren otuz günlük itiraz süresi geçirildikten sonra 8/7/2013 tarihinde itirazda bulunulduğu belirtilmiştir.
25. İtirazın süre aşımından reddine dair karar "MERNİS Adresi" açıklamasıyla "G. Mahallesi K. Sokak No: 8 İç Kapı No: 4 ..." adresine tebliğe çıkarılmış ve başvurucuya tebliğ edilmiştir.
26. Bu aşamada dava dosyasına ibraz edilen 19/11/2013 tarihli vekâletnameye istinaden Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) başvurucu vekili eklenmiştir.
27. Başvurucunun karar düzeltme istemi İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci Kurulunun 18/3/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
28. Nihai karar 25/4/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
29. Başvurucu 22/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
30. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari davaların açılması" kenar başlıklı 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"İdari davalar, Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle açılır.
2. Dilekçelerde;
a) Tarafların ve varsa vekillerinin ... adresleri ...
(...)
Gösterilir."
31. 2577 sayılı Kanun'un olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan şekliyle "İtiraz" kenar başlıklı 45. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"1. İdare ve vergi mahkemelerinin;
 (...)
 c) Kamu görevlilerine uyarma ve kınama cezası verilmesine ilişkin işlemlerden,
 (...)
kaynaklanan uyuşmazlıklarla ilgili olarak verdikleri nihaî kararlar ile tek hâkimle verilen nihaî kararlara, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi mahkemelerin bulunduğu yargı çevresindeki bölge idare mahkemesine itiraz edilebilir.
2. İdare ve vergi mahkemelerinin yukarıdaki fıkra uyarınca verdikleri nihai kararlara karşı itiraz süresi, tebliğ tarihini izleyen günden itibaren otuz gündür.
 (...)"
32. 7201 sayılı Kanun'un "Bilinen adreste tebligat"kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:
"Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılır. Şu kadar ki; kendisine tebliğ yapılacak şahsın müracaatı veya kabulü şartiyle her yerde tebligat yapılması caizdir.
(Ek fıkra: 11/01/2011-6099 S.K./3.mad.) Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır."
33. 7201 sayılı Kanun'un "Belli bir yerde veya evde meslek ve sanat icrası" kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Belli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenler, o yerde bulunmadıkları takdirde tebliğ aynı yerdeki daimi memur veya müstahdemlerinden birine, ...yapılır."
34. 7201 sayılı Kanun'un "Tebliğ imkânsızlığı ve tebellüğden imtina" kenar başlıklı 21. maddesi şöyledir:
"Kendisine tebligat yapılacak kimse veya yukarıdaki maddeler mucibince tebligat yapılabilecek kimselerden hiçbiri gösterilen adreste bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza mukabilinde teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber, adreste bulunmama halinde tebliğ olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirilir. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır.
(Ek fıkra: 11/01/2011-6099 S.K./5.mad.) Gösterilen adres muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi olup, muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış olsa dahi, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza karşılığında teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırır. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır."
35. 7201 sayılı Kanun'un "Usulüne aykırı tebliğin hükmü" kenar başlıklı 32. maddesi şöyledir:
"Tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliğe muttali olmuş ise muteber sayılır.
Muhatabın beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi addolunur."
B. Uluslararası Hukuk
1. İlgili Sözleşme
36. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ... görülmesini istemek hakkına sahiptir..."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
37. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim hakkını hukukun üstünlüğü ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte; mahkemeye erişim hakkının ve başvuru yapılabilmesi konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
38. AİHM, dava hakkını süre sınırına bağlayan iç hukuk hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte; AİHM'in rolünün bu yorumun etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların uygun adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda her bir olayın somut başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 20).
39.AİHM'e göre mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkının ihlaline yol açabilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi -bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça- hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir (Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 36-40).
40. Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil eğer iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir (Bayar ve Gürbüz/Türkiye, B. No: 37569/06, 27/11/2012, § 42).
41. AİHM; Sözleşme sisteminin bazı durumlarda Sözleşmeci devletlerin Sözleşme’nin 6. maddesiyle güvence altına alınan haklardan etkili olarak yararlanılmasını sağlamak için gerekli tedbirleri almasını gerektirdiğini (Vaudelle/Fransa, B. No: 35683/97, 3/1/2001, § 52), bunun her şeyden önce hakkında dava açılan kişinin durumdan haberdar edilmesini içerdiğini ifade etmektedir (Dilipak ve Karakaya/Türkiye, B. No: 7942/05, 24838/05, 4/3/2014,§ 77).
42. AİHM, asliye hukuk mahkemesinde açılan tazminat davasında davalı tarafın adresinin tespit edilememesi nedeniyle ilan yoluyla tebligat yapılarak hakkındaki davanın bildirilmesi ve yargılamanın davalının yokluğunda neticelendirilmesinin şikâyet konusu edildiği başvuruda yetkili makamların, hakkında açılan davayla ilgili olarak başvuranı bilgilendirmek amacıyla gerekli özeni gösterip göstermediklerinin belirlenmesi gerektiğine dikkat çekmiştir (Dilipak ve Karakaya/Türkiye, § 80).
43. AİHM, somut uyuşmazlıkta 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen kişiye tebligatta bulunulduğu varsayımının Sözleşme ile kendiliğinden bağdaşmaması hâlinde yine de bilinen son adresin başvurana ait olduğundan ya da yargılamadan başvuranın haberdar edildiğinden emin olunması gerektiğini belirtmektedir (Dilipak ve Karakaya/Türkiye, § 100).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
44. Mahkemenin 25/10/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
45. Başvurucu, idari işlemin iptali istemiyle açtığı davada İdare Mahkemesince verilen ret kararının tarafına usulüne uygun olarak tebliğ edilmediğini, bu karara karşı Bölge İdare Mahkemesi nezdindeki itirazının usulüne aykırı yapılan tebliğ tarihi esas alınarak süre aşımı nedeniyle reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti ve yeniden yargılama taleplerinde bulunmuştur.
46. Bakanlık tarafından sunulan görüşte, tebliğ çıkaran makamların itiraza konu karardan başvuranı bilgilendirmek amacıyla gerekli özeni gösterip göstermediğinin değerlendirilmesi ve mahkemeye erişim hakkının ihlal edilip edilmediğinin tespitinde takdirin Anayasa Mahkemesinde olduğu ifade edilmiştir.
B. Değerlendirme
47.Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
48. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
49. Anayasa'nın 36. maddesinin birici fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34). Mahkemeye erişim hakkı, ilk derece mahkemesine dava açma hakkının yanı sıra itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise anılan yollara başvurma hakkını da içerir (Ali Atlı, B. No: 2013/500, 20/3/2014, § 49).
50. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden fayadalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
51. Somut olayda ilk derece mahkemesi kararına karşı üst derece yargı mercii sıfatıyla Bölge İdare Mahkemesi nezdinde yapılan itiraz başvurusunun süre aşımından reddedilmesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
52. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerdemahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini; kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
53. Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsızlaştırmadıkça -hukuki belirlilik ilkesinin gereği olarak- mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ancak mevzuatta öngörülen süre kurallarının hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., § 38).
54. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
55. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.
56. Bu sebeple müdahalenin somut başvuruya ilişkin olarak Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlenmiş olan kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
57. Başvurucunun ilk derece mahkemesi kararına karşı yaptığı itirazın otuz günlük itiraz süresinin geçirildiği gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin Bölge İdare Mahkemesi kararının 2577 sayılı Kanun'un eski 45. maddesinin 2. fıkrasına (bkz. § 31) dayandığı görülmektedir. Bu kapsamda somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
58. Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Maddede, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (AYM, E.2015/96, K.2016/9, 10/2/2016, § 10).
59. Yargı kararlarının tabi kılınacakları bir kanun yolu incelemesi neticesinde ortadan kaldırılma ihtimalinin hukuk düzeni içinde sürekli olarak gündemde tutulması hukuki güvenlik ve istikrar ilkeleriyle bağdaşmaz. Yargılamaların sürüncemede kalmasını engellemek, uyuşmazlıkların mümkün olan en kısa süre içinde nihai çözüme kavuşturulmasını, hukuk aleminde etki ve sonuçlarını doğurması beklenen kesin hükmün bir an önce teminini sağlamak düşüncesiyle yargı kararlarına karşı üst mahkemeler nezdinde yapılması öngörülen kanun yolu başvuruları kanunlarla belli sürelere bağlanmıştır. Bu itibarla kanun yoluna başvurma hakkının belli bir süre koşuluna bağlanması, yukarıda belirtilen sakıncaları bertaraf ederek hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması gibi önemli ve meşru bir amaca hizmet eder.
iii. Ölçülülük
60. Bireysel başvuruya konu olayda, ilk derece mahkemesi kararına karşı yapılan itiraz başvurusunda Bölge İdare Mahkemesinin otuz günlük itiraz süresini MERNİS adresine yapılan tebliğ tarihinden başlatarak itirazı süre aşımı gerekçesiyle reddetmesi suretiyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığının incelenmesi gerekir.
(1)Genel İlkeler
61. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkı mutlak olmayıp sınırlamalara konu olabilir. Ancak Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi uyarınca anılan sınırlamaların mahkemeye erişimi imkânsız hâle getirmemesi ya da aşırı derecede zorlaştırmaması gerekir.
62. Kanun yoluna başvuru süresinin hangi tarihte başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen derece mahkemelerine aittir. Bireysel başvuruda ikincillik ilkesi gereği, kanun yoluna başvuru süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, kanun yoluna başvuru süresinin hangi tarihtenbaşlatılması gerektiğiyle ilgili derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında incelemektir. Bu itibarla derece mahkemelerinin kanun yoluna başvuru süresinin başlangıcına esas aldıkları tarihi belirlerken kullandıkları kriterler, somut olay yönünden bu kriterlerin kabul edilebilirliğine ve uygulanabilirliğine dair yorum ve değerlendirmeleri mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem taşımaktadır.
63. Bu bağlamda derece mahkemelerinin kanun yoluna başvuru süresinin başlangıcına esas aldıkları kriterlerden biri de tebliğ tarihidir. Tebligat, yetkili makamlarca birtakım hukuki işlemlerin bu işlemin hukuki sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kişilere kanuna uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin usulüne uygun olarak yapıldığının belgelendirilmesi işlemidir. Usulüne uygun işlemlerin kendilerine bağlanan hukuki sonuçları doğurabilmesi için muhatabına bildirilmesi gerekir. Usulüne uygun olarak yapılan tebligat, Anayasa'da güvence altına alınmış olan iddia ve savunma hakkının tam olarak kullanılabilmesinin ve bireylere tanınan hak arama hürriyetinin önemli güvencelerinden biridir (AYM, 13/11/2014,E.2013/95, K.2014/176).
64. Yetkili makamların tebliğ işlemlerini yürütürken gerekli özeni göstermemesi nedeniyle muhatabı tebliğ konusuna vâkıf olamayabilir. Böyle bir durumda kanun yoluna başvurma süresinin hak sahibinin henüz başvuru hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve somut olayın özel koşulları çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir tarihte işletilmeye başlanması kişinin kanun yoluna başvuru imkânını zayıflatabileceğinden hakkın varlığını anlamsız kılabilir ve bu suretle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz hâle getirebilir (Benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 65).
65. Bu itibarla başvurucunun kanun yolu incelemesi amacıyla üst mahkemelere taşımak istediği yargı kararından haberdar edildiği hususu herhangi bir tereddüte mahal bırakmayacak şekilde açık ve net olarak görülmelidir. Dolayısıyla yetkili makamların kanun yolu başvurusuna konu yargı kararı hakkında muhatabını bilgilendirmek -keza yargı merciinin de kanun yolu incelemesi için öngörülen sürenin başlangıcına esas aldığı tarih itibarıyla başvurucunun incelemeye konu karardan haberdar olduğunu belirlemek- amacıyla her bir somut olayın özel koşullarının da gerektirdiği özeni gösterip göstermediğinin tespiti, mahkemeye erişim hakkına yönelik güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının ortaya konulması bakımından önem arz etmektedir.
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
66. Başvurucu, itiraza konu mahkeme kararının tarafına usulüne uygun olarak tebliğ edilmediğini ileri sürmekte; itiraz süresinin başlangıç tarihi olarak usulüne aykırı olarak yapılan tebliğ tarihinin esas alınmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğinden şikâyet etmektedir.
67. Somut olayda başvurucunun dava dilekçesinde tebligat adresi olarak çalıştığı kurum (işyeri) adresini gösterdiği ancak yargılama safhasında yürütmenin durdurulması talebinin reddi kararına karşı yaptığı itirazın reddine dair Bölge İdare Mahkemesinin 29/6/2012 tarihli kararının işyeri adresine çıkarılan tebligatının iade edilmesi üzerine yeniden MERNİS adresine tebliğe çıkarıldığı ve MERNİS adresinde bizzat başvurucuya tebliğ edildiği tespit edilmiştir (bkz. §§ 16, 17). Yargılamanın devamı sürecinde itiraz incelemesine konu esas hakkındaki 27/2/2013 tarihli kararın da aynı adrese(bkz. § 19) tebliğe çıkarıldığı ancak bu kez tebliğ zarfı üzerindeki adresin sokak ismi ve kapı numarası kısımları tebliğ memuru tarafından düzeltildikten sonra belirlenen yeni adreste (bkz. § 20) tebligatın 7201 sayılı Kanun'un 21. madde hükmüne göre gerçekleştirildiği anlaşılmıştır. Tebligat tutanağına "Adreste kimse bulunmamasıüzerine adresin kapalı olma sebebi komşusu E.A.'ya soruldu. Muhatabın işte olduğunu beyan edip beyanını imzadan kaçındı. Tebliğ imkânsızlığı sebebiyle mahalle muhtarına tebliğ edildi. Kapısına iki nolu haber kağıdı yapıştırılarak komşusu E.A.'ya haber verildi." şerhi düşülerek 29/3/2013 günlü şerhin altının tebliğ memuru tarafından imzalandığı görülmektedir.
68. Başvurucunun Bölge İdare Mahkemesine sunduğu 8/7/2013 tarihli itiraz dilekçesinde ileri sürdüğü temel iddianın usulsüz tebligat nedeniyle 7201 sayılı Kanun'un 32. maddesi uyarınca karardan haberdar olduğu tarihe göre itiraz süresinin başlatılarak talebinin esastan incelenmesi gerektiği hususuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
69. Başvurucunun itiraz dilekçesinde tebligatın usulsüzlüğü iddiaları çerçevesinde dava dilekçesinde gösterdiği işyeri adresi yerine güncel olmayan MERNİS adresine tebligat çıkarılmış olması, 7201 sayılı Kanun'un 21. maddesine göre gerçekleştirilen tebligatta komşusu olduğu şerhi düşülen şahsın farklı bir sokakta ikamet etmesi hususlarını ileri sürdüğü görülmektedir.
70. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucunun yargılama sürecinde adına çıkarılacak tebligatların dava dilekçesinde gösterdiği adreste gerçekleştirileceği yönündeki beklentisi makul kabul edilebilir. Bununla birlikte daha önce işyeri adresine yapılan tebligatın iade edilmesi sebebiyle başvurucuya MERNİS adresinde bir kez tebligat yapıldığı, başvurucunun MERNİS adresinde gerçekleştirilen bu tebligat üzerine bundan sonra yapılacak tebligatlar yönünden hangi adresinin kullanılmasını istediğiyle ilgili derece mahkemesine bir geri bildirimi olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla bu aşamadan sonra MERNİS adresine tebligat yapılmasının başvurucu açısından somut olayın özel koşullarında öngörülebilir bir durum olduğu sonucuna varılmıştır.
71. Öte yandan itiraz incelemesine konu kararın bir önceki tebligatta MERNİS adresi olarak tespit edilen adrese (bkz. §19) tebliğe çıkarıldığı ancak bu adresin güncel MERNİS adresi olmadığı görülmekte ise de söz konusu adresteki sokak adı ve bina numarası kısımlarının tebliğ memuru tarafından el yazısıyla düzeltildiği, bu şekilde düzeltilen yeni adresin (bkz. § 20) başvurucunun güncel MERNİS adresi olduğu, nitekim yargılamanın ilerleyen safhasında bu adreste kendisine başka bir tebligatın da yapıldığı tespit edilmiştir (bkz. § 25). Bu itibarla tebliğe yetkili makamlarca, tebliğ yapılması öngörülen MERNİS adresinin tebliğ zarfı üzerinde doğru ve güncel bir şekilde belirtilmesi noktasında gerekli özenin gösterildiği anlaşılmıştır.
72. Bununla birlikte başvurucunun 7201 sayılı Kanun'un 21. maddesi uyarınca yapılan tebligatta komşusu sıfatıyla tebligatın haber verildiği belirtilen şahsın farklı bir sokakta ikamet ettiğini ileri sürdüğü, bu iddiasını ispata yönelik olarak 8/7/2013 tarihli muhtarlık yazısını itiraz dilekçesi ekinde Bölge İdare Mahkemesine ibraz ettiği, bu suretle esasen tebliğ zarfı üzerinde yazılı adres doğru olsa dahi tebliğ memuru tarafından fiilen gidilen adresin doğru olmadığı iddiası noktasında resmî bir belgeyi Bölge İdare Mahkemesine sunduğu anlaşılmaktadır. Buna rağmen yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerine göre tebligatın usulüne uygun olup olmadığına ilişkin ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren bu esaslı iddianın Bölge İdare Mahkemesi kararında değerlendirilmediği görülmektedir. Dolayısıyla Bölge İdare Mahkemesinin itiraz süresinin başlangıcına esas aldığı tebliğ tarihi itibarıyla başvurucunun itiraz istemine konu yargı kararından haberdar olup olmadığının tespiti noktasında somut olayın özel koşullarında gerekli özen yükümlülüğünü yerine getirdiğinden söz edilemez.
73. Bu itibarla Bölge İdare Mahkemesinin başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar çerçevesinde itiraza konu kararın tebligatının usulüne uygun yapılıp yapılmadığına yönelik hiçbir araştırma yoluna gitmeksizin ya da değerlendirmede bulunmaksızın ihtilaf konusu tebligattaki tebliğ tarihinden itibaren itiraz süresinin başlatılması şeklindeki yaklaşımının hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri bağlamında öngörülebilirlik sınırları içinde olmadığı ve başvurucunun mahkemeye ulaşmasını aşırı derecede zorlaştırdığı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.
74. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
75. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
76. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek ihlalin giderilmesi talebinde bulunmuştur.
77. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
78. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 5. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
79. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 5. İdare Mahkemesine (E.2012/513, K.2013/517) GÖNDERİLMESİNE,
D. 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/10/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
HALİL GÜLER BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/11002)
 
Karar Tarihi: 3/7/2018
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
 
Başkan:Engin YILDIRIM
Üyeler:Osman Alifeyyaz PAKSÜT
  Recep KÖMÜRCÜ
  M. Emin KUZ
  Rıdvan GÜLEÇ
Raportör:Heysem KOCAÇİNAR
Başvurucu:Halil GÜLER
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/7/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. İnşaat işçisi olan başvurucu, satın aldığı ev için Bankadan konut kredisi kullanmıştır.
9. Başvurucu, kullandığı konut kredisinden dosya masrafı adı altında yapılan 1.500 TL kesintinin iadesi talebiyle 1/2/2013 tarihinde Banka aleyhine dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde ikamet adresini bildirmiş ve 1/2/2013 tarihli inceleme tutanağında bu adrese yer verilmiştir.
10. Konut kredisine ilişkin belgelerin temini amacıyla 30/5/2013 tarihinde ek tensip tutanağı düzenlenmiştir. Anılan ek tensip tutanağında da başvurucunun bildirdiği adres esas alınmıştır.
11. Belgelerin temini ve davalı Bankanın cevap dilekçesini sunması üzerine 30/5/2013 tarihinde ikinci bir ek tensip tutanağı düzenlenerek 8/10/2013 tarihli duruşma gününün taraflara tebliğine karar verilmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen davetiyede daha önceki adreslerden farklı bir yer adres olarak belirtilmiştir.
12. Başvurucunun dava dilekçesinde bildirdiğinden farklı bir adres içeren davetiye 13/6/2013 tarihinde muhatabın belirtilen adresten ayrıldığı ve yeni adresinin tespit edilemediği gerekçesiyle 12/1/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 21. maddesi uyarınca tebliğ evrakı muhtara verilmek ve belirtilen adres kapısına ihbarname yapıştırılmak suretiyle tebliğ edilmiştir.
13. Ankara 4. Tüketici Mahkemesi, başvurucunun 8/10/2013 tarihli duruşmaya katılmaması nedeniyle dosyanın yenileninceye kadar işlemden kaldırılmasına karar vermiş ve 25/4/2014 tarihinde üç aylık yenileme süresi dolduğundan davanın açılmamış sayılmasına (Yargıtay yolu açık olmak üzere) karar vermiştir. Mahkeme, davanın açılmamış sayılmasının yanı sıra kendisini vekille temsil ettiren davalı Banka lehine karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 750 TL vekâlet ücretine de karar vermiştir.
14. Karar başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 30/3/2015 tarihli kararla ilk derece mahkemesi kararı dava değeri itibarıyla kesin olduğundan temyiz dilekçesinin reddine karar vermiştir.
15. Nihai karar 3/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 3/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
16. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ''Tarafların duruşmaya gelmemesi, sonuçları ve davanın açılmamış sayılması'' kenar başlıklı 150. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflar, duruşmaya gelmedikleri veya gelip de davayı takip etmeyeceklerini bildirdikleri takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir.
 (2) Usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflardan biri duruşmaya gelir, diğeri gelmezse, gelen tarafın talebi üzerine, yargılamaya gelmeyen tarafın yokluğunda devam edilir veya dosya işlemden kaldırılır. Geçerli bir özrü olmaksızın duruşmaya gelmeyen taraf, yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemez.
...
 (5) İşlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde yenilenmeyen davalar, sürenin dolduğu gün itibarıyla açılmamış sayılır ve mahkemece kendiliğinden karar verilerek kayıt kapatılır.
 (7) Hangi sebeple olursa olsun açılmamış sayılan davadaki talep dahi vaki olmamış sayılır."
17. 6100 sayılı Kanun'un geçici 3. maddesi şöyledir:
"(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
 (2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
 (3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır."
18. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun temyiz incelemesi sırasında yürürlükte bulunan 427. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Mahkemelerden verilen nihai kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Davada haklı çıkmış olan taraf da hukuki yararı bulunmak şartıyla, hükmü temyiz edebilir.
Miktar veya değeri onmilyon lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.''
19. 14/7/2004 tarihli ve 5219 sayılı Kanun'un 19. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
''c) 427 nci maddesinin ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarında yer alan ve ek 3 üncü maddesine göre 'kırkmilyon' olarak uygulanması öngörülen parasal sınır 'birmilyar' lira; beşinci fıkrasında yer alan ve ek 3 üncü maddesine göre 'sekizyüzmilyon' olarak uygulanması öngörülen duruşma sınırı 'onmilyar' lira; 'altıyüzmilyon' olarak uygulanması öngörülen karar düzeltme sınırı 'altımilyar' lira,
...
Olarak değiştirilmiştir.''
20. 7201 sayılı Kanun’un 21. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
"Gösterilen adres muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi olup, muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış olsa dahi, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza karşılığında teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırır. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayanın kapısına yapıştırır. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 3/7/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu, dosya masrafı adı altında davalı Banka tarafından haksız olarak tahsil edilen ödemenin iadesi istemiyle açmış olduğu davada duruşma gününün kendisine usulüne uygun tebliğ edilmediği hâlde belirlenen gün ve saatte yapılan duruşmaya iştirak etmediği gerekçesiyle dosyanın işlemden kaldırıldığını belirterek bu tarihten itibaren üç aylık yenileme süresi içinde davasını yenilemediği gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına ve aleyhine vekâlet ücretine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
23. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
25. Bireysel başvurunun ön şartlarından biri de başvuru süresidir. Süre, başvurunun her aşamasında dikkate alınması gereken bir usul hükmüdür.
26. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Anayasa Mahkemesine doğrudan veya diğer mahkemeler ya da yurt dışı temsilcilikler vasıtasıyla yapılması gerekmektedir (Yasin Yaman, B. No: 2012/1075, 12/2/2013, §§ 18, 19).
27. Somut olayda ilk derece mahkemesinin kararına yönelik temyiz isteği, kararın miktar itibarıyla kesin olduğu ve karara karşı herhangi bir kanun yolunun bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmişse de ilk derece mahkemesi anılan kararda Yargıtay yolunu açık olarak göstermiştir. Dolayısıyla başvurucunun buna güvenerek hükmü temyiz ettiği ve Yargıtay kararının tebliğinden itibaren otuz günlük süre içinde bireysel başvuruda bulunduğu nazara alındığında bireysel başvurunun süresi içinde yapıldığının kabulü gereklidir.
28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
29. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).
30. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
31. Somut olayda ilk derece mahkemesince başvurucunun davasının açılmamış sayılmasına karar verilmesi mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahale oluşturmaktadır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
32. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
33. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin somut başvuruya ilişkin olarak Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlenmiş olan kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
34. Başvurucunun davasının açılmamış sayılmasına dair kararın 6100 sayılı Kanun'un 150. maddesine (bkz. § 16) dayandığı görülmektedir. Bu itibarla somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
35. Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Maddede, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması mümkün olabilir (AYM, E.2015/96, K.2016/9, 10/2/2016, § 10).
36. Yargılamada taraflara belirli usule ilişkin güvenceler sağlayan adil yargılanma hakkının önemli unsurlarından biri de makul sürede yargılanma hakkıdır. Anayasa'nın 141. maddesinde "Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir" denilmek suretiyle davaların makul bir süre içinde bitirilmesi gerekliliği açıkça ifade edilmiştir. Bu ilke gereğince devlet, yargılamaların gereksiz yere uzamasını engelleyecek etkin çareler oluşturmak zorundadır. Bu bağlamda hukuk sisteminin ve özellikle yargılama usulünün yargılamaların makul süre içinde bitirilmesini olanaklı kılacak şekilde düzenlenmesi ve davaların nedensiz olarak uzamasına yol açacak usul kurallarına yer verilmemesi, mahkemelerin nicelik ve nitelik bakımından yeterli miktarda insan kaynağı, araç ve gereçlerle donatılması makul sürede yargılanma ilkesinin bir gereğidir (AYM, E.2013/4, K.2013/35, 28/2/2013). Dolayısıyla yargılamaların makul sürede tamamlanması amacıyla mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulması mümkündür.
37. Kanun koyucu, 6100 sayılı Kanun'un 150. maddesinin (1) numaralı fıkrasında; medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin davaların takip edilmemesi hâlinde davanın açılmamış sayılmasına hükmedilmesini öngörmüştür. Amaç, tarafları davalarını takip etmeye zorlamak ve bu suretle yargılamanın gereksiz yere sürüncemede kalmasını önlemektir. Davanın açılmamış sayılmasına ilişkin bu düzenlemenin yargılamanın makul süre içinde tamamlanmasını temine yönelik bir çare olduğu açıktır. Dolayısıyla somut olaydaki müdahalenin meşru bir amaca dayandığı anlaşılmaktadır.
iii. Ölçülülük
 (1) Genel İlkeler
38. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
39. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkı mutlak olmayıp sınırlamalara konu olabilir. Ancak Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi uyarınca anılan sınırlamaların mahkemeye erişimi imkânsız hâle getirmemesi ya da aşırı derecede zorlaştırmaması gerekir.
40. Tebligat, yetkili makamlarca birtakım hukuki işlemlerin bu işlemin hukuki sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kişilere kanuna uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin usulüne uygun olarak yapıldığının belgelendirilmesi işlemidir. Usulüne uygun işlemlerin kendilerine bağlanan hukuki sonuçları doğurabilmesi için muhatabına bildirilmesi gerekir. Usulüne uygun olarak yapılan tebligat, Anayasa'da güvence altına alınmış olan iddia ve savunma hakkının tam olarak kullanılabilmesinin ve bireylere tanınan hak arama hürriyetinin önemli güvencelerinden biridir (AYM, 13/11/2014,E.2013/95, K.2014/176).
41. Yetkili makamların tebliğ işlemlerini yürütürken gerekli özeni göstermemesi nedeniyle tebliğin muhatabı, tebliğ konusuna vâkıf olamayabilir. Böyle bir durumda kişinin herhangi bir kusuru bulunmadığı hâlde kişiyi tebligata bağlanan sonuçtan sorumlu tutmak hakkın varlığını anlamsız kılabilir ve bu suretle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz hâle getirebilir (benzer yöndeki karalar için bkz. Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 65; Ertuğrul Dalbaş, B. No: 2014/7805, 25/10/2017,§ 64).
 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması
42. Somut olayda başvurucu tarafından açılan davanın başvurucunun duruşmaya gitmemesi nedeniyle açılmamış sayılmasına hükmedilmesinin yargılamanın sürüncemede bırakılmasının önlenmesi ve makul sürede tamamlanması amacı bakımından elverişli ve gerekli olmadığı söylenemeyecektir. Somut başvuru bakımından asıl tartışılması gereken, müdahalenin orantılı olup olmadığıdır.
43. Olayda başvurucunun dava dilekçesinde bildirdiği adresin inceleme tutanağı ile 4/2/2013 tarihli ek tensip tutanağında açıkça yer almasına rağmen 30/5/2013 tarihli tensip tutanağı ve buna göre düzenlenen duruşma gününü belirtir davetiyede farklı bir adrese yer verilmiştir. Tebliğ mazbatası başvurucunun bildirmediği bir adrese gönderilmiştir. Üstelik başvurucunun anılan adresten ayrıldığı belirtilerek 7201 sayılı Kanun'un 21. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca tebligat evrakının ilgili yer muhtarına verilmesi ve kapıya ihbarname yapıştırılması suretiyle tebligat gerçekleştirilmiştir.
44. UYAP aracılığıyla Merkezî Nüfus İdare Sistemi (MERNİS) adresine ilişkin yapılan araştırmada başvurucunun 10/6/2009 tarihinden itibaren mahkeme davetiyesinin tebliğ edildiği adreste ikamet etmekte iken 30/11/2012 tarihinde dava dilekçesinde bildirmiş olduğu adrese taşındığı saptanmıştır. Bu itibarla başvurucunun dava dilekçesinde bildirmiş olduğu adresin güncel MERNİS adresi olduğu da sabittir.
45. Davanın açıldığı tarihte güncel MERNİS adresinde ikamet etmekte olan başvurucunun duruşma gününü belirtir davetiyenin önceki adresine tebligata çıkarılmasının sebebi derece mahkemesince açıklanmamıştır. Başvurucunun 10/6/2009 tarihinde taşındığı yeni evinin adresini MERNİS kayıtlarında güncellediği ve dava dilekçesinde MERNİS kayıtlarındaki yeni adresini bildirdiği gözetildiğinde herhangi bir özensizliğinden veya davasını takip etme niyetinden şüphe duyulmasını gerektirir bir nedenin varlığından söz edilemez. Öte yandan dosyanın işlemden kaldırılması öncesinden başlamak üzere üç aylık yenileme süresi içinde başvurucunun usulüne aykırı olarak yapılan tebligatı öğrendiğine ilişkin herhangi bir iddia ileri sürülmediği gibi başvurucu aleyhine bu hususta herhangi bir belge ve bilgi de bulunmamaktadır.
46. Hâl böyle olunca dava açılmadan önce taşındığı ve MERNİS kayıtları ile uyumlu olan yeni adresini tebligat adresi olarak dava dilekçesinde yazdığı hâlde duruşma davetiyesinin başvurucunun 10/6/2009 tarihinden önce oturduğu adresine gönderilmesi ve bunun sonucunda anılan adresinde bulunmayan başvurucunun davasının açılmamış sayılmasına hükmedilmesi başvurucuya olağanın ötesinde bir külfet yüklemiştir. Bu durumda başvurucunun mahkemeye erişim hakkından faydalanmasındaki bireysel yarar ile davaların makul süre içinde sonuçlanmasındaki kamusal yarar arasında adil bir denge kurulamadığı ve mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin orantısız olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
47. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
48. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
49. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler tayin edilmiştir.
50. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle ihlalin kaynağının tayin edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).
51. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).
52. Başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespitiyle maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
53. Anayasa Mahkemesi; başvurucunun katılmadığı duruşmaya ilişkin davetiyenin dava dilekçesinde bildirdiği ve MERNİS kayıtları ile uyumlu olan adresi yerine başka bir adrese tebligata çıkarılması, bunun sonucunda davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
54. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemesince yapılması gereken iş; öncelikle davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararını ortadan kaldırmak, ardından ihlale yol açan tebligat işlemini yenilemekten ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 4. Tüketici Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
55. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
56. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 4. Tüketici Mahkemesine (E.2013/551, K.2014/694) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 226,90 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/7/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
MUSTAFA ADNAN ÇOBANOĞLU BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/2595)
 
Karar Tarihi: 21/3/2019
R.G. Tarih ve Sayı: 25/4/2019-30755
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
Başkan:Burhan ÜSTÜN
Üyeler:Serdar ÖZGÜLDÜR
  Serruh KALELİ
  Hasan Tahsin GÖKCAN
  Kadir ÖZKAYA
Raportör:Yakup MACİT
Başvurucu:Mustafa Adnan ÇOBANOĞLU
Vekili:Av. Metin KARAÇAĞLAYAN
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, temyiz talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/2/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
A. Bireysel Başvuru Tarihinden Önceki Süreç
8. Başvurucu 14/3/2003-8/11/2005 tarihleri arasında Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Hastane) başhekim olarak görev yapmıştır.
9. Hastane tarafından 29/12/2003 tarihinde açık ihale usulü ile 2004 yılı gece vardiyası personelinin taşınması işi ihalesi yapılmış; başvurucu, başhekim olarak İhale Komisyonu kararını onaylamıştır.
10. Sağlık Bakanlığının 12/11/2008 tarihli müfettiş raporunda ihalenin yaklaşık maliyetinin mevzuata aykırı olarak belirlendiğinin ve bu suretle Hastanenin zarara uğratıldığının belirtilmesi üzerine başvurucu ve bir kısım İhale Komisyonu üyesi hakkında Sağlık Bakanlığı tarafından Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) alacak davası açılmıştır.
11. Dava dilekçesinde başvurucunun adresi "(...) Rd. PORTLAND OR- (...)" olarak belirtilmiş; bu adrese Bakanlık kanalıyla çıkarılan tebligat, başvurucunun adreste bulunamadığı gerekçesiyle bila ikmal iade edilmiştir.
12. Yargılamada 4/11/2010 tarihli celsede davacı tarafa, davalının adresini bildirmek üzere süre verilmiş; davacı vekili 7/12/2010 tarihli dilekçe ekindeki başvurucuya ait nüfus cüzdanı fotokopisinde belirtilen "(...) Cleveland OH, (...)USA" adresini dosyaya sunmuştur.
13. Mahkeme 7/4/2011 tarihli duruşma ara kararı gereği Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosluğu vasıtasıyla başvurucunun "(...) Rd. PORTLAND OR- (...)" adresine tebligat çıkarmış, tebligat bila ikmal iade edilmiştir.
14. Mahkeme, Ankara İl Sağlık Müdürlüğüne adres araştırması için yazı yazmış; İl Sağlık Müdürlüğü tarafından bildirilen "(...) Sk. No:(...) Maltepe Ankara" adresine çıkarılan tebligat bila ikmal iade edilmiştir.
15. Bu arada diğer davalılar G.A. ve S.K. 8/3/2012 tarihli dilekçelerinde, içinde başvurucunun da yer aldığı adının ve adresi "(...) Cad. (...) Apt. 21 Kat.(...) Daire (...) Ankara" olarak geçen Ankara 13. Asliye Ceza Mahkemesinin 6/10/2011 tarihli ve E.2010/647, K.2011/256 sayılı kararı ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesini dosyaya sunmuştur.
16. Başvurucunun "(...) Sk. No:(...) Maltepe Ankara" adresine çıkarılan tebligatın iade edilmesi üzerine Mahkeme, başvurucunun Merkezî Nüfus İdare Sistemi (MERNİS) adresini araştırmış; gelen nüfus kaydında yurt dışı adresin "Beachwood USA" olduğu belirtilmiştir.
17. Yine UYAP üzerinden yapılan araştırmada başvurucunun yurt içi adresinin "(...) Cad. (...) Apt. 21 Kat.(...) Daire (...) Ankara" olduğu belirtilmiştir.
18. Bu arada davacı vekili dosyaya sunduğu 25/4/2012 tarihli dilekçesinde başvurucunun yurt dışı iş adresini "(...) Cleveland, OH, (...), USA" olarak belirtmiştir.
19. Mahkeme 12/6/2012 tarihli celsede "başvurucunun MERNİS adresinin Amerika'da olduğu, daha önce yurt dışı tebligatının yapılması için yazışmalar yapıldığı ancak tebligatların yapılamadığını" belirterek dava dilekçesi ve duruşma gününün ilanen tebliğine karar vermiştir.
20. Mahkeme 19/2/2013 tarihli kararında, ihale nedeniyle Hazine adına oluşan 16.998,25 TL zararın başvurucu ve diğer sorumlu kişilerden müştereken ve müteselsilen tahsiline karar vermiştir.
21. Bu arada başvuru konusu alacak davasından önce başvurucu ve ihalede kusuru olduğu iddia edilen sorumlular hakkında 5/1/2004 tarihinde görevi kötüye kullanma suçundan dava açılmış, Ankara 13. Asliye Ceza Mahkemesi 6/10/2011 tarihinde zamanaşımı nedeniyle kamu davasının ortadan kaldırılmasına karar vermiştir.
22. Mahkemenin gerekçeli kararı başvurucuya ilanen tebliğ edilmiş, diğer davalıların temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi (Daire) 23/9/2014 tarihli kararında hükmü onamıştır.
23. Karar düzeltme talebi üzerine Daire 12/3/2015 tarihinde, olay tarihinde yürürlükte bulunan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu 43. ve 44. maddeleri uyarınca tazminat miktarında uygun bir indirim yapılması gerektiği gerekçesiyle onama kararını kaldırarak hükmü temyiz eden diğer davalılar yararına bozmuştur.
24.Bozma kararına uyan Mahkeme 4/6/2015 tarihli kararında 8.499 TL tazminatın diğer davalılardan tahsiline hükmetmiş, başvurucu hakkında 19/2/2013 tarihinde kurulan hüküm kesinleştiğinden yeniden hüküm kurulmasına yer olmadığına karar vermiştir.
25. Davacı tarafın temyizi üzerine dosya Yargıtaya gönderilmiş; bu sırada başvurucu yargısal süreçten yeni haberdar olduğunu belirterek 2/2/2016 tarihinde hükmü temyiz etmiş ve 10/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. Bireysel Başvuru Tarihinden Sonraki Süreç
26. Daire 28/2/2017 tarihli kararında; dosya kapsamına göre başvurucu hakkında verilen hükmün kesinleştiğini belirterek temyiz dilekçesinin reddine karar vermiş ancak bir üye, başvurucunun 12/6/2012 tarihinde alınan UYAP kaydında yurt içi MERNİS adresinin gösterildiğini, bu adresin başvurucu vekilince verilen temyiz dilekçesinde güncel adres olduğunu, Mahkemece yurt dışı tebligatları iade olunan başvurucunun öncelikle yurt içi MERNİS adresine tebligat yapılması gerekirken bu yapılmadan ilanen tebligat aşamasına geçilmesinin doğru olmadığını, bu durumun hukuki dinlenilme ve savunma hakkını ortadan kaldırdığını belirterek karara muhalif kalmıştır.
27. Hüküm, karar düzeltme yoluna başvurulmaksızın 13/6/2017 tarihinde kesinleşmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun Hükümleri
28. 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 10. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılır.
Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır."
29. 7201 sayılı Kanun'un 21. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
"Gösterilen adres muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi olup, muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış olsa dahi, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza karşılığında teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırır. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır."
30. 7201 sayılı Kanun'un 28. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Adresi meçhul olanlara tebligat ilanen yapılır.
Yukarıki maddeler mucibince tebligat yapılamıyan ve ikametgahı, meskeni veya iş yeri de bulunamıyan kimsenin adresi meçhul sayılır.
Adresin meçhul olması halinde keyfiyet tebliğ memuru tarafından mahalle veya köy muhtarına şerh verdirilmek suretiyle tesbit edilir. Bununla beraber tebliği çıkaran merci, muhatabın adresini resmî veya hususi müessese ve dairelerden gerekli gördüklerine sorar ve zabıta vasıtasıyla tahkik ve tespit ettirir.''
31. İlanen tebligat kararının verildiği tarihte yürürlükte olan 11/9/1959 tarihli ve 10303 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Tebligat Tüzüğü'nün (Tüzük) 46. maddesi şöyledir:
"Adresi meçhul olanlara tebligat ilanen yapılır.
Bu Tüzük hükümlerine göre tebligat yapılamıyan ve 13 üncü madde mucibince yapılan soruşturmaya rağmen ikametgahı, meskeni veya iş yeri de bulunamıyan kimsenin adresi meçhul sayılır.
Adresi meçhul olması halinde keyfiyet tebliğ memuru tarafından mahalle veya köy muhtarına tebliğ mazbatasına şerh verdirilmek suretiyle tesbit edilir. Bununla beraber tebliği çıkaran merci, lüzum görürse, muhatabın adresini resmi veya hususi müessese ve dairelerden veya zabıta vasıtasiyle tahkik ve tesbit ettirebilir.
İlan, tebligatta başvurulacak son çaredir."
32. 25/1/2012 tarihli ve 28184 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik'in (Yönetmelik) 48. maddesi şöyledir:
''(1) Bu Yönetmelik hükümleri uyarınca kendisine tebligat yapılamayan, tebliğ memuru tarafından adresi tespit edilemeyen, adres kayıt sisteminde de yerleşim yeri adresi bulunmayan kişinin adresinin tespiti için tebligatı çıkaran merci tarafından adres araştırması yapılır.
 (2) Tebligatı çıkaran merci, muhatabın adresini öncelikle resmî veya özel kurum ve dairelerden, bunlardan sonuç alınamadığı takdirde kolluk vasıtasıyla araştırabilir ve tespit ettirebilir. Yapılan araştırmalara rağmen muhatabın adresinin tespit edilememesi halinde adres meçhul sayılır.
 (3) Adresi meçhul olanlara tebligat ilanen yapılır.
 (4) İlânen tebligat, bu maddedeki usuller izlendikten sonra başvurulacak son çaredir.''
33. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesi şöyledir:
"(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
 (2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
 (3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır."
34. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 432. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Temyiz süresi onbeş gündür.
...
Temyiz, kanuni süre geçtikten sonra yapılır veya temyizi kabil olmayan bir karara ilişkin olursa, kararı veren mahkeme temyiz isteminin reddine karar verir...
..."
2. Yargısal Kararlar
35.Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 15/10/2018 tarihli ve E.2018/4809, K.2018/7977 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 10. maddesi, tebligat yapılacak şahsın bilinen en son adresine tebligat yapılacağına, bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresinin, bilinen en son adresi olarak kabul edilerek tebligatın buraya yapılacağını hüküm altına almıştır. Aynı Kanunun 28. maddesi gereğincekendisine tebligat yapılamayan ve ikametgahı, meskeni veya işyeri bulunamayan tebligat muhatabının, adresi meçhul sayılır. İlan yolu ile tebligat, başvurulacak en son yol olduğundan, mahkeme, muhatabın adresini resmi ve özel Kurum ve dairelerden veya zabıta aracılığıyla soruşturarak tespit ettirebilir.
..."
36. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 16/10/2018 tarihli ve E.2016/8964, K.2018/8050 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"...
7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 28. maddesi gereğince, kendisine tebligat yapılamayan ve ikametgahı, meskeni veya işyeri de bulunamayan kimsenin adresi meçhul sayılır. Adresin meçhul olması halinde keyfiyet, tebliğ memuru tarafından mahalle veya köy muhtarına şerh verdirilmek suretiyle tespit edilir. Bununla beraber, tebliğ çıkaran mercii, muhatabın adresini resmi veya hususi müessese ve dairelerden gerekli gördüklerine sorar ve zabıta vasıtası ile tahkik ve tespit ettirir.
Bu araştırmalardan sonra ilanen tebligatla ilgili işlemlerin nasıl yapılacağı ise, Tebligat Kanunu'nun 29 ve 30. maddeleri ile ilanen tebligatın yapıldığı tarih itibariyle yürürlükte bulunan Tebligat Tüzüğü'nün 46 ve 47. maddelerinde düzenlenmiştir. Tebligat Kanunu'nun ilana ilişkin 28. maddesi ile Tebligat Tüzüğü'nün 46. maddesindeki hükümlere uyularak çok yönlü araştırma (resmi ve hususi müessese ve dairelerden örneğin seçim kurullarından, vergi dairesinden) yapılarak, bundan sonuç alınamaması halinde ilanen tebliğe gidilmesi gerekir. İlanen tebligat, başvurulacak son yoldur. Bu nedenle adres araştırmasının geniş bir çerçeve içerisinde ele alınıp soruşturmanın çok yönlü yapılması zorunludur.
..."
B. Uluslararası Hukuk
1. İlgili Sözleşme
37. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ...konusunda karar verecek olan ,...bir mahkeme tarafından davasının ...görülmesini istemek hakkına sahiptir..."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
38. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim hakkının başvuru yapılabilmesi konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple kanundaki ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa (k.k.), B. No: 51307/99, 23/1/2003).
39. AİHM, dava hakkını süre sınırına bağlayan iç hukuk hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte ve kendisinin rolünün bu yorumun etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların uygun adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda her bir olayın somut başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 20).
40. Bunun yanında bir mahkemeye başvuru hakkının yasal birtakım şartlara tabi tutulması kabul edilebilir olsa da mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
41. Mahkemenin 21/3/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
42. Başvurucu, ilanen tebligatın usulsüz olduğunu, dosyada tebligat yapılabilmesi için yurt içi ve yurt dışı güncel adresleri mevcut olduğu hâlde ilanen tebligat yapılarak davaya katılımının engellendiğini, Yargıtay aşamasındayken davadan haberdar olduğunu, bu nedenle temyiz başvurusunda bulunduğu hâlde Yargıtayın temyiz dilekçesini reddettiğini belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; yenidenyargılama yapılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
43. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
44. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
45. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 17).
46. Her ne kadar başvurucu başvuru konusu davadan haberdar olduğunu iddia ettiği tarihte hükmü temyiz etmiş ve temyiz incelemesi sonuçlanmadan 10/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuş ise de bireysel başvuru incelemesi sonuçlanmadan Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 28/2/2017 tarihinde onama kararı verdiği ve hükmün 13/6/2017 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır. Bu açıdan başvuru konusu davadaki süreç bir bütün olarak değerlendirilmiş, başvurucunun olağan kanun yollarını tükettiği sonucuna ulaşılmıştır.
47. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
48. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No:2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
49. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
50. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
51. Başvurucu hakkında verilen kararın kesinleştiğinden bahisle Yargıtayca temyiz dilekçesinin reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkına bir müdahale teşkil ettiği açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
52. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
53. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin somut başvuruya ilişkin olarak Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlenmiş olan kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
54. Başvuru konusu olayda 1/6/1990 tarihli ve E.1989/3, K.1990/4 sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulu kararı gereği Yargıtay Dairesi, başvurucunun temyiz talebini 1086 sayılı mülga Kanun'un 432. maddesine göre kesin karara karşı temyiz talebinde bulunulamayacağı gerekçesiyle reddetmiştir.
55. Yargıtay Dairesinin bu hükmü esas alarak verdiği ret kararına göre yapılan müdahalenin kanun tarafından öngörülme ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru Amaç
56. Dava açmanın bir süreye bağlanmasının meşru amacının ne olduğu hususu benzer nitelikteki başvurularda Anayasa Mahkemesi tarafından müteaddit defa incelenmiştir.Anayasa Mahkemesi bu incelemelerinde, dava açılmasında süre koşulu öngörülmesinin en genel ifadesiyle Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan istikrarın sağlanması şeklinde bir meşru amacı bulunduğuna işaret etmiştir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ayşe Yıldırım, B. No: 2014/5, 25/10/2017, §§ 54, 55; Fatma Altuner, B. No: 2014/17714, 26/10/2017, §§ 48, 49; Çölbeyi Lojistik Nakliyat Gümrükleme Denizcilik İnşaat Turizm Sanayii ve Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/12354, 9/11/2017, § 52).
57. Başvurucunun temyiz talebi, hakkındaki kararın kesinleştiği gerekçesiyle reddedilmiştir. Kesinleşmiş kararlara karışı yeniden olağan kanun yoluna başvurulamamasının hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı hukuk düzenine karşı olan güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla vazedildiği, bu açıdan meşru bir amaca yönelik olduğu anlaşılmıştır.
iii. Ölçülülük
 (1) Genel İlkeler
58. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
59. Tebligat, yetkili makamlarca birtakım hukuki işlemlerin bu işlemin hukuki sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kişilere kanuna uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin usulüne uygun olarak yapıldığının belgelendirilmesi işlemidir. Usulüne uygun işlemlerin kendisine bağlanan hukuki sonuçları doğurabilmesi için muhatabına bildirilmesi gerekir. Usulüne uygun olarak yapılan tebligat, Anayasa'da güvence altına alınmış olan iddia ve savunma hakkının tam olarak kullanılabilmesinin ve bireylere tanınan hak arama hürriyetinin önemli güvencelerinden biridir (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
60. Yetkili makamların tebliğ işlemlerini yürütürken gerekli özeni göstermemesi nedeniyle tebliğin muhatabı, tebliğ konusuna vâkıf olamayabilir. Böyle bir durumda kişinin herhangi bir kusuru bulunmadığı hâlde kişiyi tebligata bağlanan sonuçtan sorumlu tutmak hakkın varlığını anlamsız kılabilir ve bu suretle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz hâle getirebilir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 65; Ertuğrul Dalbaş, B. No: 2014/7805, 25/10/2017,§ 64).
 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması
61. Somut olayda Yargıtay Dairesi, dava dilekçesi ve 19/2/2013 tarihli kararın başvurucuya usulüne uygun tebliğ edilerek kararın kesinleştiğini kabul etmiş; başvurucunun temyiz talebini reddetmiştir. Ret kararının yargılamanın sürüncemede bırakılmasının önlenmesi ve makul sürede tamamlanması amacına yönelik elverişli ve gerekli olduğu değerlendirilebilir ancak gözönüne alınması gereken asıl husus müdahalenin orantılı olup olmadığıdır.
62. Başvurucu, tebligat yapılabilmesi için yurt içi ve yurt dışı adreslerinin dosyada mevcut olduğunu ancak bu adreslere tebligat çıkarılmadan ilanen tebligat yoluna gidilerek davanın sonuçlandırıldığını; bu suretle mahkemeye erişiminin engellendiğini iddia etmiştir.
63. 7201 sayılı Kanun'un 10. maddesinde; tebligatın tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılacağı, bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresinin bilinen en son adres olarak kabul edileceği ve tebligatın buraya yapılacağı belirtilmiştir.
64. Yine 7201 sayılı Kanun'un 28. maddesinde; kendisine tebligat yapılamayan ve ikametgâhı, meskeni veya işyeri de bulunamayan kimsenin adresinin meçhul sayılacağı, adresin meçhul olması hâlinde keyfîyetin tebliğ memuru tarafından mahalle veya köy muhtarına şerh verdirilmek suretiyle tespit edileceği, bununla beraber tebliğ çıkaran mercinin muhatabın adresini resmî veya özel kurum müessese ve dairelerden gerekli gördüğüne soracağı, zabıta vasıtası ile tahkik ve tespit ettireceği belirtilmiştir.
65. İlanen tebligat kararının verildiği tarihte yürürlükte olan Tüzük'ün 46. ve Yönetmelik'in 48. maddelerinde, ilanen tebligatın adresi meçhul olanlara karşı son çare olarak başvurulması gereken bir yol olduğu, tebligatı çıkaran mercinin muhatabın adresini öncelikle resmî veya özel kurum ve dairelerden araştırması, bunlardan sonuç alamadığı takdirde kolluk vasıtasıyla araştırma yapmak suretiyle adresi tespit ettirebileceği belirtilmiştir.
66. Yargısal içtihatlarda bu duruma değinilerek ilanen tebligat kararı verilmeden önce çok yönlü araştırma -resmî ve özel kurum ve dairelerden, örneğin seçim kurullarından, vergi dairesinden- yapılması, bundan sonuç alınamaması hâlinde bu yola başvurulması gerektiği, ilanen tebligatın başvurulacak son yol olduğu, bu nedenle adres araştırmasının geniş bir çerçeve içinde ele alınıp soruşturmanın çok yönlü yapılmasının zorunlu olduğu belirtilmiştir (bkz. §§ 35, 36).
67. Kanun ve yargısal uygulamalara göre yargısal mercilerin son çare olarak öngörülen ilanen tebligat yoluna başvurmadan önce yargılamada taraf olanların tebligata yarar adreslerini tespit etmeleri ve buna göre tebliğ işlemini gerçekleştirmeleri hususunda azami dikkat ve özeni sergilemeleri gerekmektedir. Somut olayda Yargıtayca temyiz talebinin reddedilmesi kararı, esasen yargısal süreçte dava dilekçesinin tebliğ işlemlerinin mevzuat ve yargısal uygulamalar çerçevesinde ne ölçüde sağlıklı yürütüldüğü hususuyla doğrudan ilgilidir.
68. Bu noktada bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, mevzuatın yorumlanması ve uygulanması derece mahkemelerinin görevi olmakla birlikte bu yorum ve uygulamaların etkilerinin Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında bulunan hak ve yükümlülüklerle bağdaşıp bağdaşmadığının Anayasa Mahkemesince incelenebileceği tabiidir. Mahkemeye erişim hakkı yönünden yapılacak böyle bir inceleme, somut olayın koşulları çerçevesinde olacaktır.
69. Başvurucu yurt dışında yaşadığını, Türkiye'ye geldiğinde kaldığı ve babasının da o tarihlerde yaşadığı evin adresinin "(...) Cad. (...) Apt. 21 Kat.(...) Daire (...) Ankara" yurt dışında görev yaptığı hastanenin adresinin "(...) Cleveland OH, (...), USA", MERNİS'te kayıtlı adresinin ise Beachwood USA olduğunu, buna karşın yargılamada ısrarla "(...) Rd. PORTLAND OR- (...)" adresine tebligat çıkarıldığını iddia etmiştir.
70. Mahkeme ilk olarak Bakanlık kanalıyla "(...) Rd. PORTLAND OR- (...)" adresine tebligat çıkarmış, tebligatın bila ikmal iade edilmesi üzerine 4/11/2010 tarihli duruşmada davacı tarafa davalının adresini bildirmesi için süre vermiş, davacı vekili 7/12/2010 tarihli dilekçe ekindeki başvurucuya ait nüfus cüzdanı fotokopisinde "(...) Cleveland OH, (...), USA" adresini dosyaya sunmasına rağmen Mahkeme Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosluğu aracılığıyla yine "(...) Rd. PORTLAND OR- (...)" adresine tebligat çıkarmıştır.
71. Tebligatın iadesi üzerine Mahkeme Ankara İl Sağlık Müdürlüğüne adres araştırması için yazı yazmış, İl Sağlık Müdürlüğü tarafından bildirilen "(...) Sk. No:(...) Maltepe Ankara" adresine çıkarılan tebligat da bila ikmal Mahkemeye iade edilmiştir.
72. Mahkemece başvurucunun MERNİS'teki adres bilgilerini araştırılmış, gelen nüfus kaydında yurt dışı adresinin "Beachwood USA" olduğu belirtilmiş, yine UYAP üzerinden yapılan araştırmada yurt içi adresinin "(...) Cad. (...) Apt. 21 Kat.(...) Daire (...) Ankara" olduğu belirtilmiştir.
73. Yine bu süreçte dosyanın diğer davalıları G.A. ve S.K. 8/3/2012 tarihli dilekçelerinde, Ankara 13. Asliye Ceza Mahkemesinin 6/10/2011 tarihli ve E.2010/647, K.2011/256 sayılı kararı ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesini dosyaya sunmuştur. İhale ile ilgili olarak içinde başvurucunun da aralarında olduğu sorumlular hakkında görevi kötüye kullanmak suçundan 30/9/2010 tarihinde açılan davada Mahkemenin zamanaşımı nedeniyle davanın ortadan kaldırılmasına kararı verdiği anlaşılmıştır. Bu dosyada yurt dışına 11/2/2011 tarihinde yazılan talimatta başvurucunun adresinin "(...) Dr. Apt., (...) Beachwood OH, A.B.D" olarak belirtildiği ve savunmasının alındığı, yine gerekçeli kararda ve iddianamede başvurucunun yurt içi adresinin "(...) Cad. (...) Apt. 21 Kat.(...) Daire (...) Ankara" olarak belirtildiği anlaşılmıştır.
74. Bunun yanında davacı vekilinin Mahkemeye sunduğu 25/4/2012 tarihli dilekçesinde başvurucunun yurt dışı iş adresinin "(...) Cleveland OH, (...), USA" olduğunu belirtmiştir.
75. Mahkeme, dosya kapsamında tespit edilen bu adres bilgilerine rağmen "(...) Rd. PORTLAND OR- (...)" ve "(...) Sk. No:(...) Maltepe Ankara" adreslerine tebligat çıkarmakla yetinmiş; en son 12/6/2012 tarihli celsede "davalı Mustafa Adnan Çobanoğlu'nun MERNİS adresinin Amerika'da olduğu, daha önce yurt dışı tebligatının yapılması için yazışmalar yapıldığı ancak tebligatın yapılamadığını" belirterek duruşma gününün ilanen tebliğine karar vermiştir.
76. Mahkemenin yargısal süreçte ilanen tebligat kararından önce başvurucunun tebligata yarar açık adresleri dosyada mevcut olduğu hâlde bu adreslere tebligat çıkarmadığı, bu konuda yapılması gerekli hatta zorunlu olan araştırmayı yapmadığı anlaşılmıştır.
77. Buna göre somut davada, başvurucunun tespit edilen yurt dışı ve yurt içi adreslerine tebligat çıkarılmadan ya da bu adreslere çıkarılan tebligatların bila ikmal dönme ihtimalinde dahi kanun ve yargısal içtihatlarda belirtildiği üzere yeterli araştırma yapılmadan yargılamanın sonlandırılması ve Yargıtayın da bu doğrultuda tebliğ işlemlerinin usule uygun olduğunu belirterek başvurucunun temyiz talebini reddetmesi, hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri bağlamında öngörülebilirlik sınırları içinde değerlendirilemeyecektir. Bu açıdan yapılan uygulamanın başvurucunun mahkemeye ulaşma imkânını ortadan kaldırdığı, bu suretle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin orantısız olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
78. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3.6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
79. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
80. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler tayin edilmiştir.
81. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle ihlalin kaynağının tayin edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).
82. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).
83. Başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespitiyle yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.
84. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun temyiz hakkını kullanma imkânını kısıtlayacak bir yorum yapılarak temyiz talebinin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin Daire kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
85. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yeniden yapılacak yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda Daire tarafından yapılması gereken iş, temyiz isteminin reddi yolundaki kararını kaldırarak temyiz istemini -usule ilişkin diğer meselelerde de bir eksiklik söz konusu değilse- esastan incelemekten ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin dosyanın Yargıtaya gönderilmesini sağlamak üzere Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
86. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TLyargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2015/202, K.2015/299) GÖNDERİLMESİNE,
D. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/3/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
ALEYNA ÖZTÜRK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2017/23209)
 
Karar Tarihi: 16/9/2020
 
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
 
Başkan:Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler:Serdar ÖZGÜLDÜR
  Burhan ÜSTÜN
  Muammer TOPAL
  Selahaddin MENTEŞ
Raportör:Tuğba TUNA IŞIK
Başvurucu:Aleyna ÖZTÜRK
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, atama işleminin iptali istemiyle üçüncü kişi tarafından idareye karşı açılan davanın dava konusu işlemin lehine tesis edildiği kişiye ihbar edilmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 15/5/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucunun 2016 yılında Kamu Personeli Seçme ve Yerleştirme Sınavı (KPSS) puanı ile Karadeniz Teknik Üniversitesi Farabi Hastanesi (Hastane) Pediatri Enfeksiyon Kliniğine hemşire olarak ataması yapılmıştır.
9. Aynı Hastanede görev yapan başka bir hemşire (davacı) tarafından başvurucunun atama ilanında yer alan pediatri enfeksiyon servisinde bir yıl süre ile çalışma şartını taşımadığı gerekçesiyle atamanın iptali istemiyle Karadeniz Teknik Üniversitesi Rektörlüğüne (İdare) karşı Trabzon İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır.
10. Mahkeme 24/3/2016 tarihli ara kararı ile davanın başvurucuya ihbar edilmesine karar vermiştir. İhbar kararı başvurucunun görev yaptığı Hastaneye tebliğe çıkarılmış fakat başvurucunun ameliyatta olması sebebiyle sorumlu hemşiresi O.A.ya 4/4/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, müdahale talebinde bulunamamıştır.
11. Mahkeme 25/10/2016 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiştir.
12. Davacının istinaf yoluna başvurması üzerine Samsun Bölge İdare Mahkemesi Üçüncü İdari Dava Dairesi tarafından mahkeme kararının kaldırılarak dava konusu işlemin iptal edilmesine 22/2/2017 tarihinde kesin olmak üzere karar verilmiştir.
13. Başvurucunun görevine İdarenin 17/4/2017 tarihli yazısı ile mahkeme kararı gereğince son verilmiştir.
14. Başvurucu 15/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
15. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 31. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; ... üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, ... hallerinde ...Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır. Ancak, davanın ihbarı Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re'sen yapılır."
16. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Yargılamaya Hâkim Olan İlkeler" ana başlıklı İkinci Bölüm'ünde yer alan 27. maddesinde "Hukuki dinlenilme hakkı" düzenlenmiştir. Anılan madde şöyledir:
"(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
 (2) Bu hak;
a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
b) Açıklama ve ispat hakkını,
c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini,
içerir."
17. 6100 sayılı Kanun'un "İhbar ve şartları" kenar başlıklı 61. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Taraflardan biri davayı kaybettiği takdirde, üçüncü kişiye veya üçüncü kişinin kendisine rücu edeceğini düşünüyorsa, tahkikat sonuçlanıncaya kadar davayı üçüncü kişiye ihbar edebilir."
18. 6100 sayılı Kanun'un "İhbarda bulunulan kişinin durumu" kenar başlıklı 63. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Dava kendisine ihbar edilen kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı olan taraf yanında davaya katılabilir."
19. 6100 sayılı Kanun'un "Fer'î müdahale" kenar başlıklı 66. maddesi şöyledir:
"(1) Üçüncü kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı bulunan taraf yanında ve ona yardımcı olmak amacıyla, tahkikat sona erinceye kadar, fer'î müdahil olarak davada yer alabilir."
20. 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun "Otel, hastane, fabrika ve mektep gibi yerlerde tebligat" kenar başlıklı 18. maddesi şu şekildedir:
"Tebliğ yapılacak şahıs otel, hastane, tedavi veya istirahat evi, fabrika, mektep, talebe yurdu gibi içine serbestçe girilemiyen veya arananın kolayca bulunması mümkün olmıyan bir yerde bulunuyorsa, tebliğin yapılmasını o yeri idare eden veya muhatabın bulunduğu kısmın amiri temin eder. Bunlar tarafından muhatabın derhal buldurulması veya tebliğin temini mümkün olmazsa, tebliğ kendilerine yapılır."
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
21. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
22. İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı için bkz. Yusuf Bilin, B. No: 2014/14498, 26/12/2017, §§ 28-33.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 16/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucu; atamaya ilişkin şartları taşıdığını, görev yaptığı sürede zor şartlar altında ve fedakârlıkla görevini ifa ettiğini, bireysel başvuruya dayanak davada verilen iptal hükmü gereği görev yaptığı Hastane ile ilişiğinin kesilmesi sonucunda davadan haberdar olduğunu belirterek dava süreci ile ilgili kendisinin davaya katılımının sağlanmamış olması nedeniyle hukuki menfaatlerini korumaya yönelik iddialarını dile getiremediğinden şikâyet etmiştir.
B. Değerlendirme
25. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, sonucundan doğrudan etkilendiği bir idari davada yargılamaya katılımının sağlanmamış olmasıdır. Bu nedenle başvurucunun belirtilen şikâyetleri bağlamındaki ihlal iddiaları mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
27. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
28. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).
29. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
30. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
31. Bireylere menfaatlerini etkileyen işlemlere karşı dava açabilmelerinin yanı sıra üçüncü şahıslarca açılmış ve doğrudan taraf olmadıkları ancak sonucu itibarıyla menfaatlerini etkileyen bir davada iddia ve savunmalarını dile getirebilmeleri amacıyla davaya katılma olanağının sağlanması da mahkemeye erişim hakkı kapsamında değerlendirilmesi gereken güvencelerden biridir. Bu itibarla bir davanın sonucundan menfaati etkilenecek olan kişilerin bu yargılama hakkında bilgi sahibi olabilmelerine, uyuşmazlığın çözümü için gerekli ve sonuca etkili olduğunu düşündükleri hususlarda açıklamada bulunabilmelerine, iddialarını ispata yönelik delil sunabilmelerine imkân sağlanması gerekir. Bu husus aynı zamanda yargı mercilerinin tüm verileri dikkate alıp değerlendirme yaptıktan sonra gerekçeli karar vermesini sağlayacağından silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesi ile de ilgilidir. Nitekim 6100 sayılı Kanun'un 27. maddesinde, mahkemeye erişim hakkının güvenceleriyle örtüşür nitelikte bir düzenleme getirilerek davanın taraflarının yanı sıra müdahiller ve yargılamanın diğer ilgililerinin de kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip oldukları belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkeme; davanın taraflarına, müdahillere, yargılamanın diğer ilgililerine savunma hakkını kullanma imkânı vermeden davanın esasıyla ilgili değerlendirme yapamayacaktır (Yusuf Bilin, § 44; benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Mehmet Ali Bedir ve Tevfik Günay, B. No: 2013/4073, 21/1/2016, § 35).
32. Bireyin sonucu itibarıyla menfaatini etkileyen bir davadan haberdar edilmeyerek davaya katılımının sağlanmaması ve mahkeme önünde argümanlarını öne sürme imkânından yoksun bırakılması mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil eder (Sema Calgav ve Oya Yamak, B. No: 2015/13950, 24/5/2018, § 46).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
33. Bireysel başvuruya dayanak davanın konusu ve uyuşmazlığın niteliği dikkate alındığında başvurucunun belirtilen davanın sonucundan doğrudan etkileneceği, bu itibarla davaya katılımında hukuki yararının bulunduğu ilk bakışta ve çok açık bir şekilde görülmektedir. Başvurucunun davalı İdare ile kesişen ve örtüşen birtakım menfaatlerinin bulunduğu açıktır. Davalı İdare tarafından atama işleminin iptal edilmemesine ilişkin olarak gerekli savunmayı yapmış olduğu değerlendirilse bile başvurucunun davanın aleyhe neticelenmesi ihtimalinde en fazla etkilenecek taraf olması sebebiyle savunma yapma ve delillerini sunması durumunda yargılamanın seyrinin değişebileceği ihtimali gözönünde bulundurulmalıdır. Bu bağlamda dava konusu edilen atama işleminin iptalini gerektirecek herhangi bir hukuka aykırılık unsuru bulunmadığına dair başvurucunun da ileri sürülebileceği ilave birtakım iddiaların olabileceği öngörülebilir bir durumdur.
34. Nitekim Mahkeme tarafından davanın sonucundan doğrudan etkilenecek başvurucuya davanın ihbar edilmesi için tebligat çıkarılmıştır. Fakat söz konusu tebligat başvurucunun ameliyatta olması sebebiyle sorumlu hemşiresi O.A.ya tebliğ edilmiştir. Başvurucu; davanın ihbarına ilişkin bu olayları davanın kesinleşmesi üzerine iptal kararının icrası aşamasında öğrendiğini iddia etmekte, başvuruya konu yargılamaya katılamadığından şikâyet etmektedir.
35. Tebligata ilişkin mevzuatın yorumlanmasının öncelikle derece mahkemelerine ait bir yetki olduğu vurgulanmalıdır. Ancak derece mahkemelerinin yorumunun muhatabın mahkemeye erişim hakkını sınırlaması halinde bu yorumun etkilerini incelemek Anayasa Mahkemesinin görevindedir.
36. 7201 sayılı Kanun'un 18. maddesinde içine serbestçe girilemeyen veya arananın kolayca bulunmasının mümkün olmadığı yerlerde, o yerin idarecisi veya muhatabın bulunduğu kısmın amirinin tebligatın yapılmasını temin edeceği, muhataba tebliğinin temininin mümkün olmaması durumunda tebliğin amire yapılacağı düzenlenmiştir. Kanun'un başvurucunun da görev yaptığı hastane gibi yerlerde yapılacak tebliğlerde söz konusu yere serbestçe girilememesi ve muhataba ulaşmanın zorluğu sebebiyle tebliğin muhatabın amiri olan kişi tarafından sağlanması veya muhatabın amirine yapılmasını öngörmesi karşısında sorumluluğun büyük oranda muhatabın amirine yüklendiği görülmektedir. Kanun'un tebliğin amire yapılması durumunda muhatabın tebligattan haberdar edilmesinin amir tarafından sağlanacağını öngördüğü anlaşılmaktadır. Bu durumda amirin kim olduğu, tebligatın muhatabın gerçek amirine yapılıp yapılmadığının belirlenmesi dolayısıyla tebligatın usulüne göre yapılmış olması açısından önemli olduğu görülmektedir.
37. Başvuruya konu olayda Mahkeme davanın ihbarına ilişkin yazıyı davanın sonucundan doğrudan etkilenecek olan başvurucuya tebliğe çıkarmış fakat tebligatın başvurucunun gerçekten amiri olan kişiye yapılıp yapılmadığını tartışmamıştır.
38. Bu durumda derece mahkemesinin 2577 sayılı Kanun'un 31. maddesindeki davanın ihbarına ilişkin usul hükümlerini gerektiği şekilde yerine getirmemesi nedeniyle mahkeme huzurunda argümanlarını öne sürme imkânından yoksun bırakılmasının başvurucuya aşırı ve orantısız bir külfet yüklediği, bu sebeple başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.
39. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
40. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
41. Başvurucu, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
42. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
43. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
44. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
45. İncelenen başvuruda mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
46. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Trabzon İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
47. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
48. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL bireysel başvuru harcından oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Trabzon İdare Mahkemesine (E.2016/403, K.2016/1354) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
SINIRLI SORUMLU YENİ MAVİ AY KONUT YAPI KOOPERATİFİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2018/8474)
 
Karar Tarihi: 12/1/2022
R.G. Tarih ve Sayı: 31/3/2022 - 31795
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR


 
Başkan:Kadir ÖZKAYA
Üyeler:Engin YILDIRIM
  Rıdvan GÜLEÇ
  Yıldız SEFERİNOĞLU
  Basri BAĞCI
Raportör:Tuğba TUNA IŞIK
Başvurucu:Sınırlı Sorumlu Yeni Mavi Ay Konut Yapı Kooperatifi
Vekili:Av. İbrahim Burhan ÖZTÜRK
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, temyiz talebinin süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 19/3/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu Kooperatif ile Y.E. ve diğer arsa sahipleri arasında arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi imzalanmıştır.
9. Y.E., inşaatın sözleşmede belirtilen tarihte bitirilmediği ve sözleşmede belirtilen yükümlülüklerin yerine getirilmediği gerekçesiyle başvurucu Kooperatif aleyhine Kuşadası 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) E.2004/518 numarası üzerinden 27/5/2004 tarihinde dava açmıştır. Söz konusu davada başvurucu Kooperatifi, vekil olarak avukat G.T. temsil etmeye başlamıştır.
10. Mahkeme 19/6/2008 tarihli kararıyla E.2004/518 numaralı davanın kısmen kabulüne karar vermiştir.
11. Başvurucu Kooperatif E.2004/518 numaralı dosya kapsamında avukat G.T.yi 10/9/2008 tarihli azilname ile vekâletten azletmiştir. Avukat G.T., Mahkemeye hitaben yazdığı 12/9/2008 tarihli dilekçe ile E.2004/518 sayılı dosya kapsamında başvurucu Kooperatif tarafından azledilmesi sebebiyle anılan dosyadan istifa ettiğini bildirmiştir.
12. Başvurucu Kooperatifin temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 15. Hukuk Dairesi tarafından verilen 29/12/2009 tarihli bozma kararı başvurucu Kooperatifin vekili olarak avukat İ.B.Ö.ye tebliğ edilmiştir. Bozma kararı üzerine yargılamaya E.2010/445 numarası üzerinden devam edilmiştir.
13. Y.E. Kuşadası 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde E.2013/74 sayılı dosyasıyla 27/5/2004 tarihinden dava tarihine kadar olan kira tazminatının talebiyle başvurucu Kooperatif aleyhine dava açmıştır. Anılan dosyada başvurucu Kooperatif, avukat İ.B.Ö. tarafından temsil edilmiştir. 25/4/2013 tarihli karar ile dava dosyasının E.2010/445 sayılı dosya ile birleştirilmesine karar verilmiştir.
14. Y.E. Kuşadası 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2012/133 sayılı dosyası ile son dava tarihinden bu dava tarihine kadar kira tazminatı ve meskenlerin kullanılabilir hâle getirilmesi için yapılması gereken eksik ve kusurlu işler, tamir ve bakım giderinin tahsili talebiyle başvurucu Kooperatif aleyhine dava açmıştır. Anılan dosyada 27/3/2013 tarihli karar ile davanın E.2010/445 sayılı dosya ile birleştirilmesine ilişkin gerekçeli kararda ve dosya kapsamında başvurucu Kooperatifin herhangi bir avukatla temsil edilmediği görülmüştür.
15. Başvurucu Kooperatif ise taşınmazdaki kendisine ait meskenlerin bir oran dâhilinde tespiti ve kendisi adına pay olarak tesciline karar verilmesi talebiyle Kuşadası 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde E.2005/307 numarası ile Y.E. ve diğer arsa sahiplerine karşı dava açmıştır. 15/5/2013 tarihli karar ile davanın E.2010/445 sayılı dava ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Gerekçeli kararda başvurucu vekili olarak avukat G.T. gösterilmiştir. İlgili tebligatların avukat G.T.ye çıkarıldığı tespit edilmiştir.
16. Mahkeme asıl dava dosyası olan E.2010/445 sayılı dosya üzerinden yaptığı yargılama sonunda 9/12/2014 tarihli kararıyla E.2013/74, E.2012/133 ve E.2010/445 sayılı davaların kısmen kabulüne, birleşen E.2005/307 sayılı dava yönünden ise henüz tekemmül etmemiş olması nedeniyle daha sağlıklı karar verilebilmesi için E.2010/445 sayılı dosyadan ayrılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararda yargılamaya konu tüm dava dosyalarında başvurucu Kooperatifin vekilleri olarak avukat G.T. ile avukat İ.B.Ö. gösterilmiştir. Tebligat evrakından edinilen bilgiye göre gerekçeli kararın avukat G.T.ye 28/1/2015 tarihinde, avukatİ.B.Ö.ye ise 9/2/2015 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmıştır.
17. Başvurucu Kooperatif vekili avukat İ.B.Ö. mahkeme kararına karşı 20/2/2015 tarihinde Yargıtay 23. Hukuk Dairesine (Daire) temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde, mahkeme kararının 10/2/2015 tarihinde tebliğ edildiğini belirtmiş; temyize konu dava dosyalarının E.2010/445, E.2012/133 ve E.2013/74 sayılı dosyalar olduğunu vurgulamıştır.
18. Mahkeme kararı Y.E. tarafından da temyiz edilmiştir. Dilekçede, temyize konu kararların E.2010/445, E.2012/133 ve E.2013/74 sayılı dosyalar olduğu belirtilmiştir.
19. Daire 23/2/2017 tarihli kararıyla davacı Y.E.nin temyiz itirazlarının bir kısmının kabulüyle mahkeme kararının bozulmasına, başvurucu Kooperatifin temyiz başvurusunun ise süresinde olmadığı gerekçesiyle reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin başvurucu Kooperatifin temyiz başvurusu ile ilgili kısmı şöyledir:
"Asıl ve birleşen 2012/133 E., 2013/74 E. sayılı dosyalarda davalı-birleşen 2005/307 E. sayılı dosyada davacı vekilinin temyiz istemi yönünden; Mahkeme kararı temyiz eden kooperatif vekiline 28.01.2015 günü tebliğ edildiği halde, temyiz dilekçesi yasal 15 günlük süreden sonra, 20.02.2015 tarihinde verilmiştir."
20. E.2005/307 sayılı dosyada başvurucu Kooperatif vekili avukat G.T. tarafından 12/12/2017 tarihli dilekçe ile Mahkemeden gerekçeli karardaki maddi hatanın düzeltilmesi ve tefrik edilen dosyanın kesinleştirilerek mahkemesine gönderilmesi talep edilmiştir. Söz konusu dilekçede, avukat G.T.nin sadece E.2005/307 sayılı dosyada başvurucu Kooperatifin avukatı olduğu ve E.2005/307 sayılı dosya hakkında verilen tefrik kararı hakkında temyiz taleplerinin bulunmadığı belirtilmiştir.
21. Başvurucu vekili İ.B.Ö. karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Dilekçede; gerekçeli kararı 10/2/2015 tarihinde tebliğ aldığını, 20/2/2015 tarihinde temyiz dilekçesi sunduğunu, bu nedenle temyiz talebinin süresinde yapıldığını ifade etmiştir. Başvurucu vekili davalar birleşmeden önce diğer dosyada Kooperatifin vekilliğini yapan avukatla hiçbir şekilde bağı ve ilgisinin olmadığını, söz konusu avukatın bürosunun Kuşadası'nda, kendi bürosunun ise İzmir'de olduğunu vurgulamıştır.
22. Daire 20/11/2017 tarihli kararıyla başvurucunun karar düzeltme talebinin reddine karar vermiştir.
23. Karar düzeltme kararı başvurucuya 19/2/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.
24. Başvurucu 19/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
25. Dairenin bozma kararı sonrası yargılamaya Mahkemenin E.2017/653 sayılı dosyası üzerinden davam edilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. İlgili Mevzuat
26. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
 (2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur....
 (3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır."
27. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 432. maddesinin birinci fıkrası şu şekildedir:
“Temyiz süresi on beş gündür. Temyiz süreleri, ilâmın usulen taraflardan her birine tebliği ile işlemeye başlar.”
..."
28. 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 11. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır.
..."
29. 6100 sayılı Kanun'un "Birden fazla vekil görevlendirilmesi" kenar başlıklı 75. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Dava için birden fazla vekil görevlendirilmiş ise vekillerden her biri, vekâletten kaynaklanan yetkileri, diğerinden bağımsız olarak kullanabilir..."
30. 6100 sayılı Kanun'un "Vekâletnamenin ibrazı" kenar başlıklı 76. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Avukat, açtığı veya takip ettiği dava ve işlerde, noter tarafından onaylanan ya da düzenlenen vekâletname aslını veya avukat tarafından onaylanmış aslına uygun örneğini, dava yahut takip dosyasına konulmak üzere ibraz etmek zorundadır.
..."
31. 6100 sayılı Kanun'un "Vekâletnamesiz dava açılması ve işlem yapılması" kenar başlıklı 77. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Vekâletnamesinin aslını veya onaylı örneğini vermeyen avukat, dava açamaz ve yargılamayla ilgili hiçbir işlem yapamaz...."
32. 6100 sayılı Kanun'un "Davaların birleştirilmesi" kenar başlıklı 166. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Aynı yargı çevresinde yer alan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılmış davalar, aralarında bağlantı bulunması durumunda, davanın her aşamasında, talep üzerine veya kendiliğinden ilk davanın açıldığı mahkemede birleştirilebilir...."
33. 6100 sayılı Kanun'un "Davaların ayrılması" kenar başlıklı 167. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, yargılamanın iyi bir şekilde yürütülmesini sağlamak için, birlikte açılmış veya sonradan birleştirilmiş davaların ayrılmasına, davanın her aşamasında, talep üzerine veya kendiliğinden karar verebilir. Bu durumda mahkeme, ayrılmasına karar verilen davalara bakmaya devam eder."
B. Yargıtay İçtihadı
34. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 23/9/2019 tarihli ve E.2016/9394, K.2019/16511 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Vekilin umumî vekâletname ile yetkilendirilmiş olması, müvekkilin talimatı olmadan tüm davaları takip etme yetki ve zorunluluğunu ona yüklemez. Örneğin, hakkında icra takibi yapılan borçlu, vekili aracılığıyla takibe itiraz etmiş olsa dahi, alacaklının açtığı “itirazın iptali davası” bakımından, borçlunun takibe itiraz aşamasında tayin ettiği vekilin, bu davada da yetkili bulunup bulunmadığı davanın açılması sırasında belirli olmadığından, dava dilekçesinin vekil yerine asile tebliği gerekir. Aksi takdirde usulüne uygun şekilde taraf teşkili sağlanmış olmaz. Bu itibarla bir davada vekilin temsil yetkisinin olup olmadığı mahkemece kendiliğinden araştırılmalıdır (Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 02.11.2004 tarih ve 2004/2041-5550 sayılı kararı).
..."
35. Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 28/6/2018 tarihli ve E.2017/4624, K.2018/5735 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...Somut olayda, Mahkemenin 2011/594 Esas sayılı asıl davasının davalısı olan [Y. A.]'yı bu davada temsil eden avukatların Av. [H.A.B.] ile Av. [E.A.] oldukları, mahkemenin gerekçeli kararının bu vekiller adına tebliğe çıkartılarak tebliğ edildiği, bu dava ile birleştirilmesine karar verilen Ankara 19. İş Mahkemesinin 2012/1164 Esas sayılı davasında ise asıl davanın davalısı [Y. A.]'nın davacı konumunda bulunduğu ve birleşen davada [Y.A.]'nın Av.[A. E.]'nin temsil ettiği, bu nedenle birleşen davada [Y. A]'nın vekili olan Av. [A. E.] adına da gerekçeli kararın tebliğ edilmesi gerektiği ve [Y.A.] vekili Av. [A. E.]'nin durumu öğrenmesinden sonra süresinde kararı temyiz ettiği anlaşıldığından mahkemenin adı geçen vekilin temyiz talebinin reddine ilişkin EK KARARIN KALDIRILMASINA,
..."
36. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 16/6/2017 tarihli ve E.2015/299, K.2017/3580
sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...Hukuk Muhakemeleri Kanununun 166. maddesi hükmü gereğince, davaların aralarında bağlantı bulunması, biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek durumda olması halinde davaların birleştirilmesine karar verilmesi gerektiğinde kuşku yoktur.
Öte yandan, birleştirilen davaların ayrı dava olma özelliğini koruduğu, her bir dava hakkında ayrı ayrı hüküm oluşturmak gerektiği de açıktır...."
37. Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 13/5/2014 tarihli ve E.2013/6953, K.2014/3300 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...Kabule göre de; ayrı ayrı açılıp birleştirilen davalar, ayrı dava olma özelliğini koruduğundan, her bir dava için ayrı ayrı hüküm kurulması gerekirken, tek bir dava varmış gibi hükme varılması da usul ve yasaya aykırıdır...."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
38. Anayasa Mahkemesinin 12/1/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun iddiaları
39. Başvurucu söz konusu dosyaların vekilinin avukat İ.B.Ö. olduğunu, gerekçeli kararın 10/2/2015 tarihinde İ.B.Ö.ye tebliği üzerine süresinde temyiz başvurusunda bulunulduğunu izah etmiştir. Başvuruda E.2010/445 sayılı esas dosyanın eski numarasının 2004/518 olduğu, bu eski dosyanın vekili olan avukat G.T.yi 10/9/2008 tarihinde azlettiğini, G.T.nin sadece birleşen dosyalardan E.2005/307 sayılı dosyanın vekili olması dolayısıyla ilgili dosyanın tefrik edildiğini bildiren gerekçeli kararının 28/1/2015 tarihinde G.T.ye tebliğ edildiğini ifade etmiştir. Başvurucu, Dairenin temyiz süresinin hesabında asıl dosyada vekil olmayan avukata yapılan tebliğ tarihini esas almak suretiyle temyiz talebini süre aşımı nedeniyle reddettiğini belirterek mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
40. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı
42. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).
43. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
44. Mahkeme kararlarının hukuka uygun olup olmadığına yönelik uyuşmazlığın çözümlenmek üzere bir yargı makamı önüne taşınması kanun yoluna başvurma olarak nitelendirilmektedir. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Adil yargılanma hakkı bir mahkeme kararına karşı üst yargı yollarına başvurabilmeyi güvence altına almamakla birlikte gerek suç isnadına bağlı yargılamalarda gerekse medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalarda istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise bu kanun yolları yönünden de adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerin sağlanması gerekir (Hasan İşten, B. No: 2015/1950, 22/2/2018, § 37).
45. Başvurucunun temyiz başvurusunun süresinde yapılmadığı gerekçesiyle reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkına bir müdahale teşkil ettiği açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
46. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
47. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu nedenle öncelikle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekir.
48. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).
49. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).
50. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44). Kanunilik unsuru yönünden değerlendirme yapılırken derece mahkemelerince müdahaleye imkân tanıyan kanun hükümlerinin yorumu ve bu hükümlerin olaya uygulanması bariz takdir hatası ya da açık keyfîlik içermediği sürece bu alanda bir inceleme yapılması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Ancak derece mahkemelerinin müdahaleye imkân tanıyan kanun hükmünü açık bir biçimde hatalı yorumladıkları ve uyguladıklarının tespiti hâlinde müdahalenin kanunilik temelinden yoksun olduğu sonucuna ulaşılabilir (Ramazan Atay, B. No: 2017/26048, 29/1/2020, § 29).
51. Somut başvuruya konu olayda, Mahkemenin E.2014/518 sayılı davayla ilgili yürütülen yargılamada başvurucu Kooperatif avukat G.T. tarafından temsil edilmeye başlanmışsa da başvurucu Kooperatifin 10/9/2008 tarihli azilname ile avukat G.T.yi söz konusu dava dosyası kapsamında azlettiği anlaşılmaktadır. Dairenin bozma kararı üzerine E.2010/445 sayılı dosya üzerinden devam eden yargılamada başvurucu Kooperatif avukat İ.B.Ö. tarafından temsil edilmiştir. E.2010/445 sayılı davanın davacısı tarafından başvurucu Kooperatife karşı açılan davalardan 3. Asliye Hukuk Mahkemesindeki E.2013/74 sayılı davada başvurucunun avukat İ.B.Ö. tarafından temsil edildiği anlaşılmış, 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan E.2012/133 sayılı davada ise başvurucu Kooperatifin herhangi bir vekille temsil edildiği tespit edilememiştir. Başvurucu Kooperatifin 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2005/307 sayısı ile davacı Y.E. ve diğer arsa sahiplerine karşı açtığı davada ise başvurucu Kooperatif avukat G.T. tarafından temsil edilmiştir.
52. Farklı mahkemelerde açılmış üç ayrı davanın (E.2013/74, E.2012/133 ve E.2005/307)aralarında bağlantı bulunması sebebiyle E.2010/445 sayılı dava dosyası ile birleştirilerek yargılamaya devam edildiği görülmüştür. Yargılamayı yapan Mahkemenin gerekçeli kararda birleşen her bir dava dosyası hakkında ayrı hüküm kurmuş olduğu görülmekle birlikte Dairenin de bozma kararında birleşen her bir dava hakkında ayrı değerlendirme yaptığı anlaşılmıştır. Bu durumun Yargıtay içtihatlarında da belirtilen birleşen davaların her birinin ayrı dava olma özelliğini koruduğuna yönelik kararlarının bir göstergesi niteliğinde olduğu değerlendirilmiştir. Öyle ki 6100 sayılı Kanun'un 167. maddesinde birleştirilmiş davaların ayrılabilmesine ilişkin düzenleme yer almaktadır. Somut olayda da görüldüğü üzere Mahkeme tarafından birleşen E.2005/307 sayılı dosyanın tekemmül etmemiş olması nedeniyle daha sağlıklı karar verilebilmesi için E.2010/445 sayılı dosyadan ayrılmasına karar verilmiştir.
53. 6100 sayılı Kanun'un 71. ve devamındaki maddelerinde "Davaya vekalet" kenar başlığı ile düzenleme yapılmakla ve 76. maddesinde avukatın takip edeceği her iş ve dava için vekâletname vermesi gerektiği belirtilmekle vekâletin her bir iş ve davaya özgü olmak üzere verilmesi gerektiği anlaşılmıştır. Aynı Kanun'un 77. maddesinde vekâletnamenin aslını veya onaylı örneğini vermeyen avukatın yargılamayla ilgili hiçbir işlem yapamayacağı düzenlenmiştir. Başvuruya konu olayda asıl dava yönünden başvurucu Kooperatif avukat G.T. tarafından temsil edilmeye başlanmışsa da yargılamanın ilerleyen aşamalarında G.T.nin başvurucu tarafından azledilmesi üzerine avukat İ.B.Ö.nün yetkilendirildiği, avukat İ.B.Ö.nün sadece asıl dava yönünden değil birleşen dava (E.2013/74 sayılı dosya) kapsamında da başvurucu Kooperatifi temsile yetkisinin bulunduğu, dolayısıyla anılan dava dosyaları kapsamında başvurucu adına usule ilişkin işlemler yapma yetkisine sahip olduğu anlaşılmıştır. Diğer bir ifadeyle anılan dava dosyaları ile ilgili olarak avukat G.T.nin başvurucuyu temsilen işlem yapma yetkisinin olmadığı görülmüştür.
54. 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesine göre vekil ile temsil edilen işlerde tebligatın vekile yapılması gerektiği düzenlenmiştir. Bu durumda vekil ile temsil edilen dava ve işlerde tebligatın yapılacağı vekilin ilgili iş ile yetkilendirilmiş vekil olduğu konusunda şüphe bulunmamaktadır. 1086 sayılı mülga Kanun'da temyiz süresinin ilamın usulen taraflardan her birine tebliği ile başlayacağı belirtilmiştir. Bu durumda temyiz süresinin davayı temsile yetkili olmayan avukata yapılan tebliğ tarihinin esas alınması suretiyle başlatılmasının ve Dairenin başvurucunun temyiz talebini süresinde olmadığı gerekçesiyle reddetmesinin kanuni dayanağının bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
55. Yukarıda açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
56. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
57. Başvurucu ihlalin tespiti ve yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.
58. Anayasa Mahkemesi Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeleri belirlemiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
59. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
60. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
61. İncelenen başvuruda başvurucunun temyiz isteğinin süreden reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin Daire kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
62. Bu durumda gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin temyiz incelemesi yapılması amacıyla Yargıtay 23. Hukuk Dairesine iletilmek üzere Kuşadası 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
63. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla ilgili Yargıtay 23. Hukuk Dairesine iletilmek üzere Kuşadası 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2010/445, K.2014/667) GÖNDERİLMESİNE,
D. Dosyadaki belgelerden tespit edilen294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/1/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x
SARAL KARDEŞLER SUÇ ÖRGÜTÜNE ŞAFAK OPERASYONU
SARAL KARDEŞLER SUÇ ÖRGÜTÜNE ŞAFAK OPERASYONU
KADINI 4.KATTAN ATAN AVUKAT ÖNCE GÜLÜP SONRA MÜZİK AÇMIŞ
KADINI 4.KATTAN ATAN AVUKAT ÖNCE GÜLÜP SONRA MÜZİK AÇMIŞ