Ceza Davasıyla Bağlantılı Davalarda Masumiyet Karinesinin İhlali

Ceza Davasıyla Bağlantılı Davalarda Masumiyet Karinesinin İhlali
07 Ekim 2023 - 11:47

Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin bir gereğini oluşturmaktadır.

Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki boyutu bulunmaktadır. Birincisi kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Bu husus, tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar.
Güvencenin ikinci boyutu ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir.
İdari makamlarca veya mahkemelerce salt bir kimsenin suç isnadı altında olduğunun ifade edilmesi masumiyet karinesini zedelemez. Bu bakımdan kişinin suç isnadı altında olduğunun belirtilmesi ile hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmadığı hâlde onun mahkûm olduğunun kesin bir dille ifade edilmesi veya bu yönde kanaat oluşmasına yol açacak nitelikte açıklamalarda bulunulması arasındaki ayrıma özen gösterilmelidir.
İlgili Kararlar
♦ (Ramazan Tosun, B. No: 2012/998, 7/11/2013)  (Beraat)
♦ (E.Ş., B. No: 2014/682, 19/11/2014)  (Beraat)
♦ (Münür İçer, B. No: 2012/584, 12/3/2015)  (Beraat)

♦ (Oğuz Tiftikçier, B. No: 2013/2091, 4/11/2015)  (HAGB)
♦ (Ayşedudu Özkan ve diğerleri, B. No: 2013/2008, 5/11/2015)  (Düşme)
♦ (Sebğatullah Altın, B. No: 2013/1503, 2/12/2015)  (Düşme)

♦ (Ömer Aybar, B. No: 2013/6974, 14/4/2016)  (HAGB)
♦ (Tamer Karslıoğlu, B. No: 2014/2452, 20/7/2017)  (Düşme)

♦ (Emre Cenik, B. No: 2015/19678, 19/4/2018)  (HAGB)
♦ (M.A., B. No: 2015/19048, 24/5/2018)  (HAGB)
♦ (Mehmet Akif Korkmaz, B. No: 2015/16027, 13/9/2018)   (HAGB)
♦ (Nejat Yurdunkulu, B. No: 2015/1672, 13/9/2018)  (HAGB)
♦ (Turgut Duman, B. No: 2014/15365, 29/5/2019)  (HAGB)

♦ (Serdar Taşcı, B. No: 2016/517, 23/6/2020)  (Düşme)
♦ (Barış Baş [GK], B. No: 2016/14253, 2/7/2020)  (Beraat)
♦ (Hüseyin Sezer [GK], B. No: 2016/13566, 2/7/2020)  (Beraat)
♦ (Ahmet Erdemir, B. No: 2016/10891, 9/9/2020)  (HAGB)
♦ (Vahdet Özler, B. No: 2017/14699, 15/9/2020)  (HAGB)
♦ (Ekrem Aysu, B. No: 2018/13227, 15/12/2020)  (HAGB)

♦ (Ahmet Teyit Keşli (4), B. No: 2018/4502, 25/2/2021) (Düşme)
♦ (Abdülaziz Gökalp, B. No: 2018/23214, 25/2/2021) (HAGB)
♦ (B.S., B. No: 2020/8344, 26/7/2022) (Mahkumiyet)

---
 
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
RAMAZAN TOSUN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2012/998)
 
Karar Tarihi: 7/11/2013
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
 
 
Başkan:Serruh KALELİ
Üyeler:Mehmet ERTEN
  Zehra Ayla PERKTAŞ
  Erdal TERCAN
  Zühtü ARSLAN
Raportör:Recep ÜNAL
Başvurucu:Ramazan TOSUN
Vekili:Av. Cavit ÇALIŞ
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) uzman jandarma olarak görev yaparken resen emekliye sevk edilmesine dair işlemin iptali talebiyle açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) tarafından reddedilmesi ile anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 7/12/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 18/3/2013 tarihinde, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 26/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlık, yazılı görüşünü 28/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlığın görüş yazısı 14/9/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup, başvurucu tarafından 16/9/2013 tarihinde Bakanlık görüşüne cevap dilekçesi sunulmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 1994 yılında Uzman Jandarma Okulunu bitirerek TSK’da göreve başlamıştır.
9. Antalya 3. Piyade Er Eğitim Tugay Komutanlığı Disiplin Mahkemesinin 25/8/2000 tarih ve E.2000/109, K.2000/107 sayılı kararı ile başvurucunun “asta hakaret” suçunu işlediği sabit görülerek 25 gün oda hapsi cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
10. Ayrıca, Isparta Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 13/3/2001 tarih ve E.2001/283, K.2001/71 sayılı kararı ile ayrı ayrı 17 defa “asta müessir fiil” suçunu işlediği sabit görülen başvurucunun 17 defa beş gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, hapis cezalarının paraya çevrilerek ertelenmesine karar verilmiştir.
11. Başvurucu hakkında 3/1/1999 tarihinde tevbih, 1/10/1999 tarihinde şiddetli tevbih, 29/5/2000 tarihinde iki gün göz hapsi, 22/8/2000 tarihinde üç gün göz hapsi, 10/8/2000 tarihinde 1/25 maaş kesintisi, 3/11/2000 tarihinde şiddetli tevbih, 7/4/2005 tarihinde 1/20 maaş kesintisi ve uyarı, 2/9/2005 tarihinde ikaz, 27/10/2006 tarihinde uyarı, 11/12/2007 tarihinde iki gün oda hapsi disiplin cezaları uygulanmıştır.
12. Sinop İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne gelen isimsiz bir ihbarda, bir şahsın üzerinde uyuşturucu madde bulundurduğunun bildirilmesi üzerine muhbirin tarif ettiği yerde kolluk görevlilerinin beklemeye başladıkları ve ihbardaki tarife uyan şahsın kolluk görevlilerini fark etmesi üzerine elindeki poşeti çöp kamyonuna attığı, çöp kamyonu durdurularak çöp poşetinin muhafaza altına alındığı ve içerisinde 1,8 kg esrar yapımında kullanılan bitki parçalarının bulunduğu, şüpheli şahsın kimlik kontrolü yapıldığında Sinop İl Jandarma Alay Komutanlığında görevli bir uzman çavuş olduğu ve asker kişi olması nedeniyle soruşturma işlemleri yapılmak üzere Garnizon Komutanlığına teslim edildiği, askeri makamlarca alınan 9/1/2008 tarihli ifadesinde kendisine bu esrar maddesini aynı birlikte görev yapan başvurucu ve bir üçüncü şahsın bıraktıklarını söylemesi ve alınan diğer ifadeler üzerine başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır.
13. 14/1/2008 tarihinde sıralı sicil üstlerince başvurucu hakkında Uzman Jandarma Atama ve Sicil Yönetmeliği’nin 70. maddesinin (b), (c) ve (e) bentleri gereğince “Silahlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir” kanaati içeren sicil belgesi düzenlenmiş, aynı Yönetmeliğin 71. maddesi gereğince oluşturulan komisyon tarafından ayırma işlemi yapılmasına karar verilmiş ve 1/2/2008 tarihinde Jandarma Genel Komutanı tarafından onaylanarak ayırma işlemi tamamlanmıştır. Ayırma işlemi başvurucuya 6/2/2008 tarihinde tebliğ edilmiştir.
14. Sinop Cumhuriyet Başsavcılığının 14/2/2008 tarih ve E.2008/133, K.2008/12 sayılı iddianamesi ile başvurucunun 8/1/2008 ve öncesi tarihlerde, “uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama, gece vakti hırsızlık, rüşvet almak ve vermek, iftira” suçlarını işlediği iddiası ile Sinop Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Ağır Ceza Mahkemesince, yargılama dosyasının başvurucuya isnat edilen “gece vakti hırsızlık ve iftira” suçlarına ilişkin kısmı ayrılarak E.2008/30 sırasına kaydı yapılmış, belirtilen dava dosyası görevsizlik kararı verilerek Sinop Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmiş ve eski dosya üzerinden diğer suçlar açısından yargılamaya devam etmiştir.
15. Başvurucu, ayırma işlemi tesis eden idareye yazdığı 22/2/2008 tarihli dilekçe ile TSK’dan ayırılmasının sebepleri ile ilgili bilgi ve belge istemiştir. Altında “(ad ve soyad)/J.Kurmay Albay/Personel Daire Başkanı” imza, isim, rütbe ve unvanları bulunan başlıksız bilgi yazısı ile ayırma gerekçeleri başvurucuya bildirilmiştir. Yazıda belirtilen ayırma gerekçeleri şöyledir:
“…
a. Müvekkilinizin ilişiğinin kesilmesine esas olan ‘Asta Müessir Fiil (37 kez)’ ve ‘Asta Hakaret’ suçlarından sonuçlanmış yargılamaları ile işlemiş olduğu (11) ayrı disiplin suç ve tecavüzü nedeniyle (3) uyarı, (1) ikaz, (2) şiddetli tevbih, 1/25 maaş katı, 1/20 maaş katı cezası ile toplam (5) gün göz ve (2) gün oda hapsi cezaları ile ‘Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde Ticareti Yapma veya Sağlama” suçundan ilişiğinin kesildiği tarih itibariyla devam eden soruşturmasının TSK’da görev yapmasını engelleyici nitelik ve nicelikte olduğuna karar verilmesi nedeniyle durumuna uyan ve Uzman Jandarma Atama ve Sicil Yönetmeliğinin 70’inci madde (b, c ve e) fıkraları gereğince hakkında Disiplinsizlik ve Ahlaki Durum nedeniyle TSK’den ilişik kesme işlemi tesis edilmiştir.”
16. Başvurucu, ayırma işleminin iptali talebiyle 4/4/2008 tarihinde AYİM’de dava açmış ve bu dava kapsamında yürütmenin durdurulmasını ve duruşma açılmasını talep etmiştir. Başvurucunun yürütmenin durdurulması talebi AYİM Birinci Dairesinin 15/4/2008 tarih ve E.2008/1121, K.2008/484 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
17. Yargılama sonucunda Ağır Ceza Mahkemesi, 30/5/2008 tarih ve E.2008/27, K.2008/50 sayılı kararı ile başvurucunun “uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama, rüşvet almak ve vermek” suçlarından delil yetersizliği nedeniyle beraatine karar vermiştir. Bu karar 9/6/2008 tarihinde kesinleşmiştir. Kararın gerekçesinin başvurucu ile ilgili kısmı şöyledir:
“…
Sanık Ramazan hakkında uyuşturucu madde ticareti yapmak, rüşvet almak suçlarından cezalandırılması talep edilmiş olup; sanığın müsnet suçları işlediğine dair sanık … sonradan kovuşturma aşamasında kabul etmediği soruşturma evresindeki beyanları nedeniyle hakkında dava açıldığı, kum işi nedeniyle rüşvet aldığı iddia edilen kişiler hakkında yakalama tutanaklarında isminin bulunduğu, rüşvet alan birinin bu şekilde tutanak tutmasının mümkün olmadığı, uyuşturucu madde ticareti konusunda da kendisinde herhangi bir şekilde uyuşturucu madde ele geçmediği anlaşılmakla suçlamalarla ilgili yeterli delil bulunmadığı,
…”
18. Başvurucu, kesinleşen beraat kararını da ibraz ederek 20/6/2008 tarihinde ikinci defa yürütmenin durdurulması talebinde bulunmuş ve bu talep de 1/7/2008 tarihinde AYİM Birinci Dairesi tarafından reddedilmiştir.
19. AYİM Birinci Dairesi, 17/3/2009 tarihinde duruşma açmıştır.
20. Öte yandan, “Gece vakti hırsızlık ve iftira” suçlarına ilişkin yargılama sonucunda Sinop Asliye Ceza Mahkemesi 19/4/2012 tarih ve E.2008/98, K.2012/191 sayılı kararı ile başvurucunun sözü edilen suçlardan delil yetersizliği nedeniyle beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin başvurucu ile ilgili kısmı şöyledir:
“…
Mahkememizce sabit kabul edilen oluşa göre, sanıklar Ramazan Tosun, … hakkında her ne kadar iftira suçundan kamu davası açılmış ise de; sanık ... aşamalardaki beyanları ile tanık … Sinop Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/27 esas sayılı yargılama dosyasındaki beyanlarının somut delillerle desteklenmemesi nedeniyle tüm dosya kapsamı itibariyle sanıkların üzerlerine atılı suçları işlediklerine dair her türlü şüpheden uzak yeterli ve inandırıcı delil elde edilemediğinden müsnet suçlardan ayrı ayrı beraatlerine;
Sanık Ramazan Tosun, … hakkında her ne kadar hırsızlık suçundan kamu davası açılmış ise de; sanıklar … hakkında deniz kıyısından kum altıklarından bahisle 20.12.2007, 08.06.2007, 16.10.2006, 29.06.2006, 17.06.2007, 29.06.2006 tarihli tutanakların düzenlendiği, eylemin idari nitelikte para cezasını gerektirdiğinden sanık … hakkında idari nitelikte para cezası düzenlendiği anlaşıldığından; sanıkların üzerlerine atılı kum hırsızlığı suçunun yasal unsurları oluşmadığından müsnet suçtan sanıkların ayrı ayrı beraatlerine karar vermek gerekmiş …”
21. Başvurucu, Sinop Asliye Ceza Mahkemesinin beraat kararının açıklandığı duruşma tutanağını 26/4/2012, gerekçeli kararı ise 8/6/2012 tarihinde AYİM Birinci Dairesine ibraz etmiştir.
22. Cumhuriyet Savcısı, Asliye Ceza Mahkemesinin beraat kararını, sanıkların iftira suçunu işledikleri sabit olduğu gerekçesiyle sanıklar aleyhine 22/5/2012 tarihinde temyiz etmiştir. Bu kapsamda yargılama süreci, iftira suçu bakımından henüz sona ermemiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir.
23. Yargılama sonucunda AYİM Birinci Dairesi, 26/6/2012 tarih ve E.2011/484, K.2012/759 sayılı kararı ile başvurucunun ayırma işleminin iptaline yönelik talebini oy çokluğu ile reddetmiş, karar başvurucuya 17/7/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
Kararın gerekçesi şöyledir:
“…
Davacı hakkında ‘uyuşturucu ticareti yapmak’, ‘rüşvet almak’, ‘gece vakti hırsızlık’ ve ‘iftira’ suçlarından dolayı kamu davası açıldığı ve yapılan ceza yargılaması sonucu tüm suçlardan beraat kararı verildiği anlaşılmakta ise de; davacının üç suçtan delil yetersizliği nedeniyle beraat ettiği, davacının toplumla yakın ilişki içinde bulunan bir jandarma personeli olarak içinde bulunduğu eylemlerin dava konusu işlem ve idare hukuku açısından ayrıca irdelenmesi gerekmektedir. Söz konusu suçlara bağlı eylemler hakkında beraat kararı verilen gerekçeli hükümler incelendiğinde, davacının içinde bulunduğu eylemlerin nitelik ve nicelik olarak, göz ardı edilemeyecek özellikte olduğu, tanık ifadeleri dikkate alındığında davacının bir TSK. personeli ve kolluk görevlisi olması açısından kabul edilemeyecek seviyede eylemler içinde bulunduğu, bu eylemler içinde bulunan davacının artık TSK.’de görev yapması olanağının ortadan kalktığı, davalı idare tarafından kullanılan takdir yetkisinin objektif sınırlar içinde kullanıldığı değerlendirilmekle, dava konusu işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
…”
Kararın karşı oy gerekçesi şöyledir:
“… Yönetmeliğinin 70’inci maddesinde, ayırma işlemi tesisinde, bulunduğu rütbe ve bir önceki rütbesine ait disiplinsizlik durumunun dikkate alınması gerektiği açık olarak belirtilmiştir. Bu madde kapsamına göre, davacının son iki rütbesinde, iki adet ‘uyarı’; bir adet ‘maaş kat’ı’; bir adet ‘ikaz’ ve ‘2 gün oda hapsi’ disiplin cezalarıyla cezalandırıldığı, ayırma işlemi tesis tarihinde yargılaması devam eden dört ayrı suçtan başka herhangi bir disiplinsizliğinin bulunmadığı görülmektedir. Diğer yandan davacı hakkında tesis edilen ayrıma işleminin sonradan beraatla sonuçlanan kamu davalarına dayandırıldığı tartışmasız bir gerçektir.
Davacının, sicil safahatı olarak ‘iyi’ derece bir sicil eğilimine sahip olduğu ve beş sicil döneminde belirtilen olumsuz kanaatlerin de, nitelik olarak vahim olmadığı anlaşılmaktadır. 16 adet takdirle taltif edilen davacının ayırma işlemine esas alınan dört ayrı suçtan da beraat ettiği, herhangi bir mahkumiyetinin bulunmadığı görülmektedir.
Bu çerçevede davacı hakkında tesis edilen ayırma işleminin ölçülülük ilkesi sınırları içinde kalmadığı, kamu yararı – birey yararı dengesinin korunamadığı ve takdir yetkisinin objektif sınırlar içinde kullanılmadığı, hakkında beraat kararı verilen suçlar nedeniyle içinde bulunduğu eylemlerin yorumlanarak davanın reddi cihetine gidilmesinin hukuken tartışmalı bir konuya işaret ettiği, dolayısıyla dava konusu ayırma işleminin iptaline karar verilmesi kanaatinde olduğumdan aksi yönde oluşan sayın çoğunluk kararına katılamadım.”
24. Başvurucu, 18/7/2012 tarihinde, karar düzeltme yoluna başvurmuştur. Bu süreçte, AYİM Başsavcılığının 13/9/2012 tarihli düşüncesi 25/9/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
25. Başvurucu, Başsavcılık düşüncesine karşı beyanlarını 26/9/2012 tarihinde AYİM Birinci Dairesine sunmuştur.
26. AYİM Birinci Dairesinin 19/10/2012 tarih ve E.2012/1340, K.2012/1106 sayılı kararı ile başvurucunun karar düzeltme talebi reddedilmiş ve bu karar başvurucuya 15/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
27. Başvurucu 7/12/2012 tarihinde, Anayasa Mahkemesine süresi içerisinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
28. Uzman Jandarma Atama ve Sicil Yönetmeliği’nin “Disiplinsizlik ve ahlâkî durumları nedeniyle ayırma usulleri” kenar başlıklı 70. maddesi şöyledir:
“Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlâkî durumları gereği Silâhlı Kuvvetlerde kalmaları, bulunduğu rütbeye veya bir önceki rütbesine ait bir veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyen uzman jandarmalar hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır :
a. Disiplin bozucu hareketlerde bulunması, ikaz ve cezalara rağmen ıslah olmaması,
bHizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve hareketlerini ikazlara rağmen düzenleyememesi,
cAşırı derecede menfaatine, içkiye, kumara düşkün olması,
d. Nafaka, trafik kazası, doğal afet, personelin öngöremediği şekilde ülke genelinde yaşanan olağanüstü ekonomik dalgalanmalar, ani devalüasyonlar, sağlık ve tedavi giderleri ile kefillik ve benzeri zorunluluk halleri hariç olmak üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarını zedeleyecek şekilde aşırı derecede borçlanmaya düşkün olması ve bu borçlarını ödememeyi alışkanlık haline getirmesi,
eTürk Silâhlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlâk dışı hareketlerde bulunması,
f. Tutum ve davranışları ile yasa dışı siyasî, yıkıcı, bölücü, irticaî ve ideolojik görüşleri benimsediği, bu gibi faaliyetlerde bulunduğu veya karıştığı anlaşılanlar.”
29. Uzman Jandarma Atama ve Sicil Yönetmeliği’nin “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesi düzenlenmesi ve uygulanacak usuller” kenar başlıklı 71. maddesi şöyledir:
“Disiplinsizlik ve ahlaki durumları nedeniyle ayırma işlemine tabi tutulacak uzman jandarmalar hakkında ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ şeklindeki ayırma sicili, ancak askeri sicil üstlerince düzenlenir. Uzman jandarmalar hakkında bu şekilde, sicil belgesi düzenleyen sicil üstleri bilgilendirmek amacıyla durumu, sicil tanziminden hemen sonra gizli, kişiye özel bir yazıyla uzman jandarmanın birinci mülki sicil amirine bildirir.
Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesinin düzenlenmesinde, süre söz konusu olmayıp, her zaman düzenlenebilir. Temel nitelikler hariç olmak üzere, diğer niteliklere işaret konulmaz. Sicil üstleri, sicil belgelerinin temel nitelikler ve son bölümdeki kendilerine ait olan kanaat hanelerine bu Yönetmeliğin 70 nci maddesindeki disiplinsizlik ve ahlâkî durumlardan hangisine göre kesin kanaate vardıklarını belirttikten sonra ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ kanaatini yazarak imzalar ve gerekli belgeleri ekleyerek, bekletmeden sıralı sicil üstlerinin tümünün kanaatlerinin yazılmasını sağladıktan sonra, Jandarma Genel Komutanlığı Personel Başkanlığına gönderirler.
Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle hakkında ayırma sicil belgesi düzenlenen bir uzman jandarma hakkında, bu görüşe katılmayan sicil üstü, temel nitelikler hariç, niteliklere işaret koymaksızın sicil belgesinin kendisine ait olan kanaat hanesine, gerekçeli olarak ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir Kanaatine Katılmıyorum’ kanaatini yazar ve imza eder.
Jandarma Genel Komutanlığı Personel Başkanlığına gelen bu siciller, ilgili şubelerce karargâhta bulunan dosya ve diğer belgelerle karşılaştırılarak incelenir ve bunlar Kurmay Başkanının başkanlığında personel, istihbarat ve harekât başkanları, personel ve tayin dairesi başkanları ve gerekli gördükleri şube müdürleri ile kıdem, personel yönetim şube müdürleri ve adlî müşavir veya hukuk işleri müdüründen oluşan komisyona sevk edilir. Bu komisyon tarafından, düzenlenen sicilin kanun ve yönetmeliklere uygunluğu, ekli belgelerin yeterliliği ve geçerliliği yönünden incelendikten sonra bir değerlendirme yapılır. Gerekirse, sicil üstlerinin şifahî veya yazılı görüşleri alınır; bilgi veya belge isteğinde bulunulabilir. Komisyon, yapmış olduğu inceleme ve değerlendirme sonucunda almış olduğu kararı, bir tutanak ile Jandarma Genel Komutanının onayına sunar ve alınacak onaya göre işlem yapılır. Jandarma Genel Komutanı tarafından emekliliği uygun görülenlerin derhal ilişikleri kesilir. Emekliliği uygun görülmeyenlerin sicilleri, mazbata edilerek şahsî dosyalarına konur ve bunların görev yerleri değiştirilir. Kanaatlerin çoğunluğu ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ şeklinde bulunmayan sicil sahipleri ile kanaatlerin çoğunluğu veya tümü ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ şeklinde olmasına rağmen Jandarma Genel Komutanı tarafından emekliliği uygun görülmeyenlere, o sicil yılı içerisinde yeni atandığı görev yerindeki sıralı sicil üstleri tarafından normal sicil düzenlenir. Bu durumda bulunan Uzman Jandarmaların, ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ şeklinde düzenlenmiş sicilleri, ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ kanaatine (20), bu hükme katılmama kanaatlerinin her birine (60) numara verilmek suretiyle Personel Başkanlığınca nota çevrilir. Bu durumda bulunan uzman jandarmanın o yıl ki sicil notu, her iki sicil belgesinde tespit edilen not ortalamalarının ortalamasıdır. Bu Yönetmelikte belirtilen şartları sağlayamadığı için hakkında sicil belgesi düzenlenemeyenlerin o yıl ki sicil notu, ayırma sicil belgesindeki notudur. Sicil notunun yukarıdaki şekilde hesaplanması ile bulunan sicil notuna göre o uzman jandarmanın o yıl kademe ilerlemesi yapıp yapamayacağı, Personel Başkanlığınca saptanır.
Bu maddede yazılı fiillerden dolayı hakkında ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili düzenlenmesi gereken Uzman Jandarmalardan mevcut belgelerin ast kademelere intikali sakıncalı görülenler hakkında, bu belgelere dayanarak en az Tugay/ Bölge/ Tümen Komutanı veya eşidi birlik, karargah ve kurum amiri ile Jandarma Genel Komutanı tarafından sicil düzenlenebilir. Bu şekilde düzenlenen sicillere yukarıda belirtilen esaslar doğrultusunda kesin işlem yapılır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 7/11/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 7/12/2013 tarih ve 2012/998 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
31. Türk Silahlı Kuvvetlerinde uzman jandarma olarak görev yaparken resen emekliye sevk edilen başvurucu, bu işlemin iptaline ilişkin davanın reddine karar verilmeden önce AYİM Başsavcılığı tarafından hazırlanan yazılı düşüncenin kendisine tebliğ edilmeyerek savunma hakkının kısıtlandığını, bu şekilde Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
32. Başvurucu ayrıca, davalı İçişleri Bakanlığı lehine maktu vekâlet ücreti ödemeye mahkûm edilmesinin Anayasa’ya aykırı olduğunu iddia etmiştir. Anayasa’nın 13. maddesinde temel hak ve özgürlüklerin özlerine dokunulmaksızın ilgili maddelerde belirtilen nedenlere bağlı olarak ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamanın ölçülü olması gerektiği, Anayasa’nın 36. maddesinin de 13. madde kapsamında kaldığı, 36. maddede ise sınırlamaya ilişkin bir hüküm bulunmadığı ve bu çerçevede bu özgürlüğün kanunla dahi sınırlandırılamayacağı; ayrıca Anayasa’nın kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisini düzenleyen 91. maddesinin birinci fıkrasında Anayasa’nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel hakların kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyeceğinin hüküm altına alındığını, aksi düşünülse bile kanun hükmünde kararname düzenlemesinin ölçülü olmadığını, bu şekilde hak arama özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33. Başvurucu son olarak, açtığı iptal davasını reddeden AYİM’ce, gerekçe olarak beraat kararı ile sonuçlanan ceza davasına, bu kararın gerekçesine ve dosya kapsamındaki tanık beyanlarına atıf yapılarak Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Başsavcılık Düşüncesinin Tebliğ Edilmediği Şikayeti Yönünden
34. Başvurucu iptal davasının reddine karar verilmeden önce AYİM Başsavcılığı tarafından hazırlanan yazılı düşüncenin kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını, bu şekilde adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
35. Bakanlık görüş yazısında, silahların eşitliği ilkesinin adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olduğu, bu ilkenin davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına geldiği, ceza davalarının yanı sıra medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin hukuk davaları ve idari davalarda da bu ilkeye riayet edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Görüş yazısında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM), daha önce konuya ilişkin verdiği Miran/Türkiye kararında dosyaya ilişkin bağımsız bir inceleme yaparak görüşünü mahkemeye sunan AYİM Başsavcısının düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğinin tespit edildiği, Anayasa Mahkemesinin 16/5/2013 tarih ve 2013/1134 no.lu bireysel başvuru kararında da, Başsavcılık düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilerek incelemelerine sunulması ve karşı görüşlerini hazırlama imkânı verilmesinin adil yargılanma hakkının bir gereği olduğunu belirttiği bildirilmiştir. Bakanlık görüş yazısında ayrıca, AİHM’in, ilk derece yargılaması sırasında Başsavcılık görüşü kendisine tebliğ edilmiş olsaydı, mahkeme önünde dile getiremediği hangi ilave tezleri ileri süreceğine dair başvurucu tarafından herhangi bir açıklamada bulunulmadığı durumda, başvurucunun ilk derece yargılaması sırasında Başsavcılık düşüncesinin önceden tebliğ edilmemesi sebebiyle yargılamanın sonucunu etkileyecek usuli bir imkândan mahrum bırakıldığının söylenemeyeceğine karar verdiği, başvuruya konu olayda başvurucu tarafından ilk derece yargılaması sırasında Başsavcılık görüşü kendisine tebliğ edilmiş olsaydı hangi ilave tezleri ileri süreceği yönünde herhangi bir açıklamada bulunmadığı, başvurucunun Başsavcılığın görüşünün kendisine tebliğ edilmeyerek silahların eşitliği ve çekişmeli yargılama ilkelerine yönelik ihlal iddialarının bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiği bildirilmiştir.
36. Başvurucu cevap dilekçesinde, AİHM içtihatlarına göre AYİM’deki davada Başsavcılık görüşünün davacıya tebliğ edilmemesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlali sonucunu doğurduğunu, bu yönüyle AİHM kararlarının, iddialarındaki haklılığı ortaya koyduğunu bildirmiştir.
37. Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri silahların eşitliği ilkesidir. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelmektedir. Bu ilke idari nitelikli davalarda da geçerli olup, Başsavcılık görüşünün önceden taraflara tebliğ edilerek incelemelerine sunulması ve karşı görüşlerini hazırlama imkânı verilmesinin silahların eşitliği ilkesinin ve dolayısıyla adil yargılanma hakkının bir gereğidir. AİHM de AYİM Başsavcısının görüşünün önceden taraflara tebliğ edilmemesinin Sözleşmenin 6. maddesini ihlal ettiğine karar vermiştir (Miran/Türkiye, B.No: 43980/04, 21/4/2009). Bunu dikkate alan kanun koyucu yasal değişikliğe gitmiş ve 3/6/2012 tarih ve 28312 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 22/5/2012 tarih ve 6318 sayılı Kanun’un 60. maddesi ile 1602 sayılı Kanun’un 47. maddesine Başsavcılık düşüncesinin Genel Sekreterlikçe taraflara tebliği ve tebliğden itibaren yedi gün içerisinde tarafların cevaplarını yazılı olarak Mahkemeye bildirebilmesi imkanı öngören bir kural eklenmiştir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32 - 36).
38. Başvuru konusu olayda başvurucu, 18/7/2012 tarihinde, AYİM’in davanın reddine dair kararına karşı karar düzeltme yoluna başvurmuştur. Bu talebe karşı AYİM Başsavcılığı 3/9/2012 tarihli yazı ile düşüncesini bildirmiştir. Başsavcılık düşüncesi şöyledir:
“… davacının davasını açtığı tarihte geçerli hukuki koşullara göre; MSB aleyhine açtığı davada haksız çıkması halinde vekalet ücreti ödemesinin gerekli olmadığı gözetildiğinde; davası görülürken 02.11.2011 tarihli ve 659 sayılı KHK ile getirilen düzenlemelerin kendisine uygulanmasının mümkün olmadığı değerlendirilmiştir. Bu itibarla iptal davasının esastan reddedilmesi ile beraber davalı idare lehine vekalet ücretine hükmedilmiş olması hukuka aykırıdır.
… ancak, davalı idare lehine vekalet ücretine hükmedilmiş olması hukuka aykırı olduğundan karar düzeltme isteminin bu yönüyle KABULÜNE karar verilmesinin gerektiği düşünülmektedir.”
39. Görüldüğü üzere vekalet ücreti yönünden karar düzeltme talebinin kabulüne karar verilmesi gerektiği yönünde olan ve bu itibarla başvurucunun kısmen lehine olan Başsavcılık düşüncesi 25/9/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu, Başsavcılık düşüncesine karşı beyanlarını 26/9/2012 tarihinde AYİM Birinci Dairesine sunmuştur. Bu çerçevede ilk derece yargılamasındaki Başsavcılık görüşünün tebliğ edilmemesi ile doğduğu iddia edilen usuli eksiklik, aynı daire tarafından yapılan karar düzeltme incelemesi aşamasında giderilmiştir. Ayrıca Başsavcılığın bu görüşünün ilk derece yargılaması sırasında verilen görüş ile uyumlu olduğu, başvurucunun aleyhine ilave tez ileri sürülmediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucu ilk derece yargılaması aşamasında tebliğ edilmemiş olsa bile karar düzeltme aşamasında aynı mahiyette olan Başsavcılık görüşünden haberdar olmuş ve buna yönelik görüşlerini hazırlama ve mahkemeye sunma imkânı bulmuştur.
40. Ayrıca başvurucu, ilk derece yargılaması aşamasında Başsavcılık görüşü kendisine tebliğ edilmiş olsaydı mahkeme önünde dile getiremediği ve sonuca etki edebilecek mahiyette ilave tez veya deliller konusunda herhangi bir açıklamada da bulunmamıştır.
41. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde başvurucunun ilk derece yargılaması sırasında Başsavcılık düşüncesinin önceden tebliğ edilmemesi sebebiyle yargılamanın sonucunu etkileyecek usuli bir imkândan mahrum bırakılması söz konusu olmadığından, başvuru konusu usuli eksikliğin silahların eşitliği ilkesini ihlal ettiği söylenemez.
42. Açıklanan nedenlerle, başvuru konusu AYİM yargılaması kapsamında silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edilmediği anlaşıldığından başvurunun, Başsavcılık düşüncesinin tebliğ edilmediği şikâyeti yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Başvurucu Aleyhine Maktu Vekâlet Ücretine Hükmedildiğine İlişkin Şikayet Yönünden
43. Başvurucu, dava açıldıktan sonra yürürlüğe giren bir düzenlemeye dayanılarak aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmesinin, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen hak arama hürriyetini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
44. Bakanlık görüşünde, hukuki konularda mahkemelerde dava açma hakkı anlamına gelen mahkemeye erişim hakkının mahkemeye gitme hakkını da kapsadığını, AİHM içtihadına göre, mahkemeye erişim hakkının mutlak bir hak olmadığı, bir takım sınırlamalara tabi tutulabileceği, bununla birlikte bu sınırlamaların kişinin adalete erişim hakkının özünü zedeleyecek noktaya ulaşmaması gerektiği ifade edilmiştir. Ayrıca mahkemeye erişim hakkına yönelik sınırlamaların ancak meşru bir amaç güttüğünde ve özellikle ulaşılmak istenen amaç ile kullanılan araç arasında makul bir orantılılık ilişkisi olduğu zaman 6. maddenin (1) numaralı fıkrası ile uyumlu olarak kabul edileceği belirtilmiştir. Bu çerçevede hukuk yargılamalarında uygulanan ve AİHM kararlarında “kaybeden öder” kuralı olarak ifade edilen ilkenin taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının hükmedilmesine ilişkin düzenlemelerin muhtemel davacıları mahkeme önüne abartılı talepler getirmekten vazgeçirdiği için AİHM tarafından tek başına Sözleşme’nin 6. maddesi ile çelişmeyeceği yönünde karar verildiği belirtilmiştir. Bununla birlikte, belli bir davanın özel koşulları ışığında hesaplanan masraf miktarının, kişinin mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediğinin tespitinde önemli bir faktör olduğu hatırlatılmıştır. AİHM’in Türkiye aleyhine yapılan bazı başvurularda davanın özel koşulları dikkate alınarak nispi usule göre hesaplanan yargılama giderlerinin Sözleşme’ye aykırı olduğu yönünde karar verdiği ancak başvuru konusu olayda ise yargılama masraflarından sayılan vekâlet ücretinin nispi esasa göre değil maktu esasa göre, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nde (AAÜT) belirlenen miktarlar göz önüne alınarak belirlendiği, bu miktarın, AAÜT’deki diğer maktu rakamlarla karşılaştırıldığında, onlarla uyumlu olduğunun gözlemlendiği, ayrıca hükmedilen vekâlet ücretine dayanak teşkil eden 26/9/2011 tarih ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (659 sayılı KHK) dava devam ederken yürürlüğe girmiş olması olgusunun Anayasa Mahkemesince daha önce 2013/1134 no.lu bireysel başvuru kararında değerlendirilerek buna ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verildiği, ancak burada üzerinde durulması gereken diğer bir hususun başvurucunun, dava açarken davası reddedilse dahi aleyhine vekâlet ücreti hükmedilmeyeceği inancıyla hareket etmiş olması olduğu, dava devam ederken yürürlüğe giren bu düzenlemenin, başvurucunun dava açmakla aldığı riski arttırdığı, söz konusu düzenlemenin dava açılırken yürürlükte olması halinde, başvurucunun böyle bir vekalet ücretini ödemeyi göze alamayacak olması ihtimalinin bulunduğu, bu çerçevede davanın başlangıcında böyle bir yükümlülüğü olmayan başvurucuya, sonradan yürürlüğe giren bu düzenlemenin, ileride davanın kısmen de olsa aleyhine sonuçlanması durumunda muhtemel bir vekâlet ücreti ödeme yükümlülüğü getirdiği bildirilmiştir.
45. Başvurucu cevap dilekçesinde, aleyhine hükmedilen vekalet ücretinin dayanağı olan 659 sayılı KHK’nın 2/11/2011 tarihinde yürürlüğe girdiğini, AYİM’deki davanın ise 4/4/2008 tarihinde açıldığını, vekalet ücretinin davanın açıldığı tarihte geçerli olan kurallara göre değerlendirilmesinin gerektiğini, bu şartlar altında aleyhine vekalet ücretine hükmedilmesinin Anayasa’da düzenlenen hukuk devleti ve ölçülülük ilkelerine ve hak arama özgürlüğüne aykırı olduğunu bildirmiştir.
46. Başvuru konusu dava açıldıktan sonra 2/11/2011 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı KHK ile davanın reddi halinde idare lehine vekalet ücretine hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır. Gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvurucular için belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derecede zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Davanın açıldığı tarihte öngörülmeyen ücretin dava aşamasında kimin leh ya da aleyhine olacağının belli olamayacağı, dolayısıyla öngörülmesi gerekli gider olarak kabulünün olanaksız olduğu, getirilen ücret yükümlülüğünün bir usul kuralı olduğu ve dava aşamalarında uygulanmasını engelleyecek de bir hüküm olmadığı cihetle, davası reddedilen başvurucuya vekalet ücretinin yükletilmesinde hukuka aykırı ve keyfi bir uygulama tespit edilmediğinden, başvurucuya yüklenen maktu olarak belirlenmiş vekâlet ücretinin mahkemeye erişim hakkına bir müdahale oluşturduğu kabul edilemez (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 24; B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38-40).
47. Açıklanan nedenlerle, hak arama özgürlüğüne yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından başvurucu aleyhine maktu vekâlet ücreti hükmedildiğine ilişkin başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Zühtü ARSLAN bu görüşe katılmamıştır.
c. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiği Şikayeti Yönünden
48. Başvurucu, açtığı iptal davasını reddeden AYİM tarafından, gerekçe olarak beraat kararı ile sonuçlanan ceza yargılamasına, bu kararın gerekçesine ve dosya kapsamındaki tanık beyanlarına atıf yapılarak Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
49. Bakanlık, başvurunun bu kısmının kabul edilebilirliği konusunda herhangi bir görüş bildirmemiştir.
50. Başvurucunun bu şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun değildir. Kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de görülmeyen bu şikâyet yönünden başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
51. Başvurucu, açtığı iptal davasını reddeden AYİM’in, gerekçe olarak beraat kararı verilen suçlara, bu kararın gerekçesine ve tanık beyanlarına atıf yaparak Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkralarında düzenlenen masumiyet karinesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
52. Bakanlık görüş yazısında, masumiyet karinesinin sanığı yargılayan mahkemenin veya bu mahkemenin üyelerinin sanığa isnat edilen suçu işlediği önyargısıyla hareket etmemesini ifade ettiği, ceza gerektiren herhangi bir suç isnat edilen kişiye ilişkin bir kararın, şahsın kanuna göre suçu kanıtlanmadan önce suçlu olduğu yönünde bir görüşü yansıtması halinde masumiyet karinesinin ihlal edilmiş olacağı ifade edilmiştir. Bakanlık görüş yazısında ayrıca, masumiyet karinesinin, ceza davalarında sadece usule ilişkin bir güvence olmadığı, kapsamının daha geniş olduğu, devletin hiçbir temsilcisi ya da kurumunun bir şahsı, suçu bir mahkeme tarafından tespit edilmeden suçlu ilan etmemesini gerektirdiği vurgulanmıştır. Bakanlık görüş yazısında, ceza davasında verilen bir beraat kararından sonra aynı olaylara dayanılarak açılan ve daha hafif bir ispat yükü gerektiren, tazminat davasında kişinin hukuki sorumluluğunun tespit edilebileceğini, ancak hukuk mahkemesinin daha önce açılmış bir ceza davası ile aynı maddi vakıalara dayanan bir davada, ceza davası sonucu verilmiş beraat kararına uygun hareket etmesinin gerektiği bildirilmiştir. Bakanlığın somut olaya ilişkin değerlendirmesinde, AYİM’in başvuru konusu kararında ceza yargılamasında karara bağlanan maddi vakıaları daha düşük ispat standardı gerektiren emekliye sevk konusunda yeniden ele aldığı, beraat kararını sorgulamadığı, ceza hâkimi önünde alınan ve aksi sabit oluncaya kadar geçerli ifadelerden delil olarak yararlandığı bildirilmiştir.
53. Başvurucu cevap dilekçesinde, AYİM’deki davanın yargılaması devam ederken ceza yargılamasının sonucu beklendiği halde, davacının yargılandığı suçtan beraat etmesine rağmen davanın reddine karar verilmesinin Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı olduğunu, beraat hükmünün lehine dikkate alınmadığını ve ceza davasındaki tanık ifadelerinin kendi aleyhine delil olarak kabul edildiğini bildirmiştir.
54. Ayırma işlemine yönelik iptal davasının yargılaması sonucunda AYİM tarafından verilen kararın gerekçesinde, başvurucu hakkında beraat kararı ile sonuçlanan yargılamalara, bu kapsamdaki suçların nitelik ve nicelikleri ile tanık beyanlarına yer verilerek masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiası başvurunun özünü oluşturmaktadır.
55. Öncelikle bireysel başvuru incelemesinin, anayasal hak ve özgürlüklere yönelik ihlallerin tespiti ve sonuçlarının ortadan kaldırılması ile sınırlı bir inceleme olduğunun ve Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasındaki “Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz” kuralı gereğince, kanun yolu incelemesinde olduğu gibi kararın tüm yönleri ile ele alınarak eksiksiz bir hukuki denetim imkânı sağlamadığının hatırlanmasında yarar vardır (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26). Bu çerçevede, başvurucunun açtığı iptal davasına ilişkin yargılama sonucunda AYİM tarafından ulaşılan sonucun hukuka uygun olup olmadığı meselesi, anayasal hak ve özgürlükleri ilgilendirmediği sürece bireysel başvuru incelemesinin kapsamı dışında kalmaktadır. Bu açıklamalar çerçevesinde, somut başvurunun, AYİM kararının gerekçesinde, masumiyet karinesine ilişkin anayasal güvencenin ihlal edilip edilmediği ile sınırlı olarak incelenmesi gerekmektedir.
56. Bireysel başvuru incelemesinde, bir ihlal iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetki alanına girip girmediğinin tespitinde Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı esas alınmaktadır (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
57. Başvurucunun ihlal iddiasına konu olan masumiyet karinesi, Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü, Sözleşme’nin ise 6. maddesinin (2) numaralı fıkralarında düzenlenmektedir.
58. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”
59. Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.”
60. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
61. Bu çerçevede, masumiyet karinesi kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı mahkûmiyete dönüşen ve suçluluğu sabit hale gelen kişiler açısından ise, artık “hakkında suç isnadı olan kişi” statüsünde olmadıkları için masumiyet karinesi iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır. Ancak ceza davası sonucunda kendisine isnat edilen suçu işlemediğinin sabit olduğu veya suçu işlediğine kesin olarak kanaat getirilemediği ve bu nedenle sanık hakkında beraat kararı verilen durumlarda kişi hakkında masumiyet karinesinin devam ettiğinin kabulü gerekir. Çünkü böyle durumlarda Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkraları anlamında kişinin suçluluğu sabit olmamıştır ve bu nedenle suçlu sayılamaz.
62. Masumiyet karinesi, suç isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerli olduğu için, Sözleşme’nin 6. maddesinde ifade edilen “medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar” çerçevesinde değerlendirilen idari davalar, kural olarak masumiyet karinesinin uygulama alanı dışında kalmaktadır. Ancak idari davada uyuşmazlık konusu olan maddi olayın tespitinde idari yargı mercii, aynı maddi olayı ele alan ceza mahkemesinin daha önce verdiği beraat kararına uygun hareket etmelidir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. X/Avusturya, B. No: 9295/81, 6/10/1982, k.k.; C/Birleşik Krallık, B. No: 11882/85, 7/10/1987, kk.). Bu kural, kişi hakkında verilen beraat kararı sorgulanmadığı sürece, aynı maddi olay çerçevesinde daha düşük ispat standardı kullanılarak kişinin disiplin sorumluluğu çerçevesinde yaptırıma tabi tutulmasına engel teşkil etmemektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ringvold/Norveç, B. No: 34964/97, 11/2/2003, § 38).
63. Bu çerçevede, ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda, kişi hakkında beraat kararı verilmiş olmasına rağmen, bu karara esas teşkil eden yargılama sürecinde yer alan iddia kapsamındaki olaylara dayanılması ve bu şekilde beraat kararının sorgulanması masumiyet karinesi ile çelişir. Buna karşılık, idari uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından, kişi beraat etmiş olsa dahi yargılanmış olması olgusundan veya buna ilişkin karardan söz edilmesi, kişinin suçlu muamelesi gördüğünden ve dolayısıyla masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün halinde dikkate alınması ve nihai kararın münhasıran kişinin yargılandığı ve sonuçta beraat ettiği fiillere dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 29).
64. Öte yandan, Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku ile Disiplin Hukukunun farklı kural ve ilkelere tabi disiplinler olduğunun hatırlanmasında yarar vardır. Buna göre kamu görevlisinin davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin sorumluluğunu da gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin soruşturması ayrı ayrı yürütülür ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi işlemediğine dair hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 30). Ancak bu kapsamda yapılan değerlendirmelerde delil yetersizliğine dayalı olsa bile kişi hakkında verilen beraat kararına aykırı olarak kişinin suçsuz olmadığı yönünde değerlendirmelerden kaçınılması gerekir.
65. Başvuru konusu olay incelendiğinde başvurucunun niçin ayırma işlemine tabi tutulduğuna ilişkin sorusuna idare tarafından verilen cevapta “… suçundan ilişiğinin kesildiği tarih itibariyla devam eden soruşturmasının TSK’da görev yapmasını engelleyici nitelik ve nicelikte olduğu…” ifadelerine yer verilmiştir. Askeri disiplin gerekleri dikkate alındığında masumiyet karinesinin disiplin hukukunun uygulanabilmesi için mutlaka ceza davalarının sonucunun beklenmesini gerektirdiği söylenemez. Kişinin suçluluğunu ima eden ya da kabul eden bir yargı söz konusu olmadıkça, sadece soruşturma açılmış olması da disiplin işlemlerinin başlatılması veya disiplin yaptırımı uygulanması için yeterli görülebilir. Dolayısıyla ilgili kişi hakkında başlatılan soruşturmalara atıf yapan idarenin cevabındaki ifadelerin masumiyet karinesini ihlal ettiği söylenemez.
66. Diğer taraftan ayırma işleminin hukuka uygunluğunun denetlendiği AYİM kararının gerekçe kısmında “Davacı hakkında ‘uyuşturucu ticareti yapmak’, ‘rüşvet almak’, ‘gece vakti hırsızlık’ ve ‘iftira’ suçlarından dolayı kamu davası açıldığı ve yapılan ceza yargılaması sonucu tüm suçlardan beraat kararı verildiği anlaşılmakta ise de; davacının üç suçtan delil yetersizliği nedeniyle beraat ettiği, davacının toplumla yakın ilişki içinde bulunan bir jandarma personeli olarak içinde bulunduğu eylemlerin dava konusu işlem ve idare hukuku açısından ayrıca irdelenmesi gerekmektedir. Söz konusu suçlara bağlı eylemler hakkında beraat kararı verilen gerekçeli hükümler incelendiğinde, davacının içinde bulunduğu eylemlerin nitelik ve nicelik olarak, göz ardı edilemeyecek özellikte olduğu, tanık ifadeleri dikkate alındığında davacının bir TSK. personeli ve kolluk görevlisi olması açısından kabul edilemeyecek seviyede eylemler içinde bulunduğu, bu eylemler içinde bulunan davacının artık TSK.’de görev yapması olanağının ortadan kalktığı, davalı idare tarafından kullanılan takdir yetkisinin objektif sınırlar içinde kullanıldığı değerlendirilmekle, dava konusu işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.” ifadelerine yer verilmiştir.
67. Görüldüğü üzere AYİM kararının gerekçesinde, başvurucu hakkında yürütülen ve beraatle sonuçlanan yargılamalara ve beraat kararlarının gerekçelerine, bu kapsamdaki tanık beyanları ile yargılamaya konu suçların nitelik ve niceliklerine dayanılmış ve başvurucunun beraat ettiği fiilleri işlediği kabulünü içeren ifadelere yer verilmiştir. Başvurucunun disiplin durumu değerlendirilirken, beraat kararlarına konu olan eylemler içinde yer aldığı kabul edilerek, disiplinsizlik durumu da bu kabule dayandırılmıştır. Bu çerçevede başvuruya konu kararın gerekçesinde yer alan ifadelerden, suçluluğu ilgili mahkeme kararlarıyla sabit olmayan başvurucunun bu eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancının yansıtıldığı görülmektedir. Dolayısıyla idarenin ayırma işleminin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşırken Mahkeme, başvurucunun disiplin durumunu ceza yargılamasından ayrı olarak disiplin hukuku ilkelerine göre değerlendirmemiş, aksine ceza mahkemesinin beraat kararının gerekçesine ve başvurucunun yargılandığı fiilleri işlediği kabulüne dayanarak kararını vermiştir. Mahkemenin gerekçesinde kullandığı ifadelerin başvurucunun masumiyet karinesine saygı ilkesiyle bağdaştığı söylenemez.
68. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde, AYİM kararının gerekçesinde, başvurucu hakkındaki beraatle sonuçlanmış olan ceza yargılamasına atıfta bulunulduğu ve suçluluğu mahkeme kararlarıyla sabit olmayan başvurucunun yargılamaya konu eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancının yansıtıldığı anlaşıldığından, başvurucunun Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
69. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.
…”
70. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal mahkeme kararından kaynaklandığından ve yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan, 6216 sayılı Kanun’un (1) ve (2) numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
71. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başsavcılık düşüncesinin tebliğ edilmemesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün ihlal edildiği yönündeki başvurunun, “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
B. Başvurucu aleyhine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün ihlal edildiği yönündeki başvurunun, “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, Zühtü ARSLAN’ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
D. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE, OYBİRLİĞİYLE,
E. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye GÖNDERİLMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
F. Başvurucu tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, OYBİRLİĞİYLE,
7/11/2013 tarihinde karar verildi.
 
 
 
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucu, diğer hususlar yanında, yargılamanın sonunda idare lehine vekalet ücretine hükmedilmesinin ölçülülük ilkesine aykırı olduğunu ve hak arama hürriyetini ihlal ettiğini ileri sürmüş, Mahkememiz çoğunluğu ise bu yöndeki iddianın “açıkça dayanaktan yoksun” olduğuna karar vermiştir.
Mahkememiz Birinci Bölümü’nün 2/10/2013 tarih ve 2013/1613 başvuru numaralı kararındaki karşıoy gerekçesinde ayrıntılarıyla açıklandığı üzere, vekalet ücreti gibi yargılama giderlerinin mahkemeye erişim hakkının özünü zedeleyecek şekilde kişiye ağır ekonomik yük yüklememesi, ölçülü olması gerekmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin konuya yaklaşımları da bu yöndedir. (Bkz. E.2011/54, K. 2011/142, K.T: 20.10.2011; E.2011/64, 2012/168, K.T: 1.11.2012; B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 66; Kreuz/Polonya (no.1), B.N: 28249/95, K.T: 19.6.2001, § 60; Apostol/Gürcistan, 40765/02, 28.11.2006, § 59; Bakan/Türkiye, B.N: 50939/99, K.T: 12.6.2007, § 70, 73; Mehmet ve Suna Yiğit/Türkiye, B.N: 52658/99, K.T: 17.7.2007; Stankov/Bulgaristan, B.N: 68490/01, K.T: 12.7.2007, § 54, 67; Klauz/Hırvatistan, B.N: 28963/10, K.T: 18.7.2013, § 97.)
Öngörülen vekalet ücretinin başvurucu üzerinde ağır bir ekonomik yük teşkil edip etmediğinin incelenmesi, idari yargıda görülen davalar açısından özellikle önemlidir. İdarenin her türlü eylem ve işleminin yargı denetimine açık olması hukuk devletinin olmazsa olmaz unsurlarındandır. Nitekim, Anayasa’nın 125. maddesi hukuk devletinin bu önemli unsurunu düzenlemiş, 40. ve 129. maddeleri de idarenin haksız işlemlerinden kaynaklanan zararların devlet tarafından karşılanacağını belirtmiştir. İdare karşısında bireye tanınan bu güvenceler, birey-devlet ilişkisindeki eşitsizliğin doğal sonucudur. Anayasa, kamu gücünü kullanan idare karşısında bireyin yargı yoluyla hakkını araması için gerekli mekanizmaları öngörmüştür.
Ölçüsüz vekalet ücreti, bu mekanizmaları ve sağladıkları güvenceleri işlevsiz kılma potansiyeline sahiptir. Yüksek miktardaki vekalet ücreti idarenin muhtemel keyfi işlemleri karşısında bireylerin haklarını aramalarını zorlaştırabilecek, özellikle ödeme gücü zayıf olan kişiler üzerinde dava açma konusunda caydırıcı etki yaratabilecek, sonuçta onları idare karşısında savunmasız bırakabilecektir.
Somut başvuruda Mahkememiz çoğunluğu, orantılılık testi yapılmayan önceki kararlara atıf yapmak suretiyle başvurucunun vekalet ücreti ödemekle yükümlü tutulmasında mahkemeye erişim hakkına yapılmış bir müdahalenin olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Halbuki, başvurucu aleyhine hükmedilen 2.400 TL tutarındaki maktu vekalet ücretinin ülkemiz şartlarında ne anlam ifade ettiği, başvurucunun aylık geliri, genel ekonomik durumu, kısaca ödeme gücü ve davanın özel şartları gibi hususlar dikkate alınmak suretiyle bir orantılılık testinin yapılması gerekirdi. Aylık asgari ücretin yaklaşık üç katına ulaşabilen bir miktarın hiçbir incelemeye tabi tutulmadan daha ilk bakışta mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahale teşkil etmediği söylenemez.
Başvurucu aleyhine vekalet ücretine hükmedilmesi, her durumda mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahaledir. Bu müdahalenin bir ihlale yol açıp açmadığı ise ancak somut başvurunun şartları dikkate alınarak yapılacak bir orantılılık incelemesinin sonunda belirlenebilir. Bu inceleme yapılmadan söz konusu müdahalenin ölçülü olduğu söylenemez veya varsayılamaz.
Bu gerekçelerle, çoğunluğun orantılılık testi yapmaksızın başvurucu aleyhine hükmedilen vekalet ücretinin mahkemeye erişim hakkına müdahale niteliğinde olmadığı ve başvurunun “açıkça dayanaktan yoksun” olduğu yönündeki kararına katılmıyorum.
 
Üye
Zühtü ARSLAN
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
E. Ş. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/682)
 
Karar Tarihi: 19/11/2014
R.G. Tarih-Sayı: 7/3/2015-29288
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
  GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan:Serruh KALELİ
Üyeler:Nuri NECİPOĞLU
  Hicabi DURSUN
  Erdal TERCAN
  Hasan Tahsin GÖKCAN
Raportör Yrd.:Hikmet Murat AKKAYA
Başvurucu:E. Ş.
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetlerinde sözleşmeli uzman çavuş olarak görev yapmakta iken sözleşmesinin hukuka aykırı olarak feshedildiğini, bu işlemin iptali ve yoksun kaldığı özlük haklarının yasal faiziyle ödenmesi için açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 15/1/2014 tarihinde Menemen 2. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 5/5/2014 tarihinde başvurunun, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 30/6/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular Adalet Bakanlığına bildirilmiş, Adalet Bakanlığı görüşünü 25/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 23/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
7. Başvurucu, Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyan sunmamıştır.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, 23/6/2010 tarihinde iki yıl altı ay sekiz gün süreli bir sözleşme yaparak Türk Silahlı Kuvvetlerinde uzman çavuş olarak göreve başlamıştır.
10. Başvurucunun görev yaptığı birlikte, 12/7/2011 tarihinde bir adet tabancanın kaybolduğu anlaşılmıştır.
11. Başvurucu anılan olayla ilgili olarak yürütülen soruşturma kapsamında Kara Kuvvetleri Komutanlığı (KKK) 5. Kolordu(Kor) Komutanlığı Askeri Mahkemesince 26/7/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucunun tutuklu bulunduğu dosya hakkında KKK 5. Kor. Komutanlığı Askeri Savcılığının 7/10/2011 tarih ve E.2011/795, K.2011/51 sayılı kararıyla görevsizlik kararı verilerek, dosya Babaeski Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
12. Babaeski Cumhuriyet Başsavcılığı, 31/10/2011 tarih ve E.2011/929 sayılı iddianame ile başvurucunun 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı TCK'nın 142/1-a maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle Babaeski Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açmıştır.
13. Babaeski Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 17/11/2011 tarihinde, başvurucunun tutuklu bulunduğu Çorlu A3 tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna başvurucunun tahliyesi için müzekkere yazılmıştır.
14. Yapılan yargılama sonucunda anılan Mahkemenin 15/5/2013 tarih ve E.2011/441, K.2013/195 sayılı kararı ile "...başvurucunun üzerine atılı hırsızlık suçunu işlemiş olduğuna dair cezalandırılmasına yeter somut her türlü şüpheden uzak delil elde edilemediği, yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı..." gerekçesiyle başvurucunun beraatına karar verilmiş ve bu karar temyiz edilmeden 6/6/2013 tarihinde kesinleşmiştir.
15. Tabancanın kaybolması ile ilgili olarak Babaeski Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma devam etmekte iken başvurucunun sözleşmesi, 27/10/2011 tarihinde feshedilmiştir. Feshe hukuki dayanak olarak 18/3/1986 tarih ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu’nun 12. maddesi ve Uzman Erbaş Yönetmeliği’nin 13. maddesi gösterilmiştir.
16. Sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesi, 6/12/2011 tarihinde aldığı karar ile yürütmenin durdurulmasına ilişkin talebi reddetmiştir.
17. Dilekçe teatisi aşamalarının tamamlanmasından sonra başvurucu, davalı idare vekili ve savcının da katılımıyla 2/10/2012 tarihinde AYİM’de duruşma yapılmıştır.
18. AYİM, 10/12/2013 tarih ve E.2011/1747, K.2013/1223 sayılı kararla başvurucunun açmış olduğu davayı oyçokluğuyla reddetmiştir. Verilen kararın ilgili bölümü şöyledir:
 “... davacı hakkındaki atılı 'hırsızlık' suçundan 'cezalandırılmasına yeter somut her türlü şüpheden uzak delil elde edilemediği, yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı' gerekçesiyle beraat kararı verilmiş ise de; davacının başlangıçta suça konu tabancayı kendisinin çaldığını ikrar etmesine rağmen sonradan komutanlarının baskısı nedeniyle bu şekilde beyanda bulunduğunu belirttiği, lise mezunu bir uzman çavuş olarak her ne suretle olursa olsun 'hırsızlık' gibi önemli bir suçu üstlenmesinin sonuçlarını idrak etmesi gerektiği; silah olması nedeniyle herhangi bir birlik için çok önemli olduğuna şüphe olmayan çalınan tabancanın ikamet ettiği evin balkonunun altında olduğunun kendisine gizli numaradan aranarak söylendiğini beyan etmesine rağmen bu hususu amirlerine hemen iletmediği, izinden çağrılması üzerine döndüğünde ancak bir süre geçtikten sonra tabancayı bulduğunu belirterek ortaya çıkardığı, bu olayın Bl. K.na komplo kurmak isteyen Bl. Astsb. tarafından organize edildiğini beyan ettiği, ancak bu hususun hayatın olağan akışına aykırı olduğu, zira Bl. K.na zarar vermek isteyen bir Bl. Astsb.nın bizzat kendi sorumluluğundaki bir tabancanın çalındığını söylediğinde bu durumdan ilk önce kendisinin zarar göreceğini bileceği; belirtilen eylemlerin mahiyeti ile vehamet derecesi karşısında, davacının Türk Silahlı Kuvvetlerin itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu ve statüsü itibariyle kamu görevlisi olma nitelik ve yeterliliğini yitirdiği, bu durum karşısında davacının kamu hizmetinde istihdam edilmesinin kamu yararına açıkça aykırılık teşkil ettiği, askerlik mesleğinin değerlerini sergilemede istenen düzeye ulaşamayan ve kendisinden istifade edilemeyeceği anlaşılan davacı hakkında tesis edilen uzman erbaş sözleşmesinin feshi işleminde idarece takdir yetkisinin; objektif kıstaslara bağlı kalınarak, kişi yararı ile kamu yararı arasında bir denge gözetilerek ve kamu yararı amacına uygun olarak kullanıldığı, bu itibarla; dava konusu uzman erbaş sözleşmesinin feshi işleminde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna varılmıştır."
19. Karşı oy gerekçesinde ise;
davacı hakkında ‘hırsızlık’ suçundan dolayı yapılan yargılama sonucunda ‘cezalandırmasına yeter somut her türlü şüpheden uzak delili elde edilemediği, yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı’ gerekçeleri ile ‘beraat’ kararı verilmiş olması karşısında; bahse konu beraat kararına konu eylemleri nazara alınarak tesis edilen sözleşme feshi işleminde davalı idarece takdir yetkisinin objektif ve ölçülü kullanılmadığı sonucuna varılarak işlemin iptaline karar verilmesi…” gerektiği belirtilmiştir.
20. Kararda, ayrıca hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümleri ile 26/9/2011 tarih ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin 14. maddesi gereğince 2.640,00 TL avukatlık ücretinin başvurucudan alınarak davalı idareye verilmesine karar verilmiştir.
21. Karar, 14/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
22. Başvurucu, 15/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
 B. İlgili Hukuk
23. 18/3/1986 tarih ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu'nun "Başarı gösteremeyenler ve ceza alanlar" başlıklı 12. maddesi şöyledir:
''Sözleşmenin imzalanmasından sonra ilk beş aylık intibak dönemi içerisinde göreve intibak edemeyenler ile ayrılmak isteyenlerin sözleşmeleri feshedilerek, Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir. Peşin olarak ödenen aylık ve aylık ile birlikte ödenen diğer tüm özlük haklarının çalışılmayan günlere ait kısmı geri alınır.
Görevde başarısız olanlarla, atandıkları kadro görev yerleri ile ilgili olarak üç ay ve daha uzun süreli bir kurs veya eğitime gönderilenlerden kurs veya eğitimde başarısız olan veya kendilerinden istifade edilemeyeceği anlaşılan uzman erbaşların, barışta sözleşme sürelerine bakılmaksızın Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir. Bunlar, yedekte er kaynağına alınırlar.
Görevde başarısız olma, intibak edememe ve kendilerinden istifade edilememe hâlleri ve bunlara yapılacak işlemler, çıkarılacak yönetmelikte düzenlenir.
Ayrıca;
a) Almış oldukları sicile göre kademe ilerlemesi yapamayanların,
b) Verilen ceza, tecil edilse veya para cezasına çevrilse dahi;
1) Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlar ile basit ve nitelikli zimmet, irtikâp, iftira, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, yalan yere tanıklık, yalan yere yemin, cürüm tasniî, ırza geçmek, sarkıntılık, kız, kadın veya erkek kaçırmak, fuhşiyata tahrik, gayri tabiî mukarenet, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçlar ile istimal ve istihlâk kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmî ihale ve alım ve satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma, firar, amir veya üste fiilen taarruz, emre itaatsizlikte ısrar, üste hakaret, mukavemet, fesat, isyan suçlarından dolayı mahkûm olanların,
2) Askerî Ceza Kanununun 148 inci maddesinde yazılı suçlardan mahkûm olanların,
c) Taksirli suçlar hariç olmak üzere diğer suçlardan adlî veya askerî mahkemeler tarafından otuz günden daha fazla süreli hürriyeti bağlayıcı bir ceza ile mahkûm olanların,
ç) Taksirli suçlar nedeniyle altı ay veya daha fazla süre ile hürriyeti bağlayıcı bir cezaya mahkûm olanların,
d) Disiplin mahkemeleri veya en az iki disiplin amirinden disiplin cezası aldığı tarihten geriye doğru son bir yıl içerisinde toplam otuz günden daha fazla hürriyeti bağlayıcı disiplin cezası alanların,
e) Yabancı uyruklu kişilerle evlenenlerden; bu evlilikleri, ilgili yönetmelikte belirtilen esaslar dahilinde Genelkurmay Başkanlığı tarafından uygun görülmeyenlerin,
f) Çeşitli nedenlerle Türk vatandaşlığını kaybedenlerin veya Türk vatandaşlığından çıkartılanların,
Sözleşmeleri feshedilmek suretiyle Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir.
Her ne sebeple olursa olsun, sözleşmesi feshedilerek Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişiği kesilen uzman erbaşlar, tekrar Türk Silâhlı Kuvvetlerine alınmazlar.”
24. 20/9/2005 tarihli Uzman Erbaş Yönetmeliği'nin “Görevde başarısız olma, kendilerinden istifade edilmeme halleri ve sözleşmenin feshedilmesi sebepleri” başlıklı 13. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
 “Görevde başarısız olanlar ile kendisinden istifade edilemeyeceği (atış, spor, eğitim, operasyon ve istihdam edildikleri kadro görev yerlerinde ve davranışlarında askerlik mesleği değerlerini sergilemede, ikazlara rağmen istenen düzeye ulaşamayan ve aşırı derecede borçlananlardan bu durumu rapor, tutanak ve her türlü belge ile kanıtlananlar, mazeretsiz olarak bir sözleşme yılı içerisinde yedi gün ve daha uzun süre ile göreve gelmeyenler) anlaşılan, atandıkları kadro görev yerleri ile ilgili olarak üç ay ve daha uzun süreli bir kurs veya eğitime gönderilenlerden kurs veya eğitimde başarısız olan uzman erbaşların, barışta sözleşme sürelerine bakılmaksızın Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir. Bunlar yedekte er kaynağına alınır.''
25. 6/9/1961 tarihli Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği'nin 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
 ''Asker, kendisinden beklenen vazifeleri hakkıyle yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır. Her askerde bulunması lâzım gelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır:
 …
 (h) İyi ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne çeker...''.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 19/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 15/1/2014 tarih ve 2014/682 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
27. Başvurucu, suçluluğu mahkeme kararıyla saptanmadan, yargılama süreci devam ederken sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığını, beraat kararı sonrasında verilen AYİM kararı ile de davayı kaybettiğini, kararda kendisini suçlu gibi gösteren ifadelere yer verildiğini, bu nedenle Anayasa'nın 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
28. Başvurucu, tabancanın askeri eşya olmadığını, istifa etmiş bir uzman erbaşa ait şahsi bir tabanca olduğunu, ihraç sonrasında görevsizlik kararı ile dosyanın sivil savcılığa gönderildiğini, sivil mahkeme tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığını, tabancanın askeri eşya olarak nitelendirilerek olayın vahametinin artırıldığını, görevsiz bir mahkeme tarafından üç ay boyunca tutuklu bırakıldığını, göreve devamsızlıktan TSK’dan ihraç edildiğini, daha önce herhangi bir disiplin cezası almadığını, sicil notlarının çok iyi olduğunu, sekiz adet takdirinin bulunduğunu, ancak tüm bunların Mahkeme tarafından dikkate alınmadığını, bu yüzden kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile kanuni hâkim güvencesini içeren Anayasanın 19. ve 37. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
29. Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yaparken sözleşmesinin feshedildiğini, bu işlemin iptali istemiyle AYİM’de dava açtığını, yargılama sürecinde AYİM Başsavcılığı tarafından hazırlanan yazılı düşüncenin kendisine tebliğ edilmeyerek savunma hakkının kısıtlandığını, bu yüzden karşı beyanlarını sunamadığını, silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini, bu şekilde Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür
30. Başvurucu ayrıca, davalı Milli Savunma Bakanlığı lehine maktu vekâlet ücreti ödemeye mahkûm edilmesinin Anayasa'ya aykırı olduğunu ve AYİM üyelerinden ikisinin daha sonra görev süresi biteceğinden dolayı bağımsız karar veremediğini belirterek, Anayasa’nın 10. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
31. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun iddiaları temel olarak masumiyet karinesinin ihlal edildiği, başsavcılık düşüncesinin tebliğ edilmediği, iptal davasında yapılan değerlendirmelerin yanlış olduğu, haksız olarak vekâlet ücreti ödemek zorunda kaldığı ve bağımsız bir mahkeme tarafından yargılanmadığına yönelik olduğu görülmektedir. Başvurucunun iddiaları adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilecektir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Bağımsız Olmadığı İddiası
32. Başvurucu, subay sınıfından olan üyelerin görev süresinin hâkimlik teminatı ve yargı bağımsızlığına aykırılık teşkil ettiğini, bağımsız bir mahkeme tarafından davasının karara bağlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini belirtmiştir.
33. Anayasa Mahkemesi tarafından bu konu daha önce incelenirken belirtildiği üzere, AYİM’in oluşumu, statüsü ve görevleri Anayasa ve ilgili Kanun’da hüküm altına alınmıştır. AYİM’e atanan askeri hâkimlerin bağımsızlığının Anayasa ve ilgili Kanun hükümleri ile garanti altına alındığı, atanma ve çalışma usulleri yönünden, askeri hâkimlerin bağımsızlıklarını zedeleyecek bir hususun olmadığı, kararlarından dolayı idareye hesap verme durumunda bulunmadıkları, disipline ilişkin konuların AYİM Yüksek Disiplin Kurulunca incelenip karara bağlandığı görülmektedir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 29). Diğer yandan, sınıf subayı üyelerin en fazla dört yıllık bir süre ile görev yapmaları, disiplin konularında Disiplin Kuruluna tabi kılınmaları, görev süreleri zarfında idari veya askeri yetkililerce herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmamaları, bu subayların idareye karşı bağımsızlıklarını güçlendirmiştir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 30; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Mustafa Yavuz ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 29870/96, 25/5/2000; Bek/Türkiye, B. No: 23522/05, 20/4/2010).
34. Bu karardan ayrılmayı gerektirecek herhangi bir yönü bulunmayan başvurucunun bu bölümdeki iddialarının, açıklanan nedenlerle, “açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Başsavcılık Düşüncesinin Tebliğ Edilmediği İddiası
35. Başvurucu, iptal davasının reddine karar verilmeden önce AYİM Başsavcılığı tarafından hazırlanan yazılı düşüncenin kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle Başsavcılığın görüşlerine karşı beyanlarını sunamadığını, bu şekilde adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
36. Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri de silahların eşitliği ilkesidir. Silahların eşitliği ilkesi davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir. Ceza davalarının yanı sıra medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin hukuk davaları ve idari davalarda da bu ilkeye uyulması gerekir.
37. AİHM, dosyaya ilişkin bağımsız bir inceleme yaparak görüşünü mahkemeye sunan AYİM Başsavcısının düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Bkz. Miran/Türkiye, B. No: 43980/04, 21/4/2009). Bu nedenle Başsavcılık düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilerek incelemelerine sunulması ve karşı görüşlerini hazırlama imkânı verilmesi adil yargılanma hakkının bir gereğidir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 33).
38. AYİM’de görülen davalarda Başsavcılık tarafından hazırlanan görüşlerin taraflara tebliğ edilmesi amacıyla kanun koyucu yasal değişikliğe gitmiş ve 3/6/2012 tarih ve 28312 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 22/5/2012 tarih ve 6318 sayılı Kanun’un 60. maddesi ile 1602 sayılı Kanun’un 47. maddesine Başsavcılık düşüncesinin Genel Sekreterlikçe taraflara tebliği ve tebliğden itibaren yedi gün içerisinde tarafların cevaplarını yazılı olarak Mahkemeye bildirebilmesi imkanı öngören bir kural eklenmiştir (B.No: 2013/1134, 16/5/2013, § 34).
39. AYİM Başsavcılığı 15/5/2012 tarihli düşüncesinde özetle şöyle demiştir:
 “…
davacının üzerine atılı fiilleri işlediği ve suçun unsurları itibariyle oluştuğu konusunda dosyada yeterli bilgi ve belge bulunmamaktadır. Davacı, olaydan hemen sonra üzerine atılı fiili ikrar etmiştir. Ancak bölük komutanı A.Ö.G.’nin Babaeski Asliye Ceza Mahkemesine 14/3/2012 tarihinde tanık olarak verdiği ifadesi, ‘davacının suçunu baskı sonucu ikrar ettiği yönündeki ifadesini’ doğrulamaktadır. Öte yandan, davacı, bu ifadesinde; ‘eylemi, ailesinin kendisini silahlı ve elbiseleri içinde görmek istediği için gerçekleştirdiği yönünde’ beyanlarda bulunmuştur. Dosyada mevcut delil durumuna göre, (davacının tabanca almak için daha önceden komutanlığa dilekçeyle başvurduğu ve bu başvurusunun reddedildiği görülmektedir. Ayrıca olay, 14/7/2011 tarihinde izine gitmesinden kısa bir süre –iki gün önce-, 12/7/2011 tarihinde gerçekleşmiştir.) Davacının üzerine atılı suçun manevi unsuru itibariyle oluşmadığı gerekçeleriyle beraatına hükmedilmesi de mümkündür. Belirtilen tespitlere nazaran, davacı hakkındaki ceza yargılaması devam ettiğinden ve bu suçtan verilmiş ve kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmadığından, yargılamasının sonuçlanması beklemeksizin sözleşmesinin feshedilmesinin ‘hakkaniyet’ ilkesi ile bağdaşmadığı değerlendirilmiştir. Disiplin ve sicil safahatının da bu kanaati desteklediği düşünülmüştür. Tüm bu nedenlerle, davacının, hakkında açılmış olan kamu davasının sonucunun beklenmesi ve yargılama sonuçlandıktan sonra değerlendirmeye tabi tutulması gerekirken, yargılama sonucun beklenmeksizin tesis edilen dava konusu işlemde, takdir yetkisinin ‘objektiflik’ ve ‘ölçülülük’ esası uyarınca kullanıldığından bahsedilemeyeceği sonuç ve kanaatine varılmıştır
40. Başvurucunun iddiaları hakkında, 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (2) numaralı fıkrası ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 71. maddesi gereğince Adalet Bakanlığından görüş istenmiştir. Bakanlık başvurucunun bu kısımda yer alan iddialarına ilişkin verdiği görüşünde 7/11/2013 tarih ve 2012/998 numaralı dosya ile ilgili verilen karara atıf yaparak Anayasa Mahkemesinin bu tür şikâyetlerin incelenmesinde göz önüne alınacak kriterleri belirlediğini söylemiştir. Ancak Adalet Bakanlığı görüşünde belirtilen kararda başvurucu karar düzeltme yoluna başvurmuş olup, en azından karar düzeltme aşamasında Başsavcılığın düşüncesinden haberdar olmuştur. Eldeki olayda ise başvurucu karar düzeltme yoluna başvurmaksızın Anayasa Mahkemesine süresi içerisinde başvurmuştur.
41. Söz konusu başvuru ile ilgili olarak, 6216 sayılı Kanun'un 49. maddesinin (3) numaralı fıkrasına binaen, dava süresince başvurucu ve davalı idare tarafından AYİM'e sunulan tüm bilgi ve belgeler 22/7/2014 tarihinde AYİM Genel Sekterliğinden istenmiştir.
42. Yapılan inceleme sonucunda, AYİM Birinci Dairesince 6/6/2012 tarihinde başvurucuya duruşma davetiyesinin tebliğ edildiği, 2/10/2012 tarihinde gerçekleştirilen duruşma tutanağında "1602 sayılı Kanun'un 47'nci maddesi gereğince Başsavcılık Düşüncesi taraflara tebliğ edilerek 7 günlük yasal süre hatırlatıldı, davacı süre istediğini belirttiğinden 7 günlük süre verildi..." şeklinde yazıldığı, başvurucu tarafından aynı gün başsavcılık düşüncesine katıldığını beyan eden bir dilekçe sunulduğu anlaşılmıştır.
43. Başvurucu tarafından, dava sırasında Mahkemeye sunulan yazılı Başsavcılık düşüncesinin kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle Başsavcılığın görüşlerine karşı beyanlarını sunamadığı şeklinde ileri sürülen iddianın gerçeği yansıtmadığı, başvurucunun söz konusu Başsavcılık düşüncesinden haberdar olduğu (§ 41) ve anılan düşünceye katıldığını belirtir bir dilekçeyi Mahkemeye sunduğu anlaşılmıştır.
44. Açıklanan nedenlerle, Başsavcılık düşüncesinin tebliğ edilmediği iddiasına ilişkin açık bir ihlal saptanmadığından, başvurucunun bu yöndeki iddiasının da "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılamanın Sonucu İtibariyle Adil Olmadığı İddiası
45. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
 “Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
46. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. Maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
 "Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."
47. 6216 sayılı Kanun'un 48. Maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verebileceği belirtilmiştir. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
48. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının Anayasa'da yer alan hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olması veya adaleti ve sağduyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfilik içermesidir. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez. (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
49. Başvurucunun TSK tarafından tesis edilen ilişik kesme işlemine ilişkin işlemin iptali istemiyle AYİM’de açtığı davada kendisinden istifade edilemeyeceği kanaatinin sübjektif olarak değerlendirildiği yönündeki şikâyeti incelendiğinde, iddiaların özünün derece mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
50. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).
51. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
52. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, derece mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, bu bölümünün “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Başvurucu Aleyhine Haksız Olarak Vekâlet Ücretine Hükmedildiği İddiası
53. Başvurucu, hak arama özgürlüğünün kısıtlandığını ve haksız olarak vekâlet ücreti ödemek zorunda kaldığını iddia etmiştir
54. Aynı konuya ilişkin benzer gerekçelerle ileri sürülmüş olan ihlal iddiaları, Anayasa Mahkemesince 2/10/2013 tarih ve 2013/1613 başvuru numaralı kararda incelenmiştir. Söz konusu kararda, bir yasama işlemi veya düzenleyici idari işlemin, temel hak ve özgürlüğün ihlaline neden olması durumunda, bireysel başvuru yoluyla doğrudan bu işlemlere değil ancak yasama veya düzenleyici idari işlemin uygulanması mahiyetindeki işlem, eylem ve ihmallere karşı başvuru yapılabileceği, başvuruya konu davada, 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile getirilen düzenleme gereğince idare lehine vekâlet ücretine hükmedildiği, dolayısıyla bu düzenleyici idari işlemin öngördüğü hükümlerin davaya uygulandığının anlaşıldığı, somut başvurunun da bu açıdan değerlendirilmesi gerektiği öncelikle ifade edilmiş ve iddialar mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 37, 39).
55. Başvuru konusu davanın açılmasından sonra 2/11/2011 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı KHK ile davanın reddi halinde idare lehine vekalet ücretine hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır. Vekâlet ücreti davaya hukuki katkıda bulunan ve davası kabul edilen lehine hükmedilen bir ücrettir. Dava aşamasında kimin leh ya da aleyhine olacağı önceden belli olmayan bu ücret yükümlülüğü bir usul kuralı olup, mahkemeye erişim hakkı ile de ilişkilidir. Yükletilen ücretin, bu hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38).
56. Vekâlet ücreti bir yargılama gideri olup, kural olarak bu tür giderler mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil eder. Ancak, gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derecede zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan vekâlet ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 39).
57. Vekâlet ücretinin orantılılık incelemesi yapılırken, öngörülen miktarın ülke şartlarında ne anlam ifade ettiği, başvurucunun ödeme gücü ve davanın özel şartları gibi hususlar dikkate alınmalıdır. Somut olayda yargılamanın duruşmalı yapılması nedeniyle başvurucu aleyhine 2.640,00 TL maktu vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Başvurucu, yaklaşık 3 aylık asgari ücrete tekabül eden bu ücreti ödeme gücüne sahip olmadığına dair hiçbir bilgi ve belge sunmamıştır. Öngörülen vekâlet ücretinin başvurucuya dava açmasını imkânsız kılacak veya aşırı derecede zorlaştıracak ağır bir ekonomik yük getirdiğinden ve bu suretle mahkemeye erişim hakkına yönelik orantısız bir müdahale oluşturduğundan söz edilemez.
58. Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu kısmının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
e. Diğer Şikâyetler Yönünden
59. Başvurucu ayrıca, görevsiz bir mahkemece tutuklandığını ve devamsızlıktan ihraç edildiğini, sivil mahkeme tarafından kısa bir süre içerisinde serbest bırakıldığını, açtığı iptal davasının reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 19. ve 37. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
60. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesi, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.
61. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına rağmen, başvurucu tarafından soyut şekilde birtakım Anayasa hükümlerine atıfta bulunulmakla birlikte, belirtilen hükümlerin nasıl ihlal edildiğine ilişkin bir açıklama ve kanıtlamada bulunulmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
f. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiği İddiası
62. Başvurucunun, hakkında kovuşturma devam ederken sözleşmesinin feshedilmesi ve fesih işlemine karşı açtığı dava sonucunda Mahkeme tarafından verilen kararda kendisini suçlu gibi gösteren ifadelere yer verildiğini belirterek Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkralarında düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal edildiğine dair bölümünün 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesi uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de görülmediğinden başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden İnceleme
63. Bakanlık masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkin görüş yazısında; "...masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken, özellikle hukuk yargılamaları bakımından üzerinde durulması gereken önemli hususlardan biri, durum tespitinin ötesinde, yargılamayı yapan makamın ilgili kişiye suç isnat edip etmediği ve beraat kararını sorgulayıp sorgulamadığı" olduğunu, karar gerekçesinde "cezalandırmasına yeter somut her türlü şüpheden uzak delil elde edilemediği, yüklenen suçun başvurucu tarafından işlendiğinin sabit olmadığıgerekçesiyle beraat kararı verildiğinin vurgulandığını ve İç Hizmet Yönetmeliği'nin 86/2 (h) maddesinde her askerde bulunması gereken ahlaki ve manevi vasıflara atıfta bulunulduğunu belirtmiştir.
64. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti "asıl" olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
65. Bu çerçevede, ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda, kişi hakkında beraat kararı verilmiş olmasına rağmen, bu karara esas teşkil eden yargılama sürecine dayanılması ve bu şekilde beraat kararının sorgulanması masumiyet karinesi ile çelişir. Buna karşılık, idari uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından kişi beraat etmiş olsa dahi yargılanmış olması olgusundan veya buna ilişkin karardan söz edilmesi, kişinin suçlu muamelesi gördüğünden ve dolayısıyla masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün halinde dikkate alınması ve nihai kararın, münhasıran kişinin yargılandığı ve sonuçta beraat ettiği fiilleri işlediği kabulüne dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 29).
66. Ceza ve ceza muhakemesi hukuku ile disiplin hukukunun farklı kural ve ilkelere tabi disiplinler olduğunun hatırlanmasında yarar vardır. Buna göre kamu görevlisinin davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin sorumluluğunu da gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin soruşturması ayrı ayrı yürütülür ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi işlemediğine dair hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 30).
67. Askeri disiplin gerekleri dikkate alındığında masumiyet karinesinin disiplin hukukunda uygulanabilmesi için mutlaka ceza davalarının sonucunun beklenmesini gerektirdiği söylenemez. Kişinin suçluluğunu ima eden ya da kabul eden bir yargı söz konusu olmadıkça, sadece soruşturma açılmış olması da disiplin veya idari yaptırım işlemlerinin başlatılması veya uygulanması için yeterli görülebilir (B. No: 2012/998, 7/11/2013, § 65).
68. Başvurucunun açtığı iptal davasına ilişkin yargılama sonucunda AYİM tarafından ulaşılan sonucun hukuka uygun olup olmadığı meselesi, anayasal hak ve özgürlükleri ilgilendirmediği sürece bireysel başvuru incelemesinin kapsamı dışında kalmaktadır. Bu açıklamalar çerçevesinde, somut başvurunun, AYİM kararının gerekçesinde, masumiyet karinesine ilişkin anayasal güvencenin ihlal edilip edilmediği ile sınırlı olarak incelenmesi gerekmektedir (B. No: 2012/998, 7/11/2013, § 55). Dolayısıyla başvurucu hakkında tesis edilen idari işlemin hukuka uygun olup olmadığı değerlendirilirken Ceza Mahkemesi kararının gerekçesi de dikkate alınmalıdır. Nitekim AYİM Birinci Dairesi, bir seneye yakın zaman dilimi içerisinde, müteaddit defa değişik tarihlerde başvurucu hakkında devam eden ceza yargılamasının sonucunu öğrenmek için ilgili mahkemeden bilgi istemiştir.
69. Başvuru konusu olan AYİM Birinci Dairesinin 10/12/2013 tarih ve E.2011/1747, K.2013/1223 sayılı kararın ilgili kısımları şöyledir:
 “…
 dava konusu uzman erbaş sözleşmesinin feshi işlemi değerlendirildiğinde; davacı hakkındaki atılı 'hırsızlık' suçundan 'cezalandırılmasına yeter somut her türlü şüpheden uzak delil elde edilemediği, yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı' gerekçesiyle beraat kararı verilmiş ise de; davacının başlangıçta suça konu tabancayı kendisinin çaldığını ikrar etmesine rağmen sonradan komutanlarının baskısı nedeniyle bu şekilde beyanda bulunduğunu belirttiği, lise mezunu bir uzman çavuş olarak her ne suretle olursa olsun 'hırsızlık' gibi önemli bir suçu üstlenmesinin sonuçlarını idrak etmesi gerektiği; silah olması nedeniyle herhangi bir birlik için çok önemli olduğuna şüphe olmayan çalınan tabancanın ikamet ettiği evin balkonunun altında olduğunun kendisine gizli numaradan aranarak söylendiğini beyan etmesine rağmen bu hususu amirlerine hemen iletmediği, izinden çağrılması üzerine döndüğünde ancak bir süre geçtikten sonra tabancayı bulduğunu belirterek ortaya çıkardığı, bu olayın Bl. K.na komplo kurmak isteyen Bl. Astsb. Tarafından organize edildiğini beyan ettiği, ancak bu hususun hayatın olağan akışına aykırı olduğu, zira Bl. K. na zarar vermek isteyen bir Bl.Astsb.nın bizzat kendi sorumluluğundaki tabancanın çalındığını söylediğinde bu durumdan ilk önce kendisinin zarar göreceğini bileceği; belirtilen eylemlerin mahiyeti ile vehamet derecesi karşısında, davacının Türk Silahlı Kuvvetlerin itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu ve statüsü itibariyle kamu görevlisi olma nitelik ve yeterliliğini yitirdiği, bu durum karşısında davacının kamu hizmetinde istihdam edilmesinin kamu yararına açıkça aykırılık teşkil ettiği, askerlik mesleğinin değerlerini sergilemede istenen düzeye ulaşamayan ve kendisinden istifade edilemeyeceği anlaşılan davacı hakkında tesis edilen uzman erbaş sözleşmesinin feshi işleminde idarece takdir yetkisinin; objektif kıstaslara bağlı kalınarak, kişi yararı ile kamu yararı arasında bir denge gözetilerek ve kamu yararı amacına uygun olarak kullanıldığı, bu itibarla; dava konusu uzman erbaş sözleşmesinin feshi işleminde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı son ucuna varılmıştır."
70. Başvurucu, Tugay Komutanlığında görev yapan bazı subayların kendisini tehdit ettiğini, bu doğrultuda baskılara maruz kalarak gerçeğe aykırı beyanda bulunmak zorunda kaldığını 14/3/2012 tarihli cevaba cevap dilekçesinde belirtmiştir.
71. Babaeski Ceza Mahkemesi’nde görülen yargılamada tanıklardan birisi olan A.Ö.G. beyanında: “Suça konu olan silahın kaybolduğu dönemde ben sanık E.Ş'nin bölük komutanıydım, o tarihte (…).'nin temmuzun sonu terfi dönemiydi ve kendisi terfi edeceğine kesin gözüyle bakıyordu, bu nedenle tabancanın kaybolduğu günlerde beni sık sık odasına çağırarak kaybolan tabancayla ilgili E.Ş'nin suçu kabul ettiğini zaten silahın E.Ş'nin evinde bulunduğundan benim bu olayın aksini iddia etmemem gerektiğini, E.Ş'nin suçsuz olduğunu belirtmemem gerektiğini, ayrıca olayla ilgili tahkikat heyeti soruşturma yaptığında tahkikat heyeti ne emrederse o şekilde konuş, benim terfi dönemime çok az bir şey kaldı,(…), sen de hiç bir şekilde bu konuyu dağıtacak şekilde beyanlarda bulunma, olayın üstü kapansın, zaten tabanca bulunduğu için bir zarar yok, disiplin suçu değerlendirilmesi ile biz kendimiz ufak bir cezayla olayı kapatacağız sadece E. uzmanı cezalandıracağız, diyerek benim E. uzmanı savunmamam için bana baskı yapmak istedi, ben (…)’nın odasından çıktıktan sonra (…) M.O.'nın odasında E.Ş. ile konuştuğunu görünce biraz aralık olan kapının yanında durarak aralarındaki konuşmayı dinledim, bu konuşmada M.O,, E.Ş'ye olayın kapatılması gerektiğini, silahı ben aldım diyeceksin, zaten eskiden silahı alma konusunda bir talep dilekçen olduğundan benim bu konuda talebim vardı, bu talebime istinaden de silahı izne giderken aldım, dönüşte bırakacaktım, şeklinde beyanda bulunacaksın, bu olay kapanacak, zaten bu durumda sana da disiplin cezası vereceğiz, dedi; ben bu konuşmayı duyduktan sonra E.Ş'nin üzerindeki baskı ile dosya içerisinde yer alan soruşturma aşamasındaki Askeri Savcılıktaki beyanları imzalamış olduğunu düşünüyorum, çünkü üzerinde büyük bir baskı bulunmaktaydı, kendisinin uzman erbaş olduğunu düşünürsek baskı altında hareket etmesi gayet normal karşılıyorum, ben dahi Topçu Üsteğmen olmama rağmen (…) baskısı sonucunda idari tahkikat heyetine beyanda bulunmaktan kaçınmıştım
 …” demiştir.
72. Babaeski Ceza Mahkemesi'nin 15/5/2013 tarih ve E.2011/441, K.2013/195 sayılı kararın gerekçesi ise özetle şöyledir:
 “ ...
 Olay öncelikle askeri mahalde asker kişiye ait olmayan eşya hakkında gerçekleştiği böylelikle mahkememizin görevli olduğu anlaşılmıştır. (...)Yani olayın oluş sürecine göre silah askeri malzemelikten değil tanık Ş.T'nin çekmecesinden kaybolmuştur. Olay sırası ve akışına göre silahın kaybolduğu tarih tanık Ş.T'nin raporlu olduğu tarihe denk gelmiştir. Bu hususlar mahkememizce sabit görüldükten sonra tartışılması gereken hususlar sanığın ilk iki ifadesinde ve sorgu mahkemesinde suçu niçin ikrar ettiği ve silahın sanığın balkonun altında sanığın göstermesi sonucu bulunmasıdır. Dinlenen tanık beyanlarından A.Ö.G'nin ve T.A'nın sanığa ifadesi alınması için beklerken baskı yapıldığına ilişkin beyanları, sanığın yeni uzman çavuş oluşu ve ifadesinin komutanları tarafından alınmış olması, askeriyedeki emir komuta zinciri, sanığın savcılıktaki beyanları ile örtüşen tanık beyanlarına göre sanığın 26-27/07/2011 tarihli beyanlarına itibar edilmemiştir. Ayrıca sanık bu ifadelerinde silahı depodan kilidi kırarak aldığını beyan etmiş ancak tüm dosya kapsamı ve özellikle tanık beyanlarına göre silahın depoda saklanmadığı sabittirBu nedenle sanığın bu ifadeleri baskı ve korku altında verdiği kanaatine varılmıştır. Sonraki tartışılması gereken husus da sanığın evinin balkonun altında suça konu tabancanın yer göstermesi sonucu bulunmasıdır. Olayın oluşuna göre izinde olan sanık geri çağırılmış ve tanık A. tarafından otogardan alınarak evine getirilmiştir. Daha sonra da tanık A.E., tanık A'nın çağırması sonucu eve gelmiştir. Sanığın savunmasına ve tanık K.Y.B'nin beyanına göre tanıklar A ve A.E'nın evi aradıkları bu konuda izin almadıkları anlaşılmıştır. Ayrıca silahın bulunduğu 23/07/2011 tarihli arama tutanağında aramaya katılmayan Ş.T. ve diğer kişilerin imzasının bulunduğu ancak orada hazır olan A.E'nin imzasının bulunmadığı anlaşılmıştır. Silahın sanık tarafından tanık A'ya gösterilen yerde bulunması hususunda ise; sanığın bu konudaki bu silahın saklanması hususunda tehdit edildiği ancak kendisinin kabul etmemesine rağmen başka şahıslar tarafından silahın bulunduğu yere konulduğu, yönündeki savunması kesin olarak kanıtlanamamış ise de dosya kapsamındaki çelişkili beyanlar ve tutanaklara göre sanığın savunmasının aksine de her türlü şüpheden uzak kesin inandırıcı delil bulunmamaktadır. Alınan bilirkişi raporuna göre silahın bulunduğu yere başkaları tarafından da konulabileceği belirtilmiştir. Açıklanan tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde sanığın balkonun altında suça konu silah bulunmuştur. Ancak bu somut olgu dışında sanığın savunmasının aksini kanıtlayan her türlü şüpheden uzak ve kesin delil bulunmamaktadır. Suça konu silahın ne şekilde kaybolduğu dosyada net değildir. Ancak bu silahın ne şekilde kaybolduğu tam olarak belirlenemediği gibi bu silahın sanık tarafından çalınıp iddia edildiği şekilde balkonun altına saklandığı da her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil sabit olmadığından atılı suçtan beraatine karar vermek gerekmiştir.”
73. Başvurucu hakkında verilen beraat kararı incelendiğinde; eylemi gerçekleştiren kişinin tespit edilemediği, yani suçun maddi unsurlarından biri olan failin kim olduğunun belli olmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucunun, Tugay Komutanlığında görev yapan bazı üst düzey subayların kendisini tehdit ettiğine, bu doğrultuda baskılara maruz kalarak gerçeğe aykırı beyanlarda bulunmak zorunda kaldığına ilişkin iddiası da Ceza Mahkemesi kararıyla teyit edilmektedir.
74. AYİM kararının gerekçesinde ise, başvurucu hakkında yürütülen ve beraatla sonuçlanan yargılamaya konu suçlamanın niteliklerine dayanılmaktadır. Ayrıca AYİM kararının gerekçesinden, asker bir kişi olan uzman çavuşun yüz kızartıcı bir suçlamayı hangi şartlar altında kabul ettiğinin gözetilmediği ve baskı altında verilen ifadeden dolayı telafisi güç veya imkânsız bir zarara uğramasının mümkün olabileceği anlaşılmaktadır. Bununla beraber karar gerekçesinin, Ceza Mahkemesince alınan ifadelerden ziyade soruşturma dosyasının sivil savcılığa gönderilmesine kadar olan zaman dilimi içerisinde alınan bir kısım ifadelere dayandığı da açıktır.
75. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde, kaybolan tabanca sebebiyle kendisinden istifade edilemeyeceği kanaatine varılarak TSK’dan ilişiği kesilen başvurucunun açtığı iptal davasında, başvurucu hakkındaki beraatla sonuçlanmış olan ceza yargılamasına atıfta bulunulduğu ve suçluluğu mahkeme kararlarıyla sabit olmayan başvurucunun yargılamaya konu eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancının karara yansıtıldığı anlaşıldığından, Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
76. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 'Kararlar' kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:
 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.
 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.''
77. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal mahkeme kararından kaynaklandığından ve yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan, 6216 sayılı Kanun'un (1) ve (2) numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine, başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10.TL harcın başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurucunun,
1. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bağımsız olmadığına ilişkin şikâyetinin “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
2. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin şikâyetinin "açıkça dayanaktan yoksun olması" ,
3. Başsavcılık düşüncesinin tebliğ edilmemesi nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün ihlal edildiği yönündeki şikâyetinin "açıkça dayanaktan yoksun olması",
4. Başvurucu aleyhine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün ihlal edildiği yönündeki şikâyetinin "açıkça dayanaktan yoksun olması",
5. Başvurucunun ileri sürdüğü diğer şikâyetlerin "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin şikâyetinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yatırılan 206,10 TL harcın BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
19/11/2014 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
MÜNÜR İÇER BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2012/584)
 
Karar Tarihi: 12/3/2015
R.G. Tarih- Sayı: 16/5/2015-29357
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
 
Başkan:Alparslan ALTAN
Üyeler:Serdar ÖZGÜLDÜR
  Osman Alifeyyaz PAKSÜT
  Recep KÖMÜRCÜ
  Celal Mümtaz AKINCI
Raportör:Bahadır YALÇINÖZ
Başvurucu:Münür İÇER
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, 10/3/2011 tarih ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun 10. maddesi ile 27/7/1967 tarih ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici 32. maddesinde düzenlenen haklardan yararlanmak için yaptığı başvurunun reddi üzerine açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle, Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 7/11/2012 tarihinde Bursa 1. İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 25/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 9/1/2015 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 28/1/2015 tarihli görüş yazısı 11/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne cevaplarını içeren dilekçesini 16/2/2015 tarihinde sunmuştur
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu astsubay statüsünde görev yapmakta iken, disiplinsiz olduğu ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) itibarını sarsacak hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle YAŞ kararıyla 1986 yılında TSK’dan ilişiği kesilmiştir.
8. Başvurucu hakkında açılan ceza davasında, Mersin 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 1/10/1991 tarih ve E.1990/91, K.1991/134 sayılı kararı ile davanın zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına, ele geçirilen gümrük kaçağı malların ise zor alımına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
“… temas kurarak kara ve deniz yolunun güven altına alınması konusunda anlaştıkları, daha sonra Çeşmeli karakol komutanı sanık Asb. S.Ö. ve Münir İçer ile de anlaştıkları, tüm sanıkların bu anlaşmaları sonucu 17-18 Ocak 1981 gecesi deniz yolundan motorla getirilen kaçak elektronik eşyanın Sipahi … Ocağı Mevkiinden yurda sokarak kamyonlarla denizli iline naklini sağladıkları, ancak bu eşyanın B. isimli kişiye ait diğer kaçak eşyadan ayırt edilemeyecek şekilde ele geçtiği ve olayla ilgili Denizli Ağır Ceza mahkemesinin 1981/33 esasında kayıtlı kamu davasının açıldığı, bu suretle tüm sanıkların toplu kaçakçılık suçunu işledikleri, suç konusu eşyanın başka eşya ile karışması nedeni ile gümrüklenmiş değerlerinin belirlenemediği,

b) Sanıklar … Münir İçer, … 18 Ocak 1981 tarihinde teşekkül oluşturarak kaçakçılık, rüşvet almak ve vermek suçlarından açılan kamu davaları,

Sanıklara müsnet kaçakçılık ve rüşvet alıp vermek suçları TCK.78.m. uyarınca ve olaylarda teşekkül durumu söz konusu olmadığından toplu kaçakçılık olarak nitelendirilip, ele geçen ve belirlenebilen kaçak eşyanın o tarihlerdeki gümrüklenmiş piyasa değeri 30 milyon liranın altında olduğundan iş bu kamu davalarının … zamanaşımı nedeniyle ORTADAN KALDIRILMASINA,”
9. 6191 sayılı Kanun’un 10. maddesinin (7) numaralı fıkrası ile 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici 32. madde, 12/3/1971 tarihi sonrasındaki yargı denetimine kapalı idari işlemler veya YAŞ kararlarıyla TSK’dan ilişiği kesilenlere bazı haklarının iadesinin sağlanması amacıyla idareye başvuru imkânı getirmiş ve bu hükümden yararlanabilmek için 6191 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden itibaren 60 gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvurulması gerektiği hükme bağlanmıştır.
10. Başvurucunun, 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici 32. madde hükmünden yararlandırılması talebiyle yaptığı başvuru, Milli Savunma Bakanlığının 5/7/2011 tarihli işlemi ile reddedilmiştir.
11. Başvurucu tarafından, anılan işlemin iptali istemiyle açılan davada Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesi 19/4/2012 tarih ve E.2012/384, K.2012/543 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
“Görüldüğü üzere, 12.03.1971 tarihinden 22.03.2011 tarihine kadar yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askeri Şura karaları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenlerin, yani kişi olarak kapsama girenlerin başvurularını kabul veya reddetmek konusunda Milli Savunma Bakanına (sebep unsuru yönünden) geniş bir takdir yetkisi tanınmıştır. Kuşku yok ki, diğer bütün kamusal yetkilerde olduğu gibi idarenin takdir yetkisi de kamu yararı amacı ve hizmet gerekleriyle sınırlı bulunmaktadır.
Bu kapsamda dava konusu işlem irdelendiğinde; 1976 yılında Astb.Çvş. naspedilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapmaya başlayan davacının, YAŞ kararı ile TSK.dan ilişiğinin kesilmesine esas teşkil eden; Mersin 1’inci Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmasına ve 14.09.1981-17.06.1985 tarihleri arasında tutuklu kalmasına sebep teşkil eden ve Mersin 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nin 01.10.1991 gün ve 1990/91 Esas, 1991/134 Karar sayılı (25.10.1991 Tarihinde kesinleşen) kararıyla "Toplu Kaçakçılık" olarak vasıflandırılıp, zaman aşımı nedeniyle kamu davası sonlandırılmasına karar verilen suça konu; bir kısım askeri ve sivil şahıslarla birlikte menfaat için yapılan bir anlaşma çerçevesinde yurt dışından kaçak olarak getirilen bir takım elektronik eşyanın deniz yolu ile yurda sokulup kara yolu ile Denizli iline naklinin sağlanması şeklindeki olayın içerisinde yer alması şeklindeki eylemi nazara alınarak 926 sayılı Kanunun 32'nci maddesinden yararlandırılmaması yönünde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”
12. Bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 9/10/2012 tarih ve E.2012/1287, K.2012/1048 sayılı kararı ile reddedilmiş, karar başvurucuya 6/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
13. Başvurucu, 7/11/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır.
B. İlgili Hukuk
14. 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesinin birinci, ikinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:
“12 Mart 1971 tarihinden bu Kanunun yayımı tarihine kadar, yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenler veya vefatları hâlinde hak sahipleri, bu madde hükümlerinden yararlanabilmek için altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvururlar.
Milli Savunma Bakanı, başvurunun kabulüne veya reddine en geç altı ay içinde karar verir. Milli Savunma Bakanı, hazırlık amacıyla sadece gerekli yazışmaların yapılması hususunda yardımcı olmak üzere gerektiğinde komisyonlar kurabilir ve bu komisyonlara, ilgili bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarından temsilci çağırabilir. İlgililerin, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesilmesine esas bilgi ve belgeler Genelkurmay Başkanlığınca en geç altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına gönderilir.

Başvurunun reddi hâlinde, bu ret işlemine karşı ilgililer altmış gün içinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabilirler.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
15. Mahkemenin 12/3/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 7/11/2012 tarih ve 2012/584 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
16. Başvurucu, hakkında uygulanmış bir disiplin cezasının ve kesinleşmiş bir mahkûmiyetinin bulunmadığını, ceza davası devam ederken TSK’dan ilişiğinin kesildiğini, 926 sayılı Kanun’un 32. maddesinden yararlanmak için gerekli olan şartları taşıdığını, somut bir gerekçe gösterilmeksizin talebinin reddedildiğini, ''toplu kaçakçılık'' olarak nitelendirilen suçtan dolayı açılan davanın da zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına rağmen mahkûmiyeti varmış gibi değerlendirildiğini ve suçlu muamelesi yapıldığını belirterek, Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
17. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Bu kapsamda başvurucunun iddialarının masumiyet karinesinin ihlal edildiği şikâyeti çerçevesinde değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
18. Başvurucunun şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmayıp, kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de görülmediğinden, başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
19. Başvurucu, ''toplu kaçakçılık'' olarak nitelendirilen suçtan dolayı açılan davanın da zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına rağmen mahkûmiyeti varmış gibi değerlendirildiğini, suçlu muamelesi yapıldığını ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
20. Bakanlık görüş yazısında, masumiyet karinesinin kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilke olduğunu, AİHM’in, ceza yargılamasına paralel olarak veya ceza yargılamasının bitmesinden sonra devam eden adli ve idari süreçler bakımından da masumiyet karinesinin uygulanabileceğini birçok kararında kabul ettiğini, ceza yargılamasının niteliği ile disiplin yargılamasının niteliğinin birbirinden farklı olduğunun unutulmaması gerektiğini, masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken, özellikle hukuk yargılamaları bakımından üzerinde durulması gereken önemli hususlardan birinin, durum tespitinin ötesinde, yargılamayı yapan makamın ilgili kişiye suç isnat edip etmediği ve beraat kararını sorgulayıp sorgulamadığı hususu olduğunu, somut olayda, başvurucu hakkında “toplu kaçakçılık” olarak nitelendirilen suçtan dolayı açılan davanın zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karşın, ilişiğinin kesilmesi işleminin disiplin hukuku çerçevesinde yapıldığını belirterek, masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediğine ilişkin yapılacak değerlendirmede bu hususların dikkate alınması gerektiğini bildirmiştir.
21. Başvurucu cevap dilekçesinde, başvuru formunda yer alan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine yönelik iddialarını tekrar etmiştir.
22. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”
23. Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.”
24. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
25. Bu çerçevede, masumiyet karinesi kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı kesin hükümle mahkûmiyete dönüşen kişiler açısından ise, artık “hakkında suç isnadı olan kişi” statüsünde olmadıkları için masumiyet karinesi iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır. Ancak ceza davası sonucunda kendisine isnat edilen suçu işlemediğinin sabit olduğu veya suçu işlediğine kesin olarak kanaat getirilemediği ve bu nedenle sanık hakkında beraat kararı verilen durumlarda ise kişi hakkında masumiyet karinesinin devam ettiğinin kabulü gerekir. Çünkü böyle durumlarda Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (2) numaralı fıkraları anlamında kişinin suçluluğu sabit olmamıştır ve bu nedenle suçlu sayılamaz (B. No: 2012/574, 6/2/2014, § 76).
26. Masumiyet karinesi, suç isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerli olduğu için, Sözleşme’nin 6. maddesinde ifade edilen “medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar” çerçevesinde değerlendirilen idari davalar, kural olarak masumiyet karinesinin uygulama alanı dışında kalmaktadır. Ancak idari davada uyuşmazlık konusu olan maddi olayın tespitinde idari yargı mercii, aynı maddi olayı ele alan ceza mahkemesinin daha önce verdiği beraat kararına uygun hareket etmelidir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. X/Avusturya, B. No: 9295/81, 6/10/1982, k.k.; C/Birleşik Krallık, B. No: 11882/85, 7/10/1987, kk.). Bu kural, kişi hakkında verilen beraat kararı sorgulanmadığı sürece, aynı maddi olay çerçevesinde daha düşük ispat standardı kullanılarak kişinin disiplin sorumluluğu çerçevesinde yaptırıma tabi tutulmasına engel teşkil etmemektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ringvold/Norveç, B. No: 34964/97, 11/2/2003, § 38).
27. Bu çerçevede, ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda, kişi hakkında beraat kararı verilmiş olmasına rağmen, bu karara esas teşkil eden yargılama sürecine dayanılması ve bu şekilde beraat kararının sorgulanması masumiyet karinesi ile çelişir. Buna karşılık, idari uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından, kişi beraat etmiş olsa dahi yargılanmış olması olgusundan veya buna ilişkin karardan söz edilmesi, kişinin suçlu muamelesi gördüğünden ve dolayısıyla masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün halinde dikkate alınması ve nihai kararın münhasıran kişinin yargılandığı ve sonuçta beraat ettiği fiillere dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 29).
28. Öte yandan, ceza ve ceza muhakemesi hukuku ile disiplin hukukunun farklı kural ve ilkelere tabi disiplinler olduğunun hatırlanmasında yarar vardır. Buna göre kamu görevlisinin davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin sorumluluğunu da gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin soruşturması ayrı ayrı yürütülür ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi işlemediğine dair hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 30). Ancak bu kapsamda yapılan değerlendirmelerde delil yetersizliğine dayalı olsa bile kişi hakkında verilen beraat kararına aykırı olarak kişinin suçsuz olmadığı yönünde değerlendirmelerden kaçınılması gerekir.
29. Masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken, özellikle hukuk ve idari yargılama bakımından üzerinde durulması gereken önemli hususlardan biri, yargılamayı yapan makamın ilgili kişiye suç isnat edip etmediği ve beraat kararını sorgulayıp sorgulamadığıdır.
30. Kişinin suçluluğunu ima eden ya da kabul eden bir yargı söz konusu olmadıkça, sadece soruşturma açılmış olması da disiplin veya idari yaptırım işlemlerinin başlatılması veya uygulanması için yeterli görülebilir (B. No: 2012/998, 7/11/2013, § 65).
31. Bireysel başvuruya konu olan AYİM kararı incelendiğinde; yargı denetimine kapalı idari işlemler veya YAŞ karaları ile TSK’dan ilişiği kesilenlerin 926 sayılı Kanun’un 32. maddesinden yararlandırılmaları için yaptıkları başvuruların kabulünde idarenin takdir yetkisinin bulunduğu, bu yetkinin kullanımının sınırsız olmadığı, kamu yararı amacı ve hizmet gerekleri ile sınırlı olduğu belirtildikten sonra başvurucunun TSK’dan ilişiğinin kesilmesine ilişkin olayın değerlendirilmesinin yapıldığı, hakkında açılan ceza davası nedeniyle başvurucunun yaklaşık dört yıl tutuklu kaldığı tespitine yer verildiği, ceza davası zamanaşımına uğraması sonucu ortadan kaldırılmış olsa da ceza davasında başvurucunun toplu kaçakçılık suçunu işlediği hususunda yapılan tespit ile bağlantı kurularak (§ 8), davaya konu eylemleri nedeniyle başvurucunun 926 sayılı Kanun’un 32. maddesinden yararlandırılmamasına ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddedildiği görülmektedir.
32. Başvurucunun durumu değerlendirilirken, zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılan ceza davasına konu eylemler içinde yer aldığı kabul edilerek, 926 sayılı Kanun’un 32. maddesinden yararlandırılmamasına ilişkin işlemin hukuka uygun olduğuna karar verilmiştir. Bu çerçevede başvuruya konu kararın gerekçesinde yer alan ifadelerden, suçluluğu ilgili mahkeme kararıyla sabit olmayan ve zamanaşımı nedeniyle hakkında açılan ceza davası ortadan kaldırılan başvurucunun anılan eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancının yansıtıldığı görülmektedir. Dolayısıyla idarenin söz konusu işleminin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşırken Mahkeme, başvurucunun durumunu ceza yargılamasından ayrı olarak değerlendirmemiş, aksine ceza mahkemesinin zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırma kararının gerekçesine ve başvurucunun yargılandığı fiilleri işlediği kabulüne dayanarak karar vermiştir. Bu kapsamda Mahkemenin gerekçesinde kullandığı ifadelerin, başvurucunun masumiyet karinesine saygı ilkesiyle bağdaştığı söylenemez.
33. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde, AYİM kararının gerekçesinde, başvurucu hakkındaki zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılan ceza yargılamasına atıfta bulunulduğu ve suçluluğu mahkeme kararlarıyla sabit olmayan başvurucunun yargılamaya konu eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancının karara yansıtıldığı anlaşıldığından, başvurucunun Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
34. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. Maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“ Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
35. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal, mahkeme kararından kaynaklandığından ve yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan, 6216 sayılı Kanun’un (2) numaralı fıkrası gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
36. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Masumiyet karinesinin ihlal edildiği şikâyetinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. İhlal ve ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için kararın bir örneğinin AYİM Birinci Daire Başkanlığına GÖNDERİLMESİNE,
C. 172,50 TL başvuru harcından oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
12/3/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.
---
 
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
OĞUZ TİFTİKÇİER BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/2091)
 
Karar Tarihi: 4/11/2015
R.G. Tarih ve Sayı: 22/12/2015-29570
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
 
Başkan:Burhan ÜSTÜN
Üyeler:Serruh KALELİ
  Nuri NECİPOĞLU
  Hasan Tahsin GÖKCAN
  Rıdvan GÜLEÇ
Raportör:Yakup MACİT
Başvurucu:Oğuz TİFTİKÇİER
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ceza mahkemesince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesine rağmen hukuk mahkemesinin, kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü varmış gibi değerlendirme yaparak karar vermesi nedeniyle masumiyet karinesinin; mahkemece delillerin hatalı değerlendirilerek ret kararı verilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 20/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 15/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği 10/11/2014 tarihinde görüş için gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 9/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 23/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 30/1/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş (TEDAŞ) Genel Müdürlüğü Edremit İlçe İşletme Başmühendisliği emrinde işçi statüsüyle Başteknisyen olarak çalışmakta iken irtikap suçundan hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 17/3/2006 tarihinde tutuklanmış, akabinde Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin E.2006/201 sayılı dosyasında dava açılmıştır.
9. Mahkeme 6/6/2006 tarihli ve K.2006/277 sayılı kararı ile başvurucuyu, görevi kötüye kullanma suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırmıştır.
10. Bu arada başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatılmış, İşyeri Disiplin Kurulunun 23/6/2006 tarihli ve 5 sayılı kararı ile başvurucunun rüşvet almak suçundan yargılanarak görevi kötüye kullanma suçundan hüküm giydiği belirtilmiş, 11. Dönem Toplu İş Sözleşmesinin (TİS) 26. maddesindeki rüşvet almak ve vermek suçuna kıyasen iş akdi sona erdirilmiştir.
11. Başvurucunun karara yaptığı itiraz, TEDAŞ Genel Müdürlüğü İşçi Merkez Disiplin Kurulunun 9/8/2006 tarihli ve 103 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
12. Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin mahkûmiyet kararı temyiz edilmiş, Yargıtay 5. Ceza Dairesi 9/1/2012 tarihli ve E.2008/20, K.2012/5 sayılı ilamı ile sanığın görevi kötüye kullanmaya teşebbüs suçundan cezalandırılması gerektiği gerekçesiyle hükmü bozmuştur.
13. Bozma üzerine dosya Mahkemenin 2012/108 esasına kaydedilmiş; Mahkeme, 22/5/2012 tarihli ve K.2012/239 sayılı kararla başvurucunun görevi kötüye kullanma suçuna teşebbüsten, “iki ay on beş gün hapis cezası ile cezalandırılmasına” ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiş, karar itiraz edilmeden 15/6/2012 tarihinde kesinleşmiştir.
14. Başvurucu, işe iadesine karar verilmesi istemiyle Bursa 3. İş Mahkemesine dava açmış; Mahkeme, 13/9/2012 tarihli ve E.2007/920, K.2012/639 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir.
15. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 14/12/2012 tarihli ve E.2012/27846, K.2012/28364 sayılı ilamıyla onanmıştır.
16. Onama ilamı 21/2/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 20/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
17. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 20. maddesi şöyledir:
“İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. Taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede özel hakeme götürülür.
Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.
Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay içinde kesin olarak karar verir.”
18. 4857 sayılı Kanun’un 21. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“İşverence geçerli sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece veya özel hakem tarafından tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur.
Mahkeme veya özel hakem feshin geçersizliğine karar verdiğinde, işçinin işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminat miktarını da belirler.
Kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları ödenir.

İşçi kesinleşen mahkeme veya özel hakem kararının tebliğinden itibaren on işgünü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır. İşçi bu süre içinde başvuruda bulunmaz ise, işverence yapılmış olan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun hukuki sonuçları ile sorumlu olur.
…”
19. 4857 sayılı Kanun’un 25. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir:

II. Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:

e) İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması.
…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 4/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 20/3/2013 tarihli ve 2013/2091 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
21. Başvurucu, Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin görevi kötüye kullanma suçuna teşebbüs fiilinden verdiği 2 ay 15 gün hapis cezasıyla ilgili hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verdiğini, işe iadesi istemiyle Bursa 3. İş Mahkemesine açtığı davada Mahkemenin, hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı varmış gibi suça konu eylemi sabit görerek davayı reddettiğini, disiplin soruşturmasında da Ceza Mahkemesi kararının sonucunun beklenmediğini, bu durumun masumiyet karinesini zedelediğini; Disiplin Kurulunun, iş akdi feshedilirken Ceza Mahkemesinin görevi kötüye kullanmak suçuna ilişkin yaptığı tespiti, rüşvet almak olarak değerlendirdiğini ve TİS’in disiplin cezaları cetvelinde yer alan 26. maddesine kıyasen ihraç cezası verildiğini, hâlbuki TİS’in 25. maddesi gereği bu suça teşebbüs eyleminin cezasının dört yevmiye kesintisi olduğunu, İş Mahkemesinin de hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararını dikkate almadığını, görevi kötüye kullanma suçunu yüz kızartıcı suç sayarak uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verdiğini ayrıca eylemi, 4857 sayılı Kanun’un 25. maddesindeki işçinin, işverenin güvenini kötüye kullanması ve hırsızlık yapması durumunda iş akdi feshedilir hükmüne dayandırdığını, Mahkemenin bilirkişi inceleme talebini de reddettiğini belirterek Anayasa’nın 5., 36. ve 38. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
22. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun, Anayasa’nın 5. maddesinde yer alan hakkının ihlal edildiğini ileri sürdüğü görülmüştür. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun ileri sürdüğü bu iddialar adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.
1. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiği İddiası
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
23. Başvurucu, görevi kötüye kullanmak suçuna teşebbüsten aldığı 2 ay 15 günlük ceza hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, buna rağmen İş Mahkemesince kesinleşmiş mahkûmiyet kararı varmış gibi değerlendirme yapılarak işe iade davasının reddedildiğini, Disiplin Kurulunun da Mahkeme kararı kesinleşmeden disiplin cezası verdiğini, bu nedenle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
24. Bakanlık, başvurunun bu kısmının kabul edilebilirliği konusunda herhangi bir görüş bildirmemiştir.
25. Başvurucunun bu şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun değildir. Kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de görülmeyen bu şikâyet yönünden başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
26. Nuri NECİPOĞLU bu görüşe katılmamıştır.
b. Esas Yönünden
27. Başvurucu, işe iade davasını reddeden Bursa 3. İş Mahkemesinin gerekçesinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen ceza dosyasındaki olaylara dayanıldığını belirterek Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (2) numaralı fıkralarında düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
28. Bakanlık görüşünde hukuk mahkemesinin ceza davasında başvuranın cezalandırılmasına ilişkin hükmün ceza tayini kısmına değil, eylemin sübutuna ilişkin kısmına dayanarak davayı reddettiği, esasen hukuk hâkiminin ceza mahkemelerinin sübuta yönelik vardıkları sonuçla bağlı olduğu, bu itibarla şikâyet incelenirken bu hususların dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.
29. Başvurucu cevabında başvuru formundaki iddialarını tekrar etmiştir.
30. Öncelikle bireysel başvuru incelemesinin, anayasal hak ve özgürlüklere yönelik ihlallerin tespiti ve sonuçlarının ortadan kaldırılması ile sınırlı bir inceleme olduğunun ve Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasındaki kural gereğince kanun yolu incelemesinde olduğu gibi kararın tüm yönleri ile ele alınarak eksiksiz bir hukuki denetim imkânı sağlamadığının hatırlanmasında yarar vardır (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26). Bu çerçevede başvurucu hakkında tesis edilen fesih işleminin ve ardından başvurucunun açtığı işe iade davasına ilişkin yargılama sonucunda Bursa 3. İş Mahkemesi tarafından ulaşılan sonucun hukuka uygun olup olmadığı meselesi, Mahkeme kararının tespit ve sonuçları bariz bir takdir hatası içermedikçe ve bu durum kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmadıkça bireysel başvuru incelemesinin kapsamı dışında kalmaktadır. Bu açıklamalar çerçevesinde somut başvurunun, iş akdinin feshine ilişkin işlemde ve Mahkeme kararının gerekçesinde masumiyet karinesine ilişkin anayasal güvencenin ihlal edilip edilmediği ile sınırlı olarak incelenmesi gerekmektedir (Uğur Ayyıldız, B. No: 2012/574, 2/6/2014, § 70).
31. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”
32. Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.”
33. Masumiyet (suçsuzluk) karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
34. Bu çerçevede masumiyet karinesi kural olarak hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı mahkûmiyete dönüşen kişiler “hakkında suç isnadı olan kişi” statüsünde olmadıkları için bu durumda masumiyet karinesi iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır (Kürşat Eyol, § 27). Ancak suç isnadı mahkûmiyete dönüşse bile söz konusu mahkûmiyet hükmü hukuksal anlamda kesinleşmediği sürece masumiyet karinesinin devam ettiğinin kabulü gerekir. Çünkü bu durumda Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkraları anlamında kişinin suçluluğu sabit olmamıştır ve bu nedenle suçlu sayılamaz (Mustafa Kıvrak, B. No: 2013/3175, 20/2/2014, § 34).
35. Öte yandan ceza davasının herhangi bir nedenle düştüğü, belirli bir süre sonra şarta bağlı olarak düşeceği veya sanık hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmaksızın davanın ertelendiği durumlarda kişi hakkında masumiyet karinesinin devam ettiğini kabul etmek gerekir. Çünkü bu durumlarda ortada henüz verilmiş bir mahkûmiyet hükmü bulunmamaktadır (Kürşat Eyol, § 27).
36. Masumiyet karinesi, ceza yargılaması kapsamında bir usul güvencesi olmasına rağmen buna ilişkin korumanın uygulanabilir olması ve uygulanabilirliğin etkili şekilde sağlanabilmesi için beraat eden veya bir şekilde hakkındaki ceza yargılaması devam etmeyen kişilere, kamu görevlileri veya otoriteleri tarafından suçluymuş gibi muamele edilmesinin önlenmesi gerekir. Bu kapsamda ceza davasını takip eden “ceza yargılaması niteliğinde olmayan herhangi bir yargılamada” da -hukuk, disiplin gibi- masumiyet karinesine özen gösterilmelidir. Bununla birlikte -ceza yargılamasında mahkûmiyetle sonuçlanmamış aynı olaylara dayanılarak- bir kişinin disiplin suçundan suçlu bulunması veya hakkında tazminata karar verilmesi masumiyet karinesini otomatik olarak ihlal etmez. Bu kapsamda “karar vericilerin kullandıkları dil” kritik önem taşır (Mustafa Kıvrak, § 36; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Allen/Birleşik Krallık [BD], B. No: 25424/09, 12/7/2013, §§ 92-105 ve 120-126).
37. Kamu otoriteleri veya görevlileri tarafından hakkında soruşturma veya kovuşturma yürütülen kişiyle ilgili olarak yargılama süreci bir mahkûmiyet hükmüyle kesinlik kazanmadan suçluluğa dair herhangi bir kanaat ifade edilmiş olması ya da ceza yargılaması, mahkûmiyet dışında bir kararla sona ermesine rağmen sona ermeye ilişkin kararda sanığın suçlu olabileceğinin ifade edilmiş olması durumunda masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilecektir (Panteleyenko/Ukrayna, B. No: 11901/02, 29/6/2006 § 70). Dolayısıyla mahkeme kararlarında, resmî yazılarda veya kamu görevlilerinin ifadelerinde sarf edilen söz veya ifadeler nedeniyle kişiler hakkındaki masumiyet karinesinin ihlal edilmemesi için kullanılan ifadelerde seçilecek kelimelere azami dikkat edilmesi gerekir (Ali Atlı, B. No: 2013/500, 20/3/2014, § 35).
38. Öte yandan ceza ve ceza muhakemesi hukuku ile disiplin hukukunun farklı kural ve ilkelere tabi disiplinler olduğunun hatırlanmasında yarar vardır. Buna göre kamu görevlisinin davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin sorumluluğunu da gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin soruşturması ayrı ayrı yürütülür ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi işlemediğine dair hükümler dışında Ceza Mahkemesi hükmü, disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir (Kürşat Eyol, § 30). Ancak bu kapsamda yapılan değerlendirmelerde -delil yetersizliğine dayalı olsa bile- kişi hakkında verilen beraat kararına aykırı olarak kişinin suçsuz olmadığı yönündeki değerlendirmelerden kaçınılması gerekir (Uğur Ayyıldız, § 79).
39. Somut olay açısından öncelikle hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurumunun hukuki niteliği ve doğurduğu sonuçların değerlendirilmesinde yarar vardır.
40. 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesine göre yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza iki yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezası ise hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Anılan maddenin (5) numaralı fıkrasında, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade ettiği belirtilmektedir. Öte yandan aynı Kanun’un 223. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hüküm niteliğindeki kararlar arasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı sayılmamaktadır (Ali Gürsoy, B. No: 2012/833, 26/3/2013, §20 ).
41. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, yargılamayı hükümle sonuçlandıran bir karar niteliğinde olmayıp ceza yargılamasını sona erdiren düşme nedenlerinden birisidir. 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinin (10) ve (11) numaralı fıkralarında belirtildiği üzere denetim süresi içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmediği takdirde açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak davanın düşmesine, denetim süresi içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmesi hâlinde hükmün açıklanmasına karar verilir (Ali Gürsoy, §21).
42. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen durumlarda sanığın suçlu olduğu konusunda ulaşılmış bir vicdani kanaat bulunmakta ve bu kanaat “kasten yeni bir suç” işlenmemesi şartına bağlı olarak hüküm ifade etmemektedir. Bu çerçevede ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda, açıklanması geri bırakılan mahkûmiyet kararına dayanılması masumiyet karinesi ile çelişebilir. Buna karşılık idari uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından sadece kişinin yargılanmış olmasından ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karardan söz edilmesi, masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün hâlinde dikkate alınması ve nihai kararın münhasıran hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen fiillere dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir. (Kürşat Eyol, §§ 28, 29).
43. Somut olayda başvurucu hakkında yürütülen soruşturma kapsamında açılan davada Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesi 6/6/2006 tarihli kararı ile başvurucunun; görevi kötüye kullanma suçuna teşebbüs eyleminden 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiş, temyiz üzerine Yargıtay 5. Ceza Dairesi, 9/1/2012 tarihli ilamı ile hükmü bozmuş, Mahkeme 22/5/2012 tarihli kararla görevi kötüye kullanma suçuna teşebbüsten 2 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Ceza yargılaması sırasında başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatılmış, Ağır Ceza Mahkemesinin ilk kararının ardından hükmün kesinleşmesi beklenmeden İş yeri Disiplin Kurulunun 23/6/2006 tarihli kararı ile iş akdi sona erdirilmiştir. Disiplin Kurulu Kararının ilgili kısımları şöyledir:
“…
İşyeri Disiplin Kurulunun 23/6/2006 tarihinde yapılmış olan toplantıda, T.C. Cumhuriyet Başsavcılığının 2006/1263 hz. sayılı yazısı ekinde gönderilen Oğuz Tiftikçier hakkında yürütülen soruşturma evrakları, adı geçenin savunması ile Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 6/6/2006 tarih ve 2006/201 Sayılı yargılama tutanağı incelenmiştir.
T.C. Edremit Cumhuriyet Başsavcılığınca Kuruma gönderilen soruşturma evraklarının incelenmesinde, Edremit 1. Sulh Ceza Mahkemesince hazırlanan tutuklama müzekkeresinde 16/3/2006 tarihinde rüşvet almaktan şüpheli Edremit İlçe İşletme Başmühendisliği emrinde 4857 sayılı Kanuna tabi ETİB Başteknisyeni olarak görev yapan Oğuz Tiftikçier’in CMK’nın 100. maddesi hükmüne göre aleyhindeki kuvvetli suç şüphesi ile tutuklanmasına karar verildiği anlaşılmıştır.
Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/201 sayılı ve 6/6/2006 tarihli yargılama tutanağında ise Oğuz Tiftikçier’in eylemine görevde yetkisini kötüye kullanma niteliğinde olduğu, buna sgöre Türk Ceza Kanunu’nun 257/1. Maddesi gereği işleniş şekli kastının yoğunluğu suç konusunun önem ve değeri dikkate alınarak takdiren ve teşdiden iki yıl altı ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği bildirilmiştir.
Yukarıda bahsi geçen evraklar incelenmiş ve adı geçenin 11. Dönem İTİS’in 48. maddesinin altıncı fıkrası “yüz kızartıcı suçlar ile sabotaj, Devletin bölünmez bütünlüğüne, milli egemenliğe, genel ahlaka ve genel sağlığa, Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı işlenen suçlardan hüküm giyenlerin hizmet akitleri fesh edilir ve bunlar cezanın ertelenmesi, paraya çevrilmesi veya affa uğraması hallerinde dahi hiçbir surette işe alınmazlar” maddesi ile beraber rüşvet almak suçu ile yargılanarak görevi kötüye kullanma suçuyla hüküm giymesinin Toplu İş Sözleşmesinin EK 6 Türkiye Elektrik Dağıtım Genel Müdürlmüğü Disiplin Cezaları başlıklı 26. maddesinde (rüşvet almak, rüşvet vermek ) kıyasen Oğuz Tiftikçier’in “İHRAÇ” cezası ile tecziyesine oyçokluğu ile karar verilmiştir.”
44. Bireysel başvuruya konu olan Bursa 3. İş Mahkemesinin ret kararının gerekçesi ise şöyledir:
“…
"Toplanan deliller değerlendirildiğinde; davacının, davalı şirkete ait Edremit İlçe Baş Mühendisliğinde teknisyen olarak çalıştığı sırada, dava dışı Hasan Tandoğan'ın tarımsal sulama aboneliğini usulsüz kullandığı ve bu hususun müfettişlerce tespit edildiğini, kendisine bu nedenle yüzelli milyar Türk lirası para cezası kesilmesi gerektiğini, 50.000,00 TL'nin müfettişlerce istendiğini, fakat bunu kendisinin yirmi milyar Türk lirasına düşürdüğünü söyleyerek bu miktar parayı dava dışı Hasan Tandoğan'dan istemesi ile ilgili olay hakkında Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/201 esas sayılı dosyası ile hakkında kamu dava açıldığı, yapılan yargılamalar sonunda davacının 22.05.2012 tarihli ve 2012/108 esas, 2012/239 karar sayılı ( bozmadan sonra yeni esas almıştır ) ilamı ile görevi kötüye kullanma teşebbüs suçundan TCK'nın 257/1. maddesi gereğine mahkûmiyetine karar verildiği, daha önce kasıtlı bir suçtan mahkum olmadığı için hükmün açıklanmasının geri bırakıldığı tespit edilmiştir.
Hukuk Mahkemesi, Ceza mahkemesine konu olayla bağlıdır. Ceza mahkemesinin sonuca matuf hukuki nitelendirmeleri hukuk hâkimini de bağlamaz. Yani davacı hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı somut olayın varlığını bertaraf edici nitelikte değildir. Dolayısıyla somut olayın 4857 sayılı yasa ve taraflar arasında bağıtlanan TİS hükümleri çerçevesinde irdelenmesi ve sonuca gidilmesi gerekmektedir.
Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin ilgili ceza dosyası sureti ve ilamlar dosya içine celp edilmiş olup, davacının yukarıda açıklanan olay sonucu mahkûmiyetine karar verildiği, ancak ceza yasaları gereği hükmün açıklanmasının geri bırakıldığı sabittir. Feshe dayanak olay, ceza davası dosyası ile doğrulanmıştır. Meydana gelen olay nedeniyle işveren ile Türkiye Enerji, Su ve Gaz işçileri Sendikası ile kamu işveren sendikaları arasında imzalanan 11. dönem TİS'in 48/6. maddesi gereğince disiplin kurulu kararı ile davacının iş akdi feshedilmiştir. 4857 sayılı yasanın 25/II-e maddesinde işçinin, işverenin güvenini kötüye kullanması ve hırsızlık yapması durumunda işverence iş akdi haklı olarak feshedilebilecektir. Somut olayda fesih 4857 sayılı yasanın 25/II-e maddesi hükümlerine uygun bulunmuş, davanın bu nedenle reddine karar verilmesi sonuç ve kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur."
45. Disiplin Kurulu kararında yalnızca kesinleşmemiş Ceza Mahkemesi kararına atıfta bulunularak değerlendirme yapıldığı hatta bunun ötesine geçilerek Mahkemenin görevi kötüye kullanma suçu olarak nitelediği eylemin rüşvet suçu kapsamında değerlendirilerek iş akdinin sonlandırıldığı anlaşılmıştır.
46. Başvuru konusu Mahkemenin karar gerekçesinde geçen “Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin ilgili ceza dosyası sureti ve ilamlar dosya içine celp edilmiş olup, davacının yukarıda açıklanan olay sonucu mahkûmiyetine karar verildiği, ancak ceza yasaları gereği hükmün açıklanmasının geri bırakıldığı sabittir. Feshe dayanak olay, ceza davası dosyası ile doğrulanmıştır.” ifadesi Mahkemenin Ceza Mahkemesinin mahkûmiyet yönündeki tercihine atıf yaptığını göstermektedir. Mahkeme kararında kullanılan ifade ve değerlendirmeler dikkate alındığında Mahkemenin yalnızca ceza dosyası kapsamında verilen mahkûmiyet kararını esas aldığı, Ceza Mahkemesinin eyleme yönelik yaptığı tespite bağlı olarak olayın gerçekliğine kanaat getirdiği ve sonuca ulaştığı anlaşılmıştır. Mahkemenin; Ceza Mahkemesi kararındaki tespitten bağımsız, kendi görüşünü ortaya koyacak herhangi bir delili kararında irdelemediği, olay ve olgular hakkında yeni bir değerlendirme yapmadığı, dolayısıyla münhasıran hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen fiillere dayanarak nihai kararı tesis ettiği anlaşılmıştır.
47. Gerek disiplin soruşturması kararı gerekse bu soruşturma sonucuna göre gerçekleştirilen fesih işlemini denetleyen Mahkeme kararında yapılan değerlendirme ve kullanılan ifadelerin başvurucunun masumiyetini ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır.
48. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde Bursa 3. İş Mahkemesi kararının gerekçesinde Mahkemenin, olay ve olgulara yönelik yeni bir değerlendirme yapmaksızın başvurucu hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargılamasındaki mahkûmiyet tespitine göre başvurucunun yargılamaya konu eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancının yansıtıldığı anlaşıldığından başvurucunun Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
49. Nuri NECİPOĞLU bu görüşe katılmamıştır.
2. Başvurucunun Adil Yargılanma Hakkı Kapsamında İleri Sürdüğü Diğer İhlal İddiaları
50. Başvurucu, Mahkemenin görevi kötüye kullanma suçunu yüz kızartıcı suç sayarak uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verdiğini ve eylemi, 4857 sayılı Kanun’un 25. maddesindeki işçinin, işverenin güvenini kötüye kullanması ve hırsızlık yapması durumunda iş akdi feshedilir hükmüne dayandırdığını, hâlbuki görevi kötüye kullanma suçunun cezasının dört yevmiye kesintisi cezası olduğunu, Mahkemenin bilirkişi inceleme talebini de reddettiğini, kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
51. Başvurucunun masumiyet karinesini ihlal iddiası hakkında yeniden yargılanma kararı verilmekle adil yargılanma hakkı kapsamındaki iddialarla ilgili bu aşamada ayrıca değerlendirme yapılmamıştır.
3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
52. Başvurucu, uğradığı zararlara karşılık 309.627,70 TL maddi ve 257.025,72 TL manevi tazminata karar verilmesini talep etmiştir.
53. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
54. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal, Mahkeme kararından kaynaklandığından ve yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan 6216 sayılı Kanun’un (1) ve (2) numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
55. Başvurucunun tazminat taleplerine yönelik yeniden yargılanma kararı verildiğinden bu hususta karar verilmesine gerek görülmemiştir
56. Dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun, Anayasa’nın 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, Nuri NECİPOĞLU’nun karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Anayasa’nın 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE, Nuri NECİPOĞLU’nun karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın Bursa 3. İş Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. 198,35 TL harçtan ibaret yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına
4/11/2015 tarihinde karar verildi.
 
 
 
KARŞI OY GEREKÇESİ
Başvurucu, görevi kötüye kullanmak suçuna teşebbüsten aldığı 2 ay 15 günlük ceza hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, buna rağmen İş Mahkemesince kesinleşmiş mahkûmiyet kararı varmış gibi değerlendirme yapılarak işe iade davasının reddedildiğini belirterek, masumiyet karinesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
Başvuru konusu olayda başvurucu hakkında Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda görevi kötüye kullanma suçundan mahkûmiyet kararı verilmiş, temyiz üzerine Yargıtay 5. Ceza Dairesince, “Kaçak elektrik tutanağı tutma yetkisine sahip olan sanığın, Uludağ Elektrik Dağıtım A.Ş. Edremit İlçe Başmühendisliğinde teknisyen olarak görev yaptığı sırada, katılanın tarımsal sulama aboneliğini usulsüz kullandığını, bu hususun müfettişlerce tespit edildiğini, kendisine bu nedenle 150.000 lira ceza kesilmesi gerektiğini, ancak kendi sözünün geçtiğini, kendisi hakkında başlangıçta 50.000 liranın müfettişlerce istendiğini fakat istenen bu parayı kendisinin 20.000 liraya düşürdüğünü söyleyerek bu miktar parayı katılandan istediği, katılanın inanmadığı ve yapmış olduğu araştırma neticesinde usulsüz bir kullanımının olmadığını anlaması üzerine durumu Jandarmaya bildirdiği ve olay günü sanıkla katılanın karşılıklı bir araya gelerek katılanın sanığa 5.000 lirayı verip 15.000 lirayı da sonradan vereceğini belirtmek suretiyle hakkında işlem yapılmaması amacıyla konuşma yaptıkları ve bu konuşma sonrasında 5.000 liranın katılan tarafından sanığa verildiği, sanığın parayı aldıktan sonra kendi aracına binerek katılanın yanından ayrıldığı, ancak olaydan haberdar olan ve daha önceden gerekli önlemleri alan Jandarma görevlilerinin sanığın aracını durdurarak, araçta arama yaptıkları ve sanığın katılandan aldığı paraların araç içinde elde edildiği ve ikna suretiyle irtikap suçunun oluşmadığı anlaşılmış olup, anlatıldığı biçimde gerçekleşen eylemin, "görevi kötüye kullanmaya teşebbüs" niteliğinde olduğu kabul edilerek, buna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken, sanık hakkında "görevi kötüye kullanma" suçunun tamamlandığı kabul edilerek mahkumiyet hükmü kurulması” doğru görülmemiş ve hüküm bozulmuştur. Mahkemece bozma ilamına uyularak görevi kötüye kullanma suçuna teşebbüs fiilinden hüküm kurulmuş ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.
Başvurucunun açtığı işe iade davasında Bursa 3. İş Mahkemesi, “Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesine ait iddianame, yargıtay ilamı, gerekçeli karar evrakı, 2006 yılı TİS sureti celp edilmiştir.
Hukuk Mahkemesi, Ceza mahkemesine konu olayla bağlıdır. Ceza mahkemesinin sonuca matuf hukuki nitelendirmeleri hukuk hâkimini de bağlamaz. Yani davacı hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı somut olayın varlığını bertaraf edici nitelikte değildir. Dolayısıyla somut olayın 4857 sayılı yasa ve taraflar arasında bağıtlanan TİS hükümleri çerçevesinde irdelenmesi ve sonuca gidilmesi gerekmektedir.
Toplanan deliller değerlendirildiğinde; ... ... Feshe dayanak olay, ceza davası dosyası ile doğrulanmıştır. Meydana gelen olay nedeniyle işveren ile Türkiye Enerji, Su ve Gaz işçileri Sendikası ile kamu işveren sendikaları arasında imzalanan 11. dönem TİS'in 48/6. maddesi gereğince disiplin kurulu kararı ile davacının iş akdi feshedilmiştir. 4857 sayılı yasanın 25/II-e maddesinde işçinin, işverenin güvenini kötüye kullanması ve hırsızlık yapması durumunda işverence iş akdi haklı olarak feshedilebilecektir. Somut olayda fesih 4857 sayılı yasanın 25/II-e maddesi hükümlerine uygun bulunmuş, davanın bu nedenle reddine karar verilmesi sonuç ve kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur” şeklinde gerekçe belirterek davanın reddine karar vermiştir.
İş Mahkemesi, iddianame, Yargıtay ilamı, gerekçeli karar evrakı, 2006 yılı TİS suretini celp ederek hüküm kurmuş, kararda ceza dosyasında suç teşkil eden fiil olduğunu belirtmemiş, ceza davasına konu olayın (maddi vakıanın) incelenen karar ve dosya ile doğrulandığını kabul etmiş, 4857 sayılı İş Kanunu'nun 25/II-e maddesini dikkate alarak, ceza dosyasındaki olayın 4857 sayılı Kanun'un 25/II-e maddesinde belirtilen işverenin güvenini kötüye kullanma durumunu oluşturduğu gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
İş Mahkemesi başvurucu hakkındaki ceza davasına konu fiillere dayanıldığını belirtmektedir. Aynı olgu ve olaylar temelinde ceza yargılaması ve disiplin işlemleri yapılabilir. Burada önemli olan, İş Mahkemesince kullanılan dildir. Eğer İş Mahkemesi aynı fiillere dayanarak sonuca ulaşırken kişinin suçlu olduğunu açıkça söylemiyorsa veya ima etmiyorsa, sadece varılan sonucu aktarmak veya olay ve olgulara ilişkin yapılan tespitle yetiniyorsa bu takdirde masumiyet karinesi açısından bir sorun olmayacaktır. İş Mahkemesinin gerekçesine bakıldığında; Mahkeme, ceza mahkemesi kararına atıf yaparak ceza davasına konu olayın sabit olduğunu ifade ediyor, ancak suçluluğa ilişkin bir imada bulunmadan, olaydan hareketle bir sonuca varıyor. Ayrıca hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının başvurucunun rızası dâhilinde alındığı ve bu karara itiraz edilmediği, böylelikle başvurucunun da ağır ceza mahkemesinin vicdani kanaatini kabullendiği göz önünde bulundurulduğunda, İş Mahkemesinin bunu dikkate almasının doğal olduğu, İş Mahkemesinin gerekçesinde kullandığı dil masumiyet karinesini ihlal edecek nitelikte olmadığı gibi, Mahkemece diğer hususlar (TİS, iddianame, Yargıtay ilamı) ve ceza davasındaki yalnızca “olay” dikkate alınarak, 4857 sayılı Kanun’un 25/II-e maddesinin değerlendirilmesi sonucu karar verildiği göz önüne alındığında, başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edilmediği kanaatindeyim.
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.
 
Üye
Nuri NECİPOĞLU
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
AYŞEDUDU ÖZKAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/2008)
 
Karar Tarihi: 5/11/2015
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
 
 
Başkan:Engin YILDIRIM
Üyeler:Recep KÖMÜRCÜ
  Alparslan ALTAN
  Celal Mümtaz AKINCI
  Muammer TOPAL
Raportör Yrd.:Hikmet Murat AKKAYA
Başvurucular:1. Ayşedudu ÖZKAN
  2. Orhan Deniz ÖZKAN
  3. Emin ÖZKAN
  4. Pelin ÖZKAN
Vekili:Av. Yaşar Kadir TÜRKAN
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, 10/3/2011 tarihli ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun 10. maddesi ile 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici 32. maddede düzenlenen haklardan yararlanmak için açılan davanın reddedilmesi nedeniyle, Anayasa’nın 15., 36. ve 38. maddelerinde tanımlanan hakların ihlal edildiğine ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 19/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 19/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 30/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
5. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvuruculara 4/2/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucular, karşı beyanlarını 9/2/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucuların murisi Sami Özkan, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde jandarma astsubay statüsünde görev yapmakta iken Yüksek Askerî Şûranın (YAŞ) 2/8/1986 tarihli ve 3 sayılı kararı ile resen emekliye sevk edilerek TSK ile ilişiği kesilmiştir.
8. 6191 sayılı Kanun’un 10. maddesinin (7) numaralı fıkrası ile 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici 32. maddeyle 12/3/1971 tarihi sonrasındaki yargı denetimine kapalı idari işlemler veya YAŞ kararlarıyla TSK’dan ilişiği kesilenlere bazı haklarının iadesinin sağlanması amacıyla idareye başvuru imkânı getirilmiş ve bu hükümden yararlanabilmek için 6191 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden itibaren 60 gün içinde Millî Savunma Bakanlığına başvurulması gerektiği hükme bağlanmıştır.
9. Başvurucuların 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici 32. maddeden yararlanma talebiyle yaptıkları başvuru, Millî Savunma Bakanlığının 5/7/2011 tarihli işlemi ile reddedilmiştir. İdari ret kararında“… 657 sayılı DMK’nun 48’inci, 926 sayılı TSK Personel Kanunun 94’üncü, Astsubay Sicil Yönetmeliğinin 60’ıncı maddesi gereği ve Sami ÖZKAN hakkında tesis edilen idari işlemin dayanağı fiillerin vasıf ve mahiyeti dikkate alınarak, …” taleplerin reddedildiği beyan edilmiştir.
10. Başvurucular tarafından, anılan işlemin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde dava açılmış; AYİM Birinci Dairesi 25/9/2012 tarihli ve E.2012/387, K.2012/975 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
“…
Davacıların murisi müteveffa Sami ÖZKAN’ın da astsubay olarak görev yapmakta iken, disiplinsizlik nedeniyle Yüksek Askeri Şura’nın 02.08.1986 gün ve 3 sayılı kararı ile re’sen emekli edilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiğinin kesildiği, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 125’inci maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan düzenlemesi nedeniyle, Yüksek Askeri Şura kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olduğu, bu nedenle davacının 926 sayılı Kanun’un Geçici 32. maddesinden yararlanmak için gerekli olan ‘yargı denetimine kapalı işlemlerle TSK’dan ilişiği kesilmiş’ olmak şartını taşıdığı anlaşılmaktadır.
Davacıların murisi müteveffa Sami ÖZKAN’ın, TSK’dan çıkarılmasına neden olan disiplin durumu incelendiğinde; Sami ÖZKAN’ın ‘kaçakçılık ve rüşvet almak’ suçlarından, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 4 numaralı Askeri Mahkemesinin 11.1.1984 gün ve 1984/8 sayılı gerekçeli hükmü ile 14 yıl, 18 ay, 25 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve ordudan tardına karar verildiği, kararın Askeri Yargıtay tarafından bozulduğu ve tekrar yargılanmasına devam edildiği, ancak bu suçlarından 24.6.1981 ile 14.9.1981 tarihleri arasında gözaltında tutulduğu, 14.9.1981 ile 17.6.1985 tarihleri arasında tutuklu kaldığı, 28.2.1982 tarihinde açığa alındığı ve açık hali devam ederken Yüksek Askeri Şura’nın 02.08.1986 gün ve 3 sayılı kararı ile TSK’dan ilişiğinin kesildiği, bilahare yargılamada gelinen aşamada davacılar murisi hakkında müsnet suçlardan dolayı zamanaşımı nedeniyle kamu davasının ortadan kaldırılmasına karar verilmiş ise de yargılamaya konu suçların vasıf ve mahiyeti ile mevcut delil durumu ve gerçekleşen eylemler dikkate alındığında, davacıların 928 Sayılı TSK Personel Kanunu’nun geçici 32’nci madde hükümlerinden yararlandırılmasının hukuken mümkün olmadığı değerlendirilerek, dava konusu işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”
11. Kararın tebliğinden itibaren süresi içinde karar düzeltme isteminde bulunulmuş, karar düzeltme talebi hakkında henüz karar verilmeden 28/11/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapılmıştır. Yapılan bu başvuru başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle 4/4/2013 tarihinde kabul edilemez bulunmuştur.
12. Karar düzeltme talebi hakkındaki istem, aynı Dairenin 12/2/2013 tarihli E.2013/154, K.2013/182 sayılı kararı ile reddedilmiş; anılan ilam başvuruculara 25/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
13. Başvurucular, aynı konuya ilişkin olarak yine 19/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır.
B. İlgili Hukuk
14. 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesinin birinci, ikinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:
“12 Mart 1971 tarihinden bu Kanunun yayımı tarihine kadar, yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenler veya vefatları hâlinde hak sahipleri, bu madde hükümlerinden yararlanabilmek için altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvururlar.
Milli Savunma Bakanı, başvurunun kabulüne veya reddine en geç altı ay içinde karar verir. Milli Savunma Bakanı, hazırlık amacıyla sadece gerekli yazışmaların yapılması hususunda yardımcı olmak üzere gerektiğinde komisyonlar kurabilir ve bu komisyonlara, ilgili bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarından temsilci çağırabilir. İlgililerin, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesilmesine esas bilgi ve belgeler Genelkurmay Başkanlığınca en geç altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına gönderilir.

Başvurunun reddi hâlinde, bu ret işlemine karşı ilgililer altmış gün içinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabilirler.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
15. Mahkemenin 5/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 19/3/2013 tarihli ve 2013/2008 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
16. Başvurucular, 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesinden yararlandırılmaları için aranan şartın mevzuatta açık olduğunu, Bakan aracılığıyla idareye tanınan yetkinin sadece ilişiğin kesilmesine esas işlemin yargı denetimine kapalı olup olmadığına dair olduğunu, bunun dışında mevzuatta bir şart aranmadığını, hangi somut bilgi ve belgeye dayandığı anlaşılamayan, idare tarafından da mahkeme nezdinde açıklanmayan soyut iddialarla davanın reddedildiğini, görevsiz bir mahkemece verilen karar dışında hiçbir delil veya gerekçeye dayanılmadığını, zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilen dosyada isnat edilen fiillerin müteveffa tarafından işlendiğinin kabulü ve müteveffaya isnat edilen fiillerin vasfı ile mahiyetine atıfta bulunarak davanın reddedildiğini, Anayasa’nın 15. ve 38. maddelerinde düzenlenen suç ve cezaların kanuniliği ile masumiyet karinesi ilkesinin ve Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığı İddiası
17. Başvurucular 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesinden yararlanma talebiyle açtıkları davanın reddedildiğini, bu durumun adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.
18. Bakanlık görüşünde, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmamasının bireysel başvuru incelemesine konu olamayacağı, bunun istisnasının ise derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olması gerektiği, adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da bariz takdir hatası veya açık keyfîliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunulmuş olması gerektiği belirtilerek yargılamanın adil olup olmadığına ilişkin değerlendirme yapılırken bu hususların dikkate alınması gerektiği bildirilmiştir.
19. Başvurucular cevap dilekçesinde, mahkeme kararında yer alan ifadelerin bariz takdir hatası veya açık keyfîlik olarak kabul edilmesi gerektiğini belirterek başvuru konusu olayda adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini tekrarlamışlardır.
20. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Maddede geçen “adil yargılanma hakkının” kapsamı Anayasa’da açık bir şekilde düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
21. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının, adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi, bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
22. Adil yargılanma hakkı, bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediği, karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı, uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfîliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (Nadi Karakoç, B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).
23. Bireysel başvuru yolunda derece mahkemelerinin gerekçelerinin niteliği; ancak açık keyfîlik veya takdir hatası oluşturduğu ya da makul ve ikna edici açıklamalar içeren bir gerekçe gösterilmediği, iddia olunan eylem ile hüküm arasında "uygun illiyet bağı" kurulmadığı durumlarda denetlenebilir. Derece mahkemesi kararlarının adalet gereksinimini giderecek ölçü ve nitelikte yeterli gerekçe ile açıklanıp açıklanmadığı hususları, adil yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda Anayasa Mahkemesince yapılacak denetimin kapsamında yer almaktadır.(Sencer Başat ve diğerleri, B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 59).
24. Başvuru konusu olayda, başvurucular, 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesinden yararlanmak için tek şartın yargı denetimine kapalı idari işlemler veya YAŞ kararlarıyla TSK’dan ilişiğin kesilmesi olduğunu, bunun dışında mevzuatta bir şart aranmadığını, hangi somut bilgi ve belgeye dayandığı anlaşılamayan, idare tarafından da Mahkeme nezdinde açıklanmayan soyut iddialara dayanılarak davanın reddedildiğini hatta gerekçesiz ve somut dayanaktan yoksun iddialara dayanılarak karar verildiğini belirtmiş; AYİM ise (bkz. § 10) yargılamaya konu suçların vasıf ve mahiyeti ile mevcut delil durumu ve gerçekleşen eylemleri dikkate alıp ilişiğinin kesilmesini değerlendirerek 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesinden yararlandırılmamaya konu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır.
25. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucuların iddiaları incelendiğinde davanın konusunun, başvurucular murisinin TSK’dan ilişiğinin kesilmesine ilişkin işlemin değil, yalnızca 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesinden yararlanma talebinin reddine ilişkin işlemin iptaline yönelik olduğu; bu kapsamda iddiaların özünün derece Mahkemesi tarafından delillerin ve mevzuatın değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığına, esas itibarıyla yargılamanın sonucunun hukuka aykırılık teşkil ettiğine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır (Yümrü Dilek, B. No: 2013/4189, 21/5/2015, § 40).
26. Somut olayda başvurucuların, yargılama sürecinin hakkaniyete aykırı olduğuna dair bilgi ya da belge sunmadıkları, 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesi kapsamından yararlandırılmamaya ilişkin işleme karşı açtıkları davada iddialarını ileri sürebildikleri ve karşı tarafın görüşlerinden haberdar olmadıklarına dair yargılama aşamasında AYİM’e bir itirazda bulunmadıkları görülmektedir. Ayrıca kararın gerekçesiz olduğuna ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunulmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir.
27. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
 b. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiği İddiası
28. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa'da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
29. Başvurucuların murisi olan Sami Özkan’ın 1995 yılında vefat etmesi nedeniyle kabul edilebilirlik kriterleri açısında değerlendirilmesi gereken temel konu, mirasçıların Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında düzenlenen masumiyet karinesi ilkesinden yararlanıp yararlanamayacağıdır.
30. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Sözleşme ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden herkese Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapma hakkı tanınmıştır. Dolayısıyla medeni haklara sahip gerçek ve tüzel kişiler bireysel başvuru yönünden dava ehliyetine sahiptir (Büğdüz Köyü Muhtarlığı, B. No: 2012/22, 25/12/2012, § 24).
31. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" başlıklı 46. maddesinde kimlerin bireysel başvuru yapabileceği sayılmış olup anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar; başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı başvurucunun "güncel bir hakkının ihlal edilmesi", bu ihlalden dolayı kişinin "kişisel olarak" ve "doğrudan" etkilenmiş ve bunların sonucunda başvurucunun kendisinin "mağdur" olduğunu ileri sürmüş olması gerekir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, § 42).
32. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 34. maddesinde yer alan "mağdur" kelimesi ile ihtilaf konusu eylem ya da ihmalden doğrudan etkilenen kişinin kast edildiğini belirtmiştir (Brumarescu/Romanya [BD], B. No: 28342/95, 28/10/1999, § 50).
33. Başvurucuların murisi olan Sami Özkan hakkında verilen kararın, Askeri Yargıtay tarafından bozulmasından sonraki süreçte devam eden yargılama sırasında zamanaşımı nedeniyle ceza dosyası hakkında düşme kararı verilmesi, aynı zamanda başvurucuların 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesi kapsamında yaptıkları başvurunun reddedilmesinin temel sebebini oluşturmaktadır. Bununla beraber başvurucuların; 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesi kapsamında başvuruları kabul edilen kişilere dul ve yetim aylığı bağlanması, emekli ikramiyesi ödenmesi, emekli ailesi kimlik kartı verilmesi, bu kişilerin sosyal tesislerden faydalanması gibi ekonomik ve sosyal olarak hak talep edebilme fırsatı karşısında adil yargılanma hakkı kapsamında ihtilaf konusu olan husustan dolayı güncel ve kişisel olarak doğrudan etkilendiği söylenebilir. (Nölkenbockhoff/Almanya, B. No: 10300/83, 25/8/1987, § 33)
34. Başvurucular Mahkeme kararının gerekçesinde, müteveffanın kendisine isnat edilen fiilleri işlediği şeklinde bir tespit yapıldığını belirtmekte, Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkralarında düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal edildiğine dair bölümün 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesi uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de görülmediğinden başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden İnceleme
35. Masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkin Bakanlık görüş yazısında "... AYİM başvurucuların 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesinden yararlandırılmaması işleminin hukuka aykırı olmadığı sonucuna varırken, Milli Savunma Bakanlığının bu konuda sahip olduğu takdir yetkisini ve başvurucu hakkında açılmış olan kamu davasına konu eylemin niteliğini dikkate almıştır." denilerek masumiyet karinesinin ihlal edildiğine dair şikâyetin değerlendirilmesinde gözönüne alınacak kriterler belirtilmiştir.
36. Başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde özetle “…AYİM’in hakkında kesinleşmiş hüküm bulunmayan müteveffayı suçu bir ‘mahkeme’ tarafından tespit edilmeden açıkça suçlu olarak kabul ettiğini, ‘mevcut delil durumu ve gerçekleşen eylemler’ ifadesiyle kast edilenin ne olduğunun belli olmadığını” beyan etmişlerdir.
37. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak kişinin masumiyeti "asıl" olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
38. Bu çerçevede masumiyet karinesi kural olarak hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı mahkûmiyete dönüşen kişiler açısından ise artık "hakkında suç isnadı olan kişi" statüsünde olmadıkları için masumiyet karinesi iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır. Ancak ceza davasının herhangi bir nedenle düştüğü, belirli bir süre sonra şarta bağlı olarak düşeceği veya sanık hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmaksızın davanın ertelendiği durumlarda kişi hakkında masumiyet karinesinin devam ettiğini kabul etmek gerekir. Çünkü bu durumlarda henüz verilmiş bir mahkûmiyet hükmü bulunmamaktadır. (Kürşat Eyol, § 27).
39. Ceza ve ceza muhakemesi hukuku ile disiplin hukukunun farklı kural ve ilkelere tabi disiplinler olduğunun hatırlanmasında yarar vardır. Buna göre kamu görevlisinin davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin sorumluluğunu da gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin soruşturması ayrı ayrı yürütülür ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi işlemediğine dair hükümler dışında ceza mahkemesi hükmü disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir (Kürşat Eyol, § 30).
40. Başvurucuların açtığı iptal davasına ilişkin yargılama sonucunda AYİM tarafından ulaşılan sonucun hukuka uygun olup olmadığı meselesi, anayasal hak ve özgürlükleri ilgilendirmediği sürece bireysel başvuru incelemesinin kapsamı dışında kalmaktadır. Bu açıklamalar çerçevesinde somut başvurunun, AYİM kararının gerekçesinde masumiyet karinesine ilişkin anayasal güvencenin ihlal edilip edilmediği ile sınırlı olarak incelenmesi gerekmektedir (Ramazan Tosun, B. No: 2012/998, 7/11/2013, § 55).
41. Başvuru konusu olan AYİM Birinci Dairesinin 10/12/2013 tarihli ve E.2011/1747, K.2013/1223 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: “…yargılamaya konu suçların vasıf ve mahiyeti ile mevcut delil durumu ve gerçekleşen eylemler dikkate alındığında, davacıların 928 sayılı TSK Personel Kanunu’nun geçici 32’nci madde hükümlerinden yararlandırılmasının hukuken mümkün olmadığı değerlendirilerek, dava konusu işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”
42. Bireysel başvuruya konu olan AYİM kararı incelendiğinde yargı denetimine kapalı idari işlemler veya YAŞ kararları ile TSK’dan ilişiği kesilenlerin 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesinden yararlandırılmaları için yaptıkları başvuruların kabulünde TSK’dan ilişiğinin kesilmesine ilişkin olayın değerlendirmesinin yapıldığı, hakkında açılan ceza davası nedeniyle başvurucular murisinin yaklaşık dört yıl tutuklu kaldığı tespitine yer verildiği, ceza davası zamanaşımına uğraması sonucu ortadan kaldırılmış olsa da ceza davasında başvurucular murisinin kaçakçılık ve rüşvet almak suçunu işlediği hususunda yapılan tespit ile bağlantı kurularak (bkz. § 10), başvurucular murisinin ceza davasına konu olan eylemleri nedeniyle başvurucuların 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesinden yararlandırılmamasına ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddedildiği görülmektedir.
43. Başvurucuların durumu değerlendirilirken murisin, Askeri Yargıtayın bozma kararı vermesi aşamasından sonra zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılan ceza davasına konu eylemler içinde yer aldığı kabul edilmiş; 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesinden yararlandırılmamasına ilişkin işlemin hukuka uygun olduğuna karar verilmiştir. Bu çerçevede başvuruya konu kararın gerekçesinde yer alan ifadelerden, suçluluğu ilgili mahkeme kararıyla sabit olmayan ve zamanaşımı nedeniyle hakkında açılan ceza davası ortadan kaldırılan murisin anılan eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancının yansıtıldığı görülmektedir. Dolayısıyla Mahkeme, idarenin söz konusu işleminin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşırken murisin durumunu ceza yargılamasından ayrı olarak değerlendirmemiş; aksine Ceza Mahkemesinin zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırma kararının gerekçesine ve murisin yargılandığı fiilleri işlediği kabulüne dayanarak karar vermiştir. Bu kapsamda Mahkemenin gerekçesinde kullandığı ifadelerin masumiyet karinesine saygı ilkesiyle bağdaştığı söylenemez.
44. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde, AYİM kararının gerekçesinde, muris hakkında zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılan ceza yargılamasına atıfta bulunulduğu ve suçluluğu mahkeme kararlarıyla sabit olmayan murisin yargılamaya konu eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancının karara yansıtıldığı anlaşıldığından, Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
45. Alparslan ALTAN ve Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamışlardır.
 3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
46. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “ Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
47. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal, Mahkeme kararından kaynaklandığından ve yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan 6216 sayılı Kanun’un (2) numaralı fıkrası gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
48. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucuların,
1. Yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Alparslan ALTAN ve Celal Mümtaz AKINCI'nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE Alparslan ALTAN ve Celal Mümtaz AKINCI'nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. İhlal ve ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin AYİM Birinci Daire Başkanlığına GÖNDERİLMESİNE Alparslan ALTAN ve Celal Mümtaz AKINCI'nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
D. 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin müştereken BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE OYBİRLİĞİYLE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına OYBİRLİĞİYLE
5/11/2015 tarihinde karar verildi.
 
 
 
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucular, zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilen dosyada isnat edilen fiillerin müteveffa tarafından işlendiği kabulüne ve müteveffaya isnat edilen fiillerin vasfı ile mahiyetine atıfta bulunularak davanın reddedilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013 § 26-30; Hasan Kara, B. No: 2013/3170, 18/9/2014 § 47-53; Hüseyin Şahin, Genel Kurul, B.No: 2013/1728, 12/11/2014 § 37-43) da vurgulandığı üzere masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti "asıl" olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz.
3. Bu çerçevede, masumiyet karinesi kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı mahkûmiyete dönüşen kişiler açısından ise, artık "hakkında suç isnadı olan kişi" statüsünde olmadıkları için masumiyet karinesi iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır. Ancak ceza davasının herhangi bir nedenle düştüğü, belirli bir süre sonra şarta bağlı olarak düşeceği veya sanık hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmaksızın davanın ertelendiği durumlarda kişi hakkında masumiyet karinesinin devam ettiğini kabul etmek gerekir. Çünkü bu durumlarda ortada henüz verilmiş bir mahkûmiyet hükmü bulunmamaktadır.
4. Bu çerçevede, ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda, ceza davasına ilişkin kimi hususlara dayanılması masumiyet karinesi ile çelişebilir. Buna karşılık, idari uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından salt kişinin yargılanmış olmasından ve yargılandığı suçların vasıf ve mahiyetinden söz edilmesi, masumiyet karinesinin ihlal edilmesi sonucunu doğurmaz.
5. Öte yandan, Ceza Muhakemesi Hukuku ve Disiplin Hukuku farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Kamu görevlisinin davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin sorumluluğunu da gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin soruşturması ayrı ayrı yürütülür. Ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi işlemediğine dair hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir.
6. Masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken, ceza yargılamaları dışında yapılan yargılamalar bakımından üzerinde durulması gereken önemli hususlardan biri, yargılamayı yapan makamın ilgili kişiyi suçlu sayıp saymadığı ve beraat kararını sorgulayıp sorgulamadığıdır.
7. Disiplin gerekleri dikkate alındığında masumiyet karinesinin disiplin hukukunun uygulanabilmesi için mutlaka ceza davalarının sonucunun beklenmesini gerektirdiği söylenemez. Kişinin suçluluğunu ima eden ya da kabul eden bir yargı söz konusu olmadıkça, sadece soruşturma açılmış olması dahi disiplin veya idari yaptırım işlemlerinin başlatılması veya uygulanması için yeterli görülebilir (B. No: 2012/998, 7/11/2013, § 65).
8. Başvuru konusu olan AYİM Birinci Dairesinin 10/12/2013 tarihli ve E.2011/1747, K.2013/1223 sayılı kararın ilgili kısımları şöyledir: “…yargılamaya konu suçların vasıf ve mahiyeti ile mevcut delil durumu ve gerçekleşen eylemler dikkate alındığında, davacıların 928 Sayılı TSK Personel Kanunu’nun geçici 32’nci madde hükümlerinden yararlandırılmasının hukuken mümkün olmadığı değerlendirilerek, dava konusu işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”
9. Görüldüğü üzere AYİM kararında, uygulanan disiplin işleminin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşılırken, ceza davasının sonucundan bağımsız olarak ve diğer nedenlerle birlikte ortaya çıkan disiplin durumu dikkate alınarak işlem tesis edildiğine vurgu yapılmaktadır. AYİM kararında yer alan “…yargılamaya konu suçların vasıf ve mahiyeti ile mevcut delil durumu ve gerçekleşen eylemler dikkate alındığında…" ifadesi Mahkemenin ceza davasının sonucuna değil, sadece yargılanmasına neden olan suçun vasıf ve mahiyeti ile gerçekleşen eylemler karşısında ilgilinin disiplin durumuna atıf yaptığını göstermektedir. Bu çerçevede gerekçenin bütünü dikkate alındığında Mahkemenin ulaştığı sonuç bakımından masumiyet karinesine yönelik bir müdahale olmadığı anlaşılmaktadır. AYİM kararının gerekçesinde, başvurucu hakkında yürütülen ve ortadan kaldırma kararı ile sonuçlanan yargılamaya değinilmiş, başvurucunun suçlu olduğunu ifade veya ima eden bir ibareye yer verilmemiştir. Mahkemenin gerekçesinde, mevcut delil durumuna göre gerçekleşen eylemlerle birlikte başvurucuya isnad edilen suçun vasıf ve mahiyetini de dikkate almasının başvurucunun masumiyet karinesine saygı ilkesiyle bağdaşmadığı söylenemez.
10. Açıklanan nedenlerle, “masumiyet karinesinin ihlal edilmediğine” karar verilmesi gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan, çoğunluğun “masumiyet karinesinin ihlal edildiğine” yönelik görüşüne katılmadık.
 
Üye
Alparslan ALTAN
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
SEBĞATULLAH ALTIN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/1503)
 
Karar Tarihi: 2/12/2015
R.G. Tarih ve Sayı: 19/1/2016-29598
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
 
Başkan:Burhan ÜSTÜN
Üyeler:Serruh KALELİ
  Nuri NECİPOĞLU
  Hicabi DURSUN
  Hasan Tahsin GÖKCAN
Raportör:Mehmet Sadık YAMLI
Başvurucu:Sebğatullah ALTIN
Vekili:Av. Serkan GÜÇLÜ
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, göreve son verilmeye dayanak yapılan ceza davasında zamanaşımından düşme kararı verildiği hâlde göreve başlatılmama nedeniyle açılan davada masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiası hakkındadır.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 21/2/2013 tarihinde doğrudan Anayasa Mahkemesine yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde tespit edilen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir.
5. Bakanlığın 10/8/2015 tarihli görüş yazısı 17/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevaplarını 31/8/2015 tarihinde sunmuştur
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. İmam hatip olarak görev yapmakta iken hakkında yapılan bir ihbar üzerine başlatılan soruşturma sonucu başvurucunun görevine son verilmiş ve aynı zamanda “Hizbullah terör örgütünün sair efradı olmak” suçundan aleyhine kamu davası açılmıştır.
8. Başvurucunun görevine son verilmesi işlemine karşı açtığı dava Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin 20/4/2006 tarihli ve E.2000/709, K.2006/451 sayılı kararıyla reddedilmiş, karar Danıştay Onikinci Dairesinin 23/5/2008 tarihli ve E.2006/5841, K.2008/3080 sayılı ilamıyla onanmıştır.
9. Başvurucu hakkında açılan ceza davasında ise Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin E.1995/375, K.2008/133 sayılı kararı ile davanın zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir.
10. Başvurucu, Ceza Mahkemesi kararının ardından göreve dönme istemiyle Diyanet İşleri Başkanlığına başvurmuş; başvurusu 20/6/2008 tarihli ve 3555 sayılı işlemle reddedilmiştir.
11. Başvurucu tarafından, anılan işlemin iptali istemiyle açılan davada Ankara 4. İdare Mahkemesi 17/2/2009 tarihli ve E.2008/1534, K.2009/253 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
“Bir kamu görevine açıktan veya yeniden atama yapmak konusunda idarelere takdir yetkisinin tanınmış bulunduğu, idarenin bu konuda yargı kararı ile zorlanamayacağı, diğer bir ifadeyle idari işlem niteliğinde yargı kararı verilemeyeceği, ancak bu takdir yetkisinin de mutlak olmayıp, kamu yararı ve hizmet gerekleriyle sınırlı olduğu, takdire dayanan işlemlerin sebep ve maksat bakımından yargı denetimine bağlı bulunduğu hususu idare hukukunun bilinen ilkelerindendir.
 Bir başka ifadeyle, bu takdir yetkisi açıktan atamaya ilişkin bir işlemde kullanılmış ise, bunun kadro, ihtiyaç hizmet gerekleri ve atama isteminde bulunan kişinin kişisel konumu gibi durumlar dikkate alınarak kullanılıp kullanılmadığının yargı merciince incelenmesi idari eylem ve işlem niteliğinde karar vermeyi değil, idari işlemin sebep ve maksat yönlerinden yargı denetiminin işlevini sağlamak olarak kabulü gerekir.
 Dosyanın incelenmesinden, davacının Mardin İli Nusaybin İlçesi, Durucasu beldesi Camii İmam Hatibi olarak görev yapmakta iken hakkında yapılan soruşturma sonucunda davacının Hizbullah terör örgütüne özgeçmiş ve fotoğraf verdiği bu vesile ile örgütün sair mensuplarından olmayı kabul ettiği ve örgüt adına çeşitli faaliyetlerde bulunduğu bu nedenle davalı idarece davacının siyasi amaçlı devleti yıkmaya yönelik yasadışı terör örgütü ile ilişkisi olması nedeniyle Diyanet İşleri Başkanlığı Sınav Atama Nakil ve Görevde Yükselme Yönetmeliğinin 9. maddesinde belirtilen şartları kaybettiği anlaşılan davacı hakkında 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 98/b maddesi uyarınca görevine son verildiği bu işleme karşı Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin 2000/709 esasına kayden dava açıldığı ve mahkemenin 20.04.2006 gün ve E:2000/709, K:2006/451 nolu kararıyla davanın reddedildiği ve bu kararın Danıştay 12. Dairesinin 23.05.2008 gün ve E:2006/5841, K:2008/3080 nolu kararıyla onandığı anlaşılmıştır.
 Bilindiği üzere, din görevlilerinin, görevlerini ifası sırasında ve gündelik yaşantıları itibariyle eğitici olmaları ve yanlış inanışları düzeltici davranışlar içerisinde din adamı imajına uygun olarak davranış sergilemeleri gerekmektedir.
 Dava konusu olayda ise Hizbullah terör örgütüne özgeçmiş ve fotoğraf vererek örgütün mensubu olma yönünde irade koyan ve örgüt adına sair faaliyetlerde bulunması nedeniylede görevine son verilen davacının bu işleme karşı açtığı davanın Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi kararıyla reddedilerek söz konusu Kararın Danıştay 12. Dairesi kararıyla onanması karşısında davacının yeniden eski görevine atanması hususunda davalı idarenin sahip olduğu takdir yetkisinin davalı idarece değerlendirilerek hizmetin özelliği ve hassasiyeti dikkate alınarak atanmama yönünde kullanılmasında hukuka aykırılık görülmemiştir.
 Her ne kadar davacı tarafından, “Hizbullah Terör Örgütünün Sair Efradı Olmak” suçundan cezalandırılması istemi ile hakkında açılan kamu davasının görüldüğü Diyarbakır 2 nolu Ağır Ceza Mahkemesinin 17.4.2008 gün ve E:1995/375, K:2008/133 nolu kararıyla hakkında beraat kararı verildiği bu nedenle suçsuz olduğunun mahkeme kararıyla ortaya konulması nedeniyle yeniden görevine iade edilmesi gerektiği ileri sürülmekte ise de; söz konusu mahkeme kararında suç türünün zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırıldığı belirtildiğinden bu durumun suçun varlığını ortadan kaldırmadığı da açık olup bu yöndeki iddiaları dava konusu işlemi sakatlar nitelikte görülmemiştir.”
12. Temyiz talebi Danıştay Onikinci Dairesinin 19/3/2012 tarihli ve E.2009/5047, K.2012/1618 sayılı ilamıyla reddedilerek karar onanmıştır. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 2/11/2012 tarihli ve E.2012/7569, K.2012/7361 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 22/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
13. Başvurucu 21/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır.
B. İlgili Hukuk
14. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Memurluğun sona ermesi” kenar başlıklı 98. maddesi şöyledir:
“Devlet memurlarının
a) Bu kanun hükümlerine göre memurluktan çıkarılması;
b) Memurluğa alınma şartlarından her hangi birini taşımadığının sonradan anlaşılması veya memurlukları sırasında bu şartlardan her hangi birini kaybetmesi;
c) …
hallerinde memurluğu sona erer.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
15. Mahkemenin 2/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 21/2/2013 tarihli ve 2013/1503 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
16. Başvurucu; ceza yargılamasında verilen ortadan kaldırma kararı uyarınca görevine dönmesi gerektiği hâlde isteminin kabul edilmediğini, İdare Mahkemesi tarafından ceza davasında verilen karar yanlış değerlendirilerek kendisine suçlu muamelesi yapıldığını, bu şekilde masumiyet karinesinin ihlal edildiğini oysa ceza davasının uzun sürerek zamanaşımına uğratılmasında kendi kusurunun bulunmadığını, hakkında beraat kararı verilen kişilerin görevlerine başladıklarını, zamanında yargılama yapılmış olsaydı kendisinin de beraat ederek görevine başlayabileceğini, Danıştayın temyiz ve karar düzeltme kararlarının gerekçesiz olduğunu belirterek Anayasa’nın 36. ve 38. maddesinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; göreve iade talebinin reddine dair idari işlemin iptaliyle yoksun kaldığı aylıklarının meslekten çıkarıldığı tarihten itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesi ve aylıksız kalması nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zarara karşılık tazminata hükmedilmesi taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
17. Başvuru dilekçesi ve eklerinin bir bütün hâlinde incelenmesi neticesinde başvurucunun temel şikâyetinin, yargılandığı ceza davasında verilen zamanaşımından düşme kararının İdare Mahkemesi tarafından yanlış değerlendirilerek başvurucuya suçlu muamelesi yapılması ve böylece görevine döndürülmemesi olduğu anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu kapsamda başvurucunun iddialarının tamamının masumiyet karinesinin ihlal edildiği şikâyeti çerçevesinde değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
18. Başvurucunun şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmayıp kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de görülmediğinden başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
19. Başvurucu; “Hizbullah terör örgütünün sair efradı olmak” suçuna istinaden açılan davanın zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmış olmasına rağmen mahkûmiyeti varmış gibi değerlendirildiğini, suçlu muamelesine maruz bırakıldığını ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
20. Bakanlık görüş yazısında masumiyet karinesinin kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilke olduğu ve suç isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerli olduğu için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinde ifade edilen “medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar” çerçevesinde değerlendirilen idari davaların, kural olarak masumiyet karinesinin uygulama alanı dışında kaldığı, ancak idari davada uyuşmazlık konusu olan maddi olayın tespitinde idari yargı merciinin aynı maddi olayı ele alan ceza mahkemesinin daha önce verdiği beraat kararına uygun hareket etmesi gerektiği, bununla birlikte daha düşük ispat standardı kullanılarak kişinin disiplin sorumluluğu çerçevesinde yaptırıma tabi tutulabileceği, -idari uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından- kişi beraat etmiş olsa dahi yargılanmış olması olgusundan veya buna ilişkin karardan söz edilmesinin kişinin suçlu muamelesi gördüğünden ve dolayısıyla masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli olmadığı, karar gerekçesinin bütün hâlinde dikkate alınması ve nihai kararın münhasıran kişinin yargılandığı ve sonuçta beraat ettiği fiillerin işlendiği kabulüne dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerektiği, somut olayda İdare Mahkemesinin memurluğa yeniden atama konusunda idarenin takdir yetkisini ve başvurucunun memuriyetinin sona ermesine neden olan eylemin niteliğini dikkate aldığı belirtilerek masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediğine ilişkin yapılacak değerlendirmede bu hususların dikkate alınması gerektiği bildirilmiştir.
21. Başvurucu cevap dilekçesinde, başvuru formunda yer alan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine yönelik iddialarını tekrar etmiştir.
22. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.”
23. Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.”
24. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
25. Bu çerçevede masumiyet karinesi kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı kesin hükümle mahkûmiyete dönüşen kişiler açısından ise artık “hakkında suç isnadı olan kişi” statüsünde olmadıkları için masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır. Ancak ceza davası sonucunda kendisine isnat edilen suçu işlemediğinin sabit olduğu veya suçu işlediğine kesin olarak kanaat getirilemediği ve bu nedenle sanık hakkında beraat kararı verilen durumlarda ise kişi hakkında masumiyet karinesinin devam ettiğinin kabulü gerekir. Çünkü böyle durumlarda Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkraları anlamında kişinin suçluluğu sabit olmamıştır ve bu nedenle suçlu sayılamaz (Uğur Ayyıldız, B. No: 2012/574, 6/2/2014, § 76).
26. Masumiyet karinesi, ceza yargılaması kapsamında bir usul güvencesi olmasına rağmen buna ilişkin korumanın uygulanabilir olması ve etkili şekilde sağlanabilmesi için beraat eden veya bir şekilde hakkındaki ceza yargılaması devam etmeyen kişilerin, kamu görevlileri veya otoritelerinin suçlu muamelesine maruz kalmalarını önlemelidir. Bu kapsamda ceza davasını takip eden “ceza yargılaması niteliğinde olmayan herhangi bir yargılamada” da (hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesine özen gösterilmelidir. Bununla birlikte ceza yargılamasında mahkûmiyetle sonuçlanmamış aynı olaylara dayanılarak bir kişinin disiplin suçundan suçlu bulunması veya hakkında tazminata karar verilmesi masumiyet karinesini otomatik olarak ihlal etmez. Bu kapsamda “karar vericilerin kullandıkları dil” kritik önem taşır (Mustafa Akın, B. No: 2013/2696, 9/9/2015, § 38).
27. Kamu otoriteleri veya görevlileri tarafından, hakkında soruşturma veya kovuşturma yürütülen kişiyle ilgili olarak yargılama süreci bir mahkûmiyet hükmüyle kesinlik kazanmadan suçluluğa dair herhangi bir kanaat ifade edilmiş olması ya da ceza yargılaması mahkûmiyet dışında bir kararla sona ermesine rağmen sona ermeye ilişkin kararda sanığın suçlu olabileceğinin ifade edilmiş olması durumunda masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilecektir (Mustafa Akın, § 39). Dolayısıyla mahkeme kararlarında, resmî yazılarda ve kamu görevlilerinin ifadelerinde sarf edilen söz veya ifadeler nedeniyle kişiler hakkındaki masumiyet karinesinin ihlal edilmemesi için kullanılan ifadelerde seçilecek kelimelere azami özen gösterilmesi gerekir (Ali Atlı, B. No: 2013/500, 20/3/2014, § 35).
28. Yine ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda, kişi hakkında beraat kararı verilmiş olmasına rağmen bu karara esas teşkil eden yargılama sürecine dayanılması ve bu şekilde beraat kararının sorgulanması masumiyet karinesi ile çelişir. Buna karşın -idari uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından- kişi beraat etmiş olsa dahi yargılanmış olması olgusundan veya buna ilişkin karardan söz edilmesi, kişinin suçlu muamelesi gördüğünden dolayısıyla masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün hâlinde dikkate alınması ve nihai kararın, münhasıran kişinin yargılandığı ve sonuçta beraat ettiği fiilleri işlediği kabulüne dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir (Kürşat Eyol, § 29).
29. Öte yandan ceza ve ceza muhakemesi hukuku ile disiplin hukukunun farklı kural ve ilkelere tabi disiplinler olduğunun hatırlanmasında yarar vardır. Buna göre kamu görevlisinin davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin sorumluluğunu da gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin soruşturması ayrı ayrı yürütülür ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi işlemediğine dair hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir (Kürşat Eyol, § 30). Ancak bu kapsamda yapılan değerlendirmelerde delil yetersizliğine dayalı olsa bile kişi hakkında verilen beraat kararına aykırı olarak kişinin suçsuz olmadığı yönünde değerlendirmelerden kaçınılması gerekir (Uğur Ayyıldız, § 79).
30. Masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken özellikle hukuk ve idari yargılama bakımından üzerinde durulması gereken önemli hususlardan biri, yargılamayı yapan makamın ilgili kişiye suç isnat edip etmediği ve beraat kararını sorgulayıp sorgulamadığıdır.
31. Bireysel başvuruya konu olan İdare Mahkemesi kararında (bkz. § 11); kamu görevine açıktan veya yeniden atama yapmak konusunda idarelere takdir yetkisinin tanınmış bulunduğu ancak bu takdir yetkisinin de mutlak olmayıp kamu yararı ve hizmet gerekleriyle sınırlı olduğu, takdir yetkisinin açıktan atamaya ilişkin bir işlemde kullanılması hâlinde bunun kadro, ihtiyaç, hizmet gerekleri ve atama isteminde bulunan kişinin kişisel konumu gibi durumlar dikkate alınarak kullanılıp kullanılmadığının yargı merciince incelenebileceği belirtildikten sonra başvurucunun ilişiğinin kesilmesine ilişkin işleme karşı daha önce açtığı ve reddedilmiş olan davaya ilişkin bilgiler verilmiş ve din görevlilerinin meslekleri gereği bulunmaları gereken tutum ve davranışlara değinilerek başvurucunun yeniden eski görevine atanmaması hususunda idarenin takdir yetkisini hizmetin özelliğini ve hassasiyetini dikkate alarak kullandığı ve bu durumda hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesine yer verildiği anlaşılmaktadır.
32. Görüldüğü üzere kararda, olay ve olgulara değinilerek din görevlisi mesleğinin özelliği ve idarenin takdir yetkisi çerçevesinde atanmama işleminin hukuka uygun olduğu sonucuna varılırken başvurucunun masumiyetine aykırı düşecek herhangi bir ifadeye yer verilmemiştir.
33. Ancak gerekçenin devamında başvurucunun zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilen ceza davasına ilişkin iddiası karşılanırken kullanılan “… söz konusu mahkeme kararında suç türünün zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırıldığı belirtildiğinden bu durumun suçun varlığını ortadan kaldırmadığı da açık olup bu yöndeki iddiaları dava konusu işlemi sakatlar nitelikte görülmemiştir.” şeklindeki gerekçede yer verilen “suçun varlığının ortadan kalkmadığı” ifadesiyle başvurucunun ceza davasına konu suçu işlediği izlenimi verilmiştir. Bu çerçevede başvuruya konu kararın gerekçesinde yer alan söz konusu ifadeyle suçluluğu ilgili Mahkeme kararıyla sabit olmayan ve zamanaşımı nedeniyle hakkında açılan ceza davası ortadan kaldırılan başvurucunun suçlu olduğu inancının yansıtıldığı görülmektedir.
34. İlk Derece Mahkemesi göreve yeniden atamama işleminin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşırken başvurucunun durumunu ceza yargılamasından ayrı olarak değerlendirdikten sonra başvurucunun yargılandığı fiili işlediği kabulünü kararına ek gerekçe yapmıştır. Gerekçesinde kullanılan “suçun varlığının ortadan kalkmadığı” ifadesinin, başvurucunun masumiyet karinesine saygı ilkesiyle bağdaştığı söylenemez.
35. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde İdare Mahkemesi kararında, suçluluğu mahkeme kararlarıyla sabit olmayan başvurucunun yargılamaya konu eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancının karara yansıtıldığı anlaşıldığından başvurucunun Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
36. Başvurucu, Anayasa’nın 36. ve 38. maddesinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; göreve iade talebinin reddine dair idari işlemin iptaliyle yoksun kaldığı aylıklarının meslekten çıkarıldığı tarihten itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesi ve aylıksız kalması nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zarara karşılık tazminata hükmedilmesi taleplerinde bulunmuştur.
37. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
38. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal, mahkeme kararından kaynaklandığından ve yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
39. Başvurunun incelenmesinde Anayasa'nın 38. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu, 400 TL maddi ve 250 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
40. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
41. Masumiyet karinesi ilkesine yönelik başvuru açısından ihlalin tespitine ve yeniden yargılamaya karar verilmesinin yeterli tatmin sağladığı değerlendirildiğinden başvurucunun manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
42. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. İhlal ve ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin Ankara 4. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Tazminata ilişkin taleplerin REDDİNE,
E. 198,35 TL başvuru harcı ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
2/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
ÖMER AYBAR BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/6974)
 
Karar Tarihi: 14/4/2016
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
 
 
Başkan:Engin YILDIRIM
Üyeler:Serdar ÖZGÜLDÜR
  Osman Alifeyyaz PAKSÜT
  Alparslan ALTAN
  Celal Mümtaz AKINCI
Raportör:Mehmet Sadık YAMLI
Başvurucu:Ömer AYBAR
Vekili:Av. Mehmet Yahya EKMEN
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, öğretmenlik görevine son verme işlemine karşı açılan davada Danıştay tarafından verilen kararın masumiyet karinesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 29/8/2013 tarihinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 2/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 4/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 21/3/2016 tarihli yazısında başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve başvuruya konu yargılama dosyasından temin edilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, kamuya ait bir okulda sınıf öğretmeni olarak görev yapmakta iken, Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/6/2007 tarihli ve E.2002/321, K.2007/256 sayılı kararıyla yasa dışı K.İ.D.H. örgütü üyesi olmaktan 1 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmış ve hüküm temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
8. Başvurucunun söz konusu ceza nedeniyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 48. maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin (5) numaralı alt bendinde belirlenen memur olma şartlarından birini kaybettiği gerekçesiyle ve aynı Kanun’un 98. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi gereğince 13/3/2008 tarihli Millî Eğitim Bakanı oluruyla görevine son verilmiştir.
9. Başvurucu göreve son verme işleminin iptali istemiyle Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 22/4/2009 tarihli ve E.2008/1325, K.2009/556 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
Dava dosyasının incelenmesinden, Diyarbakır İli Bismil İlçesi Cumhuriyet İlköğretim Okulu sınıf öğretmeni olarak görev yapan davacının Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 29.05.2007 tarih ve E: 2002/321, K: 2007/256 sayılı kararıyla, kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla kurulan yasadışı K.İ.D.H. adlı örgütün üyesi olmak suçundan Türk Ceza Kanunu’nun 220/2 maddesi gereğince 1 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırıldığı, cezanın 19.06.2007 tarihinde kesinleştiği, aynı zamanda davacı için 1 yıl 3 ay denetim süresi öngörüldüğü, bunun üzerine 13.03.2008 olur tarihli davalı idare işlemiyle 657 sayılı Yasa’nın 98/b maddesi gereğince davacının memurluğa alınma şartlarını kaybettiği nedeniyle görevine son verildiği,göreve son verme işlemi nedeniyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Bu durumda, kesinleşen yargı kararı ile 1 yıldan fazla süreli hapis cezası ile cezalandırılan davacının 657 sayılı Yasa’nın 48. maddesinin A – 5. bendinde yer alan memur olma koşulunu kaybettiği açık olup, aynı Yasa’nın 98. maddesinin (b) bendi uyarınca görevine son verilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
10. Başvurucu bu kararı temyiz etmiş,temyiz incelemesi sürerken aynı zamanda Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesini istemiştir.
11. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi 24/6/2010 tarihli ek kararı ile Yargıtay Ceza Genel Kurulunun hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun; kesinleşmiş, infaz edilmekte olan ve hukuki yararı bulunması koşuluyla infaz edilmiş olan hükümlere de uygulanabileceği yönündeki 3/2/2009 tarihli ve E.2008/250, K.2009/13 sayılı ilamına istinaden başvurucunun 1 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir.
12. Bu karar üzerine Danıştay Onikinci Dairesi 13/4/2012 tarihli ve E.2009/7595, K.2012/2186 sayılı ilamıyla İdare Mahkemesi kararını bozmuştur. İlam gerekçesi şöyledir:
"Bakılan davanın konusunu oluşturan göreve son verme işleminin dayanağının Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin mahkûmiyet kararı olması nedeniyle söz konusu kararın hukuki varlığını ve geçerliliğini sürdürmesi önem arz etmektedir.
Öte yandan, davacının görevine son verilmesi işleminin hukuka uygunluğunun denetlendiği yargılama sürecinde ortaya çıkan ve uyuşmazlığın esasına etki edebilecek nitelikte bulunan durumların re'sen göz önüne alınacağı tartışmasızdır.
Uyuşmazlık bu açıdan değerlendirildiğinde; davacı hakkında mahkûmiyet kararını veren Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan inceleme ve değerlendirmede; davacının durumunun 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 231. maddesi kapsamında bulunduğu ve bu maddede aranılan koşulların gerçekleşmiş olduğu sonucuna ulaşılarak davacı hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilmesi karşısında, hükmün davacı hakkında hukuki sonuç doğurmayacağının da anılan maddede açıkça belirtilmiş olması nedeniyle davacının memuriyetine engel bir mahkûmiyet hükmünün bulunduğundan söz etme olanağı kalmamıştır.
Her ne kadar dava konusu işlemin tesis edildiği tarih itibariyle, bahsedilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair hüküm tesis edilmemiş ve işlemin tesis edildiği aşamada bu anlamda bir hukuka aykırılık bulunmamakta ise de; ceza kanunu yönünden lehe olan hükmün uygulanması kapsamında verilen yeni kararla birlikte ortaya çıkan ve yukarıda özetlenen yeni hukuki durum karşısında, dava konusu işlemin dayanağının hukuken ortadan kalktığı ve işlemin sebep unsuru yönünden hukuka aykırı hale geldiği sonucuna varılmıştır.
Bu durumda, davacının memuriyetine engel olacak nitelikte bir suçtan mahkûm olduğundan söz edilemeyeceğinden, dava konusu göreve son verme işleminin iptali istemiyle açılan davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında bu aşamada hukuki isabet görülmemiştir.
13. Davalı idarenin karar düzeltme isteminde bulunması üzerine aynı Daire 25/6/2013 tarihli ve E.2012/8266, 2013/6243 ilamıyla istemi kabul ederek bozma kararını kaldırmış ve Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin ret kararını onamıştır. Söz konusu onama kararının gerekçesi şöyledir:
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun Devlet memurluğuna alınacaklarda aranacak özel şartları düzenleyen 48/B-2 maddesinde, Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak hükmüne yer verilmiş, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununun 2 nci maddesinde Türk Milli Eğitiminin Genel Amacı başlığı altında, Türk Milletinin bütün fertlerini, Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek; düzenlemesi yer almış, anılan Yasanın öğretmenlik mesleğine ilişkin düzenlemeleri içeren üçüncü kısmında da öğretmenlik mesleğinin özel bir ihtisas mesleği olduğu düzenlemesine yer verilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden; sınıf öğretmeni olarak görev yapmakta iken yasadışı "K.İ.D.H. Örgütüne Üye Olmak" suçundan 1 yıl 3 ay hapis cezasına mahkumiyetine karar verilen davacı hakkında Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 24.6.2010 tarihli kararla da 5271 sayılı Ceza Mahkemesi Kanununun 231. maddesi kapsamındahükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının kurulan hükmün sanık hakkında hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade ettiği Ceza Muhakemesi Kanununun 231.maddesinde açıkça belirtilmiş olup, buna göre sanığın suçluluğu sabit olmakla birlikte Kanunda öngörülen denetimli serbestlik tedbirlerine uygun davranılması ve öngörülen diğer koşulların varlığı halinde suç hiç işlenmemiş gibi kabul edileceği açıktır.
Ancak 5271 sayılı Yasada düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesinin öğretmenlik mesleğinin gerektirdiği vasıfları taşıyan bireylerce görevin yerine getirilmesi yönünden yapılacak değerlendirmede, ceza mahkemesince yapılan yargılama sonucunda sanığın suçluluğu sabit görülerek hüküm kurulduğu ve suç işlediği sabit olan davacının bu vasfıyla ihtisas mesleği olduğu özel kanununda belirtilen öğretmenlik için gereken özel vasıfları kaybettiği sonucuna varıldığından görevine son verilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Bu durumda İdare Mahkemesince, kesinleşen yargı kararı ile bir yıldan fazla süreli hapis cezası alan davacının 657 sayılı Yasanın 48/A-5 maddesi uyarınca memur olma koşulunu kaybettiği ve anılan Yasanın 98(b) maddesi uyarınca görevine son verilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen kararın gerekçesinde yeni oluşan hukuki durum nedeniyle isabet bulunmamakta ise de karar yukarıda belirtilen gerekçeyle sonucu itibarıyla yerindedir.
14. Bu karar 5/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 29/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. 657 sayılı Kanun’un 48. maddesi şöyledir:
"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.
A) Genel şartlar:
1. Türk Vatandaşı olmak,
2. Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak,
3. Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak,
4. Kamu haklarından mahrum bulunmamak,
5. (Değişik: 23/1/2008-5728/317 md.) Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak.
...
B) Özel şartlar:
1. Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41 nci maddelerde belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak,
2. Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak.”
16. 657 sayılı Kanun'un yukarıda yer verilen 48. maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin (5) numaralı alt bendinin 5728 sayılı Kanun’la değişmeden önceki hali şöyledir:
Taksirli suçlar ve aşağıda sayılan suçlar dışında tecil edilmiş hükümler hariç olmak üzere,ağır hapis veyahut 6 aydan fazla hapis veyahut affa uğramış olsalar bile Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından dolayı hükümlü bulunmamak.
17. 657 sayılı Kanun’un“Memurluğun sona ermesi” kenar başlıklı 98. maddesi şöyledir:
Devlet memurlarının
a) Bu kanun hükümlerine göre memurluktan çıkarılması;
b) Memurluğa alınma şartlarından her hangi birini taşımadığının sonradan anlaşılması veya memurlukları sırasında bu şartlardan her hangi birini kaybetmesi;
c) …
hallerinde memurluğu sona erer.
18. 14/6/1973 tarihli ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 2. maddesi şöyledir:
Türk Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini,
1. Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek;

19. 4/12/2004 tarihli 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231. maddesinin (5) numaralı fıkrasının son cümlesi şöyledir:
"Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 14/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
21. Başvurucu; ceza yargılamasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiğinden bu durumun öğretmenlik şartlarını kaybettiği şeklinde yorumlanamayacağını, Danıştay kararının masumiyet karinesini ihlal ettiğini, birçok kişinin hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararıyla görevine döndüğü hâlde kendisine bu imkânın tanınmamasının eşitlik ilkesine aykırı olduğunu ileri sürerek ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini istemiştir.
B. Değerlendirme
22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru dilekçesi ve eklerinin bir bütün hâlinde incelenmesinden başvurucunun temel şikâyetinin, yargılandığı ceza davası kesinleştikten sonra verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına rağmen göreve son vermeye ilişkin davada Danıştay tarafından verilen kararla kendisine suçlu muamelesi yapılarak görevine döndürülmemesi olduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda başvurucunun iddialarının tamamının masumiyet karinesinin ihlal edildiği şikâyeti çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
23. Başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de görülmediğinden başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
 24. Başvurucu, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği hâlde Danıştay tarafından aleyhine karar verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
25. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz
26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.
27. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
28. Bu çerçevede masumiyet karinesi kural olarak hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı kesin hükümle mahkûmiyete dönüşen kişiler açısından ise artık “hakkında suç isnadı olan kişi” statüsünde olmadıkları için masumiyet karinesi iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır. Ancak ceza davası sonucunda kendisine isnat edilen suçu işlemediğinin sabit olduğu veya suçu işlediğine kesin olarak kanaat getirilemediği ve bu nedenle sanık hakkında beraat kararı verilen durumlarda ise kişi hakkında masumiyet karinesinin devam ettiğinin kabulü gerekir. Çünkü böyle durumlarda Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkraları anlamında kişinin suçluluğu sabit olmamıştır ve bu nedenle suçlu sayılamaz (Uğur Ayyıldız, B. No: 2012/574, 6/2/2014, § 76).
29. Masumiyet karinesi, ceza yargılaması kapsamında bir usul güvencesi olmasına rağmen buna ilişkin korumanın uygulanabilir olması ve etkili şekilde sağlanabilmesi için beraat eden veya bir şekilde hakkındaki ceza yargılaması devam etmeyen kişilerin kamu görevlileri veya otoritelerince suçlu muamelesi görmesini önlemelidir. Bu kapsamda ceza davasını takip eden “ceza yargılaması niteliğinde olmayan herhangi bir yargılamada” da (hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesine özen gösterilmelidir. Bununla birlikte ceza yargılamasında mahkûmiyetle sonuçlanmamış aynı olaylara dayanılarak bir kişinin disiplin suçundan suçlu bulunması veya hakkında tazminata karar verilmesi masumiyet karinesini otomatik olarak ihlal etmez. Bu kapsamda “karar vericilerin kullandıkları dil” kritik önem taşır (Mustafa Akın, B. No: 2013/2696, 9/9/2015, § 38).
30. Kamu otoriteleri veya görevlileri tarafından hakkında soruşturma veya kovuşturma yürütülen kişiyle ilgili olarak, yargılama süreci bir mahkûmiyet hükmüyle kesinlik kazanmadan suçluluğa dair herhangi bir kanaat ifade edilmiş olması ya da ceza yargılaması mahkûmiyet dışında bir kararla sona ermesine rağmen sona ermeye ilişkin kararda sanığın suçlu olabileceğinin ifade edilmiş olması durumunda masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilecektir (Mustafa Akın, § 39). Anayasa Mahkemesi, Münür İçer (B. No: 2012/584, 12/3/2015) kararında, başvuruya konu idari yargı mercii kararının gerekçesinde yer alan ifadelerde, suçluluğu ilgili mahkeme kararıyla sabit olmayan ve zamanaşımı nedeniyle hakkında açılan ceza davası ortadan kaldırılan başvurucunun anılan eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancının yansıtıldığı gerekçesiyle başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Dolayısıyla mahkeme kararlarında, resmî yazılarda veya kamu görevlilerinin ifadelerinde sarf edilen söz veya ifadeler nedeniyle kişiler hakkındaki masumiyet karinesinin ihlal edilmemesi için kullanılan ifadelerde seçilecek kelimelere azami dikkat edilmesi gerekir .
31. Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla karma bir özelliği bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının aynı 5271 sayılı Kanun’un 223. maddesi uyarınca düşürülmesi sonucu doğurduğundan bu özelliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birini oluşturmaktadır (Tahir Canan, § 30).
32. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen durumlarda sanığın suçlu olduğu konusunda ulaşılmış bir vicdani kanaat bulunmakta ve bu kanaat "kasten yeni bir suç" işlenmemesi şartına bağlı olarak hüküm ifade etmemektedir. Gerçekten hükmün açıklanmasının geri bırakılması, mahkûmiyet konusunda vicdani kanaate ulaşmış mahkemenin buna ilişkin hükmü açıklamayı belirli bir süre ertelemesini, bu süre zarfında hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ve bu süre sonunda kişinin başka suç işlememesi hâlinde açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak davanın düşmesine karar verilmesini ifade eder. Bu çerçevede ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda, açıklanması geri bırakılan mahkûmiyet kararına dayanılması masumiyet karinesi ile çelişebilir. Buna karşılık idari uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından salt kişinin yargılanmış olmasından ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karardan söz edilmesi, masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün hâlinde dikkate alınması ve nihai kararın münhasıran hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen fiillere dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir. (Kürşat Eyol,§§ 28, 29).
33. Bireysel başvuruya konu olayda sınıf öğretmeni olarak görev yapan başvurucu, yasa dışı örgüt üyesi olmak suçundan yargılanarak 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmış; bu kararın temyiz edilmeksizin kesinleşmesi üzerine Millî Eğitim Bakanı oluruyla 657 sayılı Kanun’un 48. maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin (5) numaralı alt bendinde yer alan şartları kaybettiği gerekçesiyle görevine son verilmiştir. Başvurucu göreve son verme işlemini dava konusu etmiş, Diyarbakır İdare Mahkemesi başvurucunun anılan maddede yer alan memur olma koşulunu kaybettiğinin açık olduğu gerekçesiyle Kanun’un 98. maddesinin (b) bendi uyarınca görevine son verilmeye ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı esastan reddetmiştir. Bu karar Danıştay incelemesinde iken başvurucu kesinleşmiş olan ceza kararı için Ceza Mahkemesinden hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini istemiş ve istemi kabul edilerek başvurucunun 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucu hakkında verilen bu karar temyiz aşamasında Danıştay Onikinci Dairesi tarafından değerlendirilerek İdare Mahkemesi kararını bozma nedeni yapılmışsa da karar düzeltme aşamasında onama kararı kaldırılarak davanın reddi yönündeki İdare Mahkemesi kararı onanmıştır.
34. Genel olarak ceza ve ceza muhakemesi hukuku ile disiplin hukuku farklı kural ve ilkelere tabi disiplinler olup kamu görevlisinin davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin sorumluluğunu da gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin soruşturması ayrı yürütülür ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi işlemediğine dair hükümler dışında ceza mahkemesi hükmü disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir (Kürşat Eyol, § 30). Ancak somut olayda disiplin soruşturması yoluyla veya disiplin cezası uygulanmak suretiyle değil, Ceza Mahkemesinde aldığı ceza nedeniyle ve 657 sayılı Kanun’da memuriyet için aranan genel şartlardan birini kaybettiği gerekçesiyle başvurucunun görevine son verilmiştir. İdari yargı yerinde görülen davanın konusunu oluşturan göreve son verme işleminin dayanağı Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin mahkûmiyet kararıdır.
35. Danıştay Onikinci Dairesi tarafından karar düzeltme aşamasında yapılan değerlendirmedesöz konusu mahkûmiyet kararı sonucu başvurucunun ihtisas mesleği olan öğretmenlik için gereken özel vasıfları kaybettiği sonucuna varıldığı ve bu değerlendirme ile ret kararının onandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bireysel başvuruya konu yargılamada masumiyet karinesi yönündenincelenmesi gereken karar Danıştay Onikinci Dairesinin karar düzeltme kararıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının, öğretmenlik mesleğinin gerektirdiği vasıflar yönünden değerlendirildiği bu kararda "ceza mahkemesince yapılan yargılama sonucunda sanığın suçluluğu sabit görülerek hüküm kurulduğu ve suç işlediği sabit olan davacının bu vasfıyla ihtisas mesleği olduğu özel kanununda belirtilen öğretmenlik için gereken özel vasıfları kaybettiği sonucuna varıldığı" ifadelerine yer verildiği görülmektedir.
36. Danıştay Onikinci Dairesi kararda başvurucunun öğretmenlik için özel kanununda belirtilen vasıfları kaybettiği sonucuna varırken hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına açıkça dayanmıştır. Özellikle karardaki "suç işlediği sabit olan davacının" ifadesi başvurucunun masumiyet karinesini ihlal edici mahiyettedir. Bu durum ayrıca hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının sanık hakkında hiçbir hukuki sonuç doğurmayacağı yönündeki Kanun hükmü ile de bağdaşır değildir.
37. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
38. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
39. Başvurucu ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
40. Başvuruda masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
41. Masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 2. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
42. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Masumiyet karinesi ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin masumiyet karinesi ilkesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 2. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Danıştay Onikinci Dairesi Başkanlığına GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
14/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
 
 
ANAYASA MAHKEMESİ
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
TAMER KARSLIOĞLU BAŞVURUSU
 
(Başvuru Numarası: 2014/2452)
Karar Tarihi: 20/7/2017
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
Başkan:Engin YILDIRIM
Üyeler:Osman Alifeyyaz PAKSÜT
  Recep KÖMÜRCÜ
  Celal Mümtaz AKINCI
  Recai AKYEL
Raportör:Mehmet Sadık YAMLI
Başvurucu:Tamer KARSLIOĞLU
Vekili:Av. Orhan ÖNDER
   
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ceza yargılaması gerekçe gösterilerek uygulanan Türk Silahlı Kuvvetlerinden ihraç edilme işleminin ve buna karşı açılan davanın aynı gerekçe ile reddedilmesinin masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 25/2/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.
7. Başvurucu,Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Başvuruya Kadar Olan Süreç
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. 1992 yılında Ankara Kara Harp Okulundan mezun olan başvurucu, 2009 yılında binbaşı rütbesiyle Genelkurmay Elektronik Sistemleri (GES) Komutanlığına; 2011 yılında ise Kara Kuvvetleri Lojistik Komutanlığına tayin edilmiştir.
10. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen ve kamuoyunda "İstanbul askericasusluk soruşturması" adıyla anılan soruşturma üzerine 28/11/2011 tarihinde açılan kamu davasında sanık olarak yargılanmıştır.
11. Yürütülen bu soruşturma ve açılan dava dikkate alınarak 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun 50. ve 27/12/1998 tarihli ve 23566 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Subay Sicil Yönetmeliği'nin (Subay Sicil Yönetmeliği) 91. maddeleri çerçevesinde sıralı sicil üstlerince başvurucu hakkında 30/11/2011 tarihinde "...Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunması nedeniyle Silahlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir." ortak kanaati ile sicil belgesi düzenlenmiş ve ayırma süreci başlatılmıştır.
12. Düzenlenen sicile dayalı olarak başlatılan inceleme Kara Kuvvetleri Komutanlığı bünyesindeki Komisyon tarafından yapılmış ve başvurucu hakkında 4/1/2012 tarihinde ayırma işlemi tesis edilmesine karar verilmiştir. Bu karar, Kara Kuvvetleri Komutanı tarafından 6/1/2012 tarihinde onaylanmış ve Genelkurmay Başkanı tarafından 19/1/2012 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanı'nın kararı doğrultusunda işlem yapılması uygun görülmüştür. Bunun üzerine üçlü kararname ile başvurucunun 5/3/2012 tarihli ve 2012/3 sayılı işlemle ve disiplinsizlik gerekçesiyle resen Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ayrılmasına karar verilmiştir. Söz konusu işlem 14/3/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
13. Başvurucu, bunun üzerine 15/3/2012 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığına bilgi edinme başvurusunda bulunmuştur. Başvurusunda; ayırma sicil not, kayıt ve kanaatlerinin, ayırma işlemine esas alınan varsa istihbari bilgilerin, alınan karar ve gerekçesinin bir örneğinin kendisine verilmesini talep etmiştir.
14. Başvurucuya, bilgi edinme başvurusu çerçevesinde Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen iddianame kastedilerek şu şekilde cevap verilmiştir:
"3. Hakkınızda, ilgi (e) iddianamedeki eylemlerin, tasvir şekline ve toplanan delillere göre nitelik ve nicelik olarak vahim olduğu, bu bağlamda statüsünüz itibariyle kamu görevlisi olma nitelik ve yeterliliğini yitirdiğiniz, bu durum karşısında kamu hizmetinde istihdam edilmenizin kamu yararına açıkça aykırılık teşkil ettiği değerlendirilmiştir.
...
"5. Ayırmaya esas belgelerden karar sureti EK-A'da, Ayırma Sicil Belgesi Tıpkı çekimi EK-B'de gönderilmiştir. Ayırma işlemine esas teşkil eden ilgi (e) iddianameden başka herhangi bir istihbari bilgi/rapor ve disiplin suçu işlediğinize dair bilgi ve belgeye rastlanılmadığından gönderilmemiştir."
15. Başvurucu, ayırma işleminin iptali talebiyle 17/4/2012 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır.
16. Bu arada ceza yargılamasında, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK mülga 250. madde ile görevli), 2/8/2012 tarihli ve E.2011/37, K.2012/166 sayılı kararı ile "devletin güvenliğine ilişkin gizli bilgileri temin etme", "özel hayatın gizliliğini ihlâl etme" ve "suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma" suçlarını işlediği gerekçesiyle başvurucuyu toplam 7 yıl 4 ay 22 gün hapis cezası ile cezalandırmıştır.
17. AYİM Birinci Dairesi, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinden dava dosyasına ait gerekçeli kararı talep etmiş; ardından Daire 23/5/2013 tarihli ve E.2012/611, K.2013/606 sayılı kararla oybirliğiyle davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
"...Kamu hizmetini yürütmekle görevli olan idarenin, bu hizmeti en iyi şekilde yürütebilmesi için gerekli tedbirleri alma yetkisi ile donatılmasının zorunlu olduğu kuşkusuzdur. Bu nedenle, idarenin kamu hizmetini yürütecek olan personelini alırken bir takım özelliklere sahip olmasını araması tabii olduğu gibi; statüye alındıktan sonra da bunları verimli biçimde kullanması, hizmeti aksatacak, kendisinden verim alınması imkanı kalmamış, aksine idare mekanizmasına ve kamu hizmetinin yürütülmesine zararlı olacak personelini bünyesi dışına çıkarması da doğal görünmektedir.
Bu açıklamalar ışığında dava konusu re'sen ayırma işlemi değerlendirildiğinde;davacı hakkında düzenlenen iddianamelerdeki tasvir şekillerine ve yine iddianamelerde belirtilen delillere göre davacıya isnat edilen eylemlerin nitelik olarak vahim olduğu, özellikle iddianamede belirtilen olaylarla ilgili soruşturma başladıktan sonra; başvurucunun ikametinde yapılan arama sırasında bulunduğu belirtilen dijitallerde yer alan belgelerin niteliğinin Genelkurmay Başkanlığından sorulması üzerine, söz konusu belgelerin TCK'nın 327/1 maddesi kapsamında devletin güvenliğine ve niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgilere ilişkin olduğu yönünde Genelkurmay Başkanlığı tarafından cevap verilmesi ve bu doğrultuda Mahkeme tarafından hüküm kurulması dikkate alındığında; davacının TSK'nın itibarını sarsacak şekilde hareketlerde bulunduğu değerlendirmesinin maddi olgulara dayandığı, davacının statüsü itibariyle kamu görevlisi olma nitelik ve yeterliliğini yitirdiği, bu durum karşısında davacının kamu hizmetinde istihdam edilmesinin kamu yararına açıkça aykırılık teşkil ettiği, sonuç olarak, davacı hakkında "Silahlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir" sicil belgesi düzenlenmesi işlemi ve bu sicil belgesine istinaden 926 sayılı Kanunun 50 ve Subay Sicil Yönetmeliğinin 91'inci maddeleri kapsamında ayırma işlemi tesis edilmesinde takdir yetkisinin ölçülü ve objektif olarak kullanıldığı ve anılan işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna varılmıştır."
18. Karar 14/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/6/2013 tarihinde karar düzeltme isteminde bulunmuştur.
19. Başvurucunun AYİM'e yapmış olduğu karar düzeltme isteminden sonra 26/9/2013 tarihinde başvurucu vekili Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının dosyanın tümü hakkında bozma yönünde görüş bildirdiğini ileri sürerek Yargıtay kararının beklenmesini istemiştir. Bunun üzerine AYİM 13/11/2013 tarihinde, başvurucu hakkında temyiz incelemesi sonucunda bir karar verilip verilmediğinin bildirilmesinin, verilmiş ise bir suretin gönderilmesinin Yargıtay 9. Daire Başkanlığından istenmesine karar vermiştir.
20. Başvurucu hakkında kurulan ceza davasına ilişkin hükümler, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 5/12/2013 tarihli ve E.2013/8851, K.2013/14876 sayılı ilamıyla onanmıştır. Başvurucu bu karara ilişkin 2014/2188 sayılı bireysel başvuruda bulunmuştur.
21. Yargıtay ilamı 16/12/2013 tarihli yazıyla AYİM Birinci Daire Başkanlığına gönderilmiştir. Bunun üzerine AYİM Birinci Dairesi 15/1/2014 tarihli ve E.2013/1048, K.2014/7 sayılı ilamla karar düzeltme istemini reddetmiştir. Bu karar, başvurucuya 30/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
22. Başvurucu, AYİM kararına ilişkin olarak 25/2/2014 tarihinde bakılmakta olan bu başvuruyu yapmıştır.
B. Başvuru Yapıldıktan Sonraki Gelişmeler
23. Başvurucunun ceza davasına ilişkin 2014/2188 sayılı bireysel başvurusu 2014/253 sayılı bireysel başvuru ile birleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 9/1/2015 tarihinde, başvurucunun yargılandığı ve hüküm giydiği ceza davasına ilişkin olarak silahların eşitliği yönünden adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ve yeniden yargılama yapılmasına karar vermiştir (Yankı Bağcıoğlu ve diğerleri [GK], B. No: 2014/253, 9/1/2015). Kararın gerekçesi şöyledir:
"75... Somut olayda, dijital deliller içindeki bilgi ve belgelere dayanılarak başvurucuların mahkûmiyetine karar verilmiştir. Başvurucuların dijital verilerin gerçeği yansıtmadığı yönündeki iddialarının araştırılması amacıyla bu deliller üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılması veya bunlara ilişkin imajların verilmesi taleplerinin, dijital belgelerin içeriklerinin devlet sırrı kapsamında kaldığından ve dijital delillerin usulüne uygun aramalar sonucu ele geçirildiğinden bahisle reddedilmesi yargılamanın bütünü yönünden adil yargılanma hakkını ihlal eder niteliktedir.
76. Mahkemece delillerin bu şekilde gizlenmiş olması, özellikle de devlet sırrı gerekçesiyle delillerin savunma makamına açılmaması ve incelettirilmemiş olması, başvurucuların, dijital delillerin sıhhati konusundaki iddialarını tam olarak ileri sürmesini imkânsız kılmıştır. Oysa Mahkeme, bu dijital delillere göre bir değerlendirme yaparak mahkûmiyet kararı vermiş ve Yargıtay tarafından aynı nedenlerle verilen hüküm onanmıştır (bkz. §§ 25-26). Bu koşullarda Mahkemece izlenen usul ve yöntemin, silahların eşitliği ilkesinin gereklerine uygun olmadığı ve başvurucunun menfaatlerini yeterince koruyan bir güvence içermediği açıktır.
77. Bu şekilde başvurucuların, kendilerine yöneltilen suçlamaların dayanağı olan delillere karşı savunma yapma imkânı ve kovuşturmanın genişletilmesini isteme hakkı kısıtlanmış, ceza yargılamasının, maddi gerçeğin ortaya çıkartılması amacına yönelik olarak “silahların eşitliği” ilkesi ihlal edilmiştir. "
24. Anayasa Mahkemesi kısa kararının bir örneği 12/1/2015 tarihinde Mahkemesine (2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun'la yapılan özel yetkili mahkemelelerin kaldırılmasıyla birlikte değişiklik sonrasıİstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin yerine uyuşmazlığa bakmakla İstanbul Anadolu 5. Ağır Ceza Mahkemesi görevlendirilmiştir.) gönderilmiştir. Dosya, İstanbul Anadolu 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2015/179 numaralı esasına kaydedilmiştir.
25. Mahkeme 29/1/2016 tarihinde yapılan duruşma sonucunda, kapatılan (CMK 250. madde ile görevli) İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/37, K.2012/166 sayılı ilamının kesinleşen kısmının iptaline; başvurucularının da aralarında bulunduğu 56 sanığın tamamı hakkında isnat edilen her bir suç sebebiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) 223. maddenin ikinci fıkrasının b bendi uyarınca ayrı ayrı beraatine oybirliğiyle karar vermiştir. 29/1/2016 tarihli duruşma zaptının başvurucuyla ilgili bölümü şöyledir:
"Sanık Tamer Karslıoğlu hakkında suç işlemek amacıyla kurulmuş suç örgütüne üye olma suçundan TCK 220/2 maddesi uyarınca,özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan TCK 134/1 maddesi uyarınca 15 kez, haberleşmenin gizliliğini ihlal suçundan TCK 132/1 maddesi uyarınca 2 kez, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme eylemlerinden TCK 327/1 maddesi uyarınca,yineyasaklanan bilgileri temin suçundan TCK 334/1 maddesi uyarınca cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmışsa da dosya kapsamında toplanan deliller, sanık savunması, dijital delillerle ilgili olarak Adli Tıp kurumundan alınan rapor birliktedeğerlendirildiğinde sanığın üzerine atılı suçları işlemediği anlaşılmakla sanığın üzerine atılı suçlardan CMK 223-b maddesi uyarınca her bir suçla ilgili olarak AYRI AYRI BERAATİNE"
26. Gerekçeli kararın tamamı 15/2/2016 tarihinde Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) yüklenmiştir. Gerekçeli karar toplam 639 sayfa olup hüküm bölümü ile duruşma zaptına geçen bölüm arasında bir fark bulunmamaktadır.
27. İstanbul Anadolu 5. Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararı temyiz edilmemiş ve hüküm 10/3/2016 tarihinde kesinleşmiştir.
28. Anayasa Mahkemesi 14/3/2016 tarihli yazıyla başvurucudan; AYİM Birinci Dairesinin 15/1/2014 tarihli kesinleşen kararına ilişkin olarak 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun 64. maddesi kapsamında "yargılamanın iadesi" yoluna başvurulup başvurulmadığını, başvuru yapıldıysa başvurunun yapıldığı tarihe ilişkin bilgi ve ilgili belgelerin, başvuru yapılmayacak ise gerekçenin ne olduğunun bildirilmesini istemiştir.
29. Başvurucu 21/3/2016 tarihinde tebliğ aldığı yazıya cevap olarak 23/3/2016 tarihinde verdiği dilekçede; avukatının eşinin 13/3/2016 tarihinde Ankara'da meydana gelen terör eylemindeşehit olduğunu, avukatının ise ağır yaralandığını ve hastanede yatarak tedavi gördüğünü, anılan ceza mahkemesi kararının sadece gerekçesinin 639 sayfa olduğu gözönüne alındığında yeni bir avukat tutmasının kısa zamanda fayda vermeyeceğini, öte yandan hâlihazırda Anayasa Mahkemesi önünde olağan hukuk yollarını tüketerek yaptığı bireysel başvurusunun bulunduğunu, yargılamanın iadesi yolunun olağanüstü yol olduğunu ve isteminin reddedilmesi hâlinde Anayasa Mahkemesine yeniden yapılacak bireysel başvuruda süresinin geçmiş olacağını, bu durumda telafisi imkânsız hak kaybının söz konusu olabileceğini, tüm bu nedenlerle yargılamanın iadesi yoluna başvurmadığını belirtmiştir. Başvurucu, dilekçesinde bahsettiği hususlara ilişkin belgeleri de dilekçe ekinde sunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
30. 926 sayılı Kanun'un işlem tarihinde yürürlükte olan 50. maddesinin (c) bendi şöyledir:
''Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmeyen subaylar hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T.C Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır.''
31. Subay Sicil Yönetmeliği'nin işlem tarihinde yürürlükte olan 91. maddesinin birinci fıkrası ve (e) bendi şöyledir:
''Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlâkî durumları gereği Türk Silâhlı Kuvvetlerinde kalmaları, bulunduğu rütbeye veya bir önceki rütbesine ait bir veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyenler hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır:
e). Türk Silâhlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlâk dışı hareketlerde bulunması.''
32. 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği'nin 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
 ''Asker, kendisinden beklenen vazifeleri hakkıyle yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır. Her askerde bulunması lâzımgelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır: (h). İyi ahlâk sahibi olmak : Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne çeker...''
33. 1602 sayılı Kanun’un "Yargılamanın iadesi" kenar başlıklı64. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Daireler ile Daireler Kurulundan verilen kararlar hakkında, aşağıda yazılı sebepler dolayısıyle yargılamanın iadesi istenebilir.
...
c) Karara esas olarak alınan bir ilam hükmünün kesin hüküm halini alan bir kararla bozularak ortadan kalkması"
34. 1602 sayılı Kanun'un "Muhakemenin iadesinde süre" kenar başlıklı 65. maddesi şöyledir:
"Muhakemenin iadesinde, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun süreye aithükümleri benzetme yolu ile uygulanır."
35. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 377. maddesi şöyledir:
"(1) Yargılamanın iadesi süresi;
...
d) Karara esas alınan ilamın bozularak kesin hüküm şeklinde tamamen ortadan kalkmasından haberdar olunduğu,
...
tarihten itibaren üç ay ve her hâlde iade talebine konu olan hükmün kesinleşmesinden itibaren on yıldır."
B. Uluslararası Hukuk
1. İlgili Sözleşme
36. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
37. Sanığı yargılayan mahkemenin veya bu mahkemenin üyelerinin sanığa isnat edilen suçu işlediği ön yargısıyla hareket etmemesini ifade eden ve Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen masumiyet karinesi, birinci fıkrada teminat altına alınan adil yargılanma hakkının en önemli unsurlarından biridir (Minelli/İsviçre, B. No:8660/79, 25/3/1983,§ 27).
38. Masumiyet karinesi, suç isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerli olduğu için Sözleşme’nin 6. maddesinde ifade edilen “medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar” çerçevesinde değerlendirilen idari davalar, kural olarak masumiyet karinesinin uygulama alanı dışında kalmaktadır. Ancak idari davada uyuşmazlık konusu olan maddi olayın tespitinde idari yargı mercii, aynı maddi olayı ele alan ceza mahkemesinin daha önce verdiği beraat kararına uygun hareket etmelidir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. X/Avusturya (k.k.), B. No: 9295/81, 6/10/1982; C/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 11882/85, 7/10/1987). Bu kural, kişi hakkında verilen beraat kararı sorgulanmadığı sürece aynı maddi olay çerçevesinde daha düşük ispat standardı kullanılarak kişinin disiplin sorumluluğu çerçevesinde yaptırıma tabi tutulmasına engel teşkil etmemektedir (Ringvold/Norveç, B. No: B. No: 34964/97, 11/2/2003, § 38).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
39. Mahkemenin 20/7/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
40. Başvurucu; AYİM'deki davada kendisinin ve Başsavcılığın düşünceleri dikkate alınmadan karar verildiğini, yargı yerlerinin idari işlem tarihi itibarıyla karar vermek durumunda olduğunu, idari işlemin dayanağının ise işlem tarihinden bir yıl önce hazırlanmış sakat bir iddianame olduğunu ve işlemin yapıldığı tarihte duruşma savcısının esas hakkındaki mütalaasında iddianamesindeki "fuhuş, şantaj ve casusluk" gibi vahim suçlamalardan vazgeçtiğini, daha ağır suçlamalara maruz kalanlar olmasına rağmen sadece kendisinin orantısız, keyfî ve hukuksuz bir biçimde TSK'dan ayırıldığını, AYİM'in keyfî davrandığını, gerekçe göstermediğini, kendi emsal kararlarına aykırı davrandığını, baştan itibaren mesnetsiz iddialarla suçlu kabul edilerek ayırma işlemi yapıldığını belirterek Anayasa'nın 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
41. Bakanlık tarafından sunulan 29/2/2016 tarihli görüşte, başvurucunun masumiyet karinesine ilişkin şikâyeti yönünden Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatlarına yer verilmiş ve başvurucunun TSK'dan ayırma işleminin iptali istemine ilişkin kararda AYİM Birinci Dairesince, esas olarak başvurucu hakkında düzenlenen iddianamenin ve iddianamede belirtilen delillerin esas alındığına dikkat çekilmiştir.
42. Başvurucu, Bakanlık görüşüne verdiği cevapta TSK'dan ilişiğinin kesilmesine neden olarak gösterilen iddianamenin verilen beraat kararıyla hükmünü yitirdiğini belirtmiş ve ihlalin tespitiyle lehine tazminata karar verilmesini istemiştir.
2. Değerlendirme
43. Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
 "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz."
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
44. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
45. Masumiyet karinesi, Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz." şeklinde düzenlenmiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde ise herkesin iddia ve savunma ile "adil yargılanma" hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Anılan maddeye "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, kendisine bir suç isnat edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılacağı düzenlenmiştir. Bu itibarla masumiyet karinesi, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağına dair Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Adem Hüseyinoğlu, B. No: 2014/3954, 15/2/2017, § 33).
46. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Bunun sonucu olarak kişinin masumiyeti "asıl" olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez; suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
47. Öte yandan idari yaptırımlarda -adli suç ve cezalara nazaran- masumiyet karinesinin ispata ilişkin standardının daha düşük olması söz konusu olabilir. Çünkü idare, -adli soruşturmalarda olduğu gibi- üstün kamusal yetkilere sahip değildir. Bu tür uyuşmazlıklarda çoğu zaman idare ile kişi arasında ispat imkânı bakımından önemli bir dezavantajın bulunmadığı söylenebilir. Ancak Anayasa Mahkemesi, bir uyuşmazlık hakkında derece mahkemelerince verilen kararları maddi vakıa ve hukuki yönden incelemekle görevli değildir. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamındaki görevi, yargılamanın usul kurallarına uygunluğunu denetlemek değil masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin somut olayda ihlal edilip edilmediğini denetlemektir (Adem Hüseyinoğlu, § 37).
48. Bu çerçevede, masumiyet karinesi kural olarak hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı mahkûmiyete dönüşen kişiler açısından ise artık "hakkında suç isnadı olan kişi" statüsünde olmadıkları için masumiyet karinesi iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır. Ancak ceza davasının herhangi bir nedenle düştüğü, belirli bir süre sonra şarta bağlı olarak düşeceği veya sanık hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmaksızın davanın ertelendiği durumlarda kişi hakkında masumiyet karinesinin devam ettiğini kabul etmek gerekir (Kürşat Eyol, § 27).
49. Diğer taraftan bireysel başvuru, devlet tarafından kamu gücü kullanılarak bireylerin temel haklarına yapılan müdahaleler sonucu meydana gelen hak ihlallerini gidermek amacıyla ihdas edilmiş ikincil bir koruma mekanizmasdır (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, § 34). Buna göre hükme esas alınan ceza yargılamasına ilişkin kararın ortadan kaldırıldığı durumlarda masumiyet karinesi devam ettiğinden, masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiası incelenirken yalnızca başvuruya konu yargılamayla sınırlı olmadan bir bütün olarak devlet işlemlerinin başvurucunun masumiyet karinesini ihlal edip etmediğinin değerlendirilmesi gerekir. Bu çerçevede bireysel başvuru incelemesinde, ceza yargılamasındaki hususları dayanak alan idari veya yargısal kararın yalnızca söz konusu kararın verildiği tarihteki hukuki duruma uygunluğuyla sınırlı bir inceleme yapılması bazı durumlarda masumiyet karinesine ilişkin anayasal koruma bakımından yetersiz olabilir.
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
50. Somut olayda, subay olarak görev yapmakta iken İstanbul Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturmada düzenlenen iddianamede yer alansuçlamalar nedeniyle başvurucunun görevine son verildiği anlaşılmaktadır. Nitekim başvurucunun bilgi edinme başvurusuna verilen cevapta başvurucu hakkındaki iddianamedeki eylemlerin tasvir şekline ve toplanan delillere göre nitelik ve nicelik olarak vahim olduğu, bu bağlamda statüsü itibarıyla kamu görevlisi olma nitelik ve yeterliliğini yitirdiği, bu durum karşısında kamu hizmetinde istihdam edilmesinin kamu yararına açıkça aykırılık teşkil ettiği, ayırma işlemine esas teşkil eden iddianameden başka herhangi bir istihbari bilgi/rapor ve disiplin suçu işlediğine dair bilgi ve belgeye rastlanılmadığı belirtilmiştir. Göreve son verme işlemine karşı açılan davada da AYİM Dairesi, Ağır Ceza Mahkemesi kararını dikkate alarak ayırma işleminde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. AYİM Dairesi, karar düzeltme aşamasında da anılan ceza mahkemesi kararının temyiz sonucunu beklemiş ve ceza mahkemesi kararının başvurucuya ilişkin kısmının onanmasının ardından karar düzeltme istemini reddetmiştir. Dolayısıyla başvuruya konu olayda; idarece tesis edilen ayırma işleminde iddianamenin, AYİM kararlarında ise ceza mahkemesi kararının hükme esas alındığında tereddüt yoktur.
51. Bununla birlikte hükme esas alınan ceza yargılaması olağanüstü bir hak arama yolu olan bireysel başvuru yolu ile Anayasa Mahkemesine taşınmış ve Anayasa Mahkemesi söz konusu ceza yargılamasında dijital deliller içindeki bilgi ve belgelere dayanılarak başvurucuların mahkûmiyetine karar verildiğini ancak başvurucuların dijital verilerin gerçeği yansıtmadığı yönündeki iddialarının araştırılması amacıyla bu deliller üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılması veya bunlara ilişkin imajların verilmesi taleplerinin reddedildiğini, bu durumun silahların eşitliği ilkesinin gereklerine uygun olmadığını, dolayısıyla başvurucuların, kendilerine yöneltilen suçlamaların dayanağı olan delillere karşı savunma yapma imkânı ve kovuşturmanın genişletilmesini isteme hakkının kısıtlandığını belirterek adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine ve yargılamanın yenilenmesine karar vermiştir. Bu karar üzerine dosyayı inceleyen İstanbul Anadolu 5. Ağır Ceza Mahkemesince, üzerine atılı suçları işlemediği anlaşıldığından başvurucunun beraatine karar verilmiştir.
52. Başvurucu oluşan bu yeni durum nedeniyle başvurabileceği yargılamanın iadesi yoluna; hâlihazırda Anayasa Mahkemesine olağan hukuk yolları tüketilerek süresindeyapılmış bireysel başvurusunun bulunduğu, yargılamanın yenilenmesi yolunun ise olağanüstü yol olduğu ve isteminin reddedilmesi hâlinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru süresinin geçmiş olacağı bu durumda telafisi imkânsız hak kaybının söz konusu olabileceği gerekçeleriylebaşvurmadığını belirtmiştir.
53. Kural olarak olarak bireysel başvuru yolu, hukuk sisteminde var olan yargılamanın yenilenmesi yolunun alternatifi değildir. Bununla birlikte başvurucunun hükme esas alınan ceza yargılamasında beraat etmesi üzerine 1602 sayılı Kanun'da öngörülen olağanüstü yol olan yargılamanın yenilenmesi yoluna başvurmaması iradesi üzerinde,başvurucunun Anayasa Mahkemesine hâlihazırda süresinde yapılmış bireysel başvurusunun bulunması ve bu başvurunun Anayasa Mahkemesi tarafından henüz incelenmemiş olmasının etkili olduğu anlaşılmaktadır.
54. Diğer taraftan AYİM tarafından hükme esas alınan ceza yargılaması kararı ortadan kalkmakla başvurucunun masumiyet karinesi devam ettiğinden AYİM kararının başvurucunun masumiyet karinesine etkisine ilişkin yalnızca başvuruya konu kararın verildiği tarihteki hukuki durum dikkate alınarak sınırlı bir inceleme yapılması -somut olayın koşullarında- bireysel başvuru yoluyla başvurucunun masumiyet karinesinin korunması amacıyla bağdaşmaz.
55. Başvurunun ele alınıp incelendiği tarihteki koşullara bakıldığında ise başvurucunun kesin nitelikteki ceza mahkemesi kararıyla işlemediği sabit olan bir suç nedeniyle bu suçu işlediğinin kabulüyle görevine son verildiği ve buna karşı açılan idari davanın yine işlemediği sabit olan bu suçu işlediğinin kabulüyle reddedildiği görülmektedir.
56. Bu durumda AYİM tarafından verilen karar sonrasında ortaya çıkan gelişmelere bağlı olarak somut olayın koşullarında başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edildiği anlaşılmaktadır.
57 Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Diğer İhlal İddiaları
58. Başvurucu; AYİM üyelerinin atanma biçiminin idare tarafından belirlendiğini, hâkim sınıfından olmayan üyelerin görev süresinin dört yıl olduğunu, subay sicil belgesinde idari sicil üstlerinin sicil notu verdiklerini, bu yüzden bağımsız bir mahkeme tarafından yargılanmadığınıAYİM'de temyiz merciine yer verilmediği için etkili bir itiraz yolunun bulunmadığını, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Sözleşmesi'nin 14. maddesinin ihlâl edildiğini, duruşmalarda yazılı veya teknik kayıt yapılmadığını, savunma hakkının kısıtlandığını belirterek Anayasa'nın 2., 10., 17., 19., 20., 35., 36., 38., 90., 125. ve 141. maddelerinde yer alan ilke ve haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
59. Başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verildiğinden diğer şikâyetleri hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
60. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
61. Başvurucu, yargılamanın yenilenmesi ve tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
62. Masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
63. Masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili yargı merciine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
64. Başvurucu, her ne kadar maddi ve manevi tazminat talep etmiş ise de yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucu bakımından yeterli bir tatmin oluşturacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
65. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere -Anayasa'nın 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile getirilen geçici 21. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılmış olduğundan anılan bendin (b) alt bendi gereğince- YETKİLİ İDARİ YARGI MERCİİNE GÖNDERİLMESİNE (Karar, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesinin 23/5/2013 tarihli ve E.2012/611, K.2013/606 sayılı dosyasıyla ilgilidir.),
D. Tazminata ilişkin taleplerin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE, 20/7/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
EMRE CENİK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/19678)
 
Karar Tarihi: 19/4/2018
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
 
Başkan:Engin YILDIRIM
Üyeler:Osman Alifeyyaz PAKSÜT
  Muammer TOPAL
  M. Emin KUZ
  Recai AKYEL
Raportör:Volkan ÇAKMAK
Başvurucu:Emre CENİK
Vekili:Av. Ünal GÜLLÜOĞLU
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, resen emekliye sevk işlemine karşı açılan davada salt hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına dayanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 22/12/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde astsubay olarak 2001 yılında göreve başlamıştır.
9. Başvurucu 21/7/2006 tarihinde sivil olarak Değirmendere'den İzmir istikametine bir yolcu otobüsü ile seyahat etmiştir. Seyahat sırasında önündeki koltukta eşiyle birlikte oturan bir kadının vücudunu okşayarak cinsel saldırı suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu aleyhine kamu davası açılmıştır.
10. Karacabey Asliye Ceza Mahkemesi 30/11/2006 tarihli kararıyla cinsel saldırı suçunun işlendiğine dair yeterli kanıt bulunmadığı gerekçesine yer vererek başvurucunun beraatine hükmetmiştir.
11. Yargıtay 5. Ceza Dairesi 8/3/2011 tarihli kararıyla beraat hükmünü bozmuştur. Bozma gerekçesinde, başvurucunun otobüs içinde yolculuk eden diğer kişilerin uyuduğu sırada koltukların yatık konumda olmasından istifade ederek mağdurenin vücudunu okşamak suretiyle cinsel saldırı suçunu işlediğinin sabit olduğu ifade edilmiştir.
12. Karacabey Asliye Ceza Mahkemesi bozmaya uyarak 13/10/2011 tarihli kararıyla başvurucunun üzerine atılı suçtan bir yıl sekiz ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmetmiş, ancak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Karar 11/11/2011 tarihinde kesinleşmiştir.
13. Bu olay silsilesi üzerine Millî Savunma Bakanlığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığınca, ceza yargılamasına konu bilgi ve belgeler ilgili makamlardan talep edilerekincelenmiştir. Başvurucuya yönelik olarak 23/1/2014 tarihinde ayırma işlemi başlatılmıştır. İnceleme sonucunda, hakkında "Silahlı Kuvvetlerde kalması uygun değildir" kanaati oluşan başvurucu 20/2/2014 tarihli Millî Savunma Bakanlığı onayıyla resen emekli edilmiştir.
14. Başvurucu, resen emekli edilme işlemine karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde iptal davası açmıştır.AYİM Birinci Dairesi (Mahkeme) 24/3/2015 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir.
15. Ret gerekçesinde öncelikle işlemin yetki ve şekil unsurları yönünden hukuka uygun olduğu tespit edilmiştir. İşlemin esas yönünden incelemesine geçilmeden önce idarenin kamu hizmetinin yürütülmesinde verim alamayacağını, hizmeti aksatacağını tespit ettiği personeli bünye dışına çıkarması konusunda takdir hakkına sahip olduğu ancak bu takdir hakkının hukukiliğinin yargı yerlerince denetlenebileceği hatırlatılmıştır. Ayrıca başvurucunun disiplin ve sicil durumu itibarıyla olumsuz bir durumunun olmadığı ifade edilmiştir. Ayırma işlemine esas olan eylem yönünden ise gerekçenin ilgili kısımları şöyledir:
"Davacının eyleminin adli makamlarca sabit kabul edilmesine dayanak teşkil eden, mağdurenin gerek 21/7/2006 tarihinde kollukça, gerekse de soruşturma makamlarınca (Gölcük 2. Asliye Ceza Mahkemesinde alınan 21/8/2006 tarihli) tespit edilen birbiriyle tutarlı beyanlarına göre davacının cinsel saldırı suçunu teşkil eden eylemi yönelttiği mağdurenin olaydan beş gün önce evlendiği ve olay olduğu sırada eşiyle birlikte Çeşme'ye balayına gitmekte olduğu; olayın gerçekleşmesinden sonra eşinin talimatıyla otobüsün durdurularak kolluğun çağrıldığı; otobüs yolcularıyla beraber jandarma beklenirken davacının 'benim karım var çocuğum var özür dilerim' diyerek mağdureden özür dilediği; yine mağdurenin anlatımlarına göre; olaydan yaklaşık 3-4 ay sonra davacının eşinin ve kayın validesinin mağdurenin çalıştığı okula gittiği ve mağdureyi şikayetinden vazgeçirmeye çalıştıkları ve mağdurenin çevresince olayın öğrenilmesine sebebiyet verdikleri anlaşılmaktadır.
Yukarıda ayrıntılı bir biçimde izah edilen ve davacının fiiline ait şahsi dosyasında mevcut deliller (mağdure ve eşinin beyanları, Yargıtay ilamı vs) gözetilmek suretiyle mahkemelerce sabit kabul edilen eylemine göre, davacının yolculuk ettiği otobüsün ön koltuğunda yanında eşi olacak şekilde yolculuk ederken uyumakta olan bir kadına yönelik gerçekleştirmiş olduğu cinsel taciz eylemi nedeniyle, idarece TSK'nın itibarını sarsacak derecede ahlak dışı bir harekette bulunduğu kanaatine varıldığı davacının ayırma işlemine esas olan fiili işleme şekli, yeri, zamanı ve fiilin otobüsün durdurulup jandarmaya gidilmesiyle aleniyet kazanmış olması hususları gözetildiğinde idarece bu kanaate varılmasında objektif esaslara göre hareket edildiği kanaatine varılmıştır."
16. Ret kararı oyçokluğuyla alınmıştır. Başkan ve bir üyenin karşıoy gerekçelerinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş olmasının ceza yargılamasına konu eylem nedeniyle disiplin soruşturması yapılarak ceza verilmesine engel teşkil etmeyeceği ancak salt hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına dayanarak disiplin cezası tesisinin ortada masumiyet karinesini kaldıran bir kesin hüküm bulunmaması nedeniyle mümkün olmadığı hatırlatılmıştır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarının sanık hakkında hukuki sonuç doğurmadığının altı çizilmiştir. Bununla birlikte idarenin ceza yargısından bağımsız bir biçimde soruşturma yaparak delil toplayarak ceza yargısına konu fiili disiplin hukuku ilkeleri uyarınca ele almak suretiyle disiplin cezası verebileceği vurgulanmıştır. Cinsel saldırı eylemine dair mağdurenin ifadesi dışında şüpheden uzak somut kanıt bulunmaması ve başvurucunun düzgün geçmişi dikkate alındığında işlemin ölçülülük ilkesinin de gözardı edilmesi suretiyle tesis edildiği ve hukuka uygun görülmediği ifade edilmiştir.
17. Ret hükmüne yönelik karar düzeltme istemi Mahkemenin 27/10/2015 tarihinde oyçokluğuyla aldığı kararla reddedilmiştir.
18. Başvurucu nihai kararı 25/11/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 22/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
19. 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun 94. maddesinin (b) bendinin olay tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan hali şöyledir:
 "b) Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma:
Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmiyen astsubayların hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır."
20. 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği'nin "Disiplinsizlik ve ahlaki durumları nedeniyle ayırma usulleri" kenar başlıklı 60. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmının uyuşmazlık konusu işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan hâli şöyledir:
"Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlaki durumları gereği Türk Silahlı Kuvvetlerinde kalmaları, bulunduğu rütbeye veya bir önceki rütbesineait bir veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyen astsubaylar hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır:
...
e) Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunması, "
21. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (5) numaralı fıkrasının son cümlesi şöyledir:
"Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder."
B. Uluslararası Hukuk
22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
"Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır."
23. Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrası “suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılma” hakkını güvence altına almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), içtihadında masumiyet karinesiyle sağlanan güvencenin iki unsurunun varlığını kabul etmiştir: ceza yargılamalarının yürütülmesi ile ilgili usule ilişkin ilk unsur ve mahkûmiyet dışında bir şekilde sonuçlanan ceza yargılamalarıyla bağlantılı müteakip yargılamalar bağlamında başvuranın sabit bulunan masumiyetine saygı gösterilmesini sağlamayı amaçlayan ikinci unsur. Bu bağlamda söz konusu ilke cezai konularda usule ilişkin bir güvence olmakla sınırlı değildir, bu ilkenin kapsamı daha geniştir ve bu ilke hiçbir devlet temsilcisinin kişinin suçluluğu bir mahkeme tarafından tespit edilmeden o kişinin suçlu olduğuna ilişkin bir ifadede bulunmamasını gerektirir. Bu hususta masumiyet karinesi yalnızca ceza yargılamaları bağlamında değil, aynı zamanda ceza yargılamaları ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuk davalarında veya diğer davalarda ya da disiplin incelemelerinde de ihlal edilebilir. Masumiyet karinesinin korunmasına ilişkin ikinci unsur ceza yargılamaları mahkûmiyetten başka bir şekilde sonlandığı zaman devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suç ile ilgili olarak kişinin masumiyetine ilişkin şüphe doğurmamasını gerektirir (Kemal Coşkun/Türkiye, B. No. 45028/07, 28/3/2017, §§ 41, 43).
24. AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasının disiplin yetkisini haiz makamların ceza yargılaması kapsamında kendisine suç isnat edilen ve eylemi usule uygun bir şekilde tespit edilen bir kamu görevlisine yaptırım uygulamasını engellemek gibi bir amacı veya etkisi bulunmadığına kanaat getirmiştir. AİHM, Sözleşme’nin, herhangi bir eylem nedeniyle hem ceza hem de disiplin yargılamalarının başlatılmasına veya söz konusu iki yargılama türünün eş zamanlı olarak yürütülmesine halel getirmediğine vurgu yaparak cezai sorumluluğun kaldırılması hâlinde bile daha hafif bir ispat külfeti temelinde aynı olaylardan doğan hukuki veya diğer sorumlulukların tesis edilmesine halel getirilmediğine işaret etmektedir. Ancak nihai bir cezai hüküm olmaksızın disiplin yargılaması kapsamında, iddiaya konu hareketi nedeniyle başvurana cezai sorumluluk yükleyen bir ifadenin bulunması hâlinde 6. maddenin ikinci fıkrası kapsamına giren bir mesele söz konusu olacaktır (Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018, § 51).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 19/4/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu; hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile sonuçlanan ceza yargılaması esas alınarak davanın reddedildiğini, ayırmaya temel olan fiilin gerçekleştiği yönünde şüpheden uzak kanıt bulunmadığını, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının 5271 sayılı Kanun uyarınca aleyhine hukuki sonuç doğurmaması gerektiğini, sicillerinin iyi olduğunu, ayırmayı gerektirecek bir davranışının bulunmadığını,işlemin idari istikrar ilkesi ile bağdaşmayacak şekilde olay tarihinden uzun bir süre sonra tesis edildiğini ve ölçüsüz olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
27. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
28. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun temel iddiası, salt hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına dayanılmak suretiyle davanın reddedilmesine yönelik olduğundan başvurunun masumiyet karinesi yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
31. Masumiyet karinesi, Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz." şeklinde düzenlenmiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde ise herkesin iddia ve savunma ile "adil yargılanma" hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Anılan maddeye "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, kendisine bir suç isnat edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılacağı düzenlenmiştir. Bu itibarla masumiyet karinesi, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağına dair Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Fameka İnş. Plastik San ve Tic. Ltd. Şirketi, B. No: 2014/3905, 19/04/2017, § 27).
32. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
33. Bu çerçevede masumiyet karinesi kural olarak hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı kesin hükümle mahkûmiyete dönüşen kişiler açısından ise artık “hakkında suç isnadı olan kişi” statüsünde olmadıkları için masumiyet karinesi iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır. Ancak ceza davası sonucunda kendisine isnat edilen suçu işlemediğinin sabit olduğu veya suçu işlediğine kesin olarak kanaat getirilemediği ve bu nedenle sanık hakkında beraat kararı verilen durumlarda ya da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi hâlinde kişi hakkında masumiyet karinesinin devam ettiğinin kabulü gerekir. Çünkü böyle durumlarda Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkraları anlamında kişinin suçluluğu sabit olmamıştır ve bu nedenle suçlu sayılamaz (Ramazan Tosun, B. No: 2012/998, 7/11/2013, § 61).
34. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, mahkûmiyet konusunda vicdani kanaate ulaşmış mahkemenin buna ilişkin hükmü açıklamayı belirli bir süre ertelemesini, bu süre zarfında hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ve bu süre sonunda kişinin başka suç işlememesi hâlinde açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak davanın düşmesine karar verilmesini ifade eder. Bu çerçevede ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda, açıklanması geri bırakılan mahkûmiyet kararına dayanılması masumiyet karinesi ile çelişebilir (Kürşat Eyol, §§ 28, 29)
35. Masumiyet karinesi, suç isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerli olduğu için Sözleşme’nin 6. maddesinde ifade edilen “medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar” çerçevesinde değerlendirilen idari davalar, kural olarak masumiyet karinesinin uygulama alanı dışında kalmaktadır. Ancak idari davada uyuşmazlık konusu olan maddi olayın tespitinde idari yargı mercii, aynı maddi olayı ele alan ceza mahkemesinin daha önce verdiği karara uygun hareket etmelidir (Hüseyin Şahin [GK], B. No: 2013/1728, 12/11/2014, § 39).
36. Buna göre kamu otoritelerince suçluluğu hükmen sabit olmamış (hakkında kesinleşmiş mahkumiyet kararı bulunmayan) kişiye "suçlu" muamelesi yapılamaz. Diğer bir ifadeyle suç isnadına bağlı yargılamalarda mahkumiyet dışındaki diğer tüm sonuçlarda masumiyet karinesi varlığını sürdürür ve kamu otoritelerinin buna saygı duyulmadığını gösteren bir tutum takınmaktan uzak durmaları beklenir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının bir mahkumiyet kararı olmadığı tartışmasızdır. Dolayısıyla ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda, açıklanması geri bırakılan mahkûmiyet kararına dayanılmak suretiyle kişinin masumiyetine gölge düşürecek, onun masumiyetinden kuşku duyulmasına neden olacak şekilde özensiz davranışlardan kaçınılmalıdır.
37. Bununla birlikte idari uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından salt kişinin yargılanmış olmasından ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karardan söz edilmesi, masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün hâlinde dikkate alınması ve nihai kararın münhasıran hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen fiillere dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir (Ramazan Tosun, § 63; Hüseyin Şahin, § 40). Bu kapsamda karar vericilerin kullandıkları dil kritik önem taşır (Mustafa Kıvrak, B. No: 2013/3175, 20/2/2014, § 36).
38. Öte yandan ceza muhakemesi sonucunda isnat edilen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması dışında ceza mahkemesi hükmü, idare makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir. Ancak cezai sorumluluğu ortadan kalkmış olsa dahi, aynı olaylar nedeniyle -daha hafif bir ispat külfeti temelinde- kişi hakkında başka tür bir sorumluluğun tesis edilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Kürşat Eyol, § 30).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
39. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucu, sivil olarak yolcu otobüsü ile seyahat ettiği sırada bir kadına yönelik olarak cinsel saldırı eyleminde bulunduğu iddiasıyla açılan ceza davası sonucunda hapis cezası ile cezalandırılmış ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Bu yargılama sürecinin ardından Millî Savunma Bakanlığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından başvurucu hakkında inceleme başlatılarak başvurucunun TSK bünyesinde görev yapmasının uygun olmadığı sonucuna varılması suretiyle resen emekli edilme işlemi tesis edilmiştir.AYİM tarafından resen emekli işlemine karşı açılan dava reddedilmiştir.
40. Mahkeme kararının gerekçesinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına atıfla “davacının cinsel saldırı suçunu teşkil eden eylemi yönelttiği... ” , "mahkemelerce sabit kabul edilen eylemine göre, davacının ...bir kadına yönelik gerçekleştirmiş olduğu cinsel taciz eylemi" ifadelerinin kullanıldığı görülmektedir.
41. Cinsel saldırı ve cinsel taciz 5237 sayılı Kanun'da suç olarak düzenlenmiş fiillerdir. Somut olayda derece mahkemesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına atıfla başvurucuya cinsel saldırı suçlamasının yöneltildiğini ve yargılama sonucunda başvurucunun cinsel taciz suçunu işlediğinin sabit bulunduğunu belirtmiştir. Derece mahkemesinin, başvurucunun cinsel taciz eylemini gerçekleştirdiğinin sabit olduğunu ifade etmiş olması, disiplin alanının sınırlarını aşarak ceza hukuku alanına taşan bir değerlendirme mahiyetindedir. Mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına atıfla yapılan bu değerlendirme, başvurucunun mahkumiyetle neticelenmemiş fiili yönünden ona "suçlu" muamelesi yapılması sonucunu doğurmuştur. Bu kapsamda derece mahkemesinin kullandığı dil başvurucunun masumiyetine gölge düşürücü nitelikte olup hakkındaki yargılamanın, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile neticelenmiş olmasını anlamsız hâle getirmiştir. Gerekçeli kararda yapılan değerlendirme ve kullanılan ifadelerin masumiyet karinesini ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır.
42. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
43.30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
44. Başvurucu, masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespit edilmesi ve yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.
45. Başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
46. Masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere -Anayasa'nın geçici 21. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (b) alt bendi gereğince-yetkili idari yargı merciine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
47. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında hüküm altına alınanmasumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere-Anayasa'nın geçici 21. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (b) alt bendi gereğince- yetkili idari yargı merciine GÖNDERİLMESİNE (Karar AYİM Birinci Dairesinin 24/3/2015 tarihli ve E.2014/489, K.2015/310 sayılı kararına ait dava dosyası ile ilgilidir.),
D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/4/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
M.A. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/19048)
 
Karar Tarihi: 24/5/2018
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
 
Başkan:Engin YILDIRIM
Üyeler:Osman Alifeyyaz PAKSÜT
  Celal Mümtaz AKINCI
  Muammer TOPAL
  M. Emin KUZ
Raportör:Volkan ÇAKMAK
Başvurucu:M.A.
Vekili:Av. Abdullah Aykan ŞEKER
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, disiplin cezası verilmesine dair işlemin iptali istemiyle açılan davada hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargılaması ve ceza yargılamasına konu eylem esas alınarak karar verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/12/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Ankara Barosuna kayıtlı olarak avukatlık mesleğini icra etmektedir.
9. Başvurucu, Türk Telekom A.Ş. vekili olarak Ankara 20. İcra Müdürlüğü nezdinde birden fazla icra takibi yapmıştır. Başvurucunun bu takipler esnasında icra müdürünün ve memurlarının bilgisi olmaksızın takibe ilişkin belgelere sahte kaşe bastığı, icra müdür yardımcısı adına imza attığı ve bu sayede talebi gibi işlem yapılmasını sağladığı yönündeki iddialar üzerine Bakanlık tarafından başvurucu hakkında kovuşturma izni verilmiştir. Bu izin üzerine başvurucu hakkında Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesinde sahtecilik suçu isnadıyla kamu davası açılmıştır.
10. Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi 17/11/2009 tarihli kararıyla başvurucunun sahtecilik suçunu işlediğine kanaat getirerek 1 yıl 11 ay 10 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmetmiş, ancak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Hükme yönelik itiraz Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 22/12/2009 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
11. Ankara Barosu, başvurucu hakkında ceza yargılamasına konu eylemi nedeniyle disiplin soruşturması başlatmıştır. Disiplin soruşturması sonucunda 17/2/2011 tarihli işlemle 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 5. maddesinin (a) bendi ile 134. ve 135. maddeleri uyarınca başvurucunun iki yıl süreyle meslekten yasaklanmasına karar verilmiştir.
12. Söz konusu disiplin işlemine karşı başvurucunun yaptığı itiraz Türkiye Barolar Birliğinin 1/7/2011 tarihli kararı ile reddedilmiş ve Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğünün 5/10/2011 tarihli işlemi ile ceza onaylanmıştır.
13. Başvurucu disiplin cezasının iptali istemiyle Ankara 12. İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde iptal davası açmıştır. Mahkeme 4/3/2013 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir.
14. Ret gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
 "... 5271 sayılı Ceza Mahkemesi Kanununun 223. maddesinin 2. fıkrasında; beraat kararının 5 bent halinde hangi hallerde verileceği açıkça düzenlenmiş olup, anılan Yasanın 231. maddesinde, sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmedilen ceza iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası ise mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebileceğinin düzenlenmesi karşısında, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararında esasen kişi Mahkemece üzerine atılı suçtan suçlu bulunmakta ve mahkumiyetine karar verilmekle birlikte, Yasada öngörülen şartların bulunması halinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına da karar verildiğinden, beraat kararı gibi değerlendirilmesi mümkün değildir.
 ...
 Davacı hakkında, disiplin kovuşturmasına konu eylemi nedeniyle sahtecilik suçundan açılan ceza davası sonunda Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 17/11/2009 tarih ve Esas:2009/292, Karar:2009/350 sayılı kararı ile 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 342/1 ve 59. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, karara karşı davacı tarafından yapılan itirazın Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince reddine karar verilmesi üzerine, 22/12/2009 tarihinde kesinleştiği, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231/5. maddesinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının sanık hakkında hukuki sonuç doğurmayacağı hükme bağlanmış ise de, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının mahkemece bütün delillerin denetime imkan verecek şekilde toplanması, fiil ve faile bağlı olarak suç vasfının tayini ve bu vasıflandırmaya uygun bir şekilde mahkumiyet kararı verilerek yargılamanın bitirilmesi, ancak verilen mahkumiyet hükmünün açıklanmaması ve sanığın belirli bir denetim süresi içinde denetimli serbestliğe tabi tutulması anlamında bulunduğu, genel veya özel af niteliği taşımadığı, mahkemenin söz konusu karar ile işten elini çektiği, verilen kararın itiraz kanun yolundan geçmek suretiyle kesinleştiği, böylece ortada şekli anlamda bir kesin hükmün bulunduğu, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına konu sahtecilik suçunun Avukatlık Kanunu'nun 5/1-a maddesine göre avukatlığa engel suçlardan olduğu, anılan Kanunun 136/1. maddesi uyarınca meslekten çıkarma cezasını gerektirdiği görülmektedir.
 Bu durumda; sahtecilik eyleminde bulunduğu hususu mahkeme kararı ile sabit olan davacının, eyleminin 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 5/a maddesiyle bağdaşmadığı açık olup, aynı Kanunun 135/4. maddesi gereğince takdiren iki yıl süreyle işten yasaklama cezası ile cezalandırılmasına ilişkin dava konusu disiplin cezası işleminde ve bu işlemin onanmasına ilişkin işlemlerde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. "
15. Ret hükmü Ankara Bölge İdare Mahkemesi 4. Kurulunun 25/3/2015 tarihli kararı ile onanmış ve karar düzeltme istemi aynı Kurulun 14/9/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir.
16. Diğer taraftan Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 3/12/2015 tarihli kararı ile, başvurucunun beş yıl içinde yeni bir suç işlememiş olduğu gerekçesine yer verilerek sahtecilik suçuna ilişkin 17/11/2009 tarihli ilamın ortadan kaldırılmasına ve davanın düşürülmesine hükmedilmiştir.
17. Başvurucu, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 4. Kurulunun karar düzeltme isteminin reddine dair kararını 13/11/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 11/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
18. 1136 sayılı Kanun'un "Avukatlığa kabulde engeller" kenar başlıklı 5. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
 "Aşağıda yazılı durumlardan birinin varlığı halinde, avukatlık mesleğine kabul istemi reddolunur :
 a) Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı iki yıldan fazla süreyle hapis cezasına ya da Devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmak"
19. 1136 sayılı Kanun'un 134. maddesi şöyledir:
 "Avukatlık onuruna, düzen ve gelenekleri ile meslek kurallarına uymayan eylem ve davranışlarda bulunanlarla, meslekî çalışmada görevlerini yapmayan veya görevinin gerektirdiği dürüstlüğe uygun şekilde davranmayanlar hakkında bu Kanunda yazılı disiplin cezaları uygulanır. "
20. 1136 sayılı Kanun'un 135. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
 " Disiplin cezaları şunlardır:
 ...
 4. İşten çıkarma, avukatın veya avukatlık ortaklığının üç aydan az ve üç yıldan fazla olmamak üzere meslekî faaliyetlerinin yasaklanmasıdır."
21. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (5) numaralı fıkrasının son cümlesi şöyledir:
"Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder."
B. Uluslararası Hukuk
22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
"Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır."
23. Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrası suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılma hakkını güvence altına almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında masumiyet karinesiyle sağlanan güvencenin iki unsurunun varlığını kabul etmiştir: Ceza yargılamalarının yürütülmesi ile ilgili usule ilişkin ilk unsur ve mahkûmiyet dışında bir şekilde sonuçlanan ceza yargılamalarıyla bağlantılı müteakip yargılamalar bağlamında başvuranın sabit bulunan masumiyetine saygı gösterilmesini sağlamayı amaçlayan ikinci unsur. Bu bağlamda söz konusu ilke cezai konularda usule ilişkin bir güvence olmakla sınırlı değildir. Bu ilkenin kapsamı daha geniştir ve hiçbir devlet temsilcisinin kişinin suçluluğu bir mahkeme tarafından tespit edilmeden o kişinin suçlu olduğuna ilişkin bir ifadede bulunmamasını gerektirir. Bu hususta masumiyet karinesi yalnızca ceza yargılamaları bağlamında değil aynı zamanda ceza yargılamaları ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuk davalarında veya diğer davalarda ya da disiplin incelemelerinde de ihlal edilebilir. Masumiyet karinesinin korunmasına ilişkin ikinci unsur ceza yargılamaları mahkûmiyetten başka bir şekilde sonlandığı zaman devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suç ile ilgili olarak kişinin masumiyetine ilişkin şüphe doğurmamasını gerektirir (Kemal Coşkun/Türkiye, B. No: 45028/07, 28/3/2017, §§ 41, 43).
24. AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasının disiplin yetkisini haiz makamların ceza yargılaması kapsamında kendisine suç isnat edilen ve eylemi usule uygun bir şekilde tespit edilen bir kamu görevlisine yaptırım uygulamasını engellemek gibi bir amacı veya etkisi bulunmadığına ve Sözleşme’nin herhangi bir eylem nedeniyle hem ceza hem de disiplin yargılamalarının başlatılmasına veya söz konusu iki yargılama türünün eş zamanlı olarak yürütülmesine halel getirmediğine vurgu yapmaktadır. AİHM ayrıca, cezai sorumluluğun kaldırılması hâlinde bile daha hafif bir ispat külfeti temelinde aynı olaylardan doğan hukuki veya diğer sorumlulukların tesis edilmesine halel getirilmediğine işaret etmektedir. Ancak nihai bir cezai hüküm olmaksızın disiplin yargılaması kapsamında başvurana iddia konusu uygunsuz hareketi nedeniyle cezai sorumluluk yükleyen bir ifadenin bulunması hâlinde 6. maddenin ikinci fıkrası kapsamına giren bir mesele söz konusu olacaktır (Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018, § 51).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 24/5/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu; hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile sonuçlanan ceza yargılaması esas alınarak davanın reddedildiğini, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının 5271 sayılı Kanun uyarınca aleyhine hukuki sonuç doğurmaması gerektiğini, sahtecilik suçu isnadıyla açılan davanın 2015 yılında verilen kararla düşürüldüğünü, yargılama sürecinde gerekçesiz karar verildiğini, disiplin cezası gerektirecek bir eyleminin bulunmadığını belirterek masumiyet karinesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
27. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
28. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun temel iddiası, salt hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına dayanılarak davasının reddedilmesine yönelik olduğundan şikâyetin masumiyet karinesi yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
30. Masumiyet karinesi suç isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerli olduğu için Sözleşme’nin 6. maddesinde ifade edilen medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar çerçevesinde değerlendirilen idari davalar, kural olarak masumiyet karinesinin uygulama alanı dışında kalmaktadır. Ancak idari davada uyuşmazlık konusu olan maddi olayın tespitinde idari yargı mercii, aynı maddi olayı ele alan ceza mahkemesinin daha önce verdiği karara uygun hareket etmelidir. Bu kural, kişi hakkında ceza yargılaması sonucu verilen karar sorgulanmadığı sürece, daha düşük ispat standardı kullanılarak disiplin sorumluluğu çerçevesinde kişinin yaptırıma tabi tutulmasına engel teşkil etmemektedir(Hüseyin Şahin [GK], B. No: 2013/1728, 12/11/2014, § 39).
31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
32. Masumiyet karinesi, Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz." şeklinde düzenlenmiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde ise herkesin iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Anılan maddeye adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, kendisine bir suç isnat edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılacağı düzenlenmiştir. Bu itibarla masumiyet karinesi, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağına dair Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Fameka İnş. Plastik San ve Tic. Ltd. Şirketi, B. No: 2014/3905, 19/04/2017, § 27).
33. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak kişinin masumiyeti asıl olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
34. Bu çerçevede masumiyet karinesi kural olarak hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı kesin hükümle mahkûmiyete dönüşen kişiler açısından ise artık hakkında suç isnadı olan kişi statüsünde olmadıkları için masumiyet karinesi iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır. Ancak ceza davası sonucunda kendisine isnat edilen suçu işlemediğinin sabit olduğu veya suçu işlediğine kesin olarak kanaat getirilemediği ve bu nedenle sanık hakkında beraat kararı verilen durumlarda ya da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi hâlinde kişi hakkında masumiyet karinesinin devam ettiğinin kabulü gerekir. Çünkü böyle durumlarda Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkraları anlamında kişinin suçluluğu sabit olmamıştır ve bu nedenle kişi, suçlu sayılamaz (Ramazan Tosun, B. No: 2012/998, 7/11/2013, § 61).
35. Ceza ve ceza muhakemesi hukuku ile disiplin hukuku farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Kamu görevlisinin davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin sorumluluğunu da gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin soruşturması ayrı ayrı yürütülür. Ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi işlemediğine dair hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir (Kürşat Eyol, § 30).
36. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen durumlarda sanığın suçlu olduğu konusunda ulaşılmış bir vicdani kanaat bulunmakta ve bu kanaat kasten yeni bir suç işlenmemesi şartına bağlı olarak hüküm ifade etmemektedir. Gerçekten hükmün açıklanmasının geri bırakılması, mahkûmiyet konusunda vicdani kanaate ulaşmış mahkemenin buna ilişkin hükmü açıklamayı belirli bir süre ertelemesini, bu süre zarfında hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ve bu süre sonunda kişinin başka suç işlememesi hâlinde açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak davanın düşmesine karar verilmesini ifade eder. Bu çerçevede ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda, açıklanması geri bırakılan mahkûmiyet kararına dayanılması masumiyet karinesi ile çelişebilir (Kürşat Eyol, §§ 28, 29).
37. Buna karşılık idari uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından salt kişinin yargılanmış olmasından ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karardan söz edilmesi, masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden bahsedilebilmesi için yeterli değildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün hâlinde dikkate alınması ve nihai kararın münhasıran hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen fiillere dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir (Ramazan Tosun, § 63; Hüseyin Şahin, § 40). Bu kapsamda karar vericilerin kullandıkları dil kritik önem taşır (Mustafa Kıvrak, B. No: 2013/3175, 20/2/2014, § 36).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
38. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucu hakkında; icra takipleri esnasında icra müdürünün ve memurlarının bilgisi olmaksızın takibe ilişkin belgelere sahte kaşe bastığı, icra müdür yardımcısı adına imza attığı ve bu sayede talebi gibi işlem yapılmasını sağladığı iddialarıyla açılan ceza davası sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Bu yargılama sürecinin ardından başvurucu hakkında Ankara Barosu tarafından inceleme başlatılarak başvurucunun 1136 sayılı Kanun hükümleri uyarınca iki yıl süreyle meslekten yasaklanması yönünde disiplin işlemi tesis edilmiştir. İdare Mahkemesi tarafından disiplin işlemine karşı açılan dava reddedilmiştir. Başvurucu; hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargısı süreci ve yargılamaya konu olan sahtecilik eylemi esas alınarak davanın reddedildiğini, bu nedenle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
39. Yukarıda alıntılanan ilkeler uyarınca masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken idari yargılama bakımından üzerinde önemle durulması gereken husus, idari işlem sürecini yürüten ve yargılamayı yapan makamın ilgili kişiye suç isnat edip etmediği ve salt hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına dayanılıp dayanılmadığıdır.
40. Ankara 12. İdare Mahkemesinin 4/3/2013 tarihli ret kararı gerekçesinde özetle, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına konu sahtecilik suçunun 1136 sayılı Kanun'un 5. maddesine göre avukatlığa engel suçlardan olduğu ve sahtecilik eyleminde bulunduğu hususu mahkeme kararı ile sabit olan başvurucunun 1136 sayılı Kanun'un 135. maddesi gereğince takdiren iki yıl süreyle işten yasaklama cezası ile cezalandırılmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir.
41. Mahkemenin karar gerekçesinde geçen “hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına konu sahtecilik suçunun Avukatlık Kanunu'nun 5/1-a maddesine göre avukatlığa engel suçlardan olduğu... ”, "sahtecilik eyleminde bulunduğu hususu mahkeme kararı ile sabit olan davacının, eyleminin 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 5/a maddesiyle bağdaşmadığı..." ifadeleri, açıklanması geri bırakılmış olan ceza yargılaması kararına atıf yapıldığını göstermektedir.
42. Somut olayda Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun isnat edilen suçu işlediğine kanaat getirmiş, ancak 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin başvurucuya isnat edilen suça uygulanabilir olduğunu tespit ederek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Başvurucunun denetim süresini suç işlemeden geçirmesi üzerine Ağır Ceza Mahkemesi 3/12/2015 tarihli kararıyla anılan davanın düşürülmesine hükmetmiştir.
43. Ankara 12. İdare Mahkemesinin disiplin cezasının hukuka uygun bulunduğu yönündeki gerekçesini, uyuşmazlık konusu disiplin cezasına esas olan olaylara ilişkin yeni bir değerlendirme yapmadan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına dayandırdığı ve başvurucuya isnat edilen suçun mahkeme kararı ile sabit olduğunu ifade ettiği anlaşılmaktadır.
44. Kararda kullanılan ifade ve değerlendirmeler dikkate alındığında Mahkemenin yalnızca ceza dosyası kapsamında verilen mahkûmiyet kararını esas aldığı, ceza yargılamasında toplanan delillere ve bu deliller sonucu ulaşılan tespite bağlı olarak olayın gerçekliğine kanaat getirdiği ve sonuca ulaştığı anlaşılmaktadır. Böylece Mahkemenin ceza yargılamasından bağımsız, kendi görüşünü ortaya koyacak herhangi bir delili kararında irdelemediği; olay ve olgular hakkında yeni bir değerlendirme yapmadığı görülmektedir. Kararda, münhasıran hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına dayanılmasının masumiyet karinesini ihlal edici mahiyette olduğu anlaşılmaktadır.
45. Sonuç olarak kararda yapılan değerlendirme ve kullanılan ifadelerin masumiyet karinesini ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır.
46. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde Ankara 12. İdare Mahkemesi kararının gerekçesinde Mahkemenin hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargılamasındaki mahkûmiyet tespitine göre başvurucunun yargılamaya konu eylemi işlediği ve suçlu olduğu inancının yansıtıldığı anlaşıldığından Anayasa’nın 36. maddesinde ve 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
47. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
48. Başvurucu, masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve mahkeme kararının bozulması ile 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
49. Başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
50. Masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 12. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
51. Yeniden yargılama yapılması ile ihlalin sonuçlarının ortadan kalkacağı değerlendirildiğinden başvurucuların tazminat talebi hakkında ayrıca bir karar verilmesine gerek görülmemiştir.
52. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinin ve 38. maddesinin dördüncü fıkrasında hüküm altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 12. İdare Mahkemesine (4/3/2013 tarihli ve E.2011/2535, K.2013/471 sayılı kararına ait dava dosyası ile ilgilidir) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 24/5/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
MEHMET AKİF KORKMAZ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/16027)
 
Karar Tarihi: 13/9/2018
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
 
Başkan:Burhan ÜSTÜN
Üyeler:Serdar ÖZGÜLDÜR
  Serruh KALELİ
  Hicabi DURSUN
  Kadir ÖZKAYA
Raportör:Volkan ÇAKMAK
Başvurucu:Mehmet Akif KORKMAZ
Vekili:Av. Mehmet AYDIN
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, devlet memurluğundan çıkarılma işleminin iptali istemiyle açılan davada, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargılaması ve bu yargılama sonucu ulaşılan sonuç esas alınarak karar verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/9/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, İstanbul'un Beyoğlu Belediye Başkanlığı bünyesinde zabıta memuru olarak görev yapmıştır.
9. Zabıta memuru olarak görev yaptığı dönemde görev ve yetkisi olmadığı hâlde bir otelin ruhsat alma süreci ile ilgili olarak işlemleri hızlandırma ve mühürleme yapmama gibi vaatlerde bulunarak kendine yarar sağladığı ve rüşvet aldığı iddialarıyla başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır.
10. Soruşturma sonucunda isnat edilen fiileri gerçekleştirdiği kanaatine varılan başvurucu 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125. maddesi uyarınca 25/9/2013 tarihli işlemle devlet memurluğundan çıkarılmıştır.
11. Diğer taraftan başvurucu hakkında yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçu isnadıyla kamu davası açılmıştır. İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi 26/9/2013 tarihli kararıyla başvurucunun 10 ay hapis ve 500 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına hükmetmiş ancak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi esasa ilişkin gerekçesinde öz olarak başvurucunun yetkili olmadığı bir konuda iş yapabileceği kanaatini uyandırmak suretiyle bir miktar para talep ederek kendine yarar sağlamaya çalıştığı sonucuna ulaşıldığını ifade etmiştir.
12. Başvurucu, hakkında tesis edilen devlet memurluğundan çıkarılma işlemine karşı İstanbul 4. İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde iptal davası açmıştır.
13. Mahkeme 12/11/2014 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir.
14. Ret gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125. maddesinin E-g maddesinde; memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak Devlet Memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller arasında sayılmıştır.
...
... davacının yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçundan İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda anılan Mahkemenin 26.09.2013 gün ve 2012/556 esas, 2013/339sayılı kararıyla davacının suçunun sabit görüldüğü, hapis ve adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği ancak CMK'nun 231/5. maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği görülmüştür.
Bu durumda, yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçunu işlediği yapılan incelemeler sonucu tespit edilen ve bu suçtan ağır ceza mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda işlediği suç sabit görülen davacının, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/E-g maddesi uyarınca Devlet memurluğundan çıkarma cezası ile cezalandırılmasına dair dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır."
15. Ret hükmü Danıştay Onaltıncı Dairesinin 17/6/2015 tarihli kararıyla onanmıştır.
16. Başvurucu nihai kararı 31/8/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 30/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
17. 657 sayılı Kanun'un "Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller" kenar başlıklı 125. maddesinin (E) bendi ile bendin (g) alt bendi şöyledir:
" E - Devlet memurluğundan çıkarma : Bir daha Devlet memurluğuna atanmamak üzere
memurluktan çıkarmaktır.
Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:
...
g) Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak,"
18. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (5) numaralı fıkrasının son cümlesi şöyledir:
"Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder."
B. Uluslararası Hukuk
19. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
"Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır."
20. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasının, kişilerin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılma hakkını güvence altına aldığını belirtir. AİHM içtihatlarında, masumiyet karinesi ile sağlanan güvencenin iki yönünün bulunduğunu ifade etmiştir: ceza yargılamasının yürütülmesine ilişkin usuli güvence –bu güvence ile, sonucunda mahkumiyet kararı dışında bir hüküm kurulan ceza yargılaması ile bağlantılı olan durumlarda, daha sonra yürütülecek yargılamalar boyunca kişinin masumiyetine saygı gösterilmesinin sağlanması amaçlanır. Bu usuli yön kapsamında, masumiyet karinesi ilkesi, ceza yargılamasının kendisinin adil olmasını sağlayacak usuli güvence olarak, kamu görevlilerinin davalının suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunmasını yasaklar. Ancak, bu husus, cezai meselelerde usuli güvence ile sınırlı değildir, bu kapsam daha geniştir ve Devletin hiçbir temsilcisinin, mahkeme ile suçluluğu ispatlanıncaya kadar kişinin bir suçtan suçlu olduğunu söylememesini gerekli kılar.Bu kapsamda, sadece ceza yargılaması kapsamında değil aynı zamanda ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen bağımsız hukuk yargılamaları, disiplin işlemleri veya diğer yargılamalarda da masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir. Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki güvencenin ilk yönü, kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar ceza gerektiren bir suçla suçlandığı süreye ilişkin iken, masumiyet karinesi güvencesinin ikinci yönü, ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suç karşısında kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını gerektirir (Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018, § 43).
21. AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasının disiplin yetkisini haiz makamların ceza yargılaması kapsamında kendisine suç isnat edilen ve eylemi usule uygun bir şekilde tespit edilen bir kamu görevlisine yaptırım uygulamasını engellemek gibi bir amacı veya etkisi bulunmadığına kanaat getirmiştir. AİHM, Sözleşme’nin herhangi bir eylem nedeniyle hem ceza hem de disiplin yargılamalarının başlatılmasına veya söz konusu iki yargılama türünün eş zamanlı olarak yürütülmesine halel getirmediğine vurgu yapmaktadır. AİHM ayrıca, cezai sorumluluğun kaldırılması hâlinde bile daha hafif bir ispat külfeti temelinde aynı olaylardan doğan hukuki veya diğer sorumlulukların tesis edilmesine halel getirilmediğine işaret etmektedir. Ancak nihai bir cezai hüküm olmaksızın disiplin yargılaması kapsamında başvurana iddia konusu eylemi nedeniyle cezai sorumluluk yükleyen bir ifadenin bulunması hâlinde 6. maddenin (2) numaralı fıkrası kapsamına giren bir mesele söz konusu olacaktır (Seven/Türkiye, § 51).
22. Bu bağlamda, Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasının sağladığı korumanın ikinci yönüne göre, sanığın beraatıyla veya davanın düşmesiyle sonuçlanan ceza yargılamaları sonrasında, söz konusu kişiye masumiyetine uygun bir muamelede bulunulmasını gerekir. Bu ikinci yönde, maddenin genel amacı, bir suçtan beraat eden bireyleri veya ceza yargılaması düşen kişileri, itham edildikleri suçtan aslında suçlu olduklarını düşünen kamu görevlileri ve makamlarına karşı korumaktır. Bu davalarda, masumiyet karinesi, adil olmayan bir cezai hükmün önlenmesi için, sağladığı usuli güvencenin çeşitli koşullarının yargılamada uygulanması suretiyle hayata geçirilmiştir. Beraat veya herhangi bir düşme kararına riayet edilmesi hakkının korunmaması halinde, Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan adil yargılanma güvenceleri teorik ve hayali olma riskiyle karşı karşıya kalabilir (Seven/Türkiye, § 54).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 13/9/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucu; hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile sonuçlanan ceza yargılaması esas alınarak davanın reddedildiğini, çıkarılmaya temel olan fiilinin gerçekleştiği yönünde şüpheden uzak kanıt bulunmadığını, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının 5271 sayılı Kanun uyarınca aleyhine hukuki sonuç doğurmaması gerektiğini, sicillerinin iyi düzenlendiğini, çıkarılmayı gerektirecek bir davranışının bulunmadığını ve işlemin ölçüsüz olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
25. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
26. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
 “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun temel iddiası, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargılaması ve bu ceza yargılamasına konu fiil esas alınarak kendisine suçlu muamelesi yapılması suretiyle davanın reddedilmesine yönelik olduğundan şikâyetin masumiyet karinesi yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
28. Başvurucunun ihlal iddiası, devlet memurluğundan çıkarma işleminin iptali istemiyle açtığı davada idare mahkemesi tarafından gerekçeli kararda kesin bir mahkumiyet hükmü ile sonuçlanmayan ceza yargılamasının esas alınması ve kullanılan ifadelere ilişkindir. Bu bağlamda masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin ikinci yönünün (bkz. §§ 20, 21, 22) devreye girdiği somut başvuruda masumiyet karinesinin sağladığı güvencelerin ve Anayasa'nın 36. maddesinin uygulanabileceği sonucuna varılmaktadır. Bu itibarla ihlal iddialarının Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanının kapsamında yer aldığı, bir başka ifadeyle başvurunun Anayasa ve Sözleşme hükümleriyle konu bakımından bağdaşmazlık göstermediği anlaşılmaktadır.
29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
30. Masumiyet karinesi, Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz." şeklinde düzenlenmiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde ise herkesin iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Anılan maddeye adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, kendisine bir suç isnat edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılacağı düzenlenmiştir. Bu itibarla masumiyet karinesi, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağına dair 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Fameka İnş. Plastik San ve Tic. Ltd. Şirketi, B. No: 2014/3905, 19/04/2017, § 27).
31. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
32. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığıgüvencenin iki yönü bulunmaktadır.
33. Güvencenin ilk yönü; kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar.Güvencenin bu yönünün kapsamı sadece cezayargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 39).
34. Güvencenin ikinci yönü ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasınıgerektirir (Galip Şahin, § 40).
35. Bilindiği gibi ceza muhakemesi hukuku ve disiplin hukuku farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Disiplin hukuku kurumun iç düzenini korumayı amaçlayan ve bunun için kamu görevlilerinin mevzuata, çalışma düzenine, hizmetin gereklerine aykırı fiillerine yönelik olarak uygulanacak yaptırımları ve bu yaptırımların uygulanmasındaki usul ve esasları düzenleyen bir hukuk alanıdır. Bazı hâllerde ise kamu görevlisinin fiili ceza hukuku kapsamında suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin hukuku yönünden de sorumluluk gerektiren bir mahiyettaşıyabilir (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş, B. No: 2013/6879, 2/12/2015, § 25; Kürşat Eyol, § 30). Böyle bir durumda Anayasa'da güvence altına alınan masumiyet karinesinin bir eylemi nedeniyle ilgili hakkında hem ceza hem de disiplin işlemlerinin yürütülmesine engel teşkil etmediğini, bu iki sürecin eş zamanlı olarak devam etmesinin de önünde anılan güvence bakımından bir mâni bulunmadığını belirtmek gerekir (M.E.T., B. No: 2014/11920, 3/7/2018, § 61).
36. Öte yandan ceza muhakemesi sonucunda kişinin müsnet suçu işlemediğine dair hükümler dışında ceza mahkemesi hükmü, disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir. Ancak cezai sorumluluğu ortadan kalkmış olsa dahi aynı olaylar nedeniyle -daha hafif bir ispat külfeti temelinde- kişi hakkında başka tür bir sorumluluğun tesis edilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş, § 25; Kürşat Eyol, § 30).
37. Ceza muhakemesiyle eş zamanlı olarak yürütülen, bir başka ifadeyle kişinin henüz suç isnadı altında olduğu, ceza makamları tarafından hakkında herhangi bir hüküm kurulmadığı süreçte devam eden disiplin soruşturma ve yargılamalarında masumiyet karinesi bakımından önemli olan husus; kamu makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza mahkemeleri tarafından henüz suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge düşürülmesine sebebiyet vermemeleridir (Galip Şahin, § 47).
38. Bununla birlikte ceza yargılamasına konu maddi olay ve olguların disiplin hukuku esasları çerçevesinde diğer kamu makamlarınca (idari/adli) ayrıca değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucunda ulaşılacak kanaate göre işlem/karar tesis edilmesi mümkündür. Bu bağlamda disiplin işlem ve yargılamalarında ceza yargılamasında elde edilen bir delile istinat edilmesi ya da kişi hakkında yapılan ceza yargılamasına bir olgu olarak atıf yapılmış olması tek başına masumiyet karinesinin sağladığı güvencelere aykırılık teşkil etmez. Ancak adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak kişiyi suçlu ilan etmesi veya bu bağlamda birtakım çıkarımlarda bulunması masumiyet karinesinin ihlaline yol açabilir. Masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının tespiti yapılırken ise kararın gerekçesinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir (Galip Şahin, § 48).
39. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen durumlarda sanığın suçlu olduğu konusunda ulaşılmış bir vicdani kanaat bulunmakta ve bu kanaat “kasten yeni bir suç” işlenmemesi şartına bağlı olarak hüküm ifade etmemektedir. Gerçekten hükmün açıklanmasının geri bırakılması, mahkûmiyet konusunda vicdani kanaate ulaşmış mahkemenin buna ilişkin hükmü açıklamayı belirli bir süre ertelemesini, bu süre zarfında hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ve bu süre sonunda kişinin başka suç işlememesi hâlinde açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak davanın düşmesine karar verilmesini ifade eder. Bu çerçevede ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda açıklanması geri bırakılan mahkûmiyet kararına dayanılması masumiyet karinesi ile çelişebilir (Kürşat Eyol, §§ 28, 29).
40. İdari uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından salt kişinin yargılanmış olmasından ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karardan söz edilmesi, masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün hâlinde dikkate alınması ve nihai kararın münhasıran hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen fiillere dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir (Ramazan Tosun, § 63; Hüseyin Şahin, § 40).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
41. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucu, kendine yarar sağladığı ve rüşvet aldığı iddialarıyla hakkında açılan idari soruşturma sonucunda devlet memurluğundan çıkarılmış ve aynı eylemler nedeniyle hakkında açılan kamu davası sonucunda yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçu nedeniyle hapis ve adli para cezasına mahkûm edilmiş ancak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar 26/9/2013 tarihinde verilmiştir. Devlet memurluğundan çıkarılma işlemine karşı açtığı dava da İstanbul 4. İdare Mahkemesi tarafından 12/11/2014 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargısı süreci ve yargılamaya konu eylem esas alınarak davanın reddedildiğini; bu nedenle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Başvurucunun şikayeti dikkate alındığında somut başvurunun masumiyet karinesinin ikinci yönü bakımından incelenmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
42. Yukarıda alıntılanan ilkeler uyarınca masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken önemli olan husus, idari işleme ilişkin süreci yürüten ve yargılamayı yapan makamın ilgili kişiye suç isnat edip etmediği,ceza yargılaması kararını sorgulayıp sorgulamadığı ve münhasıran ceza yargılaması sonucunda verilen hükme dayanıp dayanmadığıdır.
43. İstanbul 4. İdare Mahkemesinin 12/11/2014 tarihli ret kararı gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir;
" ... davacının yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçundan İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda anılan Mahkemenin 26.09.2013 gün ve 2012/556 esas, 2013/339sayılı kararıyla davacının suçunun sabit görüldüğü, hapis ve adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği ancak CMK'nun 231/5. maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği görülmüştür.
Bu durumda, yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçunu işlediği yapılan incelemeler sonucu tespit edilen ve bu suçtan ağır ceza mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda işlediği suç sabit görülen davacının, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/E-g maddesi uyarınca Devlet memurluğundan çıkarma cezası ile cezalandırılmasına dair dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır."
44. Mahkemenin karar gerekçesinde geçen "...davacının suçunun sabit görüldüğü..." , " ..bir iş için yarar sağlama suçunu işlediği yapılan incelemeler sonucu tespit edilen ve bu suçtan ağır ceza mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda işlediği suç sabit görülen davacının..." ifadeleri, açıklanması geri bırakılmış olan ceza yargılaması kararına atıf yapıldığını göstermektedir.
45. Somut olayda Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun isnat edilen suçu işlediğine kanaat getirmiş ancak 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin başvurucuya isnat edilen suça uygulanabilir olduğunu tespit ederek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiş ve dolayısıyla beş yıllık denetim süresinin suç işlenilmeden geçirilmesi hâlinde başvurucu hakkında açılan kamu davasının düşmesi imkânını tanımıştır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının 5271 sayılı Kanun'nun 231. maddesi uyarınca sanık hakkında hukuki sonuç doğurmadığı dikkate alındığında başvurucunun masumiyet karinesinin devam ettiği açıktır.
46. Yukarıda anılan ilkeler çerçevesinde ceza gerektiren herhangi bir suç isnat edilen kişiye ilişkin bir hukuki kararın şahsın suçu kesin olarak kanıtlanıp mahkûm edilmeden suçlu olduğu yönünde bir görüşü yansıtması hâlinde masumiyet karinesinin ihlal edilmiş olacağı unutulmamalıdır.
47. Uyuşmazlık konusu disiplin cezasına esas olan olaylara ilişkin yeni bir değerlendirme yapmadan başvurucuya isnat edilen suçun sabit olduğunu ifade eden İstanbul 4. İdare Mahkemesinin disiplin cezasının hukuka uygun bulunduğu yönündeki gerekçesini kendi değerlendirmesinden ziyade hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza mahkemesi kararına dayandırdığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda İstanbul 4. İdare Mahkemesinin kullanılan dil itibarıyla bir idaridavanın sınırlarının dışına çıktığı ve bir suç isnadına ilişkin tespit yapması sonucu önündeki davayı inceleme görevinin ötesinde hareket ettiği görülmektedir.
48. Kararda kullanılan ifade ve değerlendirmeler dikkate alındığında, Mahkemenin yalnızca ceza davası kapsamında verilen mahkûmiyet kararını esas aldığı, ceza yargılamasında toplanan delillere ve bu deliller sonucu ulaşılan tespite bağlı olarak olayın gerçekliğine kanaat getirdiği ve sonuca ulaştığı anlaşılmıştır. Mahkemenin; ceza yargılamasından bağımsız, kendi görüşünü ortaya koyacak herhangi bir delili kararında irdelemediği, olay ve olgular hakkında yeni bir değerlendirme yapmadığı görülmektedir. Kararda, münhasıran hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargılamasına konu eyleme dayanıldığı ve eyleme yönelik ifadelerin de (bkz. § 40) masumiyet karinesini ihlal edici mahiyette olduğu anlaşılmaktadır.
49. Sonuç olarak kararda yapılan değerlendirme ve kullanılan ifadelerin masumiyet karinesini ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır.
50. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde İstanbul 4. İdare Mahkemesi kararının gerekçesinde Mahkemenin hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargılamasındaki mahkûmiyet tespitine göre başvurucunun yargılamaya konu eylemi işlediği ve suçlu olduğu inancının yansıtıldığı anlaşıldığından Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
51.30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
52. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında, Anayasa Mahkemesince bir temel hakkın ihlal edildiği sonucuna varıldığında ihlalin ve sonuçlarının nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkelere yer verilmiştir (detaylı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan, [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 57-60).
53. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ve yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek ihlalin giderilmesi talebinde bulunmuştur.
54. Anayasa Mahkemesi, İstanbul 4. İdare Mahkemesi kararında yapılan değerlendirme ve kullanılan ifadelerin masumiyet karinesini ihlal ettiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
55. Bu durumda masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
56. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesi ile 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 4. İdare Mahkemesine (Anılan Mahkemenin 12/11/2014 tarihli ve E.2013/2656, K.2014/1953 sayılı kararına ait dava dosyası ile ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,
D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/9/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
NEJAT YURDUNKULU BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/1672)
 
Karar Tarihi: 13/9/2018
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
 
 
Başkan:Burhan ÜSTÜN
Üyeler:Serdar ÖZGÜLDÜR
  Serruh KALELİ
  Hicabi DURSUN
  Kadir ÖZKAYA
Raportör:Volkan ÇAKMAK
Başvurucu:Nejat YURDUNKULU
Vekili:Av. Vefa TOKLU
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, aleyhe nasıp düzeltme işleminin iptali istemiyle açılan davada hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargılaması esas alınarak karar verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 28/1/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde subay olarak görev yapan başvurucu 30/8/2009 tarihinde binbaşı rütbesine terfi etmiştir.
9. Başvurucu hakkında, 2008 ve 2010 yılları içinde yurt dışına firar suçunu işlediği isnadıyla Adana 6. Mekanize Piyade Tümen Komutanlığı Askerî Mahkemesi (Askerî Mahkeme) nezdinde ceza davası açılmıştır.
10. Askerî Mahkeme 25/7/2013 tarihli kararıyla başvurucunun üzerine atılı eylemi gerçekleştirdiği sonucuna vararak 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiş ancak4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Hüküm 4/9/2013 tarihinde kesinleşmiştir.
11. Hükmün kesinleşmesinin ardından 9/1/2014 tarihli işlemle başvurucunun yurt dışında geçirmiş olduğu süre kıdeminden düşülerek 30/8/2009 olan binbaşılık nasbı 13/9/2009 tarihine götürülmüştür.
12. Başvurucu söz konusu işlemin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde dava açmıştır.
13.AYİM Birinci Dairesi (Mahkeme) 8/7/2014 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir.
14.Ret gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun "Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" başlıklı 231 'inci maddesinin 5'inci fıkrasında;, '(Değişik:23.01.2008-5728/562 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade eder.' hükmü yer almaktadır.
926 Sayılı Kanunun 36'ncı maddesi irdelendiğinde; gözaltı, tutukluluk, hükümlülük ve açıkta geçen sürelerden farklı olarak firar ve izin tecavüzünde geçen sürelerin kıdemden indirilmesi için mahkumiyet halinin aranmadığı, firar veya izin tecavüzünde bulunulduğunun askeri mahkeme kararı ile sabit olmasırun kanun koyucu tarafından yeterli görüldüğü anlaşılmıştır.
Yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri ve açıklamalar çerçevesinde dava konusuna dönüldüğünde 6'ncı Mekanize P.Tüm.K.lığı Askeri Mahkemesinin 25.07.2013 tarihli, 2013/456-615 E.K. sayılı kararı ile '01.08.2008-04.08.2008, 27.11.2008-01.12.2008, 26.02.2010-01.03.2010" tarihleri arasında davacının yurt dışına firar suçunu işlediğinin sabit olduğu sonucuna varılarak her bir firar eylemi için neticeten 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, ancak 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 231'inci maddesi gereğince sanığa verilen mahkumiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği ve kararın kesinleştiği görülmektedir. Davacının firarda bulunduğunun sabit olduğunun mahkeme kararı ile anlaşılması karşısında, davacı hakkında 926 sayılı TSK Personel Kanununun 36'ncı maddesinin (a)/3 fıkrası gereğince firarda geçirdiği'01.08.2008-04.08.2008, 27.11.2008-01.12.2008, 26.02.2010-01.03.2010' tarihleri arasındaki sürenin kıdeminden düşülerek binbaşılık nasbının 30.08.2009 tarihinden 13.09.2009 tarihine götürülerek aleyhe nasıp düzeltilmesi işlemi tesis edilmesinde hukuka aykırı bir yön bulunmamıştır. Zira, esasen bu husus ceza yargılamasının konusu olmakla beraber; As.C.K.nunun 67/1-A maddesinde 'herhangi bir nedenle izinli olsa dahi yabancı ülkeye gitme müsaadesi bulunmaksızın ülke sınırları dışında üç günü geçirenlerin eylemi 'firar' suçu olarak tanımlanmış olduğu cihetle davacının birliğinden ayrılırken izin alarak ayrılmış olması durumu, ayrıca yurt dışına çıkış izni alınmadığı sürece müsnet yurt dışına 'firar' suçunun oluşumunu etkilemeyecektir. "
15. Ret hükmüne yönelik karar düzeltme istemi Mahkemenin 9/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
16. Başvurucu nihai kararı 30/12/2014 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 28/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
17. 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun 36. maddesinin (a) bendinin olay tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan hâli şöyledir:
" a) Kısa hapis cezası, tecil edilen, tedbire veya para cezasına çevrilen cezalar hariç olmak üzere subayların;
1. Şahsi hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkumiyetleri halinde, infaz süresi de dikkate alınaak gözaltı, tutukluluk ve hükümlülükte geçen süreleri,
2. Açığı gerektiren bir suçtan mahkumiyet halinde açıkta geçen süreleri,
3. Firar veya izin tecavüzünde bulundukları askeri mahkeme kararı ile sabit olanların firarda veya izin tecavüzünde geçen süreleri,
kıdemlerinden düşülür. "
18. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (5) numaralı fıkrasının son cümlesi şöyledir:
"Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder."
B. Uluslararası Hukuk
19. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
"Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır."
20. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasının, kişilerin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılma hakkını güvence altına aldığını belirtir. AİHM içtihatlarında, masumiyet karinesi ile sağlanan güvencenin iki yönünün bulunduğunu ifade etmiştir: ceza yargılamasının yürütülmesine ilişkin usuli güvence –bu güvence ile, sonucunda mahkumiyet kararı dışında bir hüküm kurulan ceza yargılaması ile bağlantılı olan durumlarda, daha sonra yürütülecek yargılamalar boyunca kişinin masumiyetine saygı gösterilmesinin sağlanması amaçlanır. Bu usuli yön kapsamında, masumiyet karinesi ilkesi, ceza yargılamasının kendisinin adil olmasını sağlayacak usuli güvence olarak, kamu görevlilerinin davalının suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunmasını yasaklar. Ancak, bu husus, cezai meselelerde usuli güvence ile sınırlı değildir, bu kapsam daha geniştir ve Devletin hiçbir temsilcisinin, mahkeme ile suçluluğu ispatlanıncaya kadar kişinin bir suçtan suçlu olduğunu söylememesini gerekli kılar.Bu kapsamda, sadece ceza yargılaması kapsamında değil aynı zamanda ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen bağımsız hukuk yargılamaları, disiplin işlemleri veya diğer yargılamalarda da masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir. Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki güvencenin ilk yönü, kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar ceza gerektiren bir suçla suçlandığı süreye ilişkin iken, masumiyet karinesi güvencesinin ikinci yönü, ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suç karşısında kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını gerektirir (Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018, § 43).
21. AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasının disiplin yetkisini haiz makamların ceza yargılaması kapsamında kendisine suç isnat edilen ve eylemi usule uygun bir şekilde tespit edilen bir kamu görevlisine yaptırım uygulamasını engellemek gibi bir amacı veya etkisi bulunmadığına kanaat getirmiştir. AİHM, Sözleşme’nin herhangi bir eylem nedeniyle hem ceza hem de disiplin yargılamalarının başlatılmasına veya söz konusu iki yargılama türünün eş zamanlı olarak yürütülmesine halel getirmediğine vurgu yapmaktadır. AİHM ayrıca, cezai sorumluluğun kaldırılması hâlinde bile daha hafif bir ispat külfeti temelinde aynı olaylardan doğan hukuki veya diğer sorumlulukların tesis edilmesine halel getirilmediğine işaret etmektedir. Ancak nihai bir cezai hüküm olmaksızın disiplin yargılaması kapsamında başvurana iddia konusu eylemi nedeniyle cezai sorumluluk yükleyen bir ifadenin bulunması hâlinde 6. maddenin (2) numaralı fıkrası kapsamına giren bir mesele söz konusu olacaktır (Seven/Türkiye, § 51).
22. Bu bağlamda, Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasının sağladığı korumanın ikinci yönüne göre, sanığın beraatıyla veya davanın düşmesiyle sonuçlanan ceza yargılamaları sonrasında, söz konusu kişiye masumiyetine uygun bir muamelede bulunulmasını gerekir. Bu ikinci yönde, maddenin genel amacı, bir suçtan beraat eden bireyleri veya ceza yargılaması düşen kişileri, itham edildikleri suçtan aslında suçlu olduklarını düşünen kamu görevlileri ve makamlarına karşı korumaktır. Bu davalarda, masumiyet karinesi, adil olmayan bir cezai hükmün önlenmesi için, sağladığı usuli güvencenin çeşitli koşullarının yargılamada uygulanması suretiyle hayata geçirilmiştir. Beraat veya herhangi bir düşme kararına riayet edilmesi hakkının korunmaması halinde, Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan adil yargılanma güvenceleri teorik ve hayali olma riskiyle karşı karşıya kalabilir (Seven/Türkiye, § 54).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 13/9/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucu; hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile sonuçlanan ceza yargılaması esas alınarak davanın reddedildiğini, ret hükmünün münhasıran firar suçunun sabit görüldüğü gerekçesine dayandırıldığını, işleme temel olan normun ve somut olayın yorumunda hataya düşüldüğünü belirterek adil yargılanma hakkı ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
25. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
26. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
 “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun temel iddiası, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargılaması ve bu ceza yargılamasına konu fiil esas alınarak kendisine suçlu muamelesi yapılması suretiyle davanın reddedilmesine yönelik olduğundan şikâyetin masumiyet karinesi yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
28. Başvurucunun ihlal iddiası, aleyhe nasıp düzeltme işleminin iptali istemiyle açtığı davada AYİM tarafından gerekçeli kararda kesin bir mahkumiyet hükmü ile sonuçlanmayan ceza yargılamasının esas alınması ve kullanılan ifadelere ilişkindir. Bu bağlamda masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin devreye girdiği somut başvuruda masumiyet karinesinin sağladığı güvencelerin ve Anayasa'nın 36. maddesinin uygulanabileceği sonucuna varılmaktadır. Bu itibarla ihlal iddialarının Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanının kapsamında yer aldığı, bir başka ifadeyle başvurunun Anayasa ve Sözleşme hükümleriyle konu bakımından bağdaşmazlık göstermediği anlaşılmaktadır.
29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
30. Masumiyet karinesi, Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz." şeklinde düzenlenmiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde ise herkesin iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Anılan maddeye adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, kendisine bir suç isnat edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılacağı düzenlenmiştir. Bu itibarla masumiyet karinesi, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağına dair 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Fameka İnş. Plastik San ve Tic. Ltd. Şirketi, B. No: 2014/3905, 19/04/2017, § 27).
31. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
32. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığıgüvencenin iki yönü bulunmaktadır.
33. Güvencenin ilk yönü; kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar.Güvencenin bu yönünün kapsamı sadece cezayargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 39).
34. Güvencenin ikinci yönü ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasınıgerektirir (Galip Şahin, § 40).
35. Bilindiği gibi ceza muhakemesi hukuku ve disiplin hukuku farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Disiplin hukuku kurumun iç düzenini korumayı amaçlayan ve bunun için kamu görevlilerinin mevzuata, çalışma düzenine, hizmetin gereklerine aykırı fiillerine yönelik olarak uygulanacak yaptırımları ve bu yaptırımların uygulanmasındaki usul ve esasları düzenleyen bir hukuk alanıdır. Bazı hâllerde ise kamu görevlisinin fiili ceza hukuku kapsamında suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin hukuku yönünden de sorumluluk gerektiren bir mahiyettaşıyabilir (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş, B. No: 2013/6879, 2/12/2015, § 25; Kürşat Eyol, § 30). Böyle bir durumda Anayasa'da güvence altına alınan masumiyet karinesinin bir eylemi nedeniyle ilgili hakkında hem ceza hem de disiplin işlemlerinin yürütülmesine engel teşkil etmediğini, bu iki sürecin eş zamanlı olarak devam etmesinin de önünde anılan güvence bakımından bir mâni bulunmadığını belirtmek gerekir (M.E.T., B. No: 2014/11920, 3/7/2018, § 61).
36. Öte yandan ceza muhakemesi sonucunda kişinin müsnet suçu işlemediğine dair hükümler dışında ceza mahkemesi hükmü, disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir. Ancak cezai sorumluluğu ortadan kalkmış olsa dahi aynı olaylar nedeniyle -daha hafif bir ispat külfeti temelinde- kişi hakkında başka tür bir sorumluluğun tesis edilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş, § 25; Kürşat Eyol, § 30).
37. Ceza muhakemesiyle eş zamanlı olarak yürütülen, bir başka ifadeyle kişinin henüz suç isnadı altında olduğu, ceza makamları tarafından hakkında herhangi bir hüküm kurulmadığı süreçte devam eden disiplin soruşturma ve yargılamalarında masumiyet karinesi bakımından önemli olan husus; kamu makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza mahkemeleri tarafından henüz suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge düşürülmesine sebebiyet vermemeleridir (Galip Şahin, § 47).
38. Bununla birlikte ceza yargılamasına konu maddi olay ve olguların disiplin hukuku esasları çerçevesinde diğer kamu makamlarınca (idari/adli) ayrıca değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucunda ulaşılacak kanaate göre işlem/karar tesis edilmesi mümkündür. Bu bağlamda disiplin işlem ve yargılamalarında ceza yargılamasında elde edilen bir delile istinat edilmesi ya da kişi hakkında yapılan ceza yargılamasına bir olgu olarak atıf yapılmış olması tek başına masumiyet karinesinin sağladığı güvencelere aykırılık teşkil etmez. Ancak adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak kişiyi suçlu ilan etmesi veya bu bağlamda birtakım çıkarımlarda bulunması masumiyet karinesinin ihlaline yol açabilir. Masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının tespiti yapılırken ise kararın gerekçesinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir (Galip Şahin, § 48).
39. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen durumlarda sanığın suçlu olduğu konusunda ulaşılmış bir vicdani kanaat bulunmakta ve bu kanaat “kasten yeni bir suç” işlenmemesi şartına bağlı olarak hüküm ifade etmemektedir. Gerçekten hükmün açıklanmasının geri bırakılması, mahkûmiyet konusunda vicdani kanaate ulaşmış mahkemenin buna ilişkin hükmü açıklamayı belirli bir süre ertelemesini, bu süre zarfında hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ve bu süre sonunda kişinin başka suç işlememesi hâlinde açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak davanın düşmesine karar verilmesini ifade eder. Bu çerçevede ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda açıklanması geri bırakılan mahkûmiyet kararına dayanılması masumiyet karinesi ile çelişebilir (Kürşat Eyol, §§ 28, 29).
40. İdari uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından salt kişinin yargılanmış olmasından ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karardan söz edilmesi, masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün hâlinde dikkate alınması ve nihai kararın münhasıran hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen fiillere dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir (Ramazan Tosun, § 63; Hüseyin Şahin, § 40).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
41. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucu, yurt dışına firar eyleminde bulunduğundan bahisle hakkında açılan ceza davası sonucunda hapis cezası ile cezalandırılmış ve hükmün açıklanmasını geri bırakılmasına 25/7/2013 tarihinde karar verilmiştir. Bu yargılama sürecinin ardından 9/1/2014 tarihli işlemle başvurucunun yurt dışında geçirdiği süre kadar kıdeminden eksiltme işlemi yapılmıştır. AYİM tarafından işlemin iptali istemiyle açılan dava reddedilmiştir.
42. Başvurucu; hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargısı süreci ve yargılamaya konu olan eylem esas alınarak davanın reddedildiğini, bu nedenle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Dolayısıyla somut başvurunun masumiyet karinesinin ikinci yönünü ilgilendirdiği anlaşılmaktadır.
43. Yukarıda alıntılanan ilkeler uyarınca idari yargılama bakımından üzerinde önemle durulması gereken husus yargılamayı yapan makamın ceza yargılaması sonucu mahkum olmamış kişiye cezai sorumluluk tayin etmemesi, buna yönelik bir dil kullanmaması ve münhasıran ceza yargılaması sonucunda verilen karara dayanarak masumiyet karinesine gölge düşürmemesidir.
44. Mahkeme kararının gerekçesinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına atıfla “Davacının firarda bulunduğunun sabit olduğunun mahkeme kararı ile anlaşılması karşısında... ” , " ...davacının birliğinden ayrılırken izin alarak ayrılmış olması durumu, ayrıca yurt dışına çıkış izni alınmadığı sürece müsnet yurt dışına 'firar' suçunun oluşumunu etkilemeyecektir" ifadelerinin kullanıldığı görülmektedir.
45. Genel ilkeler kısmında da belirtildiği üzere hakkında hükmün açıklanması geri bırakılması kararı verilen bir kimse mahkûm olmuş sayılmayacağından kamu otoritelerinin bu kişinin masumiyetine gölge düşürecek ve masumiyet karinesinin devam etmesini sağlayan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararından kuşku duyulmasına neden olacak, onu anlamsız kılacak özensiz davranışlardan kaçınması gerekir. Bu bağlamda hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargılaması sürecinde eylemin/suçun sübut bulduğuna dair yapılan tespitlere dayanılarak bu eyleme bağlanan diğer idari kararların salt bu tespitler nedeniyle hukuka uygun addedilmesi masumiyet karinesi ile çelişir.
46. Yurt dışına firar 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nda suç olarak düzenlenmiş bir fiildir. Somut olayda derece mahkemesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına atıfla başvurucunun firar eyleminin sabit olduğunun mahkeme kararı ile anlaşıldığını belirtmiştir. Mahkeme ayrıca bu belirlemenin de ötesine geçerek başvurucunun birliğinden izin almış olmasının, yurt dışına çıkış izni almadığı sürece firar suçunun oluşumuna etkisi olmayacağını ifade etmek suretiyle idare hukuku alanını aşmıştır. Bu bağlamda mahkemenin tespiti ceza hukuku alanına ilişkin bir değerlendirme mahiyetinde olup kararda cezai sorumluluk tespitine yönelik bir dilin kullanıldığı açıktır. Bu yaklaşım, mahkûmiyetle neticelenmemiş fiili yönünden başvurucuya suçlu muamelesi yapılması sonucunu doğurmuştur.
47. Bu hâle göre suç isnadına dair belirleme yapan, gerekçesini münhasıran hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanmış ceza mahkemesi hükmüne dayandıran AYİM Birinci Dairesinin kullandığı dilin başvurucunun masumiyetine gölge düşürücü mahiyette olduğu ve hakkında açılan ceza davasının hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile neticelenmiş olmasını anlamsız hâle getirdiği kanaatine varıldığından kararda yapılan değerlendirme ve kullanılan ifadelerin masumiyet karinesini ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır.
48. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde AYİM Birinci Dairesi kararının gerekçesinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargılamasındaki mahkûmiyet tespitine göre başvurucunun yargılamaya konu eylemi işlediği ve suçlu olduğu inancının yansıtıldığı anlaşıldığından Anayasa’nın 36. ve 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
49.30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
50. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında, Anayasa Mahkemesince bir temel hakkın ihlal edildiği sonucuna varıldığında ihlalin ve sonuçlarının nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkelere yer verilmiştir (detaylı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan, [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 57-60).
51. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ve yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek ihlalin giderilmesi talebinde bulunmuştur.
52. Anayasa Mahkemesi, AYİM Birinci Dairesi kararında yapılan değerlendirme ve kullanılan ifadelerin masumiyet karinesini ihlal ettiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
53. Bu durumda masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
54. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. ve 38. maddesinin dördüncü fıkrasında hüküm altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere -Anayasa'nın geçici 21. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (b) alt bendi gereğince- yetkili idari yargı mercine GÖNDERİLMESİNE (Karar AYİM Birinci Dairesinin 8/7/2014 tarihli ve E.2014/858, K.2014/730 sayılı kararına ait dava dosyası ile ilgilidir),
D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/9/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
TURGUT DUMAN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/15365)
 
Karar Tarihi: 29/5/2019
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
 
Başkan:Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler:Burhan ÜSTÜN
  Hicabi DURSUN
  Kadir ÖZKAYA
  Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör:Şermin BİRTANE
Başvurucu:Turgut DUMAN
Vekili:Av. Barış YAVUZ
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kanunen verilmemesi gereken kişisel verinin idari makamlara açıklanması ve güvenlik soruşturmasına esas alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkının; idare mahkemesince verilen kararda ceza soruşturmasına konu suçun işlendiği yönünde ifadeler bulunması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 19/9/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
9. 25/5/1981 doğumlu olan başvurucu, 28/12/1999 tarihinde Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (DHKP-C) terör örgütüne yardım suçunu işlediği isnadına bağlı olarak gözaltına alınmış ve hakkında Adana 1. Devlet Güvenlik Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Söz konusu kovuşturma kapsamında 4/1/2000 tarihinde tutuklanan başvurucu yaklaşık bir yıl üç ay sonra 10/4/2001 tarihinde serbest bırakılmış ve yargılanmasına tutuksuz olarak devam edilmiştir. Yargılama sonucunda; Adana 1. Devlet Güvenlik Mahkemesinin 4/12/2001 tarihli kararıyla fiilinin örgüte yardım ve yataklık türünde olduğu, süre itibarıyla koşulları oluştuğundan 21/12/2000 tarihli ve 4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun'un 1. maddesinin birinci fıkrasının dördüncü bendi gereğince davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine hükmedilmiştir. Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/4/2007 tarihli kararı ile de başvurucunun beş yıllık deneme süresi içinde başka suç işlemediği gerekçesiyle kamu davasının ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir.
10. Ayrıca başvurucunun İçişleri Bakanlığına müracaatı üzerine 18/5/2007 tarihli yazıyla hakkındaki Genel Bilgi Toplama (GBT) kaydının iptal edildiği bildirilmiştir.
11. 16/3/2012 tarihinde Bakanlık tarafından verilen izne istinaden sözleşmeli ceza infaz kurumu şoförlüğü alımı için Hatay Adalet Komisyonu (Komisyon) Başkanlığı tarafından sınav yapılmıştır. Sınavla altı kişinin işe alınması planlanmıştır.
12. Başvurucunun söz konusu sınav dolayısıyla Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünden temin ettiği 6/7/2012 tarihli adli sicil kaydı ve adli sicil arşiv kaydı belgesinde adli sicil ve arşiv kaydının bulunmadığı belirtilmiştir.
13. Komisyon Başkanlığınca yapılan yazılı ve sözlü sınavlar sonucunda başvurucu 3. sırada başarılı olmuştur. Sözleşmeli ceza infaz kurumu şoförlüğüne yerleştirilmesi düşünülen başvurucu hakkında, Komisyon Başkanlığınca güvenlik soruşturması işlemlerine başlanmıştır.
14. Hatay Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü tarafından Komisyon Başkanlığına hitaben yazılan 8/5/2012 tarihli yazıda, başvurucu hakkında istenen güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda yasadışı silahlı DHKP-C örgütüne yardım suçu ile ilgili Adana 1. Devlet Güvenlik Mahkemesince verilen 4/12/2001 tarihli kararın gönderildiği bildirilmiştir. Söz konusu yazı ekinde 4/12/2001 tarihli kararın tamamının değil sanık isimlerinin bulunduğu 1., 2., 3. ve 4. sayfalarının ve hüküm fıkrasının yer aldığı 15., 16. ve 17. sayfalarının gönderildiği görülmekte olup bu kısımlarda başvurucunun hangi eylemleri işlediği konusunda bilgi bulunmamaktadır.
15. Komisyon Başkanlığının 21/5/2012 tarihli kararı ile başvurucunun söz konusu yargılamaya konu eyleminin niteliği dikkate alınarak istihdam edilmesinin uygun olmadığına karar verilmiş ve bu karar başvurucuya bildirilmiştir.
16. Bunun üzerine başvurucu tarafından Bakanlık ve Komisyon Başkanlığı aleyhine atama işleminin yapılmaması nedeniyle Hatay İdare Mahkemesi nezdinde iptal davası açılmıştır.
17. Başvurucu ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İnsan Haklarını İnceleme Komisyonuna (İnceleme Komisyonu) müracaatta bulunmuştur. İnceleme Komisyonunun 16/7/2013 tarihli yazısında; davanın ortadan kaldırılmasına, adli sicil, arşiv ve emniyet kayıtlarının silinmesine rağmen başvurucunun ilk yargı kararına dair bilgilerinin Hatay İl Emniyet Müdürlüğü tarafından paylaşılmasının hukuka aykırı olduğu görüşü bildirilmiştir.
18. Başvurucu Hatay İdare Mahkemesine (Mahkeme) verdiği 24/7/2013 tarihli dilekçesinde İnceleme Komisyonunun görüş yazısını da sunmak suretiyle silinmiş suç kayıtlarının Hatay İl Emniyet Müdürlüğü tarafından paylaşılmasının hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Başvurucu Mahkemeye sunduğu 10/10/2012 tarihli dilekçesinde, GBT kayıtlarının silinmiş ve yargı kararıyla davanın ortadan kaldırılmış olmasının yok sayıldığını, hakkında herhangi bir mahkûmiyet içermeyen sicilin ne zamana kadar saklanacağını, bunun süresiz olarak saklanmasının mümkün olmadığını ifade etmiş ve Anayasa'nın 41. ve 70. maddelerinde yer alan temel haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu aynı yöndeki iddialarını yürütmenin durdurulmasının reddi kararına itiraz ve temyiz dilekçelerinde de tekrar etmiştir.
19. Mahkeme 7/3/2013 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararda, ceza infaz kurumları ile tutukevlerinde çalıştırılacak personel hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılmasının zorunlu olduğu, idarenin atama yapıp yapmamak konusunda takdir yetkisinin bulunduğu ifade edilmiştir. Kararda; ceza yargılamasında davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine karar verildiği, bu kararın başvurucunun üzerine atılı suçu işlemediği anlamına gelmeyeceği, hakkında verilmiş bir beraat kararı da bulunmadığı belirtilmiştir. Bu durumda başvurucunun atanmak istediği görevin önem ve özelliği ile güvenlik soruşturmasında elde edilen bilgiler gözetildiğinde, başvurucunun atanmamasına ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesine yer verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
 “Bu durumda, davacının, üzerine atılı eyleminden dolayı hakkında yapılan yargılamada davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine karar verildiği, bu kararın davacının üzerine atılı suçu işlemediği anlamına gelmeyeceği, davacının üzerine atılı suçu işlemediği yönünde verilmiş bir beraat kararı da bulunmadığı, kaldı ki, güvenlik soruşturmasında elde edilen bilgiler ve davacının atanmak istediği görevin nitelikleri ve hassasiyeti göz önüne alındığında, atama yapıp yapmamak konusunda idarenin takdir yetkisinin olduğu ve bu yetkinin kamu yararı ve hizmet gerekleri gözetilerek kullanıldığı anlaşıldığından davacının istihdam edilmesinin uygun görülmediğine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamıştır.”
20. Başvurucunun temyiz istemi Danıştay Onikinci Dairesinin 19/9/2013 tarihli kararıyla reddedilerek hüküm onanmıştır.
21. Karar düzeltme istemi ise aynı Dairenin 16/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar 22/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
22. Başvurucu 19/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
23. Bunun yanı sıra Anayasa Mahkemesince Hatay Valiliği İl Emniyet Müdürlüğünden başvurucu hakkındaki Adana 1. Devlet Güvenlik Mahkemesinin 4/12/2001 tarihli kararının nasıl ve nereden tespit edildiği sorulmuştur. Hatay Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü tarafından verilen 11/4/2018 tarihinde kayda alınan cevapta; başvurucunun yargılanmış olduğunun kayıtlarının tetkikinden anlaşıldığı, bunun üzerine Adana İl Emniyet Müdürlüğü ile yapılan yazışma sonucunda söz konusu Mahkeme kararının temin edildiği bildirilmiştir.
24. Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünün 25/6/2018 tarihli yazısında; 4616 sayılı Kanun'a göre verilmiş erteleme kararlarının kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü niteliğinde bulunmadığı, bu nedenle bir sicil kaydı olmadığı, bilgi mahiyetinde kayda alındığı belirtilmiştir. 4616 sayılı Kanun'a göre verilmiş erteleme kararlarının 25/5/2005 tarihli ve 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun 6. maddesi uyarınca sadece soruşturma ve kovuşturma kapsamında mahkeme, hâkim, askerî hâkim, Cumhuriyet başsavcılığı veya askerî savcılık tarafından istenmesi hâlinde verilmek üzere sicil kayıtlarından ayrı bir yerde sistemde tutulduğu bildirilmiştir. Söz konusu yazıda ayrıca 4616 sayılı Kanun'a göre verilmiş erteleme kararlarının kamu görevlerine yapılacak atamalar dolayısıyla güvenlik soruşturması kapsamında ilgili kamu kurumlarına verilemeyeceği ifade edilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
25. 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu'nun "Özel nitelikli kişisel verilerin işlenme şartları" kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
 “(1)Kişilerin ırkı, etnik kökeni, siyasi düşüncesi, .... ceza mahkûmiyeti ve güvenlik tedbirleriyle ilgili verileri ile biyometrik ve genetik verileri özel nitelikli kişisel veridir.
 (2) Özel nitelikli kişisel verilerin, ilgilinin açık rızası olmaksızın işlenmesi yasaktır.
 (3)Birinci fıkrada sayılan sağlık ve cinsel hayat dışındaki kişisel veriler, kanunlarda öngörülen hâllerde ilgili kişinin açık rızası aranmaksızın işlenebilir....”
26. 6698 sayılı Kanun’un "İstisnalar" kenar başlıklı 28. maddesinin birinci fıkrasının (ç) ve (d) bentleri şöyledir:
 “ç) Kişisel verilerin millî savunmayı, millî güvenliği, kamu güvenliğini, kamu düzenini veya ekonomik güvenliği sağlamaya yönelik olarak kanunla görev ve yetki verilmiş kamu kurum ve kuruluşları tarafından yürütülen önleyici, koruyucu ve istihbari faaliyetler kapsamında işlenmesi.
d) Kişisel verilerin soruşturma, kovuşturma, yargılama veya infaz işlemlerine ilişkin olarak yargı makamları veya infaz mercileri tarafından işlenmesi…”
27. 4616 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte olan hâliyle 1. maddesinin birinci fıkrasının dördüncü bendi şöyledir:
 “23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenmiş ve ilgili kanun maddesinde öngörülen şahsî hürriyeti bağlayıcı cezanın üst sınırı on yılı geçmeyen suçlardan dolayı haklarında henüz takibata geçilmemiş veya hazırlık soruşturmasına girişilmiş olmakla beraber dava açılmamış veya son soruşturma aşamasına geçilmiş olmakla beraber henüz hüküm verilmemiş veya verilen hüküm kesinleşmemiş ise, davanın açılması veya kesin hükme bağlanması ertelenir; varsa tutukluluk halinin kaldırılmasına karar verilir. Bu suçlarla ilgili dosya ve deliller, bu bentte öngörülen sürelerin sonuna kadar muhafaza edilir.
Erteleme konusu suç kabahat ise bir yıl, cürüm ise beş yıl içinde bu kabahat veya cürüm ile aynı cins veya daha ağır şahsî hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlendiğinde, erteleme konusu suçtan dolayı da dava açılır veya daha önce açılmış bulunan davaya devam edilerek hüküm verilir. Öngörülen süreler, erteleme konusu kabahat veya cürüm ile aynı cins veya daha ağır şahsî hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlenmeksizin geçirildiğinde, ertelemeden yararlanan hakkında kamu davası açılmaz, açılmış olan davanın ortadan kaldırılmasına karar verilir.”
28. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 48. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.
A) Genel şartlar:
Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak.
...
B) Özel şartlar:
...
2. Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak."
29. 10/7/2003 tarihli ve 25164 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Adalet Bakanlığı Memur Sınav, Atama ve Nakil Yönetmeliği'nin "Özel şartlar" kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"18) Ceza infaz kurumları ve tutukevleri ile denetimli serbestlik müdürlüklerinde görev alacak bütün unvanlardaki personel için ayrıca aranacak şartlar;
...
b) Güvenlik soruşturması olumlu olmak,"
30. 26/10/1994 tarihli ve 4045 sayılı Güvenlik Soruşturması, Bazı Nedenlerle Görevlerine Son Verilen Kamu Personeli ile Kamu Görevine Alınmayanların Haklarının Geri Verilmesine ve 1402 Numaralı Sıkıyönetim Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'un 1. maddesi şöyledir:
"Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması; kamu kurum ve kuruluşlarında, yetkili olmayan kişilerin bilgi sahibi olmaları halinde devlet güvenliğinin, ulusal varlığın ve bütünlüğün, iç ve dış menfaatlerin zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgelerin bulunduğu gizlilik dereceli birimler ile askeri, emniyet ve istihbarat teşkilatlarında çalıştırılacak kamu personeli ve ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde çalışacak personel hakkında yapılır.
Devletin güvenliğini, ulusun varlığını ve bütünlüğünü iç ve dış menfaatlerinin zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgeler ile gizlilik dereceli kamu personeli ile meslek gruplarının tespiti, birim ve kısımların tanımlarının yapılması, güvenlik soruşturmasının ve arşiv araştırmasının usul ve esasları ile bunu yapacak merciler ve üst kademe yöneticilerinin kimler olduğu Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulacak yönetmelik ile düzenlenir."
31. 12/4/2000 tarihli ve 24018 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) "Kapsam" kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:
 “Bu Yönetmelik; yetkili olmayan kişilerin bilgi sahibi olmaları halinde Devletin güvenliğinin, iç ve dış menfaatlerinin, ulusal varlığın ve bütünlüğün zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgeleri, bunların toplanmasını ve işlemini yürüten bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarının ilgili birim ve kısımlarının belirlenmesini, Türk Silahlı Kuvvetlerinde, emniyet ve istihbarat teşkilatlarında, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde çalışacak personeli, ayrıca bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarının yurtdışı teşkilatlarında sürekli görevlendirilecek bütün personel için yapılacak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının esas ve usullerini, bunu yapacak mercileri, hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılacak gizlilik dereceli yerlerde çalışan kamu personeli ile meslek grupları ve üst kademe yöneticilerini kapsar.”
32. Yönetmelik'in "Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapacak makamlar" kenar başlıklı 7. maddesi şöyledir:
"Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve mahalli mülki idare amirlikleri tarafından yapılır.
İçişleri Bakanlığı Kaçakçılık İstihbarat Harekat ve Bilgi Toplama Dairesi Başkanlığı´ndaki bilgi kayıtları ile Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü´ndeki adli sicil kaydı, talepleri üzerine, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasını yapacak makamlar ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin ilgili birimlerine verilir."
33. Yönetmelik'in "Hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılacak personel" kenar başlıklı 8. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
"Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması; gizlilik dereceli birim ve kısımlar ile askeri, emniyet, istihbarat teşkilatlarında ve ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde çalıştırılacak personel hakkında yapılır.
Emniyet Genel Müdürlüğü ve mahalli mülki idare amarlikleri, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasını; bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşlarının gizlilik dereceli birim ve kısımları ile yurtdışı teşkilatında ve askeri, emniyet, istihbarat teşkilatlarında ve ceza infaz kurumu ve tutukevlerinde çalıştırılacak personel hakkında yapar."
34. Yönetmelik'in "Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında araştırılacak hususlar" kenar başlıklı 11. maddesi şöyledir:
"Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında kişinin içinde bulunduğu ortam da dikkate alınarak:
a) Kimlik kontrolü, kimlik kayıtlarının doğruluk derecesi, uyrukluğu, geçmişte yabancı bir devletin uyrukluğuna girip girmediği,
b) Kolluk kuvvetleri tarafından halen aranıp aranmadığı, kolluk kuvvetlerinin ve istihbarat ünitelerinin arşivlerinde bilgiler bulunup bulunmadığı, adli sicil kaydının ve hakkında bir tahdidin olup olmadığı,
c) Yıkıcı faaliyetlerde bulunup bulunmadığı ve 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanuna ve Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı davranıp davranmadığı.
d) Şeref ve haysiyetini ihlal edecek ve görevine yansıyacak şekilde kumara, uyuşturucuya, içkiye, paraya ve aşırı bir şekilde menfaatine düşkün olup olmadığı, ahlak ve adaba aykırı davranıp davranmadığı,
e) Yabancılarla, özellikle hasım ve hasım olması muhtemel Devlet mensupları ve temsilcileriyle ilgili derecesinin iç yüzü ve nedeni,
f) Sır saklama yeteneğinin olup olmadığı,
araştırılır."
35. Yönetmelik'in "Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında izlenecek yöntem" kenar başlıklı 12. maddesi şöyledir:
 “Bu Yönetmelik kapsamına giren bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarınca yaptırılacak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında aşağıdaki yöntem izlenir:
a) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması formundaki sorular nüfus kayıtlarında yapılan tashih ve değişiklikler belirtilmek ve isimler açıkca yazılmak suretiyle cevaplandırılır ve nüfus cüzdanı örneği noksansız olarak doldurularak istek yazısı ekinde soruşturmayı yapan makama bildirilir.
b) Hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması istenilen kişiler için kurum ve kuruluşunca Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünden sağlanan adli sicil kaydıyla ekteki formdan bir örneği kişinin nüfusa kayıtlı olduğu il valiliğine, bir örneği ikamet ettiği il valiliğine, bir örneği Emniyet Genel Müdürlüğüne, bir örneği de ilgisine göre Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığına gönderilir. Bir örneği de istekte bulunan kurum ve kuruluşun dosyasında saklanır. Türk Silahlı Kuvvetlerince yaptırılacak arşiv araştırmalarında forma adli sicil kaydının eklenmesi zorunlu değildir.
c) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması isteminin ilgili makama ulaşmasından itibaren arşiv araştırması sonuçları en geç 30 gün, güvenlik soruşturması sonuçları en geç 60 gün içinde cevaplandırılır. Soruşturma ve araştırma sonucunu içeren bilgi ve belgeler ilgilinin güvenlik makamlarındaki dosyasında asgari 'gizli' gizlilik derecesinde saklanır.
d) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasını isteyen makama, kişi hakkında karar vermeye yeterli bilgiler aktarılır.
e)Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının nasıl ve ne şekilde yapılacağı,soruşturma ve araştırma yapmaya yetkili makamların görev talimatları ile belirlenir.
f) Mahalli mülki idare amirliklerince yapılmış olan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında olumsuz durumu saptananların evrakın bir örneği dosya açılmak üzere Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderilir.
g) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında olumsuz durumu saptananlarla ilgili bilgiler Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünce karşılıklı olarak birbirlerine aktarılır.
...”
36. 5352 sayılı Kanun'un 6. maddesi şöyledir:
 “Kamu davasının açılmasının ertelenmesine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararlar, ancak bir soruşturma veya kovuşturmayla bağlantılı olarak mahkeme, hâkim, askerî hâkim, Cumhuriyet Başsavcılığı veya askerî savcılık tarafından istenmesi halinde verilmek üzere kaydedilir.”
37. Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü tarafından çıkarılan 17/12/2007 tarihli ve "4616 Sayılı Kanun'a İlişkin Erteleme Kararları" konulu Genelge'nin ilgili kısmı şöyledir:
 “...4616 sayılı Kanuna göre verilmiş erteleme kararları kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü niteliğinde bulunmadığı nedenle bir sabıka kaydı olmayıp, bilgi mahiyetinde kayda alınıp, sadece soruşturma ve kovuşturma kapsamında mahkeme, hâkim, askeri hâkim, Cumhuriyet başsavcılığı veya askeri savcılık tarafından istenmesi halinde verilmek üzere sabıka kayıtlarından ayrı bir yerde tutulmaktadır. Bu kayıtları tutan Genel Müdürlüğümüzün kayıtlara ilişkin davaların dava zamanaşımı süresi içerisinde zanlının başka bir suç işleyip işlemediğini tespit etme imkânı bulunmadığı gibi, erteleme kararı veren merciin 4616 sayılı Kanunun 1/4. maddesinde belirtilen şartların gerçekleşmesi halinde, ertelemeden yararlanan hakkında kamu davasının açılmamasına karar verilmesi ve kesinleşmesini takiben Genel Müdürlüğümüze gönderilmesi halinde bu bilgilerin kayıtlarımızdan çıkarılabileceği izahtan varestedir.”
38. Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü tarafından çıkarılan 1/1/2006 tarihli ve 56 sayılı Genelge'nin ilgili kısımları şöyledir:
 “…
2) 23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenmiş suçlardan dolayı ...sanıklar hakkında öngörülen ...'kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi'kararlarına dayalı olarak düzenlenecek tali karar fişlerinde ;...ertelemenin 4616 sayılı Kanun hükümlerine dayandığının (14) numaralı sütunda mutlaka belirtilmesi...bu şekilde tanzim edilen tali karar fişlerinin üç gün içerisinde Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğüne gönderilmesi
...
4) Adli sicil müdürlükleri veya şefliklerince, 4616 sayılı Kanun uyarınca verilen erteleme kararlarına dair adli sicil bilgilerinin sadece soruşturma ve kovuşturma konusu olan işler nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılıkları ve mahkemelerce istenildiğinde verilmesi gerektiğinin bilinmesi.
...konularında gereken dikkat ve özenin gösterilmesini rica ederim. ”
39. Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünün 25/6/2018 tarihli yazısının ilgili kısımları şöyledir:
"Açıklanan nedenlerle; 5352 sayılı Adli Sicil Kanununun 6 ncı maddesinde ve söz konusu Genelgede4616 sayılı Kanuna göre verilmiş erteleme kararlarının kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü niteliğinde bulunmadığından bir sicil kaydı olmadığı, bilgi mahiyetinde kayda alınıp, sadece soruşturma ve kovuşturma kapsamında mahkeme, hâkim, askeri hâkim, Cumhuriyet başsavcılığı veya askeri savcılık tarafından istenmesi hâlinde verilmek üzere sicil kayıtlarından ayrı bir yerde, mahsus sistemde tutulmakta olup, kamu görevlerine yapılacak atamalar dolayısıyla güvenlik soruşturması kapsamında ilgili kamu kurumlarına verilmemesi gerektiği,
Genel Müdürlüğümüzce yapılan değerlendirme sonucunda, konuya ilişkin olarak ilgili mevzuat hükmü uygulamanın yukarıda zikredildiği şekilde olduğu hususunu,
Bilgilerinize arz ederim."
2. 4616 sayılı Kanun'la Düzenlenen Ertelemenin Hukuki Niteliği ile İlgili Yargı Kararları
40. Anayasa Mahkemesi 4616 sayılı Kanun'un 1. maddesinin birinci fıkrasının dördüncü bendini eşitlik ilkesine aykırı bularak iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararında af, şartla salıverilme ve erteleme kavramlarının hukuki nitelikleri açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesinin 18/7/2001 tarihli ve E.2001/4, K.2001/332 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
 “…Erteleme, (tecil) işlediği suçtan dolayı mahkûm edilen suçluya ait cezanın infazının belirli bir süre ile geri bırakılması ve suçlu bu süre içinde yeniden bir suç işlemediği takdirde suçun ya işlenmemiş veya hükümlülüğünün gerçekleşmemiş ya da cezanın çekilmiş sayılmasıdır.
...
Türk Hukukunda cezanın ertelenmesi, hükümlüye bir deneme süresi tanıyarak cezanın yerine getirilmesini bu sürenin sonuna bırakan, bu süreyi suç işlemeden geçiren hükümlünün mahkûmiyetini 'vaki olmamış' sayan bir olanaktır.
...
Erteleme cezanın infazını geri bırakan kanuni bir sebep, bir bakıma ise şartlı bir af diğer yönden de şartlı bir hükümlülük niteliğindedir. Bu durumda 'ertelemenin' Ceza Hukukundaki diğer müesseselerle kıyaslanmasından onun 'müstakil', 'sui generis(kendine özgü)' bir yapıya sahip olduğu sonucuna varılmaktadır.”
41. Danıştay Birinci Dairesinin 18/4/2001 tarihli ve E.2001/33, K.2001/47 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
 “İstem, 23 Nisan 1999TarihineKadarİşlenenSuçlardanDolayıŞartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair 4616 sayılı Kanun’dan yararlananların657sayılıDevletMemurları Kanununa göre Devlet memurluğuna alınıp alınamayacakları, bunlardan memur olanların memurluğuna son verilip verilemeyeceği ve 4616 sayılı Kanun kapsamına giren bir suçtan dolayı haklarında takibata geçilen veya dava açılan memurların isnad edilen suçu işlemediğini belirterek dava açılmasını ya da açılan davaya devam edilerek hüküm verilmesini ilgili mercilerden isteyip isteyemeyecekleri, memur olmaya engel hüküm verilmesi halinde memurluğun sona ermesinin mümkün olup olmadığı hususlarında düşülen duraksamanın giderilmesine ilişkindir.
...İstemin karara bağlanabilmesi için öncelikle 657 sayılı Kanunun 48 inci maddesinin (A) bendinin 5 inci fıkrasında yer alan 'hükümlü bulunmamak' ibaresinin anlam ve niteliğinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. ...Yargı yerlerinin yerleşik kararlarında 657sayılıKanunun48inci maddesinin(A)bendinin5incifıkrasındaöngörülen'hükümlübulunmamak' ibaresi, yargı yerinin son kararı üzerine kanun yollarına başvurulmaması veya başvurulmuş ise bu yolların tüketilmesi sonucu kesinleşmiş bir hükme dayalı ceza mahkumiyetinin olmaması gerektiği biçiminde değerlendirilmekte ve uygulama da bu doğrultuda bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle;
1- 657 sayılı Kanunun 48 inci maddesinin (A) bendinin 5 inci fıkrasında sayılan suçlar dışında ve 6 aydan fazla hapis veya ağır hapis cezası gerektiren ve cezanın üst sınırı on yılı geçmeyen bir suç işlediği öne sürülen Devlet memurlarından, 4616 sayılı Kanun gereğince haklarında takibata geçilmemiş veya hazırlık soruşturmasına girişilmiş olmakla beraber dava açılmamış veya son soruşturma aşamasına geçilmiş olmakla birlikte henüz hüküm verilmemiş veya verilenhükümkesinleşmemişolanların,657 sayılı Kanunun 48 inci maddesinde belirtilen Devlet memuru olmaya engel sayılan bir cezadan dolayı haklarında kesinleşmiş mahkumiyet kararının bulunmaması nedeniyle memuriyet görevlerine son verilemeyeceği...
Sonuçlarına ulaşıl[mıştır].”
B. Uluslararası Hukuk
1. Uluslararası Belgeler
42. 18/2/2016 tarihli ve 29628 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 6669 sayılı Kanun'la uygun bulunan 28/1/1981 tarihli Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin “Özel veri kategorileri” kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:
 “İç hukukta uygun güvenceler sağlanmadıkça, ırksal kökeni, siyasi düşünceleri, dini veya diğer inançları ortaya koyan kişisel veriler ile sağlık veya cinsel hayatla ilgili kişisel veriler, otomatik işleme tabi tutulmaz. Aynı durum ceza mahkumiyetiyle ilgili kişisel veriler için de geçerlidir.”
2. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
43. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
 “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
 (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
44. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletlerin millî güvenliğin korunması amacını gerçekleştirmede sahip oldukları takdir yetkisinin geniş olduğunu kabul etmektedir. AİHM, Sözleşme'ye taraf devletlerin millî güvenliği korumak için yetkili ulusal makamlarına ilk olarak kişiler hakkında bilgi toplama ve halka açık olmayan siciller tutma, ikinci olarak millî güvenlik bakımından önemli kadrolarda çalışmak isteyen adayların bu işe uygunluğunu takdir ederken bu bilgiyi kullanma yetkisi veren kurallara sahip olmaları gerektiğinde kuşku bulunmadığını belirtmektedir (Leander/İsveç, B. No: 9248/81, 26/03/1987, § 59).
45. Bununla birlikte AİHM içtihadına göre kamu mercilerinin bir bireyin özel hayatıyla ilgili bilgileri toplaması, kaydetmesi, saklaması, özel hayata saygı hakkına müdahale oluşturur (Leander/İsviçre, § 48;Kopp/İsviçre, B. No: 23224/94, 25/3/1998, § 53;Amann/İsviçre [BD], B. No: 27798/95, 16/2/2000, § 69; Rotaru/Romanya [BD], B. No: 28341/954/5/2000, §§43, 44, 46).
46. AİHM'e göre bir kişinin özel yaşamına ilişkin verilerin kaydedilmesi ve saklanması, kendi başına özel hayata saygı hakkı bakımından bir müdahale oluşturmaktadır. Bu müdahalenin tespiti için kaydedilen bilgilerin daha sonra kullanılmış olması gibi bir koşul da aranmamaktadır. Bununla birlikte kamu makamları tarafından muhafaza edilen kişisel verilerin, Sözleşme'nin 8. maddesinde öngörülen unsurlardan birini devreye sokup sokmadığını tespit etmek için bu bilgilerin hangi çerçevede alındıklarının ve muhafaza edildiklerinin, verilerin türünün, kullanıldıkları ve işlendikleri şeklin ve bunlardan çıkarılabilecek sonuçların dikkate alınması zaruridir (S. ve Marper/Birleşik Krallık [BD], B. No: 30562/04, 30566/04, 4/12/2008, § 67).
47. AİHM'e göre kişisel verilerin korunması, Sözleşme’nin 8. maddesinde öngörülen özel hayata saygı hakkından kişinin yararlanması konusunda büyük öneme sahiptir. İç hukuk kişisel verilerin bu maddede öngörülen güvencelere uygun olmayan şekilde kullanımını engellemek için gerekli güvenceleri sağlamalıdır. Bu tür güvencelerin bulunmasının gerekliliği, otomatik işleme tabi tutulan kişisel verilerin korunması söz konusu olduğunda özellikle de bu verilerin polis tarafından kullanılması hâlinde daha fazla hissedilmektedir. İç hukuk, bu verilerin saklanma amaçlarına uygun ve aşırılıktan uzak olmalarını sağlamalı ve verilerin kaydedilme amaçlarını gerçekleştirmek için gerekli olan süreyi aşmayacak şekilde muhafaza edilmesini temin etmelidir. İç hukuk, aynı zamanda, kişisel verilerin uygun olmayan şekillerde, keyfî ve yetki aşımı yapılarak kullanılmalarına karşı uygun güvenceler de içermelidir (S.ve Marper/Birleşik Krallık, § 103; M.M./Birleşik Krallık, B. No: 24029/07, 13/11/2012, § 195).
48. Ayrıca AİHM, kişilerin suç kayıtlarının tutulması ve kullanılması hakkında konuyu düzenleyen ilgili kanunun niteliğine ayrı bir önem vermektedir. AİHM, suç kayıtlarının tutulması ve kullanılmasına dair kanunun niteliği bakımından aynı telefon dinlemelerinde, gizli takipte ve gizli istihbarat toplamada dayanılan kanunlar yönünden olduğu gibi keyfî müdahalelere karşı bireyi korumak amacıyla yüksek bir standart aramaktadır. AİHM'e göre suç kayıtlarının tutulması ve kullanılmasına dair kanun, tıpkı telefon dinlemelerinde, gizli takipte ve gizli istihbarat toplamada olduğu gibi, tedbirlerin kapsamını ve uygulanmasını düzenleyen ve özellikle, süre, stoklama, kullanım, üçüncü kişilerin veriye erişimi, verilerin gizliliği ve bütünlüğünün korunmasına ve bunların imhasına ilişkin prosedürlere dair ve kişilerin, yetki aşımı ve keyfiliğe karşı yeteri kadar güvenceye sahip olmalarını sağlayacak açık ve detaylı hükümler içermelidir (S. ve Marper/Birleşik Krallık, § 99; M.M./Birleşik Krallık, § 195).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
49. Mahkemenin 29/5/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Özel Hayata Saygı Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
50. Başvurucu; hakkında mahkûmiyet kararı bulunmadığını, Adana 1. Devlet Güvenlik Mahkemesince davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine hükmedildiğini, Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/4/2007 tarihli kararı ile de beş yıllık deneme süresi içinde başka suç işlemediği gerekçesiyle kamu davasının ortadan kaldırılmasına karar verildiğini belirtmiştir. Başvurucu; GBT kayıtlarının, adli sicil ve arşiv kayıtlarının silindiğinin kendisine bildirilmesine rağmen kişisel veri olan söz konusu bilgilerin tekrar ortaya çıkarıldığını ve ceza infaz kurumuna şoför olarak atanmasının engellendiğini ve böylelikle özel hayatın gizliliğinin ihlal edildiğini ifade etmiştir. Bu nedenlerle başvurucu özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
51. Bakanlık görüşünde; 4045 sayılı Kanun'un 1. maddesi doğrultusunda güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapıldığı, anılan Kanun'un 1. maddesinin ikinci fıkrasına dayanılarak yürürlüğe konan Yönetmelik'te güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının nasıl yapılacağının belirlendiği, bu çerçevede müdahalenin hukukilik unsurunu taşıdığı belirtilmiştir. Diğer taraftan atanmak istenen görevin nitelikleri ve hassasiyeti dikkate alındığında güvenlik araştırması yapılması konusunda meşru amacın olduğu, bu uygulamanın demokratik toplum gereklerine aykırı bir yönünün bulunmadığı ifade edilmiştir.
52. Bakanlık görüşüne karşı verilen cevapta, başvuru dilekçesinde yer alan hususlar tekrar edilmiştir.
2. Değerlendirme
53. Anayasa'nın 20. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
 “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.
...
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
54. Özel hayata saygı hakkı kapsamında korunan hukuki menfaatlerden biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Mahremiyet hakkı bireyin kendisi hakkındaki bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarını da kapsamaktadır. Kendisine ilişkin herhangi bir bilginin rızası olmaksızın açıklanmaması, yayılmaması, bu bilgilere başkaları tarafından ulaşılamaması ve rızası hilafına kullanılamaması, kısaca bu bilgilerin mahrem kalması konusunda bireyin menfaati bulunmaktadır. Bu husus, bireyin kendisi hakkındaki bilgilerin geleceğini belirleme hakkına işaret etmektedir (Serap Tortuk, B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 32).
55. Anayasa'nın özel hayata saygı hakkını düzenleyen 20. maddesinin üçüncü fıkrasında, herkesin kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme, bu veriler hakkında bilgilendirilme, verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme, verilerin amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenme hakkına sahip olduğu, kişisel verilerin ancak kanunda öngörülen hâllerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebileceği, kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usullerin kanunla düzenleneceği hükmüne yer verilerek anayasal sınırlar belirlenmiştir.
56. Söz konusu Anayasa hükmünde kişilerin kendileri hakkındaki verilerin amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenme hakkına sahip olduğu özellikle vurgulanmıştır.
57. Anayasa Mahkemesi tarafından kişisel veri kavramının -belirli veya kimliği belirlenebilir olmak şartıyla- bir kişiye ilişkin bütün bilgileri ifade ettiği kabul edilmektedir (AYM, E.2014/74, K.2014/201, 25/12/2014; E.2013/122, K.2014/74, 9/4/2014; E.2014/149, K.2014/151, 2/10/2014; E.2013/84, K.2014/183, 4/12/2014; E.2014/180, K.2015/30, 19/3/2015; Bülent Kaya [GK], B. No: 2013/2941, 11/5/2016, § 49).
58. Bu bağlamda ceza mahkûmiyeti ile ilgili verilerin kişisel veri olduğu açıktır. Başvurunun temelinde başvurucu hakkında verilen erteleme kararının kamu makamlarına verilmesi yani kişisel verisinin açıklanması hususu bulunmaktadır. Kişisel verilerin tutulması, saklanması veya aktarılmasının ise Anayasa’nın 20. maddesi bağlamında kişilerin özel hayatına saygı hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Bu nedenle başvurunun Anayasa’nın 20. maddesinde yer alan özel hayata saygı hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir (Fatih Saraman [GK], B. No: 2014/7256, 27/2/2019, § 57).
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
59. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı
60. Kamu mercileri tarafından özel yaşamı ile ilgili sorular sorulması da dâhil olmak üzere bir bireyin özel hayatı, iş ve sosyal yaşamıyla ilgili bilgilerinin alınması, kaydedilmesi, saklanması ve kullanılması özel hayata saygı hakkına müdahale oluşturur (Bülent Kaya § 51; Güzide Defne Samyeli, B. No: 2014/4399, 21/9/2016, § 67).
61. Somut olayda başvurucunun devlet güvenlik mahkemesinde yargılanması sonucu verilen davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine dair kararın Hatay Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü tarafından Komisyon Başkanlığına verildiği ve bu Mahkeme kararı  dikkate alınarak başvurucunun sözleşmeli ceza infaz kurumu şoförlüğüne atamasının yapılmadığı anlaşılmaktadır.
62. Resmî makamlar tarafından muhafaza edilmekte olan başvurucu hakkında yürütülen ceza yargılamasına dair bilgilerin özel hayata saygı hakkı anlamında kişisel veri olduğu açıktır (Fatih Saraman § 61). Söz konusu kişisel verilerin muhafaza edilmesi ve güvenlik soruşturmalarında kullanılmasının, Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkına bir müdahale oluşturduğu sonucuna varılmıştır.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
63. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
 “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
64. Yukarıda anılan müdahalenin ihlal oluşturup oluşturmadığının Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşulları yönünden incelenmesi gerekir. Bu bağlamda somut başvuruda öncelikle müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı incelenmelidir.
 (1) Genel İlkeler
65. Anayasa uyarınca temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamaların öncelikle kanunla öngörülmüş olması gerekmektedir. Kanun ile sınırlama ölçütü veya kanunilik ilkesi Sözleşme'nin 8. maddesinde de bir sınırlama ve güvence ölçütü olarak yer almaktadır. Buna karşın Sözleşme'de yer alan kanunla öngörülmüş olma kavramı ile Anayasa'da yer alan kanunilik ilkesi tam olarak aynı değildir (Bülent Polat, B. No: 2013/7666,10/12/2015, § 73).
66. AİHM, kanunda öngörülen koşulları, bir diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak istikrar kazanmış yargı kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de hukukilik şartını karşılayabildiğini kabul ederken (Malone/İngiltere [BD], B. No: 8691/79, 2/8/1984, §§ 66-68; Sunday Times/Birleşik Krallık (No. 1) [BD], B. No: 6538/74, 26/04/1979, § 47) Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlaka kanun ile yapılacağını öngörerek Sözleşme'den daha geniş bir koruma sağlamıştır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 31; Bülent Polat § 75).
67. Bununla birlikte temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen var olması yeterli değildir. Kanunilik ölçütü aynı zamanda maddi bir içeriği de gerektirmekte olup bu noktada kanunun niteliği önem kazanmaktadır. Kanunla sınırlama ölçütü sınırlamanın erişilebilirliğini, öngörülebilirliğini ve kesinliğini ifade etmekte; böylece uygulayıcının keyfî davranışlarının önüne geçtiği gibi kişinin hukuku bilmesine de yardımcı olmakta; bu yönüyle hukuk güvenliği teminatı sağlamaktadır (Halime Sare Aysal [GK], B. No: 2013/1789, 11/11/2015, § 62).
68. Kanunun bu gerekliliklere uygun olduğunun söylenebilmesi için yeterince ulaşılabilir olması, vatandaşların belirli bir olaya uygulanabilir nitelikteki hukuk kurallarının varlığı hakkında yeterli bilgiye sahip olabilmesi, ayrıca ilgili normun keyfîliğe karşı uygun bir koruma sağlaması, yetkili makamlara verilen yetkinin genişliğini ve icra edilme biçimlerini yeterli bir netlikte tanımlaması gerekmektedir (Halime Sare Aysal, § 63).
69. Hukukun kendisi -beraberinde getireceği idari pratiğin dışında- söz konusu işlemin meşru amacını da gözönünde tutarak keyfî müdahalelere karşı bireyi korumak için yetkili makamlara bırakılan takdir yetkisinin kapsamını yeterince açık bir şekilde göstermelidir. Hukuk sistemi vatandaşlara, kamu makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde müdahalelerde bulunma yetkisi verdiğini yeterince açık ifadelerle gösterecek nitelikte olmalı ve bu bağlamda ilgili müdahalenin muhataplarının müdahaleye zemin hazırlayan koşullar ile müdahalenin sonuçları açısından bir öngörüde bulunabilmeleri imkânı tanımalıdır (Halime Sare Aysal, § 64).
70. Bununla birlikte her ihtimale çözüm getiremeyecek olan yasal mevzuatın sağladığı koruma seviyesi büyük ölçüde ilgili metnin düzenlediği alan ve içeriğiyle birlikte muhataplarının niteliği ve sayısıyla yakından bağlantılıdır. Bu nedenle kuralın karmaşık olması ya da belirli ölçülerde soyutluk içermesi ve buna bağlı olarak hukuki yardım ile tam olarak anlaşılabilir hâle gelmesi tek başına hukuken öngörülebilirlik ilkesine aykırı görülemez. Bu kapsamda hak ya da özgürlüğe müdahale eden kural belirli ölçülerdeki takdir alanını elbette uygulayıcıya bırakabilir. Fakat bu takdir alanının sınırlarının da yeterli açıklıkta belirlenmesi ve kuralın asgari bir kesinlik içermesi zaruridir (Halime Sare Aysal, § 65).
71. Bu kapsamda ilgili kanuni düzenlemenin söz konusu sınırlamaya ilişkin temel çerçeveyi ortaya koymakla birlikte özellikle uygulama koşulları ve usule ilişkin ayrıntıları düzenleyici işlemlere bırakması mümkündür. Ancak bu ihtimalde de söz konusu düzenleyici işlemin yine muhataplarınca ulaşılabilir olması ve içeriği hakkında ilgilileri yeterince aydınlatacak nitelik ve açıklıkta olması gerekmektedir (Halime Sare Aysal, § 66).
 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması
72. Belirli kamu görevlerinde çalıştırılacak personel hakkında uygulanan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının kanuni dayanağı 4045 sayılı Kanun'dur (bkz. § 30).
73. 4045 sayılı Kanun'da güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının kamu kurum ve kuruluşlarında yetkili olmayan kişilerin bilgi sahibi olmaları hâlinde devlet güvenliğinin, ulusal varlığın ve bütünlüğün, iç ve dış menfaatlerin zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgelerin bulunduğu gizlilik dereceli birimler ile askerî teşkilatlarda, emniyet ve istihbarat teşkilatlarında çalıştırılacak kamu personeli, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde çalışacak personel hakkında yapılacağı düzenlenmiştir.
74. Ancak 657 sayılı Kanun'un 48. maddesine 3/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ve bu KHK'nın uygun bulunmasına dair 7070 sayılı Kanun ile devlet memurluğuna alınacaklarda aranan genel şartlar arasına "Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak" şartı eklenmiştir. Dolayısıyla daha önce sadece 4045 sayılı Kanun'da sayılan belirli görevler yönünden güvenlik soruşturması yapılacağı öngörülmüş iken söz konusu değişiklik sonrasında artık tüm kamu görevleri yönünden güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılmasının öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
75. Bununla birlikte eldeki başvuruda başvurucu yönünden müdahale teşkil eden işlemin tesis edildiği tarihte mevcut olan yasal düzenlemelerin esas alınması bir zorunluluk olup Anayasa Mahkemesinin olay tarihinden sonra kabul edilmiş 657 sayılı Kanun'un 48. maddesine getirilen düzenlemeyi somut olayın incelenmesi bakımından dikkate alması mümkün bulunmamaktadır.
76. 4045 sayılı Kanun'da güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması konusunda sadece bir maddeye yer verilerek hangi kamu görevleri bakımından güvenlik soruşturması yaptırılacağı düzenlenmiş, bunun dışındaki tüm düzenlemelerin bir yönetmelikle yapılacağı belirtilmiştir.
77. Bu doğrultuda Yönetmelik çıkarılmıştır. Söz konusu Yönetmelik'in 4. maddesinde güvenlik soruşturması "kişinin kolluk kuvvetleri tarafından halen aranıp aranmadığının, kolluk kuvvetleri ve istihbarat ünitelerinde ilişiği ile adli sicil kaydının ve hakkında herhangi bir tahdit olup olmadığının, yıkıcı ve bölücü faaliyetlerde bulunup bulunmadığının, ahlaki durumunun, yabancılar ile ilgisinin ve sır saklama yeteneğinin mevcut kayıtlardan ve yerinden araştırılmak suretiyle saptanması ve değerlendirilmesi" şeklinde tanımlanmıştır. Arşiv araştırması ise kişinin kolluk kuvvetleri tarafından hâlen aranıp aranmadığının, kolluk kuvvetleri ve istihbarat ünitelerinde ilişiği ile adli sicil kaydının ve hakkında herhangi bir tahdit olup olmadığının mevcut kayıtlardan saptanması olarak belirtilmiştir.
78. Yönetmelik'in 7. maddesi uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapacak makamlar Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve mahalli mülki idare amirlikleridir.
79. Yönetmelik'in 11. maddesinde; güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında kişinin içinde bulunduğu ortam da dikkate alınarak kimlik kontrolü, kimlik kayıtlarının doğruluk derecesi, uyrukluğu, geçmişte yabancı bir devletin uyrukluğuna girip girmediği, kolluk kuvvetleri tarafından hâlen aranıp aranmadığı, kolluk kuvvetlerinin ve istihbarat ünitelerinin arşivlerinde bilgiler bulunup bulunmadığı, adli sicil kaydının ve hakkında bir tahdidin olup olmadığı, yıkıcı faaliyetlerde bulunup bulunmadığı, 25/7/1951 tarihli ve 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun'a ve Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı davranıp davranmadığı, şeref ve haysiyetini ihlal edecek ve görevine yansıyacak şekilde kumara, uyuşturucuya, içkiye, paraya ve aşırı bir şekilde menfaatine düşkün olup olmadığı, ahlak ve adaba aykırı davranıp davranmadığı, yabancılarla, özellikle hasım ve hasım olması muhtemel devlet mensupları ve temsilcileriyle olan ilgi derecesinin iç yüzü ve nedeni, sır saklama yeteneğinin olup olmadığı hususlarının araştırılacağı belirtilmiştir.
80. Yönetmelik'in 12. maddesinde güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının nasıl ve ne şekilde yapılacağının soruşturma ve araştırma yapmaya yetkili makamların görev talimatları ile belirleneceği düzenlenmiştir.
81. Ayrıca anılan maddede soruşturma ve araştırma sonucunu içeren bilgi ve belgelerin ilgilinin güvenlik makamlarındaki dosyasında asgari "gizli" gizlilik derecesinde saklanacağı, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında olumsuz durumu saptananlarla ilgili bilgilerin Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünce karşılıklı olarak birbirlerine aktarılacağı düzenlenmiştir.
82. Anayasa'nın 129. maddesinin birinci fıkrasında memurlar ve kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunma yükümlülükleri düzenlenmiştir. Ayrıca 657 sayılı Kanun'da bu sadakat yükümlülüğünün yanı sıra kamu görevlilerine tarafsızlık ve devlete bağlılık yükümlülükleri de getirilmiştir.
83. Kamu görevlilerinin sadakat, tarafsızlık ve devlete bağlılık yükümlülüğü çerçevesinde devleti temsil eden ve millî güvenlik bakımından hassasiyet içeren bazı kamu görevlerine atanacak kişiler bakımından daha sıkı nitelikler aranması ve birtakım sınırlamaların getirilmesi doğaldır. Bu şekilde aranan nitelikler ve kanunlarda öngörülen kısıtlamalar, kamu hizmetinin etkin ve sağlıklı bir biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir. Dolayısıyla idarenin millî güvenlik açısından önem arz eden kadrolara atanacak kişilerin tabi olacağı güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması konusunda kanunla temel çerçeveyi ortaya koyan kurallar getirmesi elbette mümkündür. Bu çerçevenin kanunla belirlenmesinden sonra uygulama koşulları ve usule ilişkin ayrıntılar düzenleyici işlemlerle belirlenebilir. Üstelik millî güvenlik ile ilgili alanlarda çalışacak personelin seçimi ve kontrolü bakımından konuyu düzenleyen kanunda aranacak öngörülebilirlik koşulunun diğer alanlardakilere göre daha esnek olacağı da söylenebilir. Ancak yine de bu alanda düzenleme getiren kanun ile diğer alt mevzuatın kişilere, kamu makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde bu tür gizli tedbirler uygulama ve potansiyel olarak özel hayatın gizliliğine yönelik müdahalelerde bulunma yetkisi verildiğini yeterince açık olarak gösterecek ve olası kötüye kullanmalara karşı yeterli güvence sağlayacak şekilde kaleme alınmış olması gerekir (Fatih Saraman, § 82).
84. 4045 sayılı Kanun'un güvenlik soruşturmasına ve arşiv araştırmasına konu edilecek bilgi ve belgelerin neler olduğu, bu bilgilerin nerelerden elde edileceği ve ne suretle ve ne kadar süre ile saklanacağı, kişilerin söz konusu bilgilere itiraz etme olanağı olup olmadığı, bilgilerin bir müddet sonra silinmesinin mümkün olup olmadığı veya silinmesine dair izlenecek usulün ne olduğu, gizlilik dereceli kamu personeli ile meslek gruplarının tespiti, güvenlik soruşturmasının ve arşiv araştırmasının usul ve esasları ile bunu yapacak mercilerin kimler olduğu ile ilgili hiçbir düzenleme içermediği görülmektedir. Bunun yanı sıra kanunlarda, kesinleşmiş ceza mahkûmiyetlerine dair ilk olarak akla gelmesi ve uygulanması gereken kanun olan 5352 sayılı Kanun'a atıf içeren bir düzenlemenin bulunmadığı, bireyleri keyfîliğe karşı koruyucu hiçbir hükme yer verilmediği anlaşılmaktadır. Aynı şekilde Yönetmelik'te de elde edilen bilgilerin saklanma süreleri, bilgilerin bir müddet sonra silinmesinin mümkün olup olmadığı veya silinmesine dair izlenecek usulün ne olduğu, kişilerin söz konusu bilgilere itiraz etme olanağı olup olmadığı hususlarını düzenlemediği, bireylerin özel hayatına saygı hakkının güvencelerini sağlayacak hükümlerden yoksun olduğu anlaşılmaktadır (Fatih Saraman, § 83).
85. Bunun yanı sıra 4045 sayılı Kanun'da kişilerin geçmiş ceza mahkûmiyetlerine ilişkin kayıtlar bakımından hangi suçların kamu görevine girmeye engel olduğu, kişilerin onsekiz yaşından önce işledikleri suçlara dair kayıtların güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanmasına sebep olup olmayacağı konularında hiç bir belirleme, suçlar arasında herhangi bir ayrım ve derecelendirme yapılmamış olduğu anlaşılmaktadır. Aynı şekilde 4616 sayılı Kanun uyarınca kesinleşmiş mahkûmiyet niteliğinde sayılmayan kamu davasının açılmasının ertelenmesine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararların da güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanmasının bir sebebi olup olmayacağı hususunda hiç bir düzenlemeye yer verilmediği görülmektedir (Fatih Saraman, § 87).
86. 4045 sayılı Kanun sadece hangi kamu görevleri bakımından güvenlik soruşturması yaptırılacağını düzenlemiş, bunun dışındaki tüm düzenlemeleri ise bir Yönetmelik'e bırakmıştır. İlgili Yönetmelik hükümlerine bakıldığında Yönetmelik'te güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının nasıl ve ne şekilde yapılacağı konusunda hiçbir düzenleme içermediği, bu konunun soruşturma ve araştırma yapmaya yetkili makamların görev talimatlarına bırakılmış olduğu görülmektedir. Yetkili makamların görev talimatlarının neler olduğunun -bu talimatların yayımlanarak genelin bilgisine sunulmamış olması ve idare tarafından istenen her durumda değiştirilebileceği dikkate alındığında- bireyler tarafından önceden bilinmesi ve öngörülmesi mümkün değildir (Fatih Saraman, § 88).
87. Üstelik Yönetmelik'te soruşturma ve araştırma sonucunu içeren bilgi ve belgelerin ilgilinin güvenlik makamlarındaki dosyasında süresiz olarak saklanacağı, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında olumsuz durumu saptananlarla ilgili bilgilerin Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünce karşılıklı olarak birbirlerine aktarılacağı hükümlerine yer verilmiş olup kişilerin söz konusu bilgilere itiraz etme olanağı bulunmadığı gibi bilgilerin bir müddet sonra silinmesine de imkân verilmediği görülmektedir. Bu durumda güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının objektif, öngörülebilen ve önceden belirlenebilen güvencelere ve usullere tabi kılınmış olmadığı, tamamen yetkili makamların talimatlarına bağlı olarak yapıldığı, bu hâliyle de keyfîliğe açık bir durum yaratmakta olduğu anlaşılmaktadır (Fatih Saraman, § 89).
88. Bu saptamalar ışığında 4045 sayılı Kanun'un temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasını içeren konuyla ilgili temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olduğundan söz etmek mümkün değildir. Kanun'un ve ilgili Yönetmelik'in kişisel verilerin kayıt, muhafaza ve kullanımını içeren tedbirlerin kapsamını ve uygulanmasını düzenleyen ve özellikle süre, stoklama, kullanım, üçüncü kişilerin erişimi, verilerin gizliliği, bütünlüğü ve imhası konusundaki usullere ilişkin, muhataplarının yetki aşımı ve keyfîliğe karşı yeteri kadar güvenceye sahip olmalarını sağlayacak açık ve detaylı kuralları içermediği tespit edilmektedir. Buna göre başvuruya konu müdahalenin dayanağı olan düzenlemenin kanunilik şartını sağlamadığı sonucuna varılmaktadır (Fatih Saraman, § 90).
89. Öte yandan 5352 sayılı Kanun'un 6. maddesinde kamu davasının açılmasının ertelenmesine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararların ancak bir soruşturma veya kovuşturmayla bağlantılı olarak mahkeme, hâkim, askerî hâkim, Cumhuriyet başsavcılığı veya askerî savcılık tarafından istenmesi hâlinde verileceği düzenlenmiştir. Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünün 25/6/2018 tarihli yazısında anılan Kanun hükmü ve ilgili genelgeler uyarınca 4616 sayılı Kanun'a göre verilmiş erteleme kararlarının kamu görevlerine yapılacak atamalar dolayısıyla güvenlik soruşturması kapsamında ilgili kamu kurumlarına verilemeyeceği ifade edilmiştir. Buna göre Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü uygulamasının da bu yönde olduğu anlaşılmaktadır (bkz. §§ 37-39).
90. Buna göre somut olayda başvurucunun yazılı ve sözlü sınavı kazandığının ilan edilmiş olduğu, 4616 sayılı Kanun'a göre verilmiş ve daha sonra 2/4/2007 tarihli yargı kararı ile ortadan kaldırılmış olan erteleme kararının 5352 sayılı Kanun'un 6. maddesinin birincifıkrasında yer alan hükme açıkça aykırı şekilde idari makamlara verilmiş olduğu dikkate alındığında özel hayata saygı hakkına yönelik müdahalenin bu yönüyle de kanuni dayanaktan yoksun olduğu anlaşılmaktadır.
91. Yukarıda yer verilen tespitler uyarınca başvuruya konu müdahalenin Anayasa'da yer alan kanunilik şartına uygun olmadığı anlaşıldığından söz konusu müdahale açısından diğer güvence ölçütlerine riayet edilip edilmediğinin ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
92. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
93. Başvurucu, idare mahkemesinin kararında "...davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine karar verildiği, bu kararın davacının üzerine atılı suçu işlemediği anlamına gelmeyeceği, davacının üzerine atılı suçu işlemediği yönünde verilmiş bir beraat kararı da bulunmadığı,..." gerekçesine yer verildiğini, karardaki bu ifadelerin masumiyet karinesinin ihlali niteliğinde olduğunu, sanki suçluymuş gibi bir algı oluşturduğunu ileri sürmüştür.
94. Bakanlık görüşünde masumiyet karinesi yönünden başvurucuya bir suç isnad edilmediğinin değerlendirildiği bildirilmiştir.
95. Bakanlık görüşüne karşı verilen cevapta, başvuru dilekçesinde yer alan hususlar tekrar edilmiştir.
2. Değerlendirme
96. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
97. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
 “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
98. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun şikâyetlerinin masumiyet karinesi yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
99. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
100. Masumiyet karinesi, Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz." şeklinde düzenlenmiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde ise herkesin iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Anılan maddeye adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, kendisine bir suç isnat edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılacağı düzenlenmiştir. Bu itibarla masumiyet karinesi, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağına dair 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Fameka İnş. Plastik San ve Tic. Ltd. Şirketi, B. No: 2014/3905, 19/04/2017, § 27).
101. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
102. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki yönü bulunmaktadır.
103. Güvencenin ilk yönü; kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu yönünün kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 39).
104. Güvencenin ikinci yönü ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip Şahin, § 40).
105. Ceza muhakemesiyle eş zamanlı olarak yürütülen, bir başka ifadeyle kişinin henüz suç isnadı altında olduğu, ceza makamları tarafından hakkında herhangi bir hüküm kurulmadığı süreçte devam eden disiplin soruşturma ve yargılamalarında masumiyet karinesi bakımından önemli olan husus; kamu makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza mahkemeleri tarafından henüz suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge düşürülmesine sebebiyet vermemeleridir (Galip Şahin, § 47).
106. Bununla birlikte ceza yargılamasına konu maddi olay ve olguların disiplin hukuku esasları çerçevesinde diğer kamu makamlarınca (idari/adli) ayrıca değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucunda ulaşılacak kanaate göre işlem/karar tesis edilmesi mümkündür. Bu bağlamda disiplin işlem ve yargılamalarında ceza yargılamasında elde edilen bir delile dayanılması ya da kişi hakkında yapılan ceza yargılamasına bir olgu olarak atıf yapılmış olması tek başına masumiyet karinesinin sağladığı güvencelere aykırılık teşkil etmez. Ancak adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak kişiyi suçlu ilan etmesi veya bu bağlamda birtakım çıkarımlarda bulunması masumiyet karinesinin ihlaline yol açabilir. Masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının tespiti yapılırken ise kararın gerekçesinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir (Galip Şahin, § 48).
107. Masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken özellikle hukuk ve idari yargılama bakımından üzerinde durulması gereken önemli hususlardan biri, yargılamayı yapan makamın ilgili kişiye suç isnat edip etmediği ve ceza yargılaması kararını sorgulayıp sorgulamadığıdır. Kamu otoriteleri veya görevlileri tarafından hakkında soruşturma veya kovuşturma yürütülen kişiyle ilgili olarak yargılama süreci bir mahkûmiyet hükmüyle kesinlik kazanmadan suçluluğa dair herhangi bir kanaat ifade edilmiş olması ya da ceza yargılaması mahkûmiyet dışında bir kararla sona ermesine rağmen sona ermeye ilişkin kararda sanığın suçlu olabileceğinin ifade edilmiş olması durumunda masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilecektir. Bu kapsamda karar vericilerin kullandıkları dil kritik önem taşır (Mustafa Akın, B. No: 2013/2696, 9/9/2015, §§ 38, 39).
108. Anayasa Mahkemesi, Münür İçer (B. No: 2012/584, 12/3/2015, §§ 31- 33) kararında, başvuruya konu idari yargı mercii kararının gerekçesinde yer alan ifadelerde, suçluluğu ilgili mahkeme kararıyla sabit olmayan ve zamanaşımı nedeniyle hakkında açılan ceza davası ortadan kaldırılan başvurucunun anılan eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancının yansıtıldığı gerekçesiyle başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Dolayısıyla mahkeme kararlarında, resmî yazılarda veya kamu görevlilerinin ifadelerinde sarf edilen söz veya ifadeler nedeniyle kişiler hakkındaki masumiyet karinesinin ihlal edilmemesi için kullanılan ifadelerde seçilecek kelimelere azami dikkat edilmesi gerekir (Ömer Aybar, B. No: 2013/6974, 14/4/2016, § 30).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
109. Somut olayda başvurucu hakkındaki ceza yargılaması sonucunda 4616 sayılı Kanun'un 1. maddesinin birinci fıkrasının dördüncü bendi gereğince davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine hükmedilmiş ve daha sonra başvurucunun beş yıllık deneme süresi içinde başka suç işlemediği gerekçesiyle kamu davasının ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir.
110. Başvurucunun sözleşmeli ceza infaz kurumu şoförlüğüne atamasının yapılmaması işlemine karşı açılan davada İdare Mahkemesi kamu görevine atamama işleminin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşırken başvurucunun durumunu ceza yargılamasında verilen kararı esas almıştır.
111. İdare Mahkemesi kararının gerekçesinde “...davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine karar verildiği, bu kararın davacının üzerine atılı suçu işlemediği anlamına gelmeyeceği, davacının üzerine atılı suçu işlemediği yönünde verilmiş bir beraat kararı da bulunmadığı,...” ifadeleri yer almaktadır. Söz konusu ifadelerle başvurucunun ceza davasına konu suçu işlediği izlenimi verilmiştir. Bu çerçevede başvuruya konu kararın gerekçesinde yer alan söz konusu ifadeyle suçluluğu ilgili Mahkeme kararıyla sabit olmayan ve 4616 sayılı Kanun uyarınca hakkında açılan ceza davası ortadan kaldırılan başvurucunun suçlu olduğu inancının yansıtıldığı görülmektedir. Üstelik İdare Mahkemesi kararında daha sonra yargı kararıyla kamu davasının ortadan kaldırılmasına hükmedilmiş olması hususuna da yer verilmemiştir. Karardaki özellikle “davacının üzerine atılı suçu işlemediği anlamına gelmeyeceği, davacının üzerine atılı suçu işlemediği yönünde verilmiş bir beraat kararı da bulunmadığı” ifadelerinin masumiyet karinesi ile bağdaştığı söylenemez.
112. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde İdare Mahkemesince hakkında herhangi bir mahkûmiyet kararı bulunmayan başvurucunun ceza yargılamasına konu eylemleri işlediğinin sabit olduğu varsayımına dayanılarak karar verildiği anlaşıldığından başvurucunun Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
113. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
114. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, Anayasa Mahkemesince bir temel hakkın ihlal edildiği sonucuna varıldığında ihlalin ve sonuçlarının nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkelere yer verilmiştir (Mehmet Doğan, §§ 57-60).
115. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
116. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).
117. Buna göre Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).
118. Başvurucu ihlalin tespiti ile 900.000 TL maddi, 300.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
119. Mevcut başvuruda ceza yargılamasına dair bilgilerin idari makamlara açıklanması şeklindeki müdahalenin dayanağı olan 4045 sayılı Kanun'un Anayasa'da yer alan kanunilik güvencesine uygun olmaması nedeniyle Anayasa'nın 20. maddesinde düzenlenen özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Ayrıca İdare Mahkemesi kararında kullanılan ifadelerin masumiyet karinesini ihlal ettiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
120. Bu durumda özel hayata saygı hakkının ve masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Hatay İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir (Fatih Saraman, § 101).
121. Yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın yetkili yargı merciine gönderilmesine karar verilmesinin ihlal iddiası açısından yeterli bir giderim oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
122. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Masumiyet karinesi ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. ve 38. maddesinin dördüncü fıkrasında hüküm altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin özel hayata saygı hakkının ve masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Hatay İdare Mahkemesine (7/3/2013 tarihli ve E.2012/1285, K.2013/429 sayılı kararla ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin BAŞVUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/5/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
SERDAR TAŞCI BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/517)
 
Karar Tarihi: 23/6/2020
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
 
Başkan:Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler:Burhan ÜSTÜN
  Hicabi DURSUN
  Muammer TOPAL
  Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör:Tuğba TUNA IŞIK
Başvurucu:Serdar TAŞCI
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, görev süresinin uzatılmaması suretiyle ilişik kesme işlemine karşı açılan iptal davasının bağlantılı ve kesinleşmemiş ceza mahkemesi kararına dayanılarak reddedilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 4/1/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Bireysel Başvuru Öncesi
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. İstanbul Üniversitesinde öğretim üyesi olarak görev yaptığı dönemde, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar Şube Müdürlüğü tarafından bir suç örgütüne karşı yapılan iletişimin dinlenmesi sırasında başvurucunun da örgütle bağlantısının olduğunun tespit edilmesi üzerine başvurucu hakkında dinleme kararı alınmıştır.
9. Dinleme kayıtlarından başvurucunun kız öğrencilerine karşı cinsel taciz suçunu işlediği iddiasıyla İstanbul 7. Sulh Ceza Mahkemesinde (Sulh Ceza Mahkemesi) kamu davası açılmıştır. Sulh Ceza Mahkemesi 16/5/2012 tarihli kararıyla başvurucunun suçunun sabit olduğu gerekçesiyle 1 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, ayrıca 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 53. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yazılı hak ve yetkiyi kullanmasının 2 yıl süre yasaklanmasına karar vermiştir. Anılan karar başvurucu tarafından temyiz edilmiştir.
10. İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü (İdare) Personel Dairesi Başkanlığı tarafından Rektörlük makamına hitaben 7/8/2012 tarihli olur yazısı ile Sulh Ceza Mahkemesince başvurucunun 1 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve çeşitli haklardan yoksun bırakılmasına karar verilmiş olması, suç teşkil eden fiillerin niteliği de dikkate alınması suretiyle herhangi bir eğitim kurumunda istihdam edilmesinin uygun olmadığı gerekçesiyle görev süresinin uzatılmaması nedeniyle kadrosu ile ilişiğinin kesilmesine karar verilmiştir.
11. Başvurucu; temyiz etmiş olduğu Sulh Ceza Mahkemesi kararına dayanılmak suretiyle kamu görevine son verildiği, henüz kararın kesinleşmemiş olduğu ve İdare tarafından hiçbir soruşturma yapılmaksızın tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle 21/11/2012 tarihinde İstanbul 1. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır. İdare Mahkemesi 31/5/2013 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiştir. İdare Mahkemesi kararının ilgili kısımları şöyledir:
"...İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Siyaset Anabilim Dalında araştırma kadrosunda görev yapan davacının İstanbul 7. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 16.05.2012 gün ve E:2011/1486 sayılı kararı ile Türk Ceza Kanunu'nun 105. maddesinde belirtilen cinsel taciz suçunu, eğitim ve öğretim ilişkisinden kaynaklanan nüfuzunu kötüye kullanmak suretiyle işlediğinden bahisle 1 yıl 6 ay hapis cezası ile tecziye edildiği ve kamu görevinden memnu edildiği, akabinde davacının 3 yıllık süresinin dolması üzerine söz konusu mahkumiyet kararı gözetilerek davacının görev süresinin uzatılmaması ve ilişiğinin kesilmesine ilişkin dava konusu işlemin tesis edilmesinin ardından bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, davacının mahkum olduğu suçun ve yürüttüğü görevin niteliği göz önüne alındığında, davacının sözleşmesinin yenilenmemesi konusunda idarece kullanılan takdir yetkisinin hukuka aykırı olduğundan söz etme olanağı bulunmadığından dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir.
..."
12. İdare Mahkemesi kararı Danıştay Sekizinci Dairesinin 29/9/2015 tarihli kararıyla onanmıştır.
13. Nihai karar başvurucuya 7/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu 4/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. Bireysel Başvuru Sonrası
15. Yargıtay 24/6/2015 tarihli kararı ile Sulh Ceza Mahkemesi kararının eksik araştırma ile hüküm kurulduğu gerekçesiyle bozulmasına karar vermiştir.
16. Yargıtay incelemesi sonucunda bozulan karar Sulh Ceza Mahkemesinin kapatılmış olması sebebiyle İstanbul 63. Asliye Ceza Mahkemesine (Asliye Ceza Mahkemesi) tevzi edilmiştir. Asliye Ceza Mahkemesi 12/5/2016 tarihli kararıyla başvurucunun 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve 5237 sayılı Kanun'un 53. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yazılı hak ve yetkiyi kullanmasının 1 yıl süre yasaklanmasına karar vermiştir.
17. Asliye Ceza Mahkemesinin kararı Yargıtay tarafından 11/12/2015 tarihli kararı ile dava konusu suçun şikâyete bağlı bir suç olmasına rağmen şikâyetin altı aylık şikâyet süresinin geçirilmesinden sonra yapılmış olması sebebiyle davanın düşmesine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.
18. Yargıtay incelemesi sonucunda bozulan karar Asliye Ceza Mahkemesinin kapatılmış olması sebebiyle İstanbul 31. Asliye Ceza Mahkemesine tevzi edilmiştir. İstanbul 31. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda 28/2/2019 tarihli kararı ile başvurucu hakkında açılan davanın düşürülmesine temyiz yolu açık olmak üzere karar verilmiştir.
19. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemeye göre söz konusu davanın temyiz incelemesi devam etmektedir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
20. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır."
B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
21. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin iki unsuru bulunduğunu kabul etmekte; ilk unsurun kişiye ceza gerektiren bir suç isnadında bulunulmasından ceza yargılamasının sonuçlanmasına kadar geçen süreci kapsadığını, ikinci unsurun ise ceza yargılaması mahkûmiyetten başka bir şekilde sonuçlandığı zaman devreye girdiğini ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suç ile ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Öte yandan AİHM; ceza yargılamasının devam ettiği sürece ilişkin ilk unsurun kapsamının sadece ceza yargılamalarının adilliğini temin etmek adına usule ilişkin bir güvence olmakla sınırlı olmadığını, bu ilkenin kapsamının daha geniş olduğunu belirtmekte ve hiçbir devlet temsilcisinin kişinin suçluluğu bir mahkeme tarafından tespit edilmeden o kişinin suçlu olduğuna ilişkin bir ifadede bulunmamasını gerektirdiğini hatırlatmaktadır. Bu yönüyle AİHM, masumiyet karinesinin yalnızca ceza yargılamaları bağlamında değil ceza yargılamaları ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer davalarda ya da disiplin incelemelerinde de ihlal edilebileceğine dikkat çekmektedir (Kemal Coşkun/Türkiye, B. No: 45028/07, 28/3/2017, §§ 41, 43; Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018 § 43).
22. Bu bağlamda masumiyet karinesinin idari yargılamalar için de uygulanabilir olduğunu kabul eden AİHM, hakkında nihai bir ceza hükmü olmamasına rağmen idare mahkemesi tarafından verilen bir kararda davacıya cezai sorumluluk yükleyen bir ifadenin yer almasının Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası kapsamında bir soruna yol açabileceğini belirtmektedir (Çelik Bozkurt/Türkiye, B. No: 34388/05, 12/4/2011, §§ 31, 32; Seven/Türkiye, § 51).
23. AİHM, Çelik Bozkurt/Türkiye başvurusunda ceza yargılamasına konu dava ertelendiği hâlde aynı olay dolayısıyla ve erteleme kararına dayalı olarak başvurucunun öğretmenlik mesleğinden çıkarılmasına ilişkin idari işlem ve idare mahkemesi kararını incelemiş ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
24. Başvuruya konu olayda başvurucu 15/6/2000 tarihinde, yasa dışı Hizbullah örgütü mensubu olmakla suçlanmıştır. Hakkındaki yargılama Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesinde (DGM) devam ederken 23/4/1999 tarihinden önce işlenen belli suçlara ilişkin kovuşturmaların ertelenmesine ilişkin yasa yürürlüğe girmiş, DGM başvurucunun yasa dışı örgüte yardım ve yataklık suçunun söz konusu yasa kapsamında olduğunu belirterek 13/3/2001 tarihinde hakkındaki yargılamanın ertelenmesine karar vermiştir. Yargılamanın ertelenmesinden önce 4/10/2000 tarihinde Millî Eğitim Bakanlığı (MEB), savcılığın elindeki delillerin başvurucunun yasa dışı örgüt mensubu olduğunu gösterdiği kanaatiyle başvurucuyu ilkokul öğretmenliği görevinden çıkarmıştır. Başvurucu, meslekten çıkarılma kararının iptali istemiyle Diyarbakır İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare Mahkemesi 7/3/2002 tarihinde davayı reddetmiş, kararın gerekçesinde 13/3/2001 tarihli DGM kararına atıfta bulunarak ceza yargılamasında, faaliyetlerinin yardım ve yataklık teşkil ettiği tespit edilen başvurucunun meslekten çıkarılmasının yasaya uygun olduğu ifadelerine yer vermiştir. Karar, Danıştay incelemesinden geçerek kesinleşmiştir (Çelik Bozkurt/Türkiye, §§ 7-13).
25. AİHM, İdare Mahkemesinin başvurucunun davasını reddederken kullandığı dilin ceza davası ile idari yargılama arasında bir bağ kurduğuna dikkat çekmiş; bunun da Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasının idari yargılamayı kapsayacak şekilde genişletilmesini haklı çıkardığını belirterek Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasının somut davaya uygulanabilir olduğu tespitinde bulunmuştur (Çelik Bozkurt/Türkiye, § 34).
26. İdare Mahkemesinin kararında aynı ifadelere yer vermesi ve olaylarla ilgili yeni bir değerlendirme yapmamış olması ışığında AİHM, söz konusu Mahkemenin başvurucunun öğretmenlik mesleğinden çıkarılma kararının yasaya uygunluğunu inceleme görevini aşarak hiçbir ceza mahkemesi tarafından bu yönde bir sonuca ulaşılmadığı hâlde başvurucuyu yasa dışı bir örgüte yardım ve yataklık etmekten suçlu bulduğunu tespit etmiştir (Çelik Bozkurt/Türkiye, § 35).
27. Son olarak AİHM, yetkili mercilerin başvurucunun müteaddit iş başvurusunu reddederken Diyarbakır DGM'nin ceza kovuşturmasının ertelenmesi kararını esas almaya devam ettiğini gözlemlediğini belirterek bu durumun devletin hiçbir temsilcisini ya da kurumunun bir şahsı, suçu bir mahkeme tarafından tespit edilmeden suçlu ilan etmemesini gerektiren Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasıyla bağdaşmadığını ifade etmiştir.AİHM bu değerlendirmelere istinaden somut olayda başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Çelik Bozkurt/Türkiye, §§ 36, 37).
28. AİHM Güç/Türkiye (B. No: 15374/11, 23/1/2018) başvurusunda ise uygunsuz davranışı nedeniyle hakkında yürütülen ceza yargılaması sonuçlanmadan okul görevlisinin kamu görevinden ihraç edilmiş olmasının masumiyet karinesini ihlal etmediğine karar vermiştir.
29. Güç/Türkiye kararına konu olayda halk eğitim merkezinde çalışmakta olan başvuran, bir ilkokul öğrencisi ile uygunsuz vaziyette yakalandığı iddiası üzerine çocuğa yönelik cinsel taciz şüphesiyle polis tarafından gözaltına alınmıştır. Başvuran daha sonra çocuğa yönelik cinsel istismar, cinsel taciz ve çocuğu yasaya aykırı şekilde alıkoymakla suçlanmıştır. Hakkında yürütülen ceza yargılaması devam ederken MEB müfettişleri tarafından başvuran hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Bu bağlamda, memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunduğu tespit edilen başvuran, görevinden ihraç edilmiştir. Başvuranın idare mahkemesinde açtığı dava reddedilmiştir (Güç/Türkiye, §§ 7-27).
30. Mezkur başvuruda AİHM'den disiplin makamlarının ve idari makamların kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle ceza mahkemesi tarafından suçlu bulunmamış olan başvuranın masumiyetine gölge düşürülmesine sebebiyet verip vermediklerini tespit etmesi talep edilmiştir (Güç/Türkiye, § 31).
31. AİHM'in bu bağlamdaki tespitlerine göre somut olayda disiplin soruşturması, ilgili kişilerin ifadelerine başvurmak ve rehber öğretmenin söz konusu öğrencinin psikolojik ve sosyal gelişim düzeyi hakkında hazırladığı raporu incelemek suretiyle bağımsız şekilde olayları tespit eden iki müfettiş tarafından yürütülmüştür. Disiplin raporunda, müfettişlerin başvuran aleyhinde yürütülmekte olan ceza yargılaması devam ederken erken çıkarımlarda bulunduklarına işaret eden herhangi bir husus mevcut değildir. Müfettişler, yürüttükleri soruşturma sonucunda ve daha hafif bir ispat külfeti temelinde başvuranın öğrenciye tacizde bulunduğu hususunda güçlü izlenimler edinmişlerdir. AİHM'e göre taciz terimi kullanımı tek başına bir sorun teşkil etmemektedir. Zira söz konusu terim, sadece ceza hukuku kapsamına giren eylemler bağlamında kullanılmamakta olup aynı zamanda kişinin vücut bütünlüğü dâhil kişinin mahreminin rızası dışında fiziksel temas veya şifahen ihlal edildiği durumlarda da kullanılmaktadır. Disiplin makamları taciz eyleminin ceza hukuku kapsamında cinsel taciz olarak sınıflandırılıp sınıflandırılamayacağı hususunda da bir yorumda bulunmamıştır. Ayrıca AİHM'e göre yetkililerin söz konusu olay nedeniyle başvuran hakkında şüphelerin hasıl olduğunu belirtmeleri, eğitim sisteminde kamu güveninin sürdürülmesi ve çocuklara yönelik şüpheli eylemlere hoşgörü gösterilmesini engelleme gereksinimlerinin yetkililer tarafından dikkate alındığı anlamına gelmektedir. Bu husus karşısında disiplin soruşturması, hukuk yargılaması kapsamında kalan yetki sınırlarını eş zamanlı olarak yürütülen ceza yargılamasında başvuranın masum sayılma hakkını ihlal teşkil edecek şekilde aşmamıştır (Güç/Türkiye, § 41).
32. AİHM, idare mahkemesinin ceza yargılamasında alınan bir ifadeye atıfta bulunmasına ilişkin olarak ise hukuk mahkemesinin ceza davasında alınan bir ifadeye veya elde edilen bir delile istinat etmesinin tek başına Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasına aykırı olmadığını ancak bu istinat sonucunda hukuk mahkemesinin davalının cezai sorumluluğu hakkında yorum yapmaması veya bu bağlamda uygun olmayan çıkarımlarda bulunmaması gerektiğini dile getirmektedir. Olaylara ilişkin olarak AİHM, söz konusu ifadenin (başvuranın daha önce çalışmış olduğu diğer okullarda da bu tür uygunsuz davranışlarda bulunduğu söylentilerine atıfta bulunan) tek başına başvurana cezai suç isnadında bulunmadığı kanaatinde olduğunu belirtmiştir. AİHM ayrıca, başvuranın ceza yargılamasında kendisine isnat edilen eylemlerden suçlu bulunması gerektiği yönünde idare mahkemesince bir yorumda bulunulmadığını ifade etmiştir. AİHM, sonuç olarak disiplin işlemleri ile idari yargılama sürecinde kullanılan dilin Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan koşullara uygun olduğunu tespit etmiştir (Güç/Türkiye, §§ 42, 43).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
33. Mahkemenin 23/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
34. Başvurucu, hakkındaki ceza davasının henüz sonuçlanmadığını belirtmekte; dinleme kararının hukuka aykırı olduğu, dinleme sonucu elde edilen delillerin gerçek olmadığı, hukuka aykırı elde edilen sahte delil ve sahte suç isnadı ile akademik hayatının sonlandırıldığı, kişisel verilerinin gazete haberlerine manşet yapıldığı, kesinleşmemiş ceza mahkemesi kararına istinaden sözleşmesinin yenilenmemesinin hukuka aykırı olduğu ve tüm bu organizasyonların Fethullah Terör Örgütü yapılanması kapsamında yapıldığı gerekçesiyle özel hayat ve aile hayatının korunması, çalışma ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
B. Değerlendirme
35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun anılan şikâyetleri genel olarak ceza yargılaması sürecine ilişkin olup anılan yargılamayla ilgili bir başvurusu bulunmamaktadır. Bireysel başvuruya dayanak dava ise başvurucunun sözleşmesinin yenilenmemesi üzerine açtığı idari davaya ilişkindir. Başvurucunun özünde kesinleşmemiş ceza mahkemesi kararına dayanılarak sözleşmesinin yenilenmediği şikâyetinin masumiyet karinesi yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
36. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
37. Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
38. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
39. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesinde "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı[nın] metne dahil" edildiği belirtilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesine söz konusu ibarenin eklenmesinin amacının Sözleşme'de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54). Bu itibarla Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği belirlenirken Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).
40. Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, kendisine bir suç itham edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılacağı düzenlenmiştir. Bu itibarla masumiyet karinesi, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağı belirtilmek suretiyle Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir.
41. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki yönü bulunmaktadır.
42. Güvencenin ilk yönü kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu yönünün kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 39).
43. Güvencenin ikinci yönü ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir(Galip Şahin, § 40).
44. Masumiyet karinesinin sağladığı güvencelerin kapsamı bu şekilde belirlendikten sonra ise bireysel başvuruya konu olay yönünden bu güvencelerin geçerli olup olmadığının ortaya konulması gerekmekte olup bu husus Anayasa'nın 36. maddesinin somut davaya uygulanabilirliğinin ve dolayısıyla başvurunun kabul edilebilirliğinin tespiti bakımından önem arz etmektedir.
45. Masumiyet karinesinin medeni hak ve yükümlülükler kapsamında kalan bir yargılamada uygulanabilmesi için başvurucunun söz konusu medeni yargılama ile hakkında yürütülen veya sona eren ceza yargılaması arasında bağlantı bulunduğunu göstermesi gerekmektedir. Medeni hak yargılamasında, ceza yargılamasında verilen kararın sonucunun dikkate alındığı ve değerlendirildiği veya ceza dosyasında yer alan delillerin irdelendiği ya da başvurucunun hakkındaki suçlamayı doğuran olaylara dahli ile ilgili irdelemelerde bulunulduğu veyahut başvurucunun muhtemel suçluluğuyla ilgili yorum yapıldığı hâllerde söz konusu bağlantının var olduğu kabul edilebilir. Bununla birlikte hukuk yargılaması ile ceza yargılaması arasındaki bağlantının varlığına işaret eden olguların tüketme yoluyla sayılmasının mümkün olmadığı, bunların kararların verildiği yargılamaların türüne ve içeriğine göre değişebileceği kabul edilmelidir. Ancak bağlantının varlığı değerlendirilirken kararda kullanılan dilin kritik öneme sahip olacağı vurgulanmalıdır (S.M. [GK], B. No: 2016/6038, 20/6/2019, § 38).
46. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucu hakkındaki görev süresinin uzatılmamasına ilişkin işlemin iptali davası ile ceza yargılamasına ilişkin yargılamanın eş zamanlı olarak yürütüldüğü ancak iptal davasına ilişkin idari davanın ceza yargılaması devam ederken sonuçlandığı görülmektedir. Başvurucunun görev süresinin uzatılmamasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı idari davada masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiası bağlamındaki şikâyeti; İdare Mahkemesi tarafından olayın ele alınış şekline, gerekçeli kararda kullanılan ifadelere ilişkindir. Dolayısıyla davaya konu olaylar nedeniyle yürütülen ceza yargılaması devam ederken başvurucunun görev süresinin uzatılmayarak bulunduğu kadro ile ilişiğini kesen idari makam ile bu işlemin hukuka uygunluk denetimini yapan yargı merciinin kullandığı ifadelerin ve dayandığı gerekçelerin şikâyet konusu edildiği bu başvuruda, masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin ilk yönü devreye girmektedir. Hâl böyle olunca somut davada masumiyet karinesinin sağladığı güvencelerin, bir başka ifadeyle Anayasa'nın 36. maddesinin uygulanabileceği sonucuna varılmaktadır. Bu itibarla ihlal iddialarının Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanının kapsamında yer aldığı, bir başka ifadeyle başvurunun Anayasa ve Sözleşme hükümleriyle konu bakımından bağdaşmazlık göstermediği anlaşılmaktadır.
47. Öte yandan açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
48. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
49. Ceza muhakemesiyle eş zamanlı olarak yürütülen, bir başka ifadeyle kişinin henüz suç isnadı altında olduğu, ceza makamları tarafından hakkında herhangi bir hüküm kurulmadığı süreçte devam eden soruşturma ve yargılamalarda masumiyet karinesi bakımından önemli olan husus; kamu makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza mahkemeleri tarafından henüz suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge düşürülmesine sebebiyet vermemeleridir (Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 47).
50. Bununla birlikte ceza yargılamasına konu maddi olay ve olguların diğer kamu makamlarınca (idari/adli) ayrıca değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucunda ulaşılacak kanaate göre işlem/karar tesis edilmesi mümkündür. Bu bağlamda hukuk yargılamalarında ceza yargılamasında elde edilen bir delile dayanılması ya da kişi hakkında yapılan ceza yargılamasına bir olgu olarak atıf yapılmış olması tek başına masumiyet karinesinin sağladığı güvencelere aykırılık teşkil etmez. Ancak adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak kişiyi suçlu ilan etmesi veya bu bağlamda birtakım çıkarımlarda bulunması masumiyet karinesinin ihlaline yol açabilir. Masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının tespiti yapılırken ise kararın gerekçesinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir (Galip Şahin,§ 48).
51. Masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken özellikle hukuk ve idari yargılama bakımından üzerinde durulması gereken önemli hususlardan biri, yargılamayı yapan makamın ilgili kişiye suç isnat edip etmediği ve ceza yargılaması kararını sorgulayıp sorgulamadığıdır. Kamu otoriteleri veya görevlileri tarafından hakkında soruşturma veya kovuşturma yürütülen kişiyle ilgili olarak yargılama süreci bir mahkûmiyet hükmüyle kesinlik kazanmadan suçluluğa dair herhangi bir kanaat ifade edilmiş olması ya da ceza yargılaması mahkûmiyet dışında bir kararla sona ermesine rağmen sona ermeye ilişkin kararda sanığın suçlu olabileceğinin ifade edilmiş olması durumunda masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilecektir. Bu kapsamda karar vericilerin kullandıkları dil kritik önem taşır (Mustafa Akın, B. No: 2013/2696, 9/9/2015, §§ 38, 39).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
52. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucu hakkındaki ceza ve idari yargı süreçlerinin eş zamanlı olarak yürütüldüğü ancak görev süresinin uzatılmaması nedeniyle kadrosu ile ilişiğinin kesilmesi işlemine karşı açılan idari davanın ceza yargılaması devam ederken sonuçlandığı, bir başka ifadeyle başvurucunun suçluluğunun hükmen sabit olmadığı görülmektedir. Bu itibarla somut olayda idari işlemin tesisi ve yargılaması sürecinde kamu makamlarının kararlarında belirttiği gerekçeler veya kullandığı dil nedeniyle henüz ceza mahkemesi tarafından suçlu bulunmamış olan başvurucunun masumiyetine gölge düşürülmesine sebebiyet verilip verilmediğinin ortaya konulması gerekmektedir.
53. Somut olayda gerek başvurucunun görev süresinin uzatılmaması sebebiyle kadrosu ile ilişiğinin kesilmesine ilişkin işlemde gerekse söz konusu işlemin yargısal denetiminin gerçekleştirildiği İdare Mahkemesinin gerekçeli kararında Sulh Ceza Mahkemesi kararına dayanıldığı görülmektedir. Başka bir deyişle İdare, başvurucu hakkında Sulh Ceza Mahkemesi tarafından verilen hapis cezası ile birlikte 2 yıl süre ile hak ve yetkilerinin sınırlanmasına ilişkin kararı gerekçe göstererek başvurucunun kadrosu ile ilişiğinin kesilmesine karar vermiştir. İdarenin anılan kararını denetleyen İdare Mahkemesi kararının da ceza yargılaması sonucunda verilen fakat nihai olmayan bir karar ile doğrudan ve tek bir bağ kurulması suretiyle verildiği görülmektedir.
54. İdare Mahkemesinin iptal davası yönünden davanın reddine gerekçe olarak gösterdiği Sulh Ceza Mahkemesi kararı nihai bir karar olmadığı gibi dosya kapsamında başvurucu hakkında yürütülen ceza davasının derdest olduğu tespit edilmektedir. İdare Mahkemesi kararı, ceza yargılamasına ilişkin kararın başvurucu hakkında verilmiş nihai bir karar mahiyetinde başvurucuya cezai bir sorumluluk yükleyen bir ifade olarak algılanmaktadır.
55. Hem idarenin işlemi hem de İdare Mahkemesi kararı kapsamında tek dayanağın ceza yargılaması sürecinde verilen karar olduğu görülmüştür. Bu durumda başvurucu hakkında devam eden bir yargılama sürecine dayanılarak verilen ret kararı ile İdare Mahkemesinin erken çıkarımda bulunduğu değerlendirilmiştir. Bu tespit karşısında İdare Mahkemesinin iptal davasına ilişkin yargılama kapsamında kalan yetki sınırını başvurucu hakkında eş zamanlı olarak yürütülen ceza yargılamasında masumiyet karinesini ihlal edecek şekilde aştığı tespit edilmiştir.
56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekmektedir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
57. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
58. Başvurucu maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
59. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
60. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
61. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
62. İncelenen başvuruda masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
63. Bu durumda masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 1. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
64. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
65. Dosyadaki belgelerden tespit edilen, başvuru harcı olarak ödenen 239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36 ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin masumiyet karinesinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 1. İdare Mahkemesine (Karar İstanbul 1. İdare Mahkemesinin 31/5/2013 tarihli ve E.2012/2119, K.2013/1071 sayılı kararı ile ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 239,50 TL harç ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 23/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
 
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
GENEL KURUL
 
KARAR
 
BARIŞ BAŞ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/14253)
 
Karar Tarihi: 2/7/2020
R.G. Tarih ve Sayı: 20/10/2020-31280
 
GENEL KURUL
 
KARAR
 
Başkan:Zühtü ARSLAN
Başkanvekili:Hasan Tahsin GÖKCAN
Başkanvekili:Kadir ÖZKAYA
Üyeler:Serdar ÖZGÜLDÜR
  Burhan ÜSTÜN
  Engin YILDIRIM
  Hicabi DURSUN
  Celal Mümtaz AKINCI
  Muammer TOPAL
  M. Emin KUZ
  Rıdvan GÜLEÇ
  Recai AKYEL
  Yusuf Şevki HAKYEMEZ
  Yıldız SEFERİNOĞLU
  Selahaddin MENTEŞ
  Basri BAĞCI
Raportör:Ayhan KILIÇ
Başvurucu:Barış BAŞ
Vekili:Av. Erdal BAŞ
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, disiplin cezasına ve naklen atanma işlemine karşı açılan davalarda verilen kararlarda kullanılan ifadeler nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 5/8/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru ile ilgili olarak görüş bildirilmesine gerek görülmediğini belirtmiştir.
7. Birinci Bölüm tarafından 28/11/2019 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu 1980 doğumlu olup bireysel başvuru tarihinde Tekirdağ'da ikamet etmektedir. Başvurucu olayların geçtiği tarihte Tekirdağ'da beden eğitimi öğretmeni olarak görev yapmaktadır.
A. Olayın Arka Planı
10. Tekirdağ'ın Çorlu ilçesindeki Ticaret Borsası Anadolu Lisesinde öğretmen olarak görev yapmaktayken okul müdürü, müdür başyardımcısı ve rehber öğretmenin imzalarıyla başvurucunun 20/12/2013 tarihinde öğrenci M.İ.nin kravatından tuttuğunun ve ona bağırdığının, öğrencinin de ağladığının görüldüğü bilgisini içeren bir tutanak tanzim edilmiştir. M.İ. okul yönetimi tarafından Çorlu Devlet Hastanesine (Hastane) götürülmüştür. Hastane tarafından düzenlenen raporda M.İ.nin yanağında kızarıklık ve hassasiyet olduğu, bu yaralamanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte bulunduğu bilgisi yer almıştır.
11. Olayla ilgili olarak başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Bu fiilin yanında başvurucunun 4/12/2013 tarihinde derse 25 dakika geç geldiği ve öğrenci A.K.yı tehdit ettiği iddiaları da soruşturmanın konusunu oluşturmuştur.
12. Soruşturmayı yürüten maarif müfettişleri -tokat atma olayıyla ilgili olarak- öğrencinin, öğrenci velisinin ve tutanakta imzası bulananların ifadelerine başvurmuştur. Okul müdürü olay günü okul binasının birinci katının merdiveninden sesler geldiğini, dönüp bakması üzerine başvurucunun M.İ.yi duvara sıkıştırdığını, öğrenciye bağırdığını ve tokat attığını gördüğünü beyan etmiştir. Rehber öğretmen birinci kat koridorundan ses gelmesi üzerine oraya gittiklerini, başvurucuyu M.İ.nin kravatını tutmuş ve ona bağırıyor vaziyette gördüklerini, M.İ.nin başvurucunun kendisine tokat attığını söylediğini beyan etmiştir. Müdür başyardımcısı ifadesinde, rehber öğretmenin odasına gittiğinde odada bulunan M.İ.nin yüzünde kızarıklık olduğunu ve yüzüne buz tutulduğunu belirtmiştir. M.İ. başvurucunun kendisine tokat attığını söylemiştir. Başvurucu, müfettişlere verdiği ifadede öğrenciye bağırdığını ancak tokat atmadığını belirtmiştir.
13. Soruşturma sonucunda hazırlanan 25/4/2014 tarihli raporda, başvurucunun M.İ.ye bağırdığının ve yüzüne tokat atma fiilinin sabit olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Raporda ayrıca bireysel başvurunun konusunu oluşturmayan diğer iki fiilin sübuta erdiği kanaati açıklanmıştır. Rapordaki öneri doğrultusunda, tokat atma fiilinin 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125. maddesinin birinci fıkrasının (C) bendinin (ı) alt bendinde yer alan "[h]izmet içinde Devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak" niteliğinde olduğu kabul edilerek başvurucuya 28/5/2014 tarihli işlemle -diğer iki fiil de gözetilerek- tevhiden 1/30 oranında aylıktan kesme disiplin cezası uygulanmıştır. Başvurucunun yaptığı itiraz Tekirdağ İl Disiplin Kurulu kararıyla kabul edilmiş ve disiplin amiri yeniden değerlendirme yaparak 30/6/2014 tarihli işlemle başvurucunun cezasını kınama cezasına dönüştürmüştür.
14. Soruşturma raporunda ayrıca başvurucunun il içinde durumuna uygun başka bir okula naklen atanması da önerilmiştir. Başvurucu bu öneri doğrultusunda 7/5/2014 tarihli işlemle Tekirdağ Çerkezköy ilçesindeki Halit Narin Teknik ve Endüstri Meslek Lisesine naklen atanmıştır.
B. Başvurucu Hakkındaki Ceza Soruşturması Süreci
15. Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olayla ilgili olarak soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda başvurucunun nitelikli yaralama fiilini işlediği iddia edilerek 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 86. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile (3) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca cezalandırılması istemiyle 27/1/2014 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. Yargılama, Çorlu 1. Sulh Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) yürütülmüştür.
16. Başvurucu, duruşmadaki savunmasında olay günü M.İ.nin derste gürültü yapması üzerine onu arkadaşlarının içinde rencide etmemek için koridora çıkarıp yüksek sesle ona kızdığını ifade etmiştir. Öğrencinin başını öne eğmesi üzerine kravatından tutup onu kendisine çevirdiğini belirten başvurucu, onu uyardığını ancak kesinlikle ona vurmadığını beyan etmiştir. M.İ. duruşmada, başvurucunun savunmasını doğrular nitelikte beyanda bulunmuştur.
17. Rehber öğretmen duruşmadaki beyanında; olay günü başvurucunun M.İ.ye bağırdığını gördüğünü, M.İ.nin ağlaması nedeniyle onu kendi odasına götürdüğünü, M.İ.nin burada da ağlamaya devam ettiğini ifade etmiştir. M.İ.nin yüzünde kızarıklık olduğunu ifade eden rehber öğretmen, okul müdürünün buz getirdiğini, buzu M.İ.nin yüzüne uyguladıklarını belirtmiştir. Rehber öğretmen, mağdur vekilinin bir sorusuna verdiği cevapta M.İ.nin yüzünde herhangi bir parmak izi veya fiziki emare görmediğini beyan etmiştir.
18. Ceza Mahkemesi 25/11/2014 tarihli kararla başvurucunun beraatine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde mağdurun çelişkili beyanlarına dikkat çekilmiştir. Kararda, yanaktaki kızarıklığın buz konulmasıyla da oluşabileceği vurgulanmış ve buz konulması suretiyle mi yoksa tokat atılması suretiyle mi gerçekleştiği hususunda şüphe oluştuğuna işaret edilmiştir. Bu şüpheli durumun sanık aleyhine değerlendirilmemesi gerektiğini belirten Ceza Mahkemesi, sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak delil bulunmadığını ifade etmiştir.
C. Disiplin Cezasına Karşı Açılan İptal Davası Süreci
19. Başvurucu, aleyhine uygulanan disiplin cezasına karşı 28/8/2014 tarihinde Tekirdağ İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; öğrenciye tokat atmadığını, ceza yargılamasında duruşmada dinlenen tanığın (rehber öğretmen) öğrencinin yüzünde parmak izi görmediğine dair beyanının bulunduğunu belirtmiştir. Başvurucu, okul müdürünün öğrencileri ve velileri kendisi aleyhine ifade vermeye yönlendirdiğini ileri sürmüştür.
20. Mahkeme 19/12/2014 tarihli kararla disiplin cezasını iptal etmiştir. Mahkeme, başvurucunun M.İ.ye tokat atma fiili nedeniyle yargılandığı ceza davasında delil yetersizliğinden beraat ettiğine dikkat çekmiştir. Mahkeme, başvurucunun M.İ.yi dövdüğü iddialarının somut olarak ortaya konulamadığı sonucuna ulaşmıştır.
21. Davalı Çorlu Kaymakamlığı bu karara karşı Edirne Bölge İdare Mahkemesine (Bölge İdare Mahkemesi) itirazda bulunmuştur. Bölge İdare Mahkemesi 23/11/2015 tarihinde kararı bozmuş ve davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; M.İ.nin yanağına buz konulmasının öğretmenin M.İ.ye tokat attığının bir göstergesi olduğu, ayrıca dosyadaki tanık anlatımlarından başvurucunun söz konusu fiili işlediğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. Kararda bu sebeple başvurucunun disiplin cezası ile tecziyesinde hukuka aykırılık bulunmadığı vurgulanmıştır.
22. Başvurucu, bu karara karşı kararın düzeltilmesi talebinde bulunmuştur. Karar düzeltme dilekçesinde, ceza mahkemesinin yanaktaki kızarıklığın oluş şekline ilişkin kabulünün idari yargı yönünden bağlayıcı olduğu belirtilmiştir. Dilekçede, maddi gerçeği araştırmakla yükümlü olan Ceza Mahkemesinin tüm tanıkları doğrudan dinleyerek hükme vardığı ancak Bölge İdare Mahkemesinin bunu dikkate almadığı ifade edilmiştir. Başvurucu ayrıca naklen atama işlemine karşı açılan davada verilen yürütmenin durdurulmasına ilişkin karara yapılan itiraz aşamasında Bölge İdare Mahkemesince kullanılan "Baştan yakınıcı öğrencinin yüzüne buz uygulaması şuyuu, tokat atıldığının vukuunu göstermektedir" ifadesinin genel hukuk ilkelerine aykırı olduğunu savunmuştur.
23. Başvurucu, Bölge İdare Mahkemesine sunduğu ek beyan dilekçesinde Anayasa Mahkemesinin Ramazan Tosun (B. No: 2012/998, 7/11/2013) kararına yer vererek ve bu karara atıfta bulunarak Bölge İdare Mahkemesi kararının masumiyet karinesini zedelediğinden yakınmıştır. Başvurucu, suçluluğu Ceza Mahkemesi kararıyla sabit olmamasına rağmen Bölge İdare Mahkemesi kararının kendisinin suçlu olduğu inancının oluşmasına sebebiyet verdiğini ifade etmiştir.
24. Bölge İdare Mahkemesi 31/5/2016 tarihli kararıyla kararın düzeltilmesi istemini reddetmiştir. Nihai karar 26/7/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
25. Başvurucu 5/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
D. Naklen Atama İşlemine Karşı Açılan İptal Davası Süreci
26. Başvurucu, naklen atanmasına ilişkin işleme karşı da 3/7/2014 tarihinde iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde, disiplin cezasına karşı açılan davaya ait dilekçedekine benzer iddialar ileri sürmüştür. Başvurucu ek olarak hareketsiz kalması gerektiğini, yolculuk ve benzeri fiziksel faaliyetlerde bulunmasının tıbbi açıdan sakıncalı olduğunu belirten tıbbi rapordan da bahsetmiş ve bu raporu Mahkemeye sunmuştur. Ayrıca işlemin yürütmesinin durdurulmasını da talep etmiştir.
27. Mahkeme 29/8/2014 tarihinde işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde her üç eylem de değerlendirilmiştir. Başvurucunun M.İ.ye tokat attığı iddiasına ilişkin olarak müştekinin Ceza Mahkemesine verdiği beyanında başvurucunun kendisine tokatla vurmadığını söylediğine vurgu yapılmıştır. Mahkeme sonuç olarak başvurucunun M.İ.yi dövdüğü iddialarının somut bir biçimde ortaya konulamadığını belirtmiştir.
28. Davalı idare yürütmenin durdurulması kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Bölge İdare Mahkemesi 31/10/2014 tarihinde yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararı kaldırmış ve bu talebi reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; M.İ. ceza yargılamasındaki duruşmada başvurucunun kendisine tokat atmadığını, o anki psikolojiyle başvurucunun kendisine tokat attığı yönünde beyanda bulunduğunu belirtmiş ise de başvurucunun yanağına buz uygulandığının tartışmasız olduğunun altı çizilmiştir. Mahkeme ayrıca gerekçesinde şunlara yer vermiştir:
"Bu durumda; baştan yakınıcı öğrencinin yüzüne buz uygulaması şuyuu, tokat atıldığının vukuunu göstermektedir. Bu müşterek hayat tecrübelerinin bir sonucudur."
29. Mahkeme 19/12/2014 tarihinde verdiği nihai kararında naklen atama işlemini iptal etmiş, disiplin cezasına karşı açılan davada verdiği karar ile aynı gerekçeye dayanmıştır.
30. Davalı idare bu karara karşı Bölge İdare Mahkemesine itirazda bulunmuştur. Bölge İdare Mahkemesi 23/11/2015 tarihinde kararı bozmuş ve davayı reddetmiştir. Bölge İdare Mahkemesi disiplin cezasına karşı açılan davada verdiği karar ile aynı gerekçeye dayanmıştır.
31. Başvurucu bu karara karşı disiplin cezasına yönelik olarak açılan davada sunduğu karar düzeltme dilekçesindekilerle benzer iddiaları ileri sürerek kararın düzeltilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu disiplin cezasına ilişkin davada sunduğu ek beyan dilekçesinin benzerini bu davada da sunmuştur. Bölge İdare Mahkemesi 31/5/2016 tarihli kararıyla kararın düzeltilmesi istemini reddetmiştir. Nihai karar 26/7/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
32. Başvurucu 5/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
33. 657 sayılı Kanun'un "Memurların kurumlarca görevlerinin ve yerlerinin değiştirilmesi" kenar başlıklı 76. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Kurumlar, görev ve unvan eşitliği gözetmeden kazanılmış hak aylık dereceleriyle memurları bulundukları kadro derecelerine eşit veya 68. maddedeki esaslar çerçevesinde daha üst, kurum içinde aynı veya başka yerlerdeki diğer kadrolara naklen atayabilirler."
34. 657 sayılı Kanun'un "Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller" kenar başlıklı 125. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
''Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:
...
C - Aylıktan kesme : Memurun, brüt aylığından 1/30 - 1/8 arasında kesinti yapılmasıdır.
Aylıktan kesme cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:
...
ı) Hizmet içinde Devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak,
...
Geçmiş hizmetleri sırasındaki çalışmaları olumlu olan ve ödül veya başarı belgesi alan memurlar için verilecek cezalarda bir derece hafif olanı uygulanabilir."
35. 657 sayılı Kanun'un "Cezai kovuşturma ile disiplin kovuşturmasının bir arada yürütülmesi" kenar başlıklı 131. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
"Aynı olaydan dolayı memur hakkında ceza mahkemesinde kovuşturmaya başlanmış olması, disiplin kovuşturmasını geciktiremez.
Memurun ceza kanununa göre mahkûm olması veya olmaması halleri, ayrıca disiplin cezasının uygulanmasına engel olamaz."
36. 657 sayılı Kanun'un "İtiraz" kenar başlıklı 135. maddesinin birinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:
"Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezalarına karşı disiplin kuruluna, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına karşı yüksek disiplin kuruluna itiraz edilebilir.
İtirazın kabulü hâlinde, disiplin amirleri kararı gözden geçirerek verilen cezayı hafifletebilir veya tamamen kaldırabilirler."
37. 5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
...
 (3) Kasten yaralama suçunun;
...
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
...
İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında, (f) bendi bakımından ise bir kat artırılır."
B. Uluslararası Hukuk
38. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır."
39. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin iki boyutu bulunmaktadır. Buna göre ilk boyut, bir suç isnadında bulunulmasından ceza yargılamasının sonuçlanmasına kadar geçen süreci güvence altına almaktadır. İkinci unsur ise mahkûmiyet hükmüyle sonuçlanmayan ceza yargılamalarıyla bağlantılı müteakip yargılamalar bağlamında kişinin masumiyetine saygı gösterilmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Ceza yargılamasının devam ettiği sürece ilişkin ilk unsurun kapsamı sadece ceza yargılamalarının adilliğini temin etmek adına usule ilişkin bir güvence olmakla sınırlı değildir. Bu ilke daha geniş kapsamlı olup hiçbir devlet temsilcisinin kişinin suçluluğu bir mahkeme tarafından tespit edilmeden o kişinin suçlu olduğuna ilişkin bir ifadede bulunmamasını gerektirir. Masumiyet karinesi yalnızca ceza yargılamaları bağlamında değil ceza yargılamaları ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer davalarda ya da disiplin incelemelerinde de ihlal edilebilecek niteliktedir. Bu bağlamda, masumiyet karinesinin korunmasına ilişkin ikinci boyut ceza yargılamaları mahkûmiyetten başka bir şekilde sonlandığı zaman devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda suç ile ilgili olarak kişinin masumiyetine ilişkin şüphe duyulmamasını gerektirir (Kemal Coşkun/Türkiye, B. No: 45028/07, 28/3/2017, §§ 41, 43; Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018, § 43).
40. Seven/Türkiye kararına konu olayda polis memuru olan başvurucu kendisinden yardım isteyen sarhoş bir konsomatrisi evine bıraktıktan sonra ona tecavüz ettiği suçlamasıyla yargılanmıştır. Yargılama sonucunda ceza mahkemesi cinsel ilişkinin rıza dışı gerçekleştiğine ilişkin yeterli delil bulunmadığı kanaatine vararak başvurucunun beraatine karar vermiştir. Bu arada başvurucu hakkında paralel bir şekilde disiplin soruşturması da açılmıştır. Soruşturma sonucunda tecavüz fiilini işlediği sabit görülerek başvurucu meslekten ihraç edilmiştir. Başvurucunun idari yargıda açtığı iptal davasında idare mahkemesi davayı reddetmiştir. İdare mahkemesi, gerekçesinde başvurucunun rıza dışı cinsel ilişkiye girdiğinin sabit olduğunu belirtmiştir. Mahkeme kararı Danıştay tarafından onanmıştır. Yargılama süreci karar düzeltme aşamasında iken başvurucu, ceza mahkemesince beraat ettirildiğine ilişkin kararı Danıştaya ibraz ederek iki yargı kolu arasında çelişki oluştuğuna işaret etmiştir. Ancak Danıştay bu kararla ilgili olarak hiçbir değerlendirme yapmadan kararın düzeltilmesi istemini reddetmiştir (Seven/Türkiye, §§ 7-31). AİHM buna ilişkin başvuruda masumiyet karinesinin her iki boyutunu da incelemiştir. Soruşturmanın ceza kanununda suç olarak nitelenen tecavüz fiili nedeniyle başlatıldığını hatırlatan AİHM şunları ifade etmiştir:
- Emniyet Teşkilatı Disiplin Tüzüğü'nün (Tüzük) 8. maddesinin birinci fıkrasının (6) numaralı bendinde yasaklanan ve disiplin suçu olarak düzenlenen fiiller aynı zamanda cezai manada da suç teşkil etmektedir. Fakat mevzuatta idari makamların bu fiiller sebebiyle bu maddeye dayanarak disiplin yaptırımı uygulayabilmesi için ceza mahkûmiyeti kararının bulunmasının gerekip gerekmediğine ilişkin bir belirleme bulunmamaktadır. Kanunda bir açıklığın bulunmaması sebebiyle disiplin ve ceza sorumlulukları arasındaki çizgi, soruşturmanın başından beri bulanık hâle gelmiştir.
- Ayrıca disiplin makamlarının ihraç kararında başvurucuyu sanık olarak, fiilini de cinsel saldırı olarak nitelendirdikleri gözetildiğinde bu değerlendirmenin disiplin alanıyla sınırlı tutulmasına dair herhangi bir şartın aranmaması disiplin otoritelerinin başvurucunun derdest ceza yargılamasıyla ilgili olarak masumiyet karinesini ihlal ettiği sonucuna varılmasına yol açmıştır. Dahası Danıştay tarafından da onanan idare mahkemesi kararında başvurucunun fiili "rızası olmaksızın S.K. ile cinsel ilişkiye girme" şeklinde tanımlanmıştır. AİHM'e göre bu ifade başvurucunun tecavüz suçlusu olarak ilan edilmesi mahiyeti taşımaktadır. AİHM bu ifadenin başvurucuya suç atfedilmesi niteliğinde olmadığı hususunda hükûmetle hemfikir değildir. Söz konusu ifadeler her zaman kendi bağlamı içinde değerlendirilmelidir. Başvurucunun ihracının kanuni temelini oluşturan Tüzük'ün 8. maddesinin birinci fıkrasının (6) numaralı bendindeki fiillerden birinin tecavüz ve cinsel saldırı olduğu, idare mahkemesinin olayları özetleme şekli gözetildiğinde disipline ilişkin bu davada kullanılan başvurucunun S.K. ile rızası dışında cinsel ilişkiye girdiği ifadesi kararı okuyanda başvurucunun S.K.ya tecavüz suçunu işlediği izleniminin oluşmasına yol açmaktadır (Seven/Türkiye, § 54).
AİHM aynı olayda masumiyet karinesinin ikinci boyutunun da ihlal edildiğine hükmetmiştir. AİHM özetle şunları ifade etmiştir:
- Olay tarihinde Danıştayın görevinin hem temyiz incelemesi yaparken hem de kararın düzeltilmesi talebini incelerken idare mahkemesi kararının hukuka uygunluğunu denetlemeyi ve tarafların uyuşmazlığın esasıyla ilgili iddialarının yeterince karşılanıp karşılanmadığını incelemeyi kapsadığı not edilmelidir. Başvurucu, ceza yargılamasında hakkındaki tüm suçlamalardan beraat ettiğini ve bu nedenle Tüzük'ün 8. maddesinin birinci fıkrasının (6) numaralı bendine dayanılarak gerçekleştirilen ihraç işleminin artık hukuka uygun kabul edilemeyeceğini Danıştayda (karar düzeltme aşamasında) açık bir biçimde ileri sürmüştür. Bu arka plan gözetildiğinde Danıştayın -başvurucu ceza davasında beraat ettiği hâlde- disiplin makamlarının ve idare mahkemesinin değinilen gerekçelerinin neden hukuka uygun olmayı sürdürdüğünü açıklama yükümlülüğü bulunmaktadır. Başvurucu tarafından dile getirilen, hakkında iki çelişkili karar verildiği yakınmasından kaçınmanın tek yolu budur. Danıştay sessiz kalmak suretiyle Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesini zedelediği tespit edilen önceki gerekçeyi düzeltme fırsatını kaçırmış ve başvurucunun masumiyetine gölge düşürmüştür (Seven/Türkiye, § 56).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
41. Mahkemenin 2/7/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
42. Başvurucu, ceza yargılamasında beraat etmesine rağmen Bölge İdare Mahkemesi kararlarında yer alan ifadelerin kendisinin suçlu olduğu inancına yol açtığını ve bu nedenle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu, Anayasa Mahkemesinin konuyla ilgili emsal kararını Bölge İdare Mahkemesine sunmasına rağmen Bölge İdare Mahkemesinin hiçbir gerekçe açıklamadan karar düzeltme istemini reddetmesi sebebiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini belirtmiştir.
2. Değerlendirme
43. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
44. Anayasa’nın "Suç ve cezalara ilişkin esaslar" kenar başlıklı 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz."
45. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun adil yargılanma hakkıyla ilgili olarak ileri sürdüğü tüm iddiaların masumiyet karinesi kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
46. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
47. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesinde "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı[nın] metne dahil" edildiği belirtilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesine söz konusu ibarenin eklenmesinin amacının Sözleşme'de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54). Bu itibarla Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği belirlenirken Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).
48. Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bir suçla itham edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılacağı düzenlenmiştir. Masumiyet karinesi, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağı belirtilmek suretiyle Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Adem Hüseyinoğlu, B. No: 2014/3954, 15/2/2017, § 33).
49. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki boyutu bulunmaktadır. Güvencenin ilk boyutu kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu boyutunun kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 39). Güvencenin ikinci boyutu ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip Şahin, § 40).
50. Masumiyet karinesine ilişkin anayasal güvencelerin harekete geçirilebilmesi için kural olarak kişinin suç isnadı altında bulunması gerekmektedir. Bununla birlikte masumiyet karinesinin ikinci boyutuna ilişkin güvencelerin uygulanabilmesi, kişinin hâlihazırda suç isnadı altında bulunmasını zorunlu kılmamaktadır. Ancak ceza yargılamasının sonuçlanmasından sonra başlayan veya ceza yargılaması henüz sonuçlanmadan başlasa bile ceza yargılamasının kesinleşmesinden sonra da devam eden medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalarda masumiyet karinesinin uygulanabilmesi için başvurucunun söz konusu medeni yargılama ile hakkında yürütülen ve sona eren ceza yargılaması arasında bağlantı bulunduğunu göstermesi gerekmektedir. Medeni hak yargılamasında, ceza yargılamasında verilen kararın sonucunun dikkate alındığı ve değerlendirildiği veya ceza dosyasında yer alan delillerin irdelendiği ya da başvurucunun hakkındaki suçlamayı doğuran olaylara dahli ile ilgili irdelemelerde bulunulduğu veyahut başvurucunun muhtemel suçluluğuyla ilgili yorum yapıldığı hâllerde söz konusu bağlantının var olduğu kabul edilebilir. Bununla birlikte hukuk yargılaması ile ceza yargılaması arasındaki bağlantının varlığına işaret eden olguların tüketme yoluyla sayılmasının mümkün olmadığı, bunların kararların verildiği yargılamaların türüne ve içeriğine göre değişebileceği kabul edilmelidir. Ancak bağlantının varlığı değerlendirilirken kararda kullanılan dilin kritik öneme sahip olacağı vurgulanmalıdır (benzer değerlendirmeler için bkz. S.M. [GK], B. No: 2016/6038, 20/6/2019, § 38).
51. Somut olayda başvurucu ceza yargılamasında beraat etmesine rağmen Bölge İdare Mahkemesi kararlarında yer alan ifadelerin kendisinin suçlu olduğu inancına yol açtığından yakınmıştır. Dolayısıyla başvurucunun şikâyetinin masumiyet karinesinin ikinci boyutuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Bölge İdare Mahkemesinin ilk derece mahkemesinin nihai kararlarına itiraz üzerine verdiği 23/11/2015 tarihli kararlarında başvurucu hakkında yürütülen ceza soruşturması kapsamındaki suçlamayla ilgili olarak değerlendirme yapıldığına işaret eden ibarelerin bulunduğu gözlemlenmektedir. Sözü edilen ibarelerin varlığı -herhangi bir ihlale yol açıp açmadıkları hususu aşağıda değerlendirilecek olmakla birlikte- idari yargılama ile ceza yargılaması arasında bağlantının bulunduğu sonucuna ulaşılması bakımından yeterli görülmüştür. Dolayısıyla masumiyet karinesinin ikinci boyutunun somut olayda uygulanabilir olduğu kanaatine varılmıştır.
52. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
53. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez; suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
54. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesi, ceza soruşturmasıyla eş zamanlı olarak kişi hakkında disiplin soruşturması yürütülmesine engel teşkil etmediği gibi hakkındaki ceza soruşturmasının kovuşturmaya yer olmadığı, beraat, düşme gibi mahkûmiyet dışındaki bir hüküm ile sonuçlanması kişiye disiplin yaptırımı uygulanmasına veya bu kişinin başka türlü sorumluluğuna gidilmesine de mâni oluşturmaz (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. M.E.T., B. No: 2014/11920, 3/7/2018, § 61).
55. Bu bağlamda beraat eden kişi aleyhine disiplin soruşturması başlatılması ve kişiye disiplin cezası uygulanması -disiplin cezası ne kadar ağır olursa olsun- kişinin suçlu ilan edildiği hükmüne varılabilmesi için yeterli değildir. Aynı şekilde ceza yargılamasındaki delillerin disiplin soruşturmasında kullanılması da kendi başına masumiyet karinesini ihlal etmez. Aksi takdirde beraat kararına, mağdurların haksız fiil ve benzeri hukuki sebeplere dayanarak zararlarını gidermek için tazminat davası açma hakkını, idarenin de idari düzeni sağlamak için disiplin cezası ve diğer idari tedbirleri uygulama yetkisini ortadan kaldıracak şekilde arzulanandan öte bir anlam yüklenmiş olur. Bu durum beraat eden kişi lehine amacından saptırılmış bir keyfîliğe yol açar. Aynı şekilde bu yaklaşım, beraat eden kişiye kendi fiilinin tazminat hukuku ile idare hukukuna ilişkin sonuçlarından da kaçınma avantajı sağlar. Anayasa'nın 36. maddesi veya başka herhangi bir maddesi masumiyet karinesinin bu şekildeki bir yorumuna geçerlilik sağlamamaktadır.
56. Ceza muhakemesi hukuku ve disiplin hukuku farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Disiplin hukuku kurumun iç düzenini korumayı amaçlayan ve bunun için kamu görevlilerinin mevzuata, çalışma düzenine, hizmetin gereklerine aykırı fiillerine yönelik olarak uygulanacak yaptırımları ve bu yaptırımların uygulanmasındaki usul ve esasları düzenleyen bir hukuk alanıdır. Bazı hâllerde ise kamu görevlisinin fiili ceza hukuku kapsamında suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin hukuku yönünden de sorumluluk gerektiren bir mahiyet taşıyabilir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş, B. No: 2013/6879, 2/12/2015, § 25; Kürşat Eyol, § 30).
57. Cezai sorumluluğunun bulunmadığı tespit edilmiş veya ceza sorumluluğu ortadan kalkmış olsa dahi aynı olaylar nedeniyle -daha hafif bir ispat külfeti temelinde- kişi hakkında başka tür bir sorumluluğun tesis edilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır. Bu bağlamda ceza yargılamasına konu maddi olay ve olguların disiplin hukuku esasları çerçevesinde diğer kamu makamlarınca (idari/adli) ayrıca değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucunda ulaşılacak kanaate göre işlem/karar tesis edilmesi mümkündür (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş, § 25; Kürşat Eyol, § 30, Galip Şahin, § 48).
58. Adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak kişiyi suçlu ilan etmesi veya bu bağlamda birtakım çıkarımlarda bulunması masumiyet karinesinin ihlaline yol açabilir. Masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının tespiti yapılırken ise kararın gerekçesinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir (Galip Şahin, § 48; M.I., B. No: 2012/1268, 30/12/2014, § 50). Bu kapsamda karar vericilerin kullandıkları dil kritik önem taşır (Mustafa Kıvrak, B. No: 2013/3175, 20/2/2014, § 36). Kamu makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza mahkemeleri tarafından suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge düşürülmesine sebebiyet vermemeleri gerekmektedir (Galip Şahin, § 47).
59. İdari makamlarca veya mahkemelerce salt bir kimsenin suç isnadı altında olduğunun ifade edilmesi masumiyet karinesini zedelemez. Bu bakımdan kişinin suç isnadı altında olduğunun belirtilmesi ile hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmadığı hâlde onun mahkûm olduğunun kesin bir dille ifade edilmesi veya bu yönde kanaat oluşmasına yol açacak nitelikte açıklamalarda bulunulması arasındaki ayrıma özen gösterilmelidir. İkincisi masumiyet karinesinin ihlaline yol açarken ilki kural olarak masumiyet karinesi yönünden bir sakıncaya neden olmayabilir.
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
60. Öğretmen olan başvurucunun somut olayda bir öğrencisine tokat attığı iddiasıyla ilgili olarak hakkında eş zamanlı bir şekilde hem ceza soruşturması hem de disiplin soruşturması başlatılmıştır. Ceza soruşturması kapsamında başvurucu 5237 sayılı Kanun'un 86. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle kasten yaralama suçunu işlemekle itham edilmiştir. Disiplin soruşturması ise 657 sayılı Kanun'un 125. maddesinin birinci fıkrasının (C) bendinin (ı) alt bendinde yer alan hizmet içinde devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunma fiilinin işlendiği temelinde gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla suç olarak nitelendirilen tipik fiil ile disiplin fiilinin aynı olmadığı görülmektedir. Disiplin fiilinin koruduğu hukuksal değerlerin daha çok memuriyet disipliniyle ilgili olduğu anlaşılmaktadır.
61. Buna karşılık disiplin makamlarını başvurucunun 657 sayılı Kanun'un 125. maddesinin birinci fıkrasının (C) bendinin (ı) alt bendini ihlal ettiği sonucuna götüren olgu, M.İ.ye tokat attığı iddiasıdır. Diğer bir ifadeyle M.İ.ye tokat attığı iddiası, başvurucu ile ilgili disiplin sürecinin temelini (kurucu unsurunu) teşkil etmektedir. Söz konusu fiil, ceza yargılamasındaki suçlamanın da dayanağını oluşturmaktadır. Buna göre başvurucunun öğrencisi M.İ.ye kasıtlı olarak tokat attığının kabul edilmesi hâlinde bu olgu nitelikli yaralama suçuna vücut verecek mahiyettedir.
62. Disiplin suçuna ve ceza yargılamasına konu eylemlerin aynı olduğu hâllerde disiplin soruşturmasıyla ilgili uyuşmazlıklara bakan idari mahkemelerin fiilin sübutuyla ilgili olarak ceza mahkemesinin ulaştığı kanaate saygı göstermesi, bunu sorgulayacak ifadeler kullanmaması beklenir. Aksi takdirde kişinin ceza mahkemesinde beraat etmiş olmasının bir anlamı kalmaz. Bu bakımdan idari mahkemeler dâhil devletin diğer otoritelerinin beraat kararından şüphe duyulmasına yol açacak biçimde hareket etmekten kaçınmaları gerekir.
63. Kuşkusuz soruşturma makamları başvurucunun M.İ.ye tokat atma olgusu dışındaki fiillerle ilgili olarak değerlendirme yapma serbestisine sahiptir. Çünkü ceza mahkemesinde yargılama konusu olan fiil tokat atmadan ibarettir. Masumiyet karinesi, aynı olay kapsamında bile olsa ceza soruşturmasına konu suçun kurucu unsurunu oluşturmayan fiillerle ilgili olarak idari makamların değerlendirme yapmasını engellememektedir. "Genel İlkeler" bölümünde belirtildiği üzere disiplin yaptırımına bağlanan haksızlıklar ceza hukukundakilere kıyasla daha hafif bir ispat külfeti gerektirebilmektedir. Dahası disiplin hukukundaki haksızlıkların ispatında karinelerden yararlanılması hususunda ceza hukukundaki kadar yasaklayıcı kurallar söz konusu değildir. Bu itibarla disiplin hukukundaki bir haksızlık ile ceza hukuku alanındaki haksızlığın kurucu unsurlarının aynı olduğu hâllerde idarenin kurucu unsurları ceza hukukununkiyle aynı olmayan başka bir haksızlık temelinde disiplin cezası uygulamasına herhangi bir mâni bulunmamaktadır.
64. Somut olayda disiplin makamları, incelemelerinin kapsamını başvurucunun M.İ.ye tokat atması fiilinin dışındaki eylemlerle (örneğin başvurucunun öğrenciye bağırması, onu kravatından sertçe tutarak başını çevirmesi fiilleri) sınırlı tutmamış; aksine tokat atma fiiline ilişkin olarak da değerlendirme yapmıştır. Tokat atma fiili Ceza Mahkemesinde yargılama konusu olmuş ve başvurucu bu suçlamadan beraat etmiştir. Ancak Bölge İdare Mahkemesi kararlarında, başvurucunun Ceza Mahkemesindeki yargılamadan beraat etmesine rağmen beraate konu fiil tekrar tartışılmıştır. Bölge İdare Mahkemesi, gerekçesini özellikle Ceza Mahkemesinin beraat kararında dayanılan argümanlara cevap verecek şekilde oluşturmuştur. Bu bağlamda Ceza Mahkemesinin tokat atma fiilinin göstergesi olarak öne sürülen yüz kızarıklığının atılan tokattan mı yoksa yüze buz uygulanmasından mı kaynaklandığının net olmadığı yönündeki kanaatine karşılık Bölge İdare Mahkemesi, yanağa buz konulmasının tokat atılmanın göstergesi olduğu değerlendirmesinde bulunmuş ve tanık ifadelerini de gözeterek başvurucunun M.İ.ye tokat attığı fiilinin sabit olduğu sonucuna ulaşmıştır.
65. Bölge İdare Mahkemesi, ceza mahkemesi kararında ulaşılan sonucu tartışmaya açmanın yanında kararı okuyanlarda başvurucunun nitelikli yaralama suçunu işlediği izleniminin oluşmasına sebebiyet vermiştir. Bu durumda beraat kararı anlamsız hâle gelmiş ve başvurucunun masumiyetine gölge düşürülmüş, öte yandan iki yargı kolu arasında başvurucunun nitelikli yaralama suçunu işleyip işlemediğiyle ilgili olarak çelişkili kararların ortaya çıkmasına sebep olunmuştur. Dolayısıyla masumiyet karinesinin ikinci boyutu ihlal edilmiştir.
66. Ayrıca ceza mahkemesinin ulaştığı kanaatin isabetli olmadığının veya hatalı olduğunun düşünülmesinin idari mahkemenin başvurucunun masumiyetine saygı gösterme yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığı vurgulanmalıdır. Ceza Mahkemesi kararındaki isabetsizlik masumiyet karinesine istisna getirilmesini gerektiren bir durum değildir. Masumiyet karinesine saygı gösterilmesindeki kamusal yarar, bazı durumlarda haksızlık teşkil eden fiili işleyenin disiplin yönünden yaptırımsız kalmasını bile haklılaştıracak derecede önemlidir.
67. Netice itibarıyla Bölge İdare Mahkemesinin ilk derece mahkemesinin esas hakkındaki kararlarını kaldırırken kullandığı ifadeler nedeniyle de masumiyet karinesinin ikinci boyutunun ihlal edildiği kanaatine varılmıştır.
68. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Kadir ÖZKAYA, Muammer TOPAL ve Basri BAĞCI bu görüşe katılmamışlardır.
B. Diğer İhlal İddiaları
69. Başvurucu; hareketsiz kalması gerektiğini, yolculuk ve benzeri fiziksel faaliyetlerde bulunmasının tıbbi açıdan sakıncalı olduğunu belirten tıbbi rapora rağmen başka bir ilçeye naklen atandığından şikâyet etmiştir. Başvurucu ayrıca kişi dokunulmazlığının ve maddi ve manevi varlığın korunması hakkının da ihlal edildiğini ifade etmiştir.
70. Başvuru konusu olaylarla ilgili delillerini ibraz etmek ve hangi anayasal hakkın neden ihlal edildiğini açıklamak başvurucunun yükümlülüğündedir (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19, 20; Ünal Yiğit, B. No: 2013/1075, 30/6/2014, §§ 18, 19). Buna göre başvurucu, şikâyet ettiği anayasal meseleleri açık ve net bir biçimde ifade etme hususunda gerekli ciddiyet ve özeni göstermekle yükümlüdür. Anayasa Mahkemesi, başvuru dilekçesinde kullanılan ifadelerin görünürdeki anlamlarına bakarak şikâyet edilen hususları tespit eder. Anayasa Mahkemesinin yorum yoluyla dilekçede kullanılan ifadelere görünürdeki anlamlarından öte bir mana yükleyerek başvurucuların yakınmalarını saptamak gibi bir görevi bulunmamaktadır.
71. Başvurucu, seyahat etmesinin tıbbi açıdan sakıncalı olduğuna dair rapora rağmen naklen atamasının yapıldığından şikâyet etmiş ise de bu şikâyetini herhangi bir anayasal hakla bağlantı kurarak ortaya koymamıştır. Dahası bunun bir anayasal şikâyetten ziyade atama işleminin hukuka aykırılık sebebi olarak ileri sürüldüğü izlenimi edinilmektedir. Bununla birlikte başvurucu, bu raporun atama işlemini neden sakatladığına dair herhangi bir açıklama yapmamış; hukuka aykırılık görüşünü detaylandırmamıştır. Öte yandan başvurucunun maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetinin ise oldukça soyut nitelikte olduğu görülmüştür.
72. Başvurucu, bu şikâyetler bakımından bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunma yönündeki özen yükümlülüğünü yerine getirmemiş; dolayısıyla ileri sürdüğü iddiaları temellendirememiştir.
73. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
74. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
75. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ve yargılamanın yenilenmesine hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
76. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
77. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
78. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
79. İncelenen başvuruda, Bölge İdare Mahkemesinin kararlarında kullandığı dile özen göstermemesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin Bölge İdare Mahkemesi kararlarından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
80. Bu durumda masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Edirne Bölge İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
81. İşbu ihlal kararının başvurucu tarafından açılan davaların esasıyla ilgili herhangi bir değerlendirme içermediği vurgulanmalıdır. Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirttiği ihlal gerekçelerini de gözeterek ve söz konusu işlemlerle ilgili olarak yeniden bir değerlendirme yaparak gereken kararı vermek Bölge İdare Mahkemesinin takdirindedir.
82. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Diğer ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci ve 38. maddesinin dördüncü fıkralarında güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE Kadir ÖZKAYA, Muammer TOPAL ve Basri BAĞCI'nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması amacıyla Edirne Bölge İdare Mahkemesine gönderilmek üzere Tekirdağ 1. İdare Mahkemesine (E.2014/852, K.2014/1322; E.2014/1050, K.2014/1321) GÖNDERİLMESİNE,
D. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 2/7/2020 tarihinde karar verildi.
 
 
 
KARŞI OY
Mahkememiz çoğunluğunca, bir öğrencisine tokat attığı iddiasıyla ilgili olarak hakkında eş zamanlı bir şekilde hem ceza hem de disiplin soruşturması başlatılan başvurucunun, tokat atma fiilinin göstergesi olarak öne sürülen yüz kızarıklığının, atılan tokattan mı yoksa yüze buz uygulanmış olmasından mı kaynaklandığının net olarak anlaşılamadığı yönündeki kanaate dayalı olarak ceza yargılamasında beraat etmiş olmasına rağmen, tokat atma fiilinin sübutu konusunu ceza mahkemesinin beraat kararında dayandığı argümanlara cevap verecek şekilde değerlendirmelerde bulunmak suretiyle fiilin sübuta erdiği sonucuna varılarak hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali istemiyle açılan idari davanın reddedilmiş olması nedeniyle başvurucu bakımından Anayasa’nın 36. maddesinin birinci ve 38. maddesinin dördüncü fıkralarında güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
Bu sonuca ulaşılırken de Bölge İdare Mahkemesi kararında, beraat hükmünden şüphe duyulmasına yol açacak biçimde hareket edilmek suretiyle hem ceza mahkemesi kararında ulaşılan sonucun tartışmaya açıldığı, hem de kararı okuyanlarda başvurucunun nitelikli yaralama suçunu işlediği izleniminin oluşmasına sebebiyet verildiği; böyle olunca da beraat kararının anlamsız hâle getirilip, başvurucunun masumiyetine gölge düşürüldüğü; ayrıca iki yargı kolu arasında başvurucunun nitelikli yaralama suçunu işleyip işlemediğiyle ilgili olarak çelişkili kararların ortaya çıkmasına sebep olunduğu belirtilmiştir.
Mahkememiz çoğunluğunca ulaşılan sonuca aşağıda açıklanan nedenlerle tarafımızca iştirak edilememiştir.
Konunun özünü, ceza yargılaması neticesinde hakkında beraat kararı verilen başvurucu ile ilgili olarak yürütülen disiplin süreci sonunda, aynı olgulara dayanılarak disiplin cezası verilmesinin ve bu işlemin iptali istemiyle açılan davada verilen kararda kullanılan ifadelerin masumiyet karinesini ihlal edip etmediği sorusu oluşturmaktadır.
Genel olarak ceza mahkemeleri tarafından verilen kararların diğer yargılama makamlarını ne ölçüde bağlayacağı kadim bir tartışma konusudur. İncelemeye esas dosya özelinde ise beraat kararının idare ve diğer yargılama mercileri nezdinde ifa edeceği bağlayıcılık fonksiyonunun ne olacağı ehemmiyet taşımaktadır. Beraat kararlarının dayandığı gerekçe ve niteliğinin tartışılması da bu noktada önem arz etmektedir.
Bu bağlamda anayasal bir kurum olarak “Masumiyet Karinesinin” niteliği ve beraat kararları üzerinden nasıl bir fonksiyon icra etmesi gerekeceği hususu sorunun bir diğer boyutunu oluşturmaktadır.
Masumiyet karinesinin uygulanma alanı saptanırken, kendisine yüklenen anlam ile bunun uygulamaya nasıl aktarılması gerekeceği konusu üzerinde de özellikle durulması gerekmektedir.
Ceza yargılamasında verilen kararların bağlayıcılığı konusunda genel kabul, ceza mahkemelerince verilen ve maddi vakıaları kesin olarak sübuta erdiren kararların diğer yargılama makamlarını da bağlayacağı yönündedir.
Bu kapsamda mahkûmiyet kararları, maddi olguların kesin kabulleri üzerine tesis edildikleri için diğer yargılama mercilerini bağlayıcı hüküm icra ederler. Zira ceza yargılamasının mantığında suçun sübutuna ilişkin kabulün her türlü şüpheden uzak kesin bir kanaate dayanması ilkesi egemendir.
Ayrıca ceza muhakemesince maddi gerçeğin araştırılması noktasında genel hatlarıyla delil serbestisi prensibine dayanılmasının, ceza mahkemesi kararlarının bağlayıcı etki oluşturması noktasında bariz bir katkı sağladığı da yadsınamaz.
Bununla birlikte ceza mahkemelerince verilen mahkûmiyet kararlarının diğer yargılama mercilerini etkileme noktasındaki kabul mutlak bir nitelik arz etmemektedir. Örneğin Türk Borçlar Kanunun 74. maddesi hükmü gereğince; hukuk hâkiminin, ceza hâkiminin kusur ve zarar durumuyla ilgili değerlendirmeleriyle bağlı olmadığı açıkça hüküm altına alınmıştır.
Dahası 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 214. maddesinde yer alan düzenlemede; bir belgenin sahteliği noktasında hukuk mahkemesinin yaptığı incelemenin ceza mahkemelerini bağlayacağı açıkça düzenlenmiştir.
İstisnai durumlar bir kenara bırakıldığında genel kural, ceza yargılamasının maddi vakıalar noktasında ulaştığı kanaatin bağlayıcı etki oluşturmada ön plana çıkmasıdır. Mahkûmiyet kararları işin doğası gereği maddi vakıaların kesin olarak sübuta erdirilmeleri üzerine inşa edildikleri için bağlayıcılık nitelikleri daha belirgin hale gelmektedir. Bu durum mahkûmiyet kararlarının bizatihi kendi özelliği olmayıp ceza mahkemesinin maddi vakıalar konusundaki kesin kabulleridir. Maddi vakıaların kesin olarak sübuta erdirilmeleri her zaman mahkûmiyet yönünde olmayabilir.
Bu bağlamda beraat kararları da maddi olaylara ilişkin kesin bir kabul içerebilirler.
Ceza Muhakemesi Kanununun 223/2. maddesinde yer alan düzenlemeye göre beraat kararları farklı gerekçelere dayanılarak verilebilmektedir.
Söz konusu maddede bu haller:
a) Yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması,
b) Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması,
c) Yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması,
d) Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmesine rağmen, olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması,
e) Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması,
şeklinde ifade edilmektedir.
Bu seçenekler arasında konumuzla ilgili olan iki unsur ön plana çıkmaktadır. Birincisi: (b) bendindeki “Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması”, diğeri (e) bendindeki “Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması”.
Bentlerin muhtevaları itibariyle; (b) bendinde yer alan seçeneğin sübuta ilişkin kesin bir kabul ihtiva etme durumu (e) bendinde bulunmamaktadır. Buna bağlı olarak (b) bendinden verilen beraat kararlarının diğer yargılama mercilerini etkileme durumunun (e) bendinden daha yüksek olacağında bir tereddüt bulunmamaktadır. Zira ilk durumda kesin maddi bir kabul varken ikincisinde ortadan kaldırılamamış bir şüphe durumu söz konusudur.
Buna göre delil yetersizliğine bağlı olarak verilen beraat kararlarının hukuk ve idare mahkemelerine tesir etme konusunda daha zayıf bir etki doğuracağı izahtan vareste bir durum olarak ortaya çıkmaktadır.
Somut olayımızla bağlantılı olarak, ceza yargılamasına konu eylemi disiplin hukuku açısından irdeleyen idari makamların ve disiplin mercilerinin, sübut noktasında kesinlik içermeyen beraat kararlarına mutlak surette uymalarını beklemek gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır. Zira farklı yargı yolları içerisinde yer alan, usul, ispat, kapsam, amaç ve işlev noktasında birbiriyle tam örtüşmeyen iki ayrı bağımsız mahkemeden birinin vereceği beraat kararının niteliğine bakılmadan diğerini bağlayacağını peşinen kabul etmek bir yargı yolunu tamamen etkisizleştirebileceği gibi, mahkemelerin bağımsızlığı açısından da bir sakınca oluşturacaktır.
Diğer taraftan beraat kararlarının kişinin masumiyeti noktasında özel bir ehemmiyet taşıdığı ve konunun temel haklar noktasındaki özelliği de hesaba katılmalıdır. Bu noktada en güvenceli yaklaşım, beraat kararlarının uygulayıcıların inisiyatifi ile göz ardı edilmesinin önüne geçilmesidir. Bu da ancak beraat kararlarının göz ardı edilebilmesinin ancak buna imkân tanıyan kanuni bir düzenlemenin varlığı ile mümkün olabileceğinin kabulü olacaktır.
Bir fiilin sübutu noktasında ceza mahkemesi ile hukuk mahkemesi veya idare mahkemesi farklı kanaatlere sahip olabilir. Somut olayımızda olduğu gibi ceza mahkemesinin sübut noktasında tam kanaate ulaşamadığı bir noktada, idari makam ve mahkemeler kendilerince tam bir kanaate ulaşabilirler. Bu her iki hukuk alanının kendi sübut eşiklerinin farklı olmasının yanı sıra düzenledikleri alan ve korudukları menfaatin ayrı olmasının da doğal bir sonucudur.
Kritik olan husus masumiyet karinesini anlamsız kılmadan disiplin, iş, vergi veya tazminat gibi hukuk kollarının kendi işlevlerini yerine getirecek makul bir mekanizmanın kurulmasıdır.
Bu bağlamda kanun koyucu bazı durumlarda verilen beraat kararlarının diğer yargılama mercilerini bağlayıcı etki oluşturmayacağına dair açık düzenlemelere de yer vermektedir. Türk Borçlar Kanunu’nun 74. maddesi, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 214. maddesi ve 657 sayılı Kanunun 131/2. maddesi bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Beraat kararlarına mutlak bir etki izafe edilmesi durumunda, bu düzenlemelerin zahiren olmasa bile pratikte iptali gibi bir durum da ortaya çıkabilecektir.
Bu bağlamda somut olayımızda ceza mahkemesinin delil yetersizliğinden beraat ettirdiği sanık hakkında idari yargılama mercilerinin aynı olay bağlamında disiplin cezasının hukuka uygun olduğuna karar vermiş olmalarının masumiyet karinesinin ihlaline yol açıp açmadığı sorusunun cevabını aramak gerekmektedir.
Bu soruya yanıt vermeden önce Anayasanın masumiyet karinesini nasıl düzenlediğine bakılmasında fayda bulunmaktadır.
Anayasanın 38. maddesinin başlığı “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” olup, muhtevasında yer alan hükümlerin birincil uygulama alanı ceza hukuku olmakla birlikte şartların elverdiği ölçüde ceza hükmü ihtiva eden diğer sahalarda da uygulanabileceğinde bir tereddüt yoktur.
Anayasanın 138. maddesinin 4. fıkrasında yer alan masumiyet karinesine ilişkin düzenleme “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” şeklindedir ve anayasa koyucunun özellikle masumiyet kelimesini kullanmamasının özel bir anlamı bulunmaktadır.
Öncelikli olarak anayasa koyucunun kelime bazındaki bu tercihi söz konusu hükmü masumiyet karinesini düzenliyor olmaktan alıkoymamaktadır.
Masumiyet bir kişinin suçtan tamamen ari olduğunun kabulüdür. Bu kadar kesin bir kabul lafzi olarak metinde yer aldığında, yargılama süreçlerinde suçluluğu kesinleşmemiş kişiler açısından uygulanacak tutuklama, elkoyma gibi ağır tedbirlerin tatbiki tartışılır hale gelebilecektir. Bu varsayımın doğruluğu tartışılır olmakla birlikte, hali hazırdaki durum, kural koyucunun normu kaleme alırken masumiyet kelimesine yer vermeden düzenlemeyi tercih etmiş olmasıdır.
Masumiyet karinesi pozitif hukukumuzda adil yargılanma üst hakkı başlığı altında yer alan ve Anayasaya göre suç ve cezalara ilişkin esaslar arasında sayılan bir ilkedir. Anayasanın 15. maddesi kapsamında olağanüstü dönemlerde bile kendisine dokunulamayacağı ifade edilmiş olması karşısında bir temel hak türü olarak mutlaklığı iddia edilebilir ise de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde bu yönüyle özel statü kapsamında değerlendirilmiş değildir (AİHS Madde 15).
Teorik olarak muhtevasında masumiyet karinesini de barındıran Adil Yargılanma Hakkı mutlak bir hak niteliğinde değildir. Olağanüstü dönemlerde bu hak ve genel olarak muhtevasında bulunan haklarda kısıtlamaya gidilmesi mümkündür.
Kanaatimizce adil yargılanmanın bir bileşeni hüviyetinde olan masumiyet karinesinin Anayasanın 15. maddesinde zikredilmesinin uygulamada bir karşılığının olması kaçınılmazdır.
Anayasanın lafzından hareketle bunun suçluluğun mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kişinin suçlu sayılmaması şeklinde kabul edilmesi gerekmektedir.
Suçlu sayılmanın ölçütünün ne olduğu sorusu bu noktada önem kazanmaktadır. Kanaatimizce “kişi ne zaman suçlu sayılmış olur?” sorusu, suçluluk kavramının sonuçlarına bakılarak cevaplanabilir. Suçluluğun sonuçlarını genel olarak; doğrudan ve dolaylı olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür.
Suçluluğun doğrudan sonuçlarını; kişinin hapis ve(ya) para cezasına çarptırılması, muhakeme giderlerinden sorumlu tutulması, suç eşyasının müsadere edilmesi ve suçluluk durumunun mahsus sicillerine işlenmesi şeklinde saymak mümkündür. Mahkeme kararı olmadan kişiye hürriyeti bağlayıcı ve(ya) para cezası verilmesi, muhakeme gideri yüklenmesi, mal varlığına ilişkin bir değerin müsadere edilmesi ya da suçluluğa ilişkin bir kaydın ilgili sicile işlenmesi masumiyet karinesinin ihlal edilmesi sonucunu doğuracaktır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Minelli - İsviçre kararında (prg 38),ilgilinin, kesinleşmiş bir mahkeme kararı olmadan kendisine suçlu muamelesi yapılarak yargılama giderine mahkûm edilmesini masumiyet karinesinin ihlali olarak değerlendirmiştir. Ayrıca G.I.E.M. S.R.L. ve Diğerleri -İtalya kararında idari bir tasarrufla mahkûmiyet kararı olmaksızın başvurucunun taşınmazının müsadere edilmesini masumiyet karinesinin ihlali olarak nitelendirmiştir. Bu kararında müsadere işleminin bir ceza yaptırımı olma niteliğini gözetmiştir.
Suçlu bulunmanın dolaylı sonuçları ise; suçtan kaynaklanan zararın giderilmesi, kamu görevlileri açısından disiplin sorumluluğunun doğması, vergi hukuku açısından vergi cezalarına hükmedilmesi, iş hukukunda iş akdinin sona erdirilmesi gibi neticelerin ortaya çıkmasıdır. Suçluluğun dolaylı sonuçları söz konusu olduğunda başka hukuk dallarının devreye girmesi gibi bir durum da ortaya çıkmaktadır. Suç nedeniyle ortaya çıkan zararın giderilmesinde tazminat hukuku, failin kamu görevlisi olması halinde disiplin hukuku, işçi olması halinde iş hukuku devreye girebilmektedir. Suçluluğun dolaylı sonuçlarının diğer bir özelliği ise ceza yargılamasından bağımsız olarak ilgili hukuk disiplininin kendi işleyişi çerçevesinde sonuçlarını bağımsız olarak ortaya çıkarabilmesidir. Ortada bir ceza soruşturması veya kovuşturması bulunmasa bile kişi aleyhine tazminata hükmedilebilmekte, disiplin cezası verilebilmekte veya bir iş akdi fesh edilebilmektedir.
Kanaatimizce, farklı hukuk bölümlerinin kendi iç dinamikleri çerçevesinde suçlu bulunmanın dolaylı sonuçlarına ulaşmaları, ceza yargılaması sonucunda varsa sabit kabul edilen maddi vakıalarla çelişmediği sürece mümkün, hatta gereklidir.
Burada dikkat edilmesi gereken kritik nokta, kişi hakkında mahkûmiyet kararı olmadığı halde suçlu addedilmesi ve buna bağlı olarak suçluluğun doğrudan sonuçlarına hayatiyet kazandırılmamasıdır.
Masumiyet karinesine, özellikle iç hukukumuz açısından, teorik olarak bir mutlaklık izafe etmek mümkün ise de, uygulamada bir mutlaklıktan bahsetmek mümkün değildir. Suçluluğu kesinleşmiş bir mahkeme kararıyla sabit olana kadar masum sayılması durumu pratikte de mutlak olarak uygulanacak olursa hiçbir tutuklama işlemi, buna paralel olarak hiç bir el koyma faaliyeti meşru olamaz, zira bu ilke açısından bakıldığında masum bir kişi hürriyetinden mahrum edilemeyeceği gibi mal varlığı üzerinde kısıtlayıcı bir tedbir de icra edilemeyecektir.
Masumiyet karinesinin birinci yönü itibariyle geçerli bulunan mutlak olmama durumu bu prensibin özelliği gereği bazı hallerle kısıtlı olmak üzere ikinci yönü itibariyle de geçerlidir.
Kesin kanaate dayanarak verilen beraat kararları mutlak manada masumiyet karinesini hayata geçirmeye en uygun kararlar olarak gözükmekle birlikte, bu şekilde beraat kararı verilen hallerde bile hukuk sistemleri kişiyi mahkûm olmuş gibi muameleye tabi tutabilmektedirler. Kusursuz sorumluluk hallerinde şahsın haksız fiilden kaynaklanan zarardan sorumlu tutulması bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Mülkiyeti kendisinde bulunan bir otomobilin sürücüsü olay anında aracı kendisinin kullanmadığını ispat etse ve buna bağlı olarak hakkındaki ceza davasında CMK.nun 231/2-b maddesinde yer alan gerekçeyle kesin kanaat belirtilerek beraat kararı verilse bile, araç sahibinin kusursuz sorumluluğu ilkesinden hareketle mahkûm olmuş gibi doğan zarardan sorumlu tutulabilecektir.
Beraat kararının hukuka uygunluk hallerine bağlı olarak verildiği durumlarda da beraat eden kişi mahkûm olmuş gibi olayın meydana gelmesinden kaynaklanan zararın tazmininden sorumlu tutulabilmektedir. Mesela zaruret halinde başkasının malına zarar verenin tazmin sorumluluğunun devam etmesi gibi.
Bir eylem kanunda suç olarak tanımlanmıyor veya sonradan suç olmaktan çıkartılmış ise CMK. 231/2-a maddesi gereğince sanık hakkında beraat kararı verilmesi gerekecektir. Ancak kimi durumlarda bu beraat kararı aynı eylemin başka hukuk disiplinlerinde haksız fiil olma özelliğini ortadan kaldırmayacaktır. Ör: Zinanın aile hukukunda haksız fiil olma özelliğini devam ettirmesi gibi.
Dolayısıyla ceza muhakemesi sonunda verilen beraat kararlarının ilgilisine her zaman mutlak manada bir masumiyet temin edemediğini söylemek gerekmektedir. Bu durum farklı hukuk disiplinlerinin kendi işleyişlerinin doğal bir sonucudur.
Bunun en çarpıcı örneği ceza usul hukukunda uygulanan koruma tedbirleridir.
Bir bireyin ceza infaz kurumlarına konulmak suretiyle hürriyetlerinden mahrum edilmesi TCK.nun 45. maddesi kapsamında bir cezadır. Niteliği itibariyle bu tür bir yaptırımın masum bir kişi hakkında uygulanması masumiyet karinesinin ağır bir şekilde ihlali sonucunu doğurur. Bununla birlikte soruşturma veya kovuşturma aşamasında, suçluluğu mahkeme kararıyla henüz sabit olmamasına rağmen, şüpheli veya sanıkların özgürlüklerinin tutukevlerine konulmak suretiyle kısıtlanması çok yaygındır. Bu uygulamanın masumiyet karinesinin ağır bir ihlali olduğu iddia edilebilir mi? Şekli olarak mutlak manada kabul edecek olunursa bu uygulamalar ile masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılabilir. Ancak uygulanan hukuk disiplini, korunmak istenen hukuki değer ve menfaatler dikkate alındığında soruşturma veya kovuşturma sırasında yapılan tutuklamaların, kişinin suçlu olduğu yönünde bir kanaat oluşturma potansiyeli bulunmasına rağmen, masumiyet karinesini ihlal etmediği savunulabilir. Zira burada amaç şüpheli veya sanıkları cezalandırmak değil, delillerin toplanmasını temin etmek, kaybolmalarını önlemek ve nihayetinde verilecek muhtemel cezanın infazını sağlamaktır. Tutuklama müessesesi ceza usul hukukunun bir kurumu olarak Ceza Muhakemesi Kanunu tarafından düzenlenmekte, ayrıntılı usul ve şekil şartlarına bağlı olarak tatbik edilmektedir.
Beraat kararının kesin bir yargıya dayanmadığı, şüphenin sanık lehine yorumlanarak kendisinin beraat ettirildiği durumlarda da farklı hukuk dallarında kişi adeta mahkûm olmuş gibi işleme tabi tutulabilmektedir. Bu durumun masumiyet karinesi penceresinden bakıldığında kesin kanaate dayanan beraat kararları hallerinde gerçekleşen uygulamalardan daha kabul edilebilir olması gerekmektedir. Zira ortada sanığı mutlak olarak suçsuz kabul eden bir hüküm bulunmamakta, sadece giderilememiş bir şüphe durumu söz konusu olmaktadır.
Gelinen bu nokta itibariyle ceza yargılamasında beraat kararı verilmiş olmasına rağmen diğer hukuk alanlarında ilgili hakkında adeta mahkûmiyet kararı verilmiş gibi muameleye tabi tutulabilmektedir.
Bu bağlamda gerekçesine bakılmadan her beraat kararının mutlak bir masumiyet tesis ettiğinin kabul edilmesi durumunda; mağdurun zararının giderilmesi imkânı ortadan kalkacak, güven ilişkisi bozulduğu halde işçi ve iş veren ilişkilerini devam ettirilmek zorunda kalacaklardır.
Masumiyet karinesi AİHM içtihatlarında ağırlıklı olarak hakkın birinci yönü itibariyle ele alınmaktadır.
Bu kapsamda masumiyet karinesinin muhtevası; yargılamayı yapacak mahkemenin ilgili şahsı peşinen suçlu kabul etmemesi, ispat külfetinin sanığa yüklenmeden savcılık üzerinde kalması ve her türlü şüphe durumundan sanığın yararlanması olarak değerlendirilmektedir. (Barbera, Messegue ve Jabardo - İspanya, prg. 77)
Ayrıca mahkumiyet kararı olmadan kamu görevlileri veya mahkeme mensuplarının kişinin suçu işlediğine dair kesin kanaat serdeden açıklamalarının (Allenete de Ribemont - Fransa prg 37-41), masumiyet karinesini ihlal edeceği kabul edilmektedir.
Masumiyet karinesinin ikinci yönüyle ilgili kararlarında; ilgili hakkında mahkumiyet kararı olmamasına rağmen yargılama giderinden sorumlu tutulması (Minelli-İsviçre) ve müsadere kararı verilmesini (G.I.E.M. S.R.L. ve Diğerleri-İtalya)masumiyet karinesinin ihlali olarak nitelendirilmiştir.
AİHM konumuzla yakından alakalı (Ringvold – Norveç) kararında, cinsel taciz şüphelisi olup ceza davası beraatla sonuçlanan kişinin aynı eylem nedeniyle aleyhine açılan hukuk davasında tazminata hükmedilmesini masumiyet karinesinin ihlali olarak görmemiştir. Mahkeme bu konuya ilişkin değerlendirmesini yaparken Norveç hukukunda ceza sorumluluğunun tazminat için gerekli bir ön koşul olmadığı, ceza sorumluluğu ve tazminat sorumluluğunun ayrı kanuni düzenlemelere dayandığı unsurları üzerinde durmuştur. (Prg. 36-42)
AİHM masumiyet karinesinin ikinci yönünü irdelediği (Seven – Türkiye) kararında, ceza ve disiplin soruşturmalarının ayrı sonuçlara ulaştığı durumlarda disiplin makamlarının kullandığı dilin ceza yargılamasında ulaşılan beraat kararının etkisini sorgular nitelikte olmamasını aramaktadır (Prg 54). Benzer bir yaklaşım daha önce çocuğunu öldürmekten suçlu bulunmasına rağmen daha sonra ortaya çıkan yeni bilgiler ışığında mahkûmiyeti sorgulanır hale gelen kişi hakkında suçlayıcı bir dil kullanılmamasını öngören (Allen-Birleşik Krallık) kararında da göze çarpmaktadır.
Bu örneklerden hareketle, AİHM’in kullanılan dile özel önem verdiği, bunun masumiyet karinesinin birinci yönü açısından sanığı peşinen suçlayıcı olmamasına, ikinci yönü açısından beraat kararını etkisizleştirmemesine dikkat ettiği görülmektedir. Bunlara ek olarak beraat kararına rağmen aynı olay bazında tazminat sorumluluğunu kabul ederken her bir hukuk dalının kendi bütünlüğü ve işleyişine önem verdiği söylenebilir.
Bu bağlamda, ilgili hakkında yürütülen ceza muhakemesi sonucunda beraat kararı verilmesine rağmen başka hukuk dallarının kendileri açısından işlem ifa ederken dikkat edilmesi gereken hususlar aşağıdaki gibi sıralanabilir.
Öncelikli olarak verilen beraat kararının niteliğine bakılmalı, delil yetersizliği gerekçesine dayanan beraat kararlarında disiplin makamlarının daha rahat değerlendirme imkânı olduğu gözetilmelidir.
Beraat kararlarına rağmen kişi aleyhine işlem tesis edilmesine imkân veren bir kanuni dayanak bulunmalıdır.
Tesis edilen işlem başka bir hukuk disiplininin kendi usulü dâhilinde ve bu hususta belirlenen kaidelere riayet edilerek verilmeli, ilgili hukuk dalının kapsamında kalmalı ve onun amacına hizmet edecek nitelikte olmalıdır.
Söz konusu işlem suçluluğun doğrudan sonuçları olan ceza, müsadere, yargılama gideri ve mahsus sicile kayıt gibi sonuçlara yol açmamalıdır.
Ayrıca yapılan işlem verilmiş olan beraat kararını hükümsüz kılacak dil ve etkiden uzak olmalıdır. Örneğin aynı konunun tekrar bir soruşturma veya kovuşturma konusu yapılması sonucunu doğurmamalı veya tekerrüre esas teşkil etmemelidir.
Bu ilkeler ışığında başvuruya konu edilen olay incelendiğinde aşağıdaki hususlar tespit edilmektedir.
Türk Ceza Usul Hukuku, genel olarak beraat kararlarının sanık tarafından temyiz edilmesini hukuki yarar noktasından uygun görmemesine rağmen, delil yetersizliğinden (CMK. 223/2-e) verilen beraat kararlarının sanığın suçu işlemediğinin sabit olması gerekçesiyle (CMK. 223/b) temyiz edilmesine cevaz vermektedir. Somut olayda ise kişi hakkında verilen beraat kararı kesin kanaate değil de delil yetersizliğine dayanıyor olmasına ve bu yönde temyiz hakkı bulunmasına rağmen başvurucu tarafından bu hak kullanılmamıştır.
Olayda disiplin cezası, 657 sayılı Kanunun 131/2. maddesindeki mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi durumunda da disiplin cezası verilebileceğine ilişkin kanuni yetkiye dayanılarak verilmiştir.
Ayrıca disiplin yaptırımı belirlenirken ceza hukuku anlamında suçluluğun doğrudan sonuçları ortaya çıkmamıştır. Bu bağlamda hürriyeti bağlayıcı veya para cezası niteliğinde bir yaptırım uygulanmamış, bu yönde adli sicil kaydına bir şerh düşülmemiş, ceza muhakemesi giderlerinden sorumlu tutulmamış, mal varlığına ilişkin herhangi bir değer müsadere edilmemiştir.
Disiplin hukuku çerçevesinde muhakkikler vasıtasıyla toplanan deliller değerlendirilerek ilgili hakkında bir disiplin yaptırımına hükmedilmiştir. Hatta hükmedilen bu müeyyide, olayın ceza hukukunda tanımlanan halinin tam karşılığı olan cezadan daha hafif bir cezadır. Zira 657 sayılı Kanunun 125/E-f bendi gereğince Devlet memurunun görevi nedeniyle muhatap olduğu kişilere fiili tecavüzde bulunması ihracı gerektiren bir eylem olmasına rağmen ilgili hakkında daha hafif nitelikteki kınama cezası tertip edilmiştir. Bu durum zımni olarak beraat kararının varlığının gözetilmesi manasına da gelmektedir. Ayrıca öğretmen olan başvurucu görevi gereği çocuklarla sürekli temas içerisindedir. Bu nedenle hükmedilen disiplin cezası Devletin çocukları koruma noktasında taşıdığı pozitif yükümlülüğün bir yansımasıdır. Disiplin uygulamasının konu itibariyle gereksiz ve amaca hizmet etmeyeceğini iddia etmek de mümkün değildir. Çocukların korunması noktasından bakıldığında, disiplin cezası uygulanması Devlet açısından bir hak olmaktan ziyade bir görev niteliği de taşımaktadır.
Ulaşılan bu sonuç beraat kararını etkisizleştirici bir işlev de yerine getirmemektedir. Bölge idare mahkemesince “Baştan yakınıcı öğrencinin yüzüne buz uygulaması şüyuu, tokat atıldığının vukuunu göstermektedir” ibaresinin kullanılmasını masumiyet karinesinin ihlali olarak nitelendirmek de mümkün değildir. Zira bölge idare mahkemesi maddi vakıalardan hareketle ceza mahkemesinin sonuca ulaşırken kullanmadığı bir durumu bir mantık çerçevesinde kendi ulaştığı sonuca gerekçe yapmıştır. Ceza mahkemesi konuya ilişkin şüpheyi, olayın mağdurunun aşamalarda değişen beyanına, olay anına şahit olan okul müdürünün beyanını gözardı ederek, olay anını görmeyen rehber öğretmenin anlatımına dayandırırken, bölge idare mahkemesinin ilgili dairesi kanaatini çok daha farklı bir noktaya, dosya muhtevası itibariyle kesin olarak sübut bulan, çocuğun yüzüne buz tatbik edilmesi gerçeğine dayandırmıştır. Bu kabulün akla mantığa aykırı bir yönü bulunmadığı gibi fahiş bir takdir hatasına kaynaklık ettiğini iddia etmek de mümkün değildir. Bu kabul aynı zamanda beraat kararının hükmünü de ortadan kaldırmış değildir.
Bu sonuca ulaşılması sırasında disiplin mercileri ceza yargılamasında geçerli olandan daha düşük bir sübut eşiği uygulamakta, ceza yargılamasında göz ardı edilen delillere dayanmaktadırlar. Şüphe yok ki disiplin hukukunun en yakın olduğu hukuk dalı ceza hukuku olmakla birlikte gerek varlık nedenleri gerekse düzenledikleri alanlar itibariyle birbirlerinden farklı oldukları izahtan varestedir. Aradaki bu farklılığın oluşmasında ispat vasıtalarının farklı olmasının da katkısı olduğu bir vakıadır.
İki bağımsız yargı organı kendi bakış açılarından aynı olayı değerlendirerek farklı sonuçlara ulaşmışlardır. Her iki disiplinin farklı amaç ve işlevinin bulunduğu dikkate alındığında sonuç farklılaşmasının makul kabul edilmesi gerekmektedir.
Hal böyle olunca somut olayda masumiyet karinesini ihlal eden bir yön bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle başvurucu hakkında uygulanan disiplin cezasının iptali istemiyle açılan davada verilen karardan dolayı masumiyet karinesinin ihlal edilmediği düşüncesiyle çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne dayalı karara iştirak edilmemiştir.
Başkanvekili
Kadir ÖZKAYA
Üye
Muammer TOPAL
Üye
Basri BAĞCI
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
GENEL KURUL
 
KARAR
 
HÜSEYİN SEZER BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/13566)
 
Karar Tarihi: 2/7/2020
R.G. Tarih ve Sayı: 20/10/2020-31280
 
GENEL KURUL
 
KARAR
 
Başkan:Zühtü ARSLAN
Başkanvekili:Hasan Tahsin GÖKCAN
Başkanvekili:Kadir ÖZKAYA
Üyeler:Serdar ÖZGÜLDÜR
  Burhan ÜSTÜN
  Engin YILDIRIM
  Hicabi DURSUN
  Celal Mümtaz AKINCI
  Muammer TOPAL
  M. Emin KUZ
  Rıdvan GÜLEÇ
  Recai AKYEL
  Yusuf Şevki HAKYEMEZ
  Yıldız SEFERİNOĞLU
  Selahaddin MENTEŞ
  Basri BAĞCI
Raportör:Volkan ÇAKMAK
Başvurucu:Hüseyin SEZER
Vekili:Av. Adem AĞGÜN
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; devlet memurluğundan çıkarma disiplin cezasına karşı açılan davada, disiplin işlemine konu olan eylem için yapılan ceza yargılamasında beraat kararı verilmesine rağmen disiplin işleminin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 22/7/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
7. Birinci Bölüm tarafından 28/11/2019 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
A. Ceza Yargılaması Süreci
9. Zabıt kâtibi olarak görev yapan başvurucu hakkında 23/4/2008 tarihinde, gizlilik kararı alınmış dava dosyasının (kaçakçılık soruşturması) fotokopisini çektirmek suretiyle örneğini bir avukata verdiği iddiasıyla gizliliğin ihlali suçundan Nizip 1. Asliye Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) nezdinde kamu davası açılmıştır.
10. Başvurucu ve olayla ilgili olan kişilerin ceza yargılaması sürecinde ifadeleri alınmıştır. Başvurucu, Ceza Mahkemesi kararında yer aldığı şekliyle hakkında gizlilik/kısıtlama kararı verilen soruşturma dosyasıyla hiçbir ilgisinin olmadığını, olay günü Nizip 1. Asliye Ceza Mahkemesine ait 2007/70 Esas sayılı dava dosyasının fotokopisini çektirdiğini, Nizip Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/2932 numaralı soruşturma dosyasının (kısıtlama kararı verilen soruşturma dosyası) fotokopisini çektirmediğini ifade etmiştir. Fotokopi işleminin yapıldığı iddia edilen kırtasiyenin sahibi A.Ü. ifadesinde özetle 23/4/2008 günü öğle saatlerinde bir şahsın elinde bir dosyayla kırtasiyeye gelerek dosyanın fotokopisinin çekilmesini talep ettiğini, dosyanın fotokopisini çektiği sırada şahsın telefonunun çaldığını ve telefon konuşmasından sonra heyecanlanan şahsın fotokopiyi daha sonra alacağını belirterek dosyanın aslını alıp kırtasiyeden çıktığını belirtmiştir. A.Ü., aynı gün saat 19.30 sıralarında biri kısa diğeri uzun boylu iki kişinin kırtasiyeye geldiğini, bu kişilerden uzun boylu olanını öğle saatlerinde gelen kişiye benzettiğini, fotokopi çekme işleminin bitmesi üzerine bu kişilerin 10 TL fotokopi ücretini vererek dışarı çıktıklarını beyan etmiştir. A.Ü., bu kişilerin kendi aralarındaki konuşmalarından şüphelenmesi nedeniyle durumu polis olan arkadaşı M.D.ye bildirdiğini, M.D.nin daha sonra kırtasiyeye gelerek öğle saatlerinde çekilmiş olan fotokopiyi aldığını belirtmiştir. A.Ü., akabinde ise ifadesinin alınması amacıyla karakola götürüldüğünü, kendisinin karakoldan korktuğu için bu kişilerin adliyeden gelen şahıslar olduğunu belirttiğini ancak daha sonra bu kişilerin adliyeden gelen şahıslar olmadığını anladığını ifade etmiştir. Evrakın kendisine verildiği iddia edilen avukat M.A.O., olaydan bir sene kadar önce dosyanın bir suretini almak için mahkemeye dilekçe verdiğini ancak dosyanın 2007/69 Esas sayılı dava dosyasıyla karıştırılması nedeniyle anılan dönemde dosyanın bir suretini alamadığını, daha sonra dosyanın karara çıkma aşamasına gelmesi nedeniyle dosyanın bir suretini alma talebini yeniden mahkeme kalemine söylediğini, dosyayı talep ettiği sırada mahkeme personelinin yoğun olması nedeniyle 2-3 gün içinde dosyanın fotokopisinin çekilebileceğinin kendisine söylendiğini, olay günü saat 19.00 sıralarında başvurucunun kendisini aradığını ve dosyanın fotokopisini çektirdiğini söylediğini, bunun üzerine kırtasiyeye gidip dosyanın fotokopisini aldığını, ayrıca hakkında gizlilik kararı verilen Nizip Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/2932 numaralı soruşturma dosyası ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını ifade etmiştir. Nizip Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/2932 numaralı soruşturma dosyasında yaklaşık yirmi şüphelinin avukatlığını yapan S.Ç., çektirilen fotokopiyi kendisinin almadığını ifade etmiştir.
11. Ceza Mahkemesinin A.Ü. ile başvurucuyu duruşma sırasında yüzleştirmesi üzerine A.Ü., hakkında kısıtlama kararı verilen dosyayı kırtasiyeye getiren kişinin başvurucu olmadığı yönünde beyanda bulunmuştur. Dava kapsamında ifadeleri alınan polis memurları, başvurucuyu hakkında gizlilik kararı verilen dosyayı fotokopi çektirirken bizzat görmediklerini belirtmişlerdir. Mahkeme, başvurucunun telefon kayıtlarını da incelemiş ancak başvurucunun Nizip Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/2932 numaralı soruşturma dosyasında şüpheli olarak bulunan kişilerle herhangi bir telefon görüşmesinin olmadığını tespit etmiştir.
12. Sonuç olarak Nizip 1. Asliye Ceza Mahkemesi 9/7/2008 tarihli kararıyla başvurucuya isnat edilen eylemin sübut bulduğunu ortaya koyacak nitelikte her türlü şüpheden uzak, somut ve inandırıcı delil bulunmadığı gerekçesiyle delil yetersizliğinden başvurucunun beraatine hükmetmiştir. Beraat kararı temyiz edilmeden 17/7/2008 tarihinde kesinleşmiştir.
13. Ayrıca Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü 19/2/2009 tarihli işlemi ile Nizip Cumhuriyet Başsavcılığının beraat kararının kanun yararına bozulması talebini reddetmiştir.
14. Diğer taraftan rüşvet alma ve verme, örgüte bilerek isteyerek yardım etme suçlarından da başvurucu hakkında soruşturma yapılmış ise de yeterli şüphe oluşturacak delilin bulunmadığı gerekçesiyle 20/6/2008 tarihinde Nizip Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
B. Disiplin Cezası ve İdari Yargı Süreci
15. Gaziantep Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu (Komisyon) tarafından başvurucu hakkında aynı eylem nedeniyle 12/5/2008 tarihinde disiplin soruşturması başlatılmıştır. Tanık beyanları, polis ve jandarma tutanakları ile tespit edilen diğer belgeler uyarınca soruşturma sonucunda başvurucunun soruşturmaya konu, gizlilik kararı alınmış dava dosyasının fotokopisini çektirmek suretiyle örneğini bir avukata verme eylemini gerçekleştirdiği kanaatine ulaşılmıştır. Komisyon 12/6/2008 tarihli kararı ile 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125. maddesinin (D) bendinin (k) alt bendi uyarınca açıklanması yasaklanan bilgileri açıklama eyleminden başvurucuya kademe ilerlemesinin durdurulması disiplin cezası verilmesi önerisiyle dosyayı Adalet Bakanlığı Disiplin Kuruluna (Kurul) sunmuştur. Kurul 657 sayılı Kanun'un 125. maddesinin (E) bendinin (g) alt bendi uyarınca eylemi, devlet memurluğundan çıkarma cezası gerektiren devlet memurluğu ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı, utanç verici hareketlerde bulunma fiili kapsamında değerlendirerek 13/1/2009 tarihli kararı ile dosyayı Yüksek Disiplin Kuruluna sevk etmiştir.
16. Adalet Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu 3/3/2010 tarihli işlemiyle başvurucunun 657 sayılı Kanun'un 125. maddesinin (E) bendinin (g) alt bendi uyarınca devlet memurluğundan çıkarma disiplin cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararda, 657 sayılı Kanun'un 131. maddesi uyarınca ceza kovuşturmasında mahkûm olunmamanın disiplin cezası uygulanmasına engel olmadığı belirtilerek olaya ilişkin tanık ifadeleri ile diğer bilgi ve belgelere göre değerlendirme yapılmıştır. Tanık ifadelerine detaylı olarak yer verilen kararda, kırtasiyeci A.Ü.nün adliyede çalıştığını bildiği kişilerin hafta sonu elinde evrakla fotokopi çektirmeye geldiğini, evraktan bir örnek çektirdikten sonra aslını alıp bir örnek daha çoğaltılmasını isteyip adliyeye doğru gittiğini, evraka bakıp jandarma operasyonuna ilişkin belge olması nedeniyle şüphelenip polis M.D.yi arayarak durumu bildirdiğini, M.D.nin talebi üzerine evraklardan bir fotokopi de kendisi için ayırdığını; polis memuru M.D.nin ise kırtasiyecinin kendisini arayarak şüpheli durumu bildirdiğini, bunun üzerine polis arkadaşı N.T.yi arayarak kırtasiyeyi takibe almasını istediğini, kısa bir süre sonra N.T.nin de telefonla geri arayarak kendisine kırtasiyeye ilgililerin girip çıktığını, akabinde adliyede çalışan diğer kişiye ait arabaya bindiklerini, ardından arabanın arka koltuğundan avukat M.A.O.nun evrakla indiğini, daha sonra kırtasiyeye girip A.Ü.den evrak örneğini aldığını ve evrakın jandarma operasyonuna ait olduğunu söylediğini ifade ettiği belirtilmiştir. Kararda, olayın diğer tanıklarının benzer ifadelerine yer verilerek Nizip Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tanıklar A.Ü., N.T. ve İ.A.ya başvurucuya ait fotoğraf teşhisi yaptırıldığı, başvurucunun sözlü savunmasının alındığı, bu savunmada başvurucunun iddiaları kabul etmediği, ceza verilecek ise iyi sicilinin gözetilmesi gerektiğini ve fotokopi çektirdiği dosyanın avukatın farklı bir dosyası olduğunu beyan ettiği ifade edilmiştir. Kararın değerlendirme kısmında, soruşturma dosyası içeriğindeki bilgi ve belgeler ile tanık beyanlarından yola çıkılarak "ilgililerin yapmış olduğu gerek sözlü gerekse yazılı savunmalarında ısrarla olay günü fotokopisini çektirdikleri dosyanın Avukat [M.A.O.nun] vekilliğini yaptığı 2007/70 sayılı dosya olduğunu söyledikleri, ancak bu dosyanın incelenmesinde adı geçen Avukatın talebini 18/04/2007 tarihinde havale ettirdiği, talebin yaklaşık 1 sene sonra hem resmi tatil günü ve hem de saat 19:00 civarlarında her iki ilgilinin birlikte yerine getirmesinin şüphe uyandırdığı, kaldı ki disiplin soruşturması sırasında dinlenen tanıkların beyanları, fotoğraf teşhis tutanağı, tanık kırtasiyeci [A.Ü.] tarafından kolluk güçlerine teslim edilen ilgililerce çektirilen dosyaya ait olduğu iddia edilen yaklaşık 75 sayfalık evrak suretinin Nizip Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/2932 sayılı soruşturma dosyası olması nazara alındığında, ilgililerin hakkında gizlilik kararı verilmiş ve henüz soruşturma aşamasında olan dosyanın fotokopisini gizlice çektirerek avukata verdiklerinin sabit olduğu, ilgililerin uzun süredir Devlet memuru olmaları nedeniyle bu şekilde bir eylemde bulunmaları halinde haklarında uygulanacak idari ve cezai tahkikatın neticesini bilmeleri nedeniyle herhangi bir menfaat temin etmeden yapmalarının hayatın olağan akışına ters olması nedeniyle savunmalara itibar edilmemiştir" denilmiştir. Ayrıca başvurucunun uzun süredir kamu görevi yürütüyor olmasına rağmen disiplinsiz davranışta bulunması, toplumun adalet kurumuna bakış açısı ve temiz toplum özlemi dikkate alınarak alt ceza uygulanmasına yer olmadığı belirtilmiştir.
17. Başvurucu, devlet memurluğundan çıkarma cezasının iptali istemiyle 16/4/2010 tarihinde Gaziantep 2. İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde dava açmıştır.
18. Mahkeme 30/9/2010 tarihli kararıyla işlemi iptal etmiştir. İptal gerekçesinde öncelikle her ne kadar gizliliği ihlal suçu isnadıyla yapılan yargılama sonucu beraat kararı verilmiş ise de bu durumun disiplin hukuku bağlamında değerlendirme yapılarak işlem tesis edilmesine engel teşkil etmediği, başvurucunun yapılan idari soruşturma sonucunda dosyadan fotokopi çektirip avukata verme eylemini gerçekleştirdiği hususunun ortaya konulduğu vurgulanmıştır. Bununla birlikte başvurucunun eyleminin kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiren açıklanması yasak olan bilgi ve belgelerin açıklanması eylemi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtilerek eylemin yanlış nitelenmesi ile tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı şeklinde iptal gerekçesi oluşturulmuştur.
19. Söz konusu iptal hükmü Danıştay Onikinci Dairesinin 31/10/2012 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
" ... adalet teşkilatında kalem hizmetinin bir ekip çalışmasını gerektirdiği, adalet dağıtılmasında aracı olan zabıt katiplerinin topluma ve beraber çalıştığı meslektaşları ile hakim ve savcılara sınırsız bir güven duygusu vermesinin zorunlu olduğu gözönüne alındığında, dava dosyasına sunulan belgeler ile sabit olan bir tatil günü mesai saati sonrasında hakkında gizlilik kararı alınmış bir soruşturma dosyasını hakimin odasından alarak adliyeye yakın bir kırtasiyede fotokopisini çektirmek suretiyle bir örneğini şüphelinin avukatına verme fiilinin 657 sayılı Kanunun 125. maddesinin E bendinin (g) alt bendinde belirtilen 'Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak' fiili kapsamında olduğu açık olup, davacının eyleminin karşılığı olan ceza ile cezalandırılmasında hukuka aykırılık ...bulunmamaktadır."
20. Mahkeme bozma kararına uymuş ve bozma ilamındaki gerekçeyi benimseyerek 23/5/2013 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir.
21. Ret hükmü Danıştay Onikinci Dairesinin 12/2/2014 tarihli kararı ile onanmıştır.
22. Karar düzeltme istemi ise Danıştay Onaltıncı Dairesinin 13/4/2016 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Karar oyçokluğu ile alınmıştır. Azınlıkta kalan üyelerin karşıoy gerekçesinde özetle ceza yargılamasında olayın tek tanığı olan şahsın da başvurucuyu eylemin faili olarak teşhis edemediği dikkate alındığında başvurucuya isnat edilen eylemin her türlü şüpheden uzak ve somut bir şekilde ispatlanamadığı ifade edilmiştir.
23. Başvurucu nihai kararı 30/6/2016 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 22/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
24. 657 sayılı Kanun'un 125. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:
...
g) memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak"
25. 657 sayılı Kanun'un "Cezai kovuşturma ile disiplin kovuşturmasının bir arada yürütülmesi" kenar başlıklı 131. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Aynı olaydan dolayı memur hakkında ceza mahkemesinde kovuşturmaya başlanmış olması, disiplin kovuşturmasını geciktiremez.
Memurun ceza kanununa göre mahküm olması veya olmaması halleri, ayrıca disiplin cezasının uygulanmasına engel olamaz."
26. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Gizliliğin ihlali" kenar başlıklı 285. maddesinin uyuşmazlık konusu olay ve ceza yargılaması süresince yürürlükte bulunan hâli şöyledir:
"Soruşturmanın gizliliğini alenen ihlal eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, soruşturma aşamasında alınan ve kanun hükmü gereğince gizli tutulması gereken kararların ve bunların gereği olarak yapılan işlemlerin gizliliğinin ihlali açısından aleniyetin gerçekleşmesi aranmaz.
 Kanuna göre kapalı yapılması gereken veya kapalı yapılmasına karar verilen duruşmadaki açıklama veya görüntülerin gizliliğini alenen ihlal eden kişi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır. Ancak, bu suçun oluşması için tanığın korunmasına ilişkin olarak alınan gizlilik kararına aykırılık açısından aleniyetin gerçekleşmesi aranmaz.
 Bu suçların basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde, ceza yarı oranında artırılır.
 Soruşturma ve kovuşturma evresinde kişilerin suçlu olarak damgalanmalarını sağlayacak şekilde görüntülerinin yayınlanması halinde, altı aydan iki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur."
B. Uluslararası Hukuk
27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır."
28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin iki boyutu bulunmaktadır. Buna göre ilk boyut, bir suç isnadında bulunulmasından ceza yargılamasının sonuçlanmasına kadar geçen süreci güvence altına almaktadır. İkinci unsur ise mahkûmiyet hükmüyle sonuçlanmayan ceza yargılamalarıyla bağlantılı müteakip yargılamalar bağlamında kişinin masumiyetine saygı gösterilmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Ceza yargılamasının devam ettiği sürece ilişkin ilk unsurun kapsamı sadece ceza yargılamalarının adilliğini temin etmek adına usule ilişkin bir güvence olmakla sınırlı değildir. Bu ilke daha geniş kapsamlı olup hiçbir devlet temsilcisinin kişinin suçluluğu bir mahkeme tarafından tespit edilmeden o kişinin suçlu olduğuna ilişkin bir ifadede bulunmamasını gerektirir. Masumiyet karinesi yalnızca ceza yargılamaları bağlamında değil ceza yargılamaları ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer davalarda ya da disiplin incelemelerinde de ihlal edilebilecek niteliktedir. Bu bağlamda, masumiyet karinesinin korunmasına ilişkin ikinci boyut ceza yargılamaları mahkûmiyetten başka bir şekilde sonlandığı zaman devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda suç ile ilgili olarak kişinin masumiyetine ilişkin şüphe duyulmamasını gerektirir (Kemal Coşkun/Türkiye, B. No: 45028/07, 28/3/2017, §§ 41, 43; Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018, § 43).
29. Seven/Türkiye kararına konu olayda polis memuru olan başvurucu kendisinden yardım isteyen sarhoş bir konsomatrisi evine bıraktıktan sonra ona tecavüz ettiği suçlamasıyla yargılanmıştır. Yargılama sonucunda ceza mahkemesi cinsel ilişkinin rıza dışı gerçekleştiğine ilişkin yeterli delil bulunmadığı kanaatine vararak başvurucunun beraatine karar vermiştir. Bu arada başvurucu hakkında paralel bir şekilde disiplin soruşturması da açılmıştır. Soruşturma sonucunda başvurucu tecavüz fiilini işlediği sabit görülerek meslekten ihraç edilmiştir. Başvurucunun idari yargıda açtığı iptal davasında idare mahkemesi davayı reddetmiştir. İdare mahkemesinin, gerekçesinde, başvurucunun rıza dışı cinsel ilişkiye girdiğinin sabit olduğu belirtilmiştir. Mahkeme kararı Danıştay tarafından onanmıştır. Yargılama süreci karar düzeltme aşamasında iken başvurucu, ceza mahkemesince beraat ettirildiğine ilişkin kararı Danıştaya ibraz ederek iki yargı kolu arasında çelişki oluştuğuna işaret etmiştir. Ancak Danıştay bu kararla ilgili olarak hiçbir değerlendirme yapmadan kararın düzeltilmesi istemini reddetmiştir (Seven/Türkiye, §§ 7-31). AİHM buna ilişkin başvuruda masumiyet karinesinin her iki boyutunu da incelemiştir. Soruşturmanın ceza kanununda suç olarak nitelenen tecavüz fiili nedeniyle başlatıldığını hatırlatan AİHM şunları ifade etmiştir:
- Emniyet Teşkilatı Disiplin Tüzüğü'nün (Tüzük) 8. maddesinin birinci fıkrasının (6) numaralı bendinde yasaklanan ve disiplin suçu olarak düzenlenen fiiller aynı zamanda cezai manada da suç teşkil etmektedir. Fakat mevzuatta idari makamların bu fiiller sebebiyle bu maddeye dayanarak disiplin yaptırımı uygulayabilmesi için ceza mahkûmiyeti kararının bulunmasının gerekip gerekmediğine ilişkin bir belirleme mevcut değildir. Kanunda bir açıklığın bulunmaması sebebiyle disiplin ve ceza sorumlulukları arasındaki çizgi, soruşturmanın başından beri bulanık hâle gelmiştir.
- Ayrıca disiplin makamlarının ihraç kararında başvurucuyu sanık olarak, fiilini de cinsel saldırı olarak nitelendirdikleri gözetildiğinde bu değerlendirmenin disiplin alanıyla sınırlı tutulmasına dair herhangi bir şartın aranmaması disiplin otoritelerinin başvurucunun derdest ceza yargılamasıyla ilgili olarak masumiyet karinesini ihlal ettiği sonucuna varılmasına yol açmıştır. Dahası Danıştay tarafından da onanan idare mahkemesi kararında başvurucunun fiili "rızası olmaksızın S.K. ile cinsel ilişkiye girme" şeklinde tanımlanmıştır. AİHM'e göre bu ifade başvurucunun tecavüz suçlusu olarak ilan edilmesi mahiyeti taşımaktadır. AİHM bu ifadenin başvurucuya suç atfedilmesi niteliğinde olmadığı hususunda Hükûmetle hemfikir değildir. Söz konusu ifadeler her zaman kendi bağlamı içinde değerlendirilmelidir. Başvurucunun ihracının kanuni temelini oluşturan Tüzük'ün 8. maddesinin birinci fıkrasının (6) numaralı bendindeki fiillerden birinin tecavüz ve cinsel saldırı olduğu ve idare mahkemesinin olayları özetleme şekli gözetildiğinde disipline ilişkin bu davada kullanılan başvurucunun S.K. ile rızası dışında cinsel ilişkiye girdiği ifadesinin kararı, okuyanda başvurucunun S.K.ya tecavüz suçunu işlediği izleniminin oluşmasına yol açmaktadır (Seven/Türkiye, § 54).
AİHM aynı olayda masumiyet karinesinin ikinci boyutunun da ihlal edildiğine hükmetmiştir. AİHM özetle şunları ifade etmiştir:
- Olay tarihinde Danıştayın görevinin hem temyiz incelemesi yaparken hem de kararın düzeltilmesi talebini incelerken idare mahkemesi kararının hukuka uygunluğunu denetlemeyi ve tarafların uyuşmazlığın esasıyla ilgili iddialarının yeterince karşılanıp karşılanmadığını incelemeyi kapsadığı not edilmelidir. Başvurucu, ceza yargılamasında hakkındaki tüm suçlamalardan beraat ettiğini ve bu nedenle Tüzük'ün 8. maddesinin birinci fıkrasının (6) numaralı bendine dayanılarak gerçekleştirilen ihraç işleminin artık hukuka uygun kabul edilemeyeceğini Danıştayda (karar düzeltme aşamasında) açık bir biçimde ileri sürmüştür. Bu arka plan gözetildiğinde Danıştayın -başvurucu ceza davasında beraat ettiği hâlde- disiplin makamlarının ve idare mahkemesinin değinilen gerekçelerinin neden hukuka uygun olmayı sürdürdüğünü açıklama yükümlülüğü bulunmaktadır. Başvurucunun şikâyet ettiği, iki çelişkili karar verildiği durumun ortaya çıkmasını önlemenin tek yolu budur. Danıştay sessiz kalmak suretiyle Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesini zedelediği tespit edilen önceki gerekçeyi düzeltme fırsatını kaçırmış ve başvurucunun masumiyetine gölge düşürmüştür (Seven/Türkiye, § 56).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 2/7/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
31. Başvurucu, beraat kararı ile sonuçlanan ceza yargılamasına konu eylemi nedeniyle memuriyetten çıkarılmasının masumiyet karinesini; üzerine atılı eylemi işlediğini gösteren tek bir delil olmamasına rağmen memuriyetten çıkarılmasının adil yargılanma hakkı ile cezaların yasallığı ve hukuki güvenlik ilkelerini ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca 2017 ve 2018 yılları içinde toplam dört ek beyan dilekçesi sunmuştur. Başvurucu bu dilekçelerde aynı olay nedeniyle mesai arkadaşı hakkında tesis edilen disiplin işleminin iptal edildiğini ancak kendisi hakkında tesis edilen işlemin hukuka uygun bulunduğunu, yargılama sürecinde görev alan yargıçların Fethullahçı Terör Örgütü ile irtibatlı oldukları iddiasıyla meslekten çıkarıldığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
32. Bakanlık, görüş yazısında öncelikle konuya ilişkin mevzuat hükümlerine yer vermiş ve Anayasa Mahkemesi ile AİHM'in masumiyet karinesine ilişkin kararlarına atıfta bulunmuştur. Görüş yazısında, ceza davasının sonucundan bağımsız olarak disiplin soruşturması sonucu elde edilen somut bulgular uyarınca, yürütülen görevin hassasiyetinin dikkate alınması suretiyle başvurucunun memuriyetten çıkarılmasına ilişkin işlemin tesis edildiğinin görüldüğü ve İdare Mahkemesinin gerekçesinde, ceza davasının neden beraatle sonuçlandığına ilişkin bir yorum yapılmadan sadece başvurucunun yargılanmasına neden olan fiilin vasıf ve mahiyeti ile icra edilen görevin niteliklerine atıf yapıldığının anlaşıldığı vurgulanmıştır. Görüş yazısında sonuç olarak başvurucunun gizliliğin ihlali suçundan yapılan yargılama neticesinde delil yetersizliğinden beraatine karar verilmiş ise de disiplin hukukunun farklı kural ve ilkelere tabi olduğu, başvurucu hakkında yürütülen disiplin soruşturmasında ulaşılan somut verilere dayanılarak devlet memurluğundan çıkarma disiplin cezası verildiği ve İdare Mahkemesi kararı gerekçesinde yapılan tespitlerin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
33. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresi içinde beyanda bulunmuştur. Başvurucunun beyanı, bireysel başvuru formunda ve ek beyan dilekçelerinde ifade ettiği hususların tekrarı niteliğindedir.
B. Değerlendirme
34. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
35. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz."
36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, masumiyet karinesinin yanı sıra cezaların yasallığı ve hukuki güvenlik ilkelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucunun şikâyetinin özü, kesinleşmiş beraat kararına karşın beraat kararına konu eylem esas alınarak memuriyetten çıkarılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkin bulunduğundan başvuru bu kapsamda değerlendirilmiştir.
37. Ayrıca başvurucunun ek beyan dilekçeleriyle yeni bir başvuru yapmadan ve harç ödemeden öne sürdüğü, bireysel başvuru formunda yer almayan yeni ihlal iddialarının değerlendirilmesi mümkün değildir. Aksinin kabulü hâlinde bir kez bireysel başvuru yapıldıktan sonra başvuru sonuçlandırılıncaya kadar başvuru dosyasına her türlü hak taleplerinin sunulması kaçınılamaz bir hâl alır ve bireysel başvuru için öngörülen usul kuralları da anlamsız hâle gelir (Ümüt Demir, B. No: 2012/1000, 18/9/2014, § 31). Başvurucunun koşulları bulunduğu takdirde yeni ihlal iddialarına ilişkin ayrı bir başvuru yapma imkânı her zaman mümkündür. Bu nedenle başvurucunun sonradan ileri sürdüğü bu şikâyetler yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmayacaktır.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
38. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
39. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesinde "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı[nın] metne dahil" edildiği belirtilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesine söz konusu ibarenin eklenmesinin amacının Sözleşme'de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54). Bu itibarla Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği belirlenirken Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).
40. Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bir suçla itham edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılacağı düzenlenmiştir. Masumiyet karinesi, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağı belirtilmek suretiyle Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Adem Hüseyinoğlu, B. No: 2014/3954, 15/2/2017, § 33).
41. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki boyutu bulunmaktadır. Güvencenin ilk boyutu kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu boyutunun kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 39). Güvencenin ikinci boyutu ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip Şahin, § 40).
42. Masumiyet karinesine ilişkin anayasal güvencelerin harekete geçirilebilmesi için kural olarak kişinin suç isnadı altında bulunması gerekmektedir. Bununla birlikte masumiyet karinesinin ikinci boyutuna ilişkin güvencelerin uygulanabilmesi, kişinin hâlihazırda suç isnadı altında bulunmasını zorunlu kılmamaktadır. Ancak ceza yargılamasının sonuçlanmasından sonra başlayan veya ceza yargılaması henüz sonuçlanmadan başlasa bile ceza yargılamasının kesinleşmesinden sonra da devam eden medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalarda masumiyet karinesinin uygulanabilmesi için başvurucunun söz konusu medeni yargılama ile hakkında yürütülen ve sona eren ceza yargılaması arasında bağlantı bulunduğunu göstermesi gerekmektedir. Medeni hak yargılamasında, ceza yargılamasında verilen kararın sonucunun dikkate alındığı ve değerlendirildiği veya ceza dosyasında yer alan delillerin irdelendiği ya da başvurucunun hakkındaki suçlamayı doğuran olaylara dahli ile ilgili irdelemelerde bulunulduğu veyahut başvurucunun muhtemel suçluluğuyla ilgili yorum yapıldığı hâllerde söz konusu bağlantının var olduğu kabul edilebilir. Bununla birlikte hukuk yargılaması ile ceza yargılaması arasındaki bağlantının varlığına işaret eden olguların tüketme yoluyla sayılmasının mümkün olmadığı, bunların kararların verildiği yargılamaların türüne ve içeriğine göre değişebileceği kabul edilmelidir. Ancak bağlantının varlığı değerlendirilirken kararda kullanılan dilin kritik öneme sahip olacağı vurgulanmalıdır (benzer değerlendirmeler için bkz. S.M. [GK], B. No: 2016/6038, 20/6/2019, § 38).
43. Somut olayda başvurucunun ihlal iddiası, devlet memurluğundan çıkarma işleminin iptali istemiyle açtığı davada çıkarma işlemine konu eylem nedeniyle yapılan ceza yargılamasında beraat kararı verilmesine karşın İdare Mahkemesince eylemin sabit görülerek işlemin hukuka uygun bulunmasına ilişkindir. Gerek Mahkeme kararında gerekse disiplin makamlarının işlemlerinde beraat kararı ile sonuçlanan ceza yargılamasına konu eylemlerle ilgili olarak değerlendirme yapıldığı gözlemlenmektedir. Bu değerlendirmeler -herhangi bir ihlale yol açıp açmadıkları hususu aşağıda değerlendirilecek olmakla birlikte- disiplin işleminin denetlendiği yargı süreci ile ceza yargılaması arasında bağlantının bulunduğu sonucuna ulaşılması bakımından yeterli görülmüştür. Bu bağlamda masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin ikinci yönünün devreye girdiği somut başvuruda Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinin uygulanabileceği sonucuna varılmaktadır. Bu itibarla ihlal iddialarının Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanının kapsamında yer aldığı, bir başka ifadeyle başvurunun Anayasa ve Sözleşme hükümleriyle konu bakımından bağdaşmazlık göstermediği anlaşılmaktadır.
44. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
45. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
46. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesi, ceza soruşturmasıyla hem zamanlı olarak kişi hakkında disiplin soruşturması yürütülmesine engel teşkil etmediği gibi hakkındaki ceza soruşturmasının kovuşturmaya yer olmadığı, beraat, düşme gibi mahkûmiyet dışındaki bir hüküm ile sonuçlanması kişiye disiplin yaptırımı uygulanmasına veya bu kişinin başka türlü sorumluluğuna gidilmesine de mani oluşturmaz (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. M.E.T., B. No: 2014/11920, 3/7/2018, § 61).
47. Bu bağlamda beraat eden kişi aleyhine disiplin soruşturması başlatılması ve kişiye disiplin cezası uygulanması -disiplin cezası ne kadar ağır olursa olsun- kişinin suçlu ilan edildiği hükmüne varılabilmesi için yeterli değildir. Aynı şekilde ceza yargılamasındaki delillerin disiplin soruşturmasında kullanılması da kendi başına masumiyet karinesini ihlal etmez. Aksi takdirde beraat kararına, mağdurların haksız fiil ve benzeri hukuki sebeplere dayanarak zararlarını gidermek için tazminat davası açma hakkını, idarenin de idari düzeni sağlamak için disiplin cezası ve diğer idari tedbirleri uygulama yetkisini ortadan kaldıracak şekilde arzulanandan öte bir anlam yüklenmiş olur. Bu durum beraat eden kişi lehine amacından saptırılmış bir keyfîliğe yol açar. Aynı şekilde bu yaklaşım, beraat eden kişiye kendi fiilinin tazminat hukukuna ve idare hukukuna ilişkin sonuçlarından da kaçınma avantajı sağlar. Anayasa'nın 36. maddesi veya başka herhangi bir maddesi masumiyet karinesinin bu şekildeki bir yorumuna geçerlilik sağlamamaktadır (Barış Baş [GK], B. No: 2016/14253, 2/7/2020, § 55).
48. Ceza muhakemesi hukuku ve disiplin hukuku farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Disiplin hukuku kurumun iç düzenini korumayı amaçlayan ve bunun için kamu görevlilerinin mevzuata, çalışma düzenine, hizmetin gereklerine aykırı fiillerine yönelik olarak uygulanacak yaptırımları ve bu yaptırımların uygulanmasındaki usul ve esasları düzenleyen bir hukuk alanıdır. Bazı hâllerde ise kamu görevlisinin fiili ceza hukuku kapsamında suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin hukuku yönünden de sorumluluk gerektiren bir mahiyet taşıyabilir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş, B. No: 2013/6879, 2/12/2015, § 25; Kürşat Eyol, § 30).
49. Cezai sorumluluğunun bulunmadığı tespit edilmiş veya ceza sorumluluğu ortadan kalkmış olsa dahi aynı olaylar nedeniyle -daha hafif bir ispat külfeti temelinde- kişi hakkında başka tür bir sorumluluğun tesis edilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır. Bu bağlamda ceza yargılamasına konu maddi olay ve olguların disiplin hukuku esasları çerçevesinde diğer kamu makamlarınca (idari/adli) ayrıca değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucunda ulaşılacak kanaate göre işlem/karar tesis edilmesi mümkündür (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş, § 25; Kürşat Eyol, § 30, Galip Şahin, § 48).
50. Adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak kişiyi suçlu ilan etmesi veya bu bağlamda birtakım çıkarımlarda bulunması masumiyet karinesinin ihlaline yol açabilir. Masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının tespiti yapılırken ise kararın gerekçesinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir (Galip Şahin, § 48; M.I., B. No: 2012/1268, 30/12/2014, § 50). Bu kapsamda karar vericilerin kullandıkları dil kritik önem taşır (Mustafa Kıvrak, B. No: 2013/3175, 20/2/2014, § 36). Kamu makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza mahkemeleri tarafından suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge düşürülmesine sebebiyet vermemeleri gerekmektedir (Galip Şahin, § 47).
51. İdari makamlarca veya mahkemelerce salt bir kimsenin suç isnadı altında olduğunun ifade edilmesi masumiyet karinesini zedelemez. Bu bakımdan kişinin suç isnadı altında olduğunun belirtilmesi ile hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmadığı hâlde onun mahkûm olduğunun kesin bir dille ifade edilmesi veya bu yönde kanaat oluşmasına yol açacak nitelikte açıklamalarda bulunulması arasındaki ayrıma özen gösterilmelidir. İkincisi masumiyet karinesinin ihlaline yol açarken ilki kural olarak masumiyet karinesi yönünden bir sakıncaya neden olmayabilir (Barış Baş, § 59).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
52. Başvurucu, hakkında gizlilik kararı alınmış dosyadan örnek almak suretiyle bir avukata verdiği iddiasıyla gizliliği ihlal suçundan Nizip 1. Asliye Ceza Mahkemesinde yargılanmış ve 9/7/2008 tarihli kararla delil yetersizliği gerekçesiyle beraat etmiştir.
53. Aynı nedenle hakkında açılan disiplin soruşturması sonucunda ise başvurucunun memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunduğu sonucuna ulaşılarak 3/3/2010 tarihli işlemle devlet memurluğundan çıkarma disiplin cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bu işlem mahkeme tarafından hukuka uygun bulunmuştur.
54. Başvurucu gizliliğin ihlali suçu isnadı ile yapılan yargılamada beraat ettiğinden başvurucunun üzerine atılı suç yönünden kendisi hakkında aynı olay örgüsü esas alınarak yürütülen diğer hukuki/idari/yargısal süreçlerde de masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin (ikinci yönünün) koruması altında bulunduğu açıktır.
55. Disiplin suçuna ve ceza yargılamasına konu eylemlerin aynı olduğu hâllerde disiplin soruşturmasıyla ilgili uyuşmazlıklara bakan idari mahkemelerin fiilin sübutuyla ilgili olarak ceza mahkemesinin ulaştığı kanaate saygı göstermesi ve bunu sorgulayacak ifadeler kullanmaması beklenir. Aksi takdirde kişinin ceza mahkemesinde beraat etmiş olmasının bir anlamı kalmaz. Bu bakımdan idari mahkemeler dâhil devletin diğer otoritelerinin beraat kararından şüphe duyulmasına yol açacak biçimde hareket etmekten kaçınmaları gerekir (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Barış Baş, § 62).
56. Ceza yargılaması sonucunda delil yetersizliği gerekçesiyle beraat eden başvurucunun kendisine suçlu muamelesi yapılmadan, disiplin kurallarına aykırı eylemi usule uygun bir şekilde tespit edildiği takdirde idari yaptırıma tabi tutulması mümkündür. Bu bağlamda başvurucunun yukarıda aktarılan ilkeler çerçevesinde disiplin süreci nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediğinin değerlendirilebilmesi adına adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak başvurucuyu suçlu ilan edip etmediği, disiplin hukuku ilke ve kuralları içinde kalınarak değerlendirme yapılıp yapılmadığı ve kullanılan dil itibarıyla başvurucunun masumiyeti üzerine gölge düşürülüp düşürülmediği açıklığa kavuşturulmalıdır.
57. Somut disiplin sürecine bakıldığında nihai işlem olan 3/3/2010 tarihli Yüksek Disiplin Kurulu kararında ayrıntılı bir değerlendirme bulunmaktadır. Bu değerlendirmede soruşturma sürecinde alınan ifadelere, ceza kovuşturması sürecinde yapılan bazı tespitlere ve başvurucunun savunması gibi delillere yer verilmiştir. Yargı sürecinde de işlemin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşılırken " .. dava dosyasına sunulan belgeler ile sabit olan bir tatil günü mesai saati sonrasında hakkında gizlilik kararı alınmış bir soruşturma dosyasını hakimin odasından alarak adliyeye yakın bir kırtasiyede fotokopisini çektirmek suretiyle bir örneğini şüphelinin avukatına verme fiilinin 657 sayılı Kanunun 125. maddesinin E bendinin (g) alt bendinde belirtilen 'Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak' fiili kapsamında olduğu açık olup... " ifadeleri karar gerekçesinde yer almıştır.
58. Kullanılan ifadelere bakıldığında ceza mahkemesi kararında ulaşılan sonucun tartışmaya açılmasının yanında kararı okuyanlarda başvurucunun üzerine atılı suçu işlediği izleniminin oluşmasına sebebiyet verildiği görülmektedir. Bu durumda beraat kararı anlamsız hâle gelmiş ve başvurucunun masumiyetine gölge düşürülmüş; öte yandan iki yargı kolu arasında başvurucunun gizliliğin ihlali suçunu işleyip işlemediğiyle ilgili olarak çelişkili kararların ortaya çıkmasına sebep olunmuştur. Dolayısıyla masumiyet karinesinin ikinci boyutu ihlal edilmiştir (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Barış Baş, § 65).
59. Ayrıca Ceza Mahkemesinin ulaştığı kanaatin isabetli olmadığının veya hatalı olduğunun düşünülmesinin, İdare Mahkemesinin başvurucunun masumiyetine saygı gösterme yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığı vurgulanmalıdır. Ceza Mahkemesi kararındaki isabetsizlik masumiyet karinesine istisna getirilmesini gerektiren bir durum değildir. Masumiyet karinesine saygı gösterilmesindeki kamusal yarar, bazı durumlarda haksızlık teşkil eden fiili işleyenin disiplin yönünden yaptırımsız kalmasını bile haklılaştıracak derecede önemlidir (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Barış Baş, § 66).
60. Netice itibarıyla kullanılan ifadeler nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği kanaatine varılmıştır.
61. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Kadir ÖZKAYA, Muammer TOPAL ve Basri BAĞCI bu görüşe katılmamışlardır.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
62. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
63. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ve yargılamanın yenilenmesine hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
64. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
65. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
66. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük'ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
67. İncelenen başvuruda masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
68. Bu durumda masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Gaziantep 2. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
69. İşbu ihlal kararının başvurucu tarafından açılan davaların esasıyla ilgili herhangi bir değerlendirme içermediği vurgulanmalıdır. Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirttiği ihlal gerekçelerini de gözeterek söz konusu işlemle ilgili olarak yeniden bir değerlendirme yaparak gereken kararı vermek İdare Mahkemesinin takdirindedir.
70. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci ve 38. maddesinin dördüncü fıkralarında güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE Kadir ÖZKAYA, Muammer TOPAL ve Basri BAĞCI'nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması amacıyla Gaziantep 2. İdare Mahkemesine (E.2013/859, K.2013/624) GÖNDERİLMESİNE,
D. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 2/7/2020 tarihinde karar verildi.
 
 
 
KARŞI OY
Barış Baş başvurusuna ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nda verilen kararda (Barış Baş - GK, B. No: 2016/14253, 2/7/2020) kullandığımız karşı oyumuzda belirttiğimiz hukuki neden ve gerekçelerle, eldeki somut olaya ilişkin çoğunluk görüşüne dayalı karara katılmıyoruz.
Başkanvekili
Kadir ÖZKAYA
Üye
Muammer TOPAL
Üye
Basri BAĞCI
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
AHMET ERDEMİR BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/10891)
 
Karar Tarihi: 9/9/2020
R.G. Tarih ve Sayı: 8/12/2020-31328
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
Başkan:Kadir ÖZKAYA
Üyeler:Celal Mümtaz AKINCI
  M. Emin KUZ
  Yıldız SEFERİNOĞLU
  Basri BAĞCI
Raportör:Zeynep KARAKOÇ DOĞANOĞLU
Başvurucu:Ahmet ERDEMİR
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, disiplin cezasına karşı açılan iptal davasında ceza yargılaması sonucu verilen beraat kararının dikkate alınmaması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 7/6/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Tapu ve Kadastro Bölge Müdürlüğünde mutemet olarak görev yapmaktadır.
A. Başvurucu Hakkındaki Ceza Soruşturması Süreci
9. Başvurucu, doğrudan temin yöntemi ile akaryakıt alımlarına ilişkin işlemleri 2006-2008 yılları arasında yürütmüştür. Bu alımlarda ihaleye fesat karıştırıldığı yolundaki ihbarlar üzerine Edirne İl Emniyet Müdürlüğünce harekete geçilmiş, on beş farklı ihaleye fesat karıştırılmasına ilişkin bilgi ve belgeler Edirne Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) bildirilmiştir.
10. Başvurucu 10/4/2008 tarihinde tutuklanmış ve ihaleye fesat karıştırma suçundan hakkında iddianame düzenlenmiştir. Savcılık; daha sonra suç işlemek amacıyla örgüt kurma, özel belgede sahtecilik ve suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçlarından da ek iddianame düzenlemiştir.
11. İdarenin olaylardan haberdar olması üzerine idari soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma sonucunda düzenlenen 8/5/2008 tarihli soruşturma raporunda, başvurucunun gerçekleştirme görevlisi olarak söz konusu alımlarla ilgili tüm işlemleri yaptığı ve tüm evrakı hazırladığı belirtilmiştir. Bu dönemde yapılan akaryakıt ihalelerinde teklif mektubu veren bazı şirket yetkililerinin ifadelerinde teklif mektuplarındaki imza ve el yazılarının kendilerine ait olmadığını beyan ettiği, yapılan incelemede teklif mektuplarının sahte olduğu tespitlerine yer verilmiştir. Raporda, başvurucunun aynı eylemi dolayısıyla yargılandığı Edirne 2. Ağır Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) verilecek kararla hüküm giymesi durumunda devlet memurluğundan çıkarma cezası ile cezalandırılması yolunda teklif getirilmiştir.
12. Ceza Mahkemesinin 11/11/2009 tarihli kararı ile başvurucunun ihaleye fesat karıştırma, örgüt kurma ve örgüte üye olma suçlarının unsurları oluşmadığından beraatine, bazı ihalelerde başka şirketlerin de teklif vermiş gibi gösterilmesi amacıyla sahte özel belge düzenleme ve kullanma suçuna iştirak ettiği gerekçesiyle diğer sanıklarla birlikte hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Bununla birlikte bu cezalar nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı verildiği anlaşılmıştır.
13. Savcılık ve Hazine vekili beraat hükmünü temyiz etmiştir. Yargıtay 5. Ceza Dairesi 1/10/2013 tarihli ilamıyla ihaleye fesat karıştırma suçundan verilen beraat kararını eksik soruşturmayla beraat kararı verildiği gerekçesiyle bozmuştur. Yeniden yapılan yargılama sonucunda Ceza Mahkemesi 19/12/2014 tarihli kararıyla tekrar beraat kararı vermiş, bu karar da temyiz edilmeden kesinleşmiştir.
B. Disiplin Cezasına Karşı Açılan İptal Davası Süreci
14. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Disiplin Kurulu 16/7/2008 tarihli kararıyla başvurucuya 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125. maddesinin birinci fıkrasının (D) bendinin (f) alt bendinde yer alan "Gerçeğe aykırı rapor ve belge düzenleme" fiilini işlediği gerekçesiyle bir yıl süreyle kademe ilerlemesinin durdurulması cezası verilmesine karar vermiştir.
15. Başvurucu, anılan işlemin iptali istemiyle Edirne İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 28/4/2010 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
".. davacının aynı eylemi sebebiyle yargılandığı Ağır Ceza Mahkemesinde özel belgede sahtecilik suçundan suçlu bulunarak hüküm giymiş olması ve soruşturma raporundaki tespitler, tanık ifadeleri ve diğer bilgi ve belgelere göre davacının üzerine atılı bulunan gerçeğe aykırı belge düzenlemek suçunu diğer sanıklarla birlikte iştiraken işlediği sonucuna varıldığından bu eylemi nedeniyle verilen disiplin cezasında hukuka aykırılık görülmemiştir."
16. Başvurucunun ceza davasında beraat ettiğini, bir başka ifadeyle suçluluğunun hükmen sabit olmadığını, bu sebeple mahkeme kararının bozulması gerektiğini ifade ettiği temyiz istemi Danıştay Onikinci Dairesinin (Daire) 13/11/2014 tarihli kararıyla reddedilerek mahkeme kararı onanmıştır. Karar düzeltme istemi de Dairenin 31/3/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 26/5/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu 7/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
18. 657 sayılı Kanun'un "Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller" kenar başlıklı 125. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Kademe ilerlemesinin durdurulması: Fiilin ağırlık derecesine göre memurun, bulunduğu kademede ilerlemesinin 1 - 3 yıl durdurulmasıdır.
...
f) Gerçeğe aykırı rapor ve belge düzenlemek
..."
19. 657 sayılı Kanun'un 125. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Geçmiş hizmetleri sırasındaki çalışmaları olumlu olan ve ödül veya başarı belgesi alan memurlar için verilecek cezalarda bir derece hafif olanı uygulanabilir."
20. 657 sayılı Kanun'un "Disiplin cezası vermeye yetkili amir ve kurullar" kenar başlıklı126. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezaları disiplin amirleri tarafından; kademe ilerlemesinin durdurulması cezası, memurun bağlı olduğu kurumdaki disiplin kurulunun kararı alındıktan sonra, atamaya yetkili amirler il disiplin kurullarının kararlarına dayanan hallerde Valiler tarafından verilir."
21. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Özel belgede sahtecilik" kenar başlıklı 207. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Bir özel belgeyi sahte olarak düzenleyen veya gerçek bir özel belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren ve kullanan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."
B. Uluslararası Hukuk
1. İlgili Sözleşme
22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir..."
"Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
23. İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. Didem Ekşiler, B. No: 2014/11453, 9/1/2019, §§ 29-35.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 9/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
25. Başvurucu; imza ve kaşeler üzerinde adli tıp incelemesi yapılması yolundaki taleplerinin gerek ceza davasında gerekse idare mahkemesinde dikkate alınmadığını, hangi gerekçelerle taleplerinin reddedildiğinin belirtilmediğini, Mahkemenin ret kararı ile Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının birbirleriyle çeliştiğini, suçu olmadığı hâlde disiplin cezası alması nedeniyle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin de ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu; her ne kadar gerekçeli karar hakkı ile suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiş ise de anılan şikâyetin içeriği incelendiğinde başvurucunun şikâyetinin özünün ceza yargılamasının beraat kararı ile sonuçlanmış olmasına, disiplin cezasının iptal edilmemesine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Bu bakımdan başvurucunun iddialarının masumiyet karinesi bakımından incelenmesi gerekmektedir.
27. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
28. Anayasa'nın "Suç ve cezalara ilişkin esaslar" 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
29. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
30. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesinde "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı[nın] metne dahil" edildiği belirtilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesine söz konusu ibarenin eklenmesinin amacının Sözleşme'de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54). Bu itibarla Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği belirlenirken Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).
31. Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bir suçla itham edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılacağı düzenlenmiştir. Masumiyet karinesi, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağı belirtilmek suretiyle Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Adem Hüseyinoğlu, B. No: 2014/3954, 15/2/2017, § 33).
32. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki boyutu bulunmaktadır. Güvencenin ilk boyutu kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu boyutunun kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 39). Güvencenin ikinci boyutu ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip Şahin, § 40).
33. Masumiyet karinesine ilişkin anayasal güvencelerin harekete geçirilebilmesi için kural olarak kişinin suç isnadı altında bulunması gerekmektedir. Bununla birlikte masumiyet karinesinin ikinci boyutuna ilişkin güvencelerin uygulanabilmesi, kişinin hâlihazırda suç isnadı altında bulunmasını zorunlu kılmamaktadır. Ancak ceza yargılamasının sonuçlanmasından sonra başlayan veya ceza yargılaması henüz sonuçlanmadan başlasa bile ceza yargılamasının kesinleşmesinden sonra da devam eden medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalarda masumiyet karinesinin uygulanabilmesi için başvurucunun söz konusu medeni yargılama ile hakkında yürütülen ve sona eren ceza yargılaması arasında bağlantı bulunduğunu göstermesi gerekmektedir. Medeni hak yargılamasında, ceza yargılamasında verilen kararın sonucunun dikkate alındığı ve değerlendirildiği veya ceza dosyasında yer alan delillerin irdelendiği ya da başvurucunun hakkındaki suçlamayı doğuran olaylara dahli ile ilgili irdelemelerde bulunulduğu veyahut başvurucunun muhtemel suçluluğuyla ilgili yorum yapıldığı hâllerde söz konusu bağlantının var olduğu kabul edilebilir. Bununla birlikte hukuk yargılaması ile ceza yargılaması arasındaki bağlantının varlığına işaret eden olguların tüketme yoluyla sayılmasının mümkün olmadığı, bunların kararların verildiği yargılamaların türüne ve içeriğine göre değişebileceği kabul edilmelidir. Ancak bağlantının varlığı değerlendirilirken kararda kullanılan dilin kritik öneme sahip olacağı vurgulanmalıdır (benzer değerlendirmeler için bkz. S.M. [GK], B. No: 2016/6038, 20/6/2019, § 38).
34. Somut olayda başvurucu ceza yargılamasında yargılandığı bazı suçlardan beraat etmesine, bazı suçlardan ise HAGB kararı verilmesine rağmen Mahkeme kararlarında yer alan ifadelerin kendisinin suçlu olduğu inancına yol açtığından yakınmıştır. Dolayısıyla başvurucunun şikâyetinin masumiyet karinesinin ikinci boyutuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Mahkeme kararında başvurucu hakkında yürütülen ceza soruşturması kapsamındaki suçlamayla ilgili olarak değerlendirme yapıldığına işaret eden ibarelerin bulunduğu gözlemlenmektedir. Sözü edilen ibarelerin varlığı -herhangi bir ihlale yol açıp açmadıkları hususu aşağıda değerlendirilecek olmakla birlikte- idari yargılama ile ceza yargılaması arasında bağlantının bulunduğu sonucuna ulaşılması bakımından yeterli görülmüştür. Dolayısıyla masumiyet karinesinin ikinci boyutunun somut olayda uygulanabilir olduğu kanaatine varılmıştır.
35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
36. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez; suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
37. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesi, ceza soruşturmasıyla eş zamanlı olarak kişi hakkında disiplin soruşturması yürütülmesine engel teşkil etmediği gibi hakkındaki ceza soruşturmasının kovuşturmaya yer olmadığı, beraat, düşme gibi mahkûmiyet dışındaki bir hüküm ile sonuçlanması kişiye disiplin yaptırımı uygulanmasına veya bu kişinin başka türlü sorumluluğuna gidilmesine de mâni oluşturmaz (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. M.E.T., B. No: 2014/11920, 3/7/2018, § 61).
38. Bu bağlamda beraat eden ya da hakkında HAGB kararı verilen kişi aleyhine disiplin soruşturması başlatılması ve kişiye disiplin cezası uygulanması -disiplin cezası ne kadar ağır olursa olsun- kişinin suçlu ilan edildiği hükmüne varılabilmesi için yeterli değildir. Aynı şekilde ceza yargılamasındaki delillerin disiplin soruşturmasında kullanılması da kendi başına masumiyet karinesini ihlal etmez. Aksi takdirde beraat kararına, mağdurların haksız fiil ve benzeri hukuki sebeplere dayanarak zararlarını gidermek için tazminat davası açma hakkını, idarenin de idari düzeni sağlamak için disiplin cezası ve diğer idari tedbirleri uygulama yetkisini ortadan kaldıracak şekilde arzulanandan öte bir anlam yüklenmiş olur. Bu durum beraat eden kişi lehine amacından saptırılmış bir keyfîliğe yol açar. Aynı şekilde bu yaklaşım, beraat eden kişiye kendi fiilinin tazminat hukuku ile idare hukukuna ilişkin sonuçlarından da kaçınma avantajı sağlar. Anayasa'nın 36. maddesi veya başka herhangi bir maddesi masumiyet karinesinin bu şekildeki bir yorumuna geçerlilik sağlamamaktadır.
39. Ceza muhakemesi hukuku ve disiplin hukuku farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Disiplin hukuku kurumun iç düzenini korumayı amaçlayan ve bunun için kamu görevlilerinin mevzuata, çalışma düzenine, hizmetin gereklerine aykırı fiillerine yönelik olarak uygulanacak yaptırımları ve bu yaptırımların uygulanmasındaki usul ve esasları düzenleyen bir hukuk alanıdır. Bazı hâllerde ise kamu görevlisinin fiili ceza hukuku kapsamında suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin hukuku yönünden de sorumluluk gerektiren bir mahiyet taşıyabilir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş, B. No: 2013/6879, 2/12/2015, § 25; Kürşat Eyol, § 30).
40. Cezai sorumluluğunun bulunmadığı tespit edilmiş veya ceza sorumluluğu ortadan kalkmış olsa dahi aynı olaylar nedeniyle -daha hafif bir ispat külfeti temelinde- kişi hakkında başka tür bir sorumluluğun tesis edilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır. Bu bağlamda ceza yargılamasına konu maddi olay ve olguların disiplin hukuku esasları çerçevesinde diğer kamu makamlarınca (idari/adli) ayrıca değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucunda ulaşılacak kanaate göre işlem/karar tesis edilmesi mümkündür (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş, § 25; Kürşat Eyol, § 30, Galip Şahin, § 48).
41. Adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak kişiyi suçlu ilan etmesi veya bu bağlamda birtakım çıkarımlarda bulunması masumiyet karinesinin ihlaline yol açabilir. Masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının tespiti yapılırken ise kararın gerekçesinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir (Galip Şahin, § 48; M.I., B. No: 2012/1268, 30/12/2014, § 50). Bu kapsamda karar vericilerin kullandıkları dil kritik önem taşır (Mustafa Kıvrak, B. No: 2013/3175, 20/2/2014, § 36). Kamu makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza mahkemeleri tarafından suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge düşürülmesine sebebiyet vermemeleri gerekmektedir (Galip Şahin, § 47).
42. İdari makamlarca veya mahkemelerce salt bir kimsenin suç isnadı altında olduğunun ifade edilmesi masumiyet karinesini zedelemez. Bu bakımdan kişinin suç isnadı altında olduğunun belirtilmesi ile hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmadığı hâlde onun mahkûm olduğunun kesin bir dille ifade edilmesi veya bu yönde kanat oluşmasına yol açacak nitelikte açıklamalarda bulunulması arasındaki ayrıma özen gösterilmelidir. İkincisi masumiyet karinesinin ihlaline yol açarken ilki kural olarak masumiyet karinesi yönünden bir sakıncaya neden olmayabilir.
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
43. Somut olayda başvurucu, aleyhine ceza davası açılmış ve hüküm verilmiş olmasının disiplin cezası verilmesine ilişkin işleme karşı açtığı davanın reddine gerekçe olarak gösterilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bir başka ifadeyle başvurucu gerek idarenin disiplin cezası kararında gerekse Mahkeme kararında geçen somut herhangi bir ifadeden şikâyet etmemiş, bir bütün olarak ceza davasındaki suçlamalar esas alınarak disiplin cezası verilmesi ve buna karşı açtığı davanın reddedilmesinden yakınmıştır.
44. Olayda başvurucu hakkındaki ceza ve disiplin hukuku süreçlerinin eş zamanlı olarak yürütüldüğü ancak disiplin işlemine karşı açılan idari davanın ceza yargılaması devam ederken ilk derece mahkemesinde sonuçlandığı anlaşılmaktadır. Başvurucunun kanun yolu aşamasında ceza davasında beraat ettiğini, bir başka ifadeyle suçluluğunun hükmen sabit olmadığını, bu sebeple Mahkeme kararın bozulması gerektiğini ifade ettiği, öte yandan sahte özel belge düzenleme ve kullanma suçundan hakkında HAGB kararı verildiğinden ve bu kararın kesinleştiğinden bahsetmediği görülmektedir (bkz. § 16).
45. Mahkeme kararının (bkz. § 15) incelenmesinden başvurucuya disiplin cezası verilmesinin salt ceza davasına dayanmadığı, ceza yargılamasında kullanılan deliller gözönünde bulundurularak ancak ceza yargılamasından ayrı olarak disiplin hukuku çerçevesinde durumunun değerlendirildiği, disiplin cezası verilmesine ilişkin işlemin Mahkemece hukuka uygun bulunarak davanın reddedildiği anlaşılmaktadır.
46. Bununla birlikte mahkeme kararının gerekçesinde kullanılan "belgede sahtecilik suçundan suçlu bulunarak hüküm giymiş olması" ifadesi, ceza yargılaması sonucunda başvurucu hakkında verilen HAGB kararının cezai bir sorumluluk yükleyen nihai bir karar mahiyetinde olduğu algısına yol açmaktadır.
47. Ceza yargılaması sürecinde verilen kararın hem başvurucunun dava konusu ettiği idari işlemin sebep unsurlarından biri hem de mahkeme kararının gerekçelerinden biriolduğu görülmüş ve Mahkemenin, başvurucu hakkındaki ceza yargılamasında verilen HAGB kararı sonucunda hüküm giydiği çıkarımında bulunduğu değerlendirilmiştir. Bu durumda Mahkemenin iptal davasına ilişkin yargılama kapsamında kalan yetki sınırını, başvurucu hakkında eş zamanlı olarak yürütülen ceza yargılamasında verilen kararın sonucuna ilişkin tespitiyle masumiyet karinesini ihlal edecek şekilde aştığı görülmektedir.
48. Dolayısıyla başvuruya konu mahkeme kararında başvurucunun suçlu olduğuna yönelik bir ithamın olduğu görüldüğünden bireysel başvuruya konu edilen mahkeme kararında masumiyet karinesine yönelik bir müdahalenin bulunduğu sonucuna varılmıştır.
49. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekmektedir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
50. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
51. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur.
52. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
53. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
54. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
55. İncelenen başvuruda masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
56. Bu durumda masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Edirne İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
57. Dosyadaki belgelerden tespit edilen, başvuru harcı olarak ödenen 239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Edirne İdare Mahkemesine (28/10/2010 tarihli ve E.2008/1134, K.2010/334) GÖNDERİLMESİNE,
D. 239,50 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
V.Ö. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2017/14699)
 
Karar Tarihi: 15/9/2020
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
 
Başkan:Kadir ÖZKAYA
Üyeler:Celal Mümtaz AKINCI
  M. Emin KUZ
  Yıldız SEFERİNOĞLU
  Basri BAĞCI
Raportör:Zeynep KARAKOÇ DOĞANOĞLU
Başvurucu:V.Ö.
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi üzerine disiplin cezası verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin; açılan davada mahkeme kararının yeterli gerekçeyi içermemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 1/3/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Ankara Barosuna kayıtlı avukat olarak görev yapmaktadır. Daha önce başvurucuyla birlikte çalışan avukat, bürodaki payını düşük bedelle devretmesi için başvurucunun kendisine şantaj yaptığını iddia etmiştir.
9. Ankara 12. Asliye Ceza Mahkemesinin (Ceza Mahkemesi) 17/2/2009 tarihli kararıyla başvurucunun şantaj, özel belgeyi bozma, yok etme veya gizleme suçlarından yapılan yargılamasında eylemi sabit görülerek şantaj suçundan adli para cezası ile cezalandırılmasına; özel belgeyi gizleme, yok etme suçundan on ay hapis cezası ile cezalandırılmasına; her iki ceza için de hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir. Karar 13/4/2009 tarihinde kesinleşmiştir.
10. Başvurucu bu karara karşı kanun yararına bozma yoluna gidilmesini talep etmiş, ancak Adalet Bakanlığınca 4/3/2010 tarihinde istemi reddedilmiştir.
11. Başvurucunun eski ortağı avukatın (şikâyetçi) şikâyeti üzerine Ankara Barosu soruşturma başlatmıştır. Ankara Barosu Disiplin Kurulu, 24/6/2009 tarihli kararı ile başvurucu hakkında disiplin kurulunu bağlayıcı ve temyiz incelemesinden geçmiş bir kesin hükmün bulunmadığı belirtilerek ceza tayinine yer olmadığına karar vermiştir.
12. Şikâyetçi, Ankara Barosu Disiplin Kurulu kararına karşı 25/11/2010 tarihinde Türkiye Barolar Birliğine (TBB) itiraz etmiştir. TBB Disiplin Kurulunun 27/5/2011 tarihli kararıyla başvurucunun 22/7/2010 tarihli ve 6008 sayılı Kanun'un geçici 2. maddesinden yararlanmak için başvuruda bulunup bulunmadığı hususunun araştırılması için esasa geçilmeden karar bozulmuştur.
13. Ankara Barosu Disiplin Kurulu 6/11/2011 tarihli kararı ile de başvurucu hakkında aynı kararı vermiştir.
14. Şikâyetçinin anılan karara yaptığı itiraz üzerine bu defa TBB Disiplin Kurulu işin esasına geçerek 5/5/2012 tarihli kararıyla başvurucunun kınama cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun özel yaşamında bile olsa avukatlık mesleğinin itibarını zedeleyecek nitelikteki şantaj, özel belgeyi bozma, yok etme veya gizleme suçunu işlemesinden ibaret eyleminin 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 34. ve 134. maddelerinin gönderimiyle TBB Meslek Kuralları'nın 4. maddesine aykırı olduğu belirtilerek 1136 sayılı Kanun'un 136. maddesinin birinci fıkrası uyarınca başvurucunun kınama cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
15. Başvurucu tarafından TBB kararının iptali istemiyle Ankara 2. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır.
16. Ankara 2. İdare Mahkemesinin 29/11/2013 tarihli kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...davacının disiplin kovuşturmasına konu eylemi ile ilgili olarak Ankara 12. Asliye Ceza Mahkemesinin E:2008/578 esasında kayıtlı "Şantaj, özel belgeyi bozma, yok etme veya gizleme" suçundan dolayı açılmış olan kamu davası sonucunda Mahkemece 17.02.2009 tarihli K:2009/85 sayılı kararı ile davacının eylemi sabit görülerek şantaj suçundan adli para cezası ile cezalandırılmasına, özel belgeyi gizlemek, yok etmek suçundan 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, her iki ceza için de hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği ve kararın 13.04.2009 tarihinde kesinleştiği görülmektedir.
Bu durumda, avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmadığı, mesleğin itibarını zedeleyecek davranışta bulunduğu açık olan davacı hakkında Yasa ve Meslek Kuralları uyarınca kınama cezası verilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır..."
17. Ankara Bölge İdare Mahkemesi (Bölge İdare Mahkemesi) 4. Kurulunun 4/11/2015 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesi kararının usule ve hukuka uygun olduğu, kararın bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığı gerekçesi ile itirazın reddine, hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi ise Bölge İdare Mahkemesi 12. İdari Dava Dairesinin 8/12/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
18. Nihai karar 30/1/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
19. Başvurucu 1/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
20. 1136 sayılı Kanun’un 34. maddesi şöyledir:
"Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler."
21. 1136 sayılı Kanun’un 134. maddesi şöyledir:
"Avukatlık onuruna, düzen ve gelenekleri ile meslek kurallarına uymayan eylem ve davranışlarda bulunanlarla, meslekî çalışmada görevlerini yapmayan veya görevinin gerektirdiği dürüstlüğe uygun şekilde davranmayanlar hakkında bu Kanunda yazılı disiplin cezaları uygulanır."
22. 1136 sayılı Kanun’un 136. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bu yasanın avukatların hak ve ödevleri ilgili altıncı kısmında yazılı esaslara uymayanlar hakkında ilk defasında en az kınama, tekrarında, davranışın ağırlığına göre, para veya işten çıkarma cezası ..... uygulanır.
 (...)"
23. 1136 sayılı Kanun’un 140. maddesi şöyledir:
"Avukat hakkında başlamış olan ceza kovuşturması, disiplin işlem ve kararlarının uygulanmasına engel olmaz.
 (Değişik ikinci fıkra: 22/1/1986 - 3256/24 md.) Şu kadar ki, disiplin işlem ve kararına konu teşkil edecek bir eylemde bulunmuş olan avukat hakkında aynı eylemlerden dolayı ceza mahkemesinde dava açılmış ise, avukat hakkındaki disiplin kovuşturması, ceza davasının sonuna kadar bekletilir. Bu halde yönetim kurulunun isteği üzerine disiplin kurulu, avukatın işten yasaklanmasına yer olup olmadığı hakkında 153 ve 154 üncü maddeler uyarınca bir karar vermek zorundadır.
Eylemin işlenmemiş veya sanığı tarafından yapılmamış olması sebebiyle beraat hali müstesna, beraatle sonuçlanmış bir ceza davasının konusuna giren eylemlerden dolayı disiplin kovuşturması, o eylemin ceza kanunları hükümlerinden ayrı olarak başlı başına disiplin kovuşturmasını gerektirir mahiyette olmasına bağlıdır.
Baro yönetim kurulları hükümlülükle sonuçlanan bir ceza davasının konusunu teşkil eden eylemlerden dolayı ayrıca disiplin kovuşturması açmak zorundadırlar. "
24. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231. maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:
"Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder."
25. TBB Meslek Kuralları'nın 4. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Avukat, mesleğin itibarını zedeleyecek her türlü tutum ve davranıştan kaçınmak zorundadır."
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
27. İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. D.E., B. No: 2014/11453, 9/1/2019, §§ 29-35.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 15/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, sanık olduğu ceza yargılamasında HAGB'ye karar verilmiş olmasına ve 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin beşinci fıkrasında "Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder" hükmü yer almasına rağmen hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmuş gibi hareket edilerek, bir başka ifadeyle aynı fiil nedeniyle iki defa yargılanarak disiplin cezası verilmesinden şikâyetçi olmuştur. Başvurucu; Mahkemenin kararının disiplin cezasına ilişkin kararın tekrarı niteliğinde olduğunu, kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmadığı yolundaki iddiasının karar gerekçesinde karşılanmadığını ve gerekçenin yetersiz olduğunu, ayrıca kanun yolu incelemesinde verilen kararlarda sadece mahkeme kararının hukuka uygun bulunduğu ibaresine yer verildiğini belirterek gerekçeli karar hakkının da ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
30. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
31. Anayasa’nın "Suç ve cezalara ilişkin esaslar" kenar başlıklı 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz."
32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun adil yargılanma hakkıyla ilgili olarak ileri sürdüğü tüm iddiaların masumiyet karinesi kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
33. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
34. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesinde "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı[nın] metne dahil" edildiği belirtilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesine söz konusu ibarenin eklenmesinin amacının Sözleşme'de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54). Bu itibarla Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği belirlenirken Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).
35. Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bir suçla itham edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılacağı düzenlenmiştir. Masumiyet karinesi, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağı belirtilmek suretiyle Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Adem Hüseyinoğlu, B. No: 2014/3954, 15/2/2017, § 33).
36. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki boyutu bulunmaktadır. Güvencenin ilk boyutu kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu boyutunun kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 39). Güvencenin ikinci boyutu ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip Şahin, § 40).
37. Masumiyet karinesine ilişkin anayasal güvencelerin harekete geçirilebilmesi için kural olarak kişinin suç isnadı altında bulunması gerekmektedir. Bununla birlikte masumiyet karinesinin ikinci boyutuna ilişkin güvencelerin uygulanabilmesi, kişinin hâlihazırda suç isnadı altında bulunmasını zorunlu kılmamaktadır. Ancak ceza yargılamasının sonuçlanmasından sonra başlayan veya ceza yargılaması henüz sonuçlanmadan başlasa bile ceza yargılamasının kesinleşmesinden sonra da devam eden medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalarda masumiyet karinesinin uygulanabilmesi için başvurucunun söz konusu medeni yargılama ile hakkında yürütülen ve sona eren ceza yargılaması arasında bağlantı bulunduğunu göstermesi gerekmektedir. Medeni hak yargılamasında, ceza yargılamasında verilen kararın sonucunun dikkate alındığı ve değerlendirildiği veya ceza dosyasında yer alan delillerin irdelendiği ya da başvurucunun hakkındaki suçlamayı doğuran olaylara dahli ile ilgili irdelemelerde bulunulduğu veyahut başvurucunun muhtemel suçluluğuyla ilgili yorum yapıldığı hâllerde söz konusu bağlantının var olduğu kabul edilebilir. Bununla birlikte hukuk yargılaması ile ceza yargılaması arasındaki bağlantının varlığına işaret eden olguların tüketme yoluyla sayılmasının mümkün olmadığı, bunların kararların verildiği yargılamaların türüne ve içeriğine göre değişebileceği kabul edilmelidir. Ancak bağlantının varlığı değerlendirilirken kararda kullanılan dilin kritik öneme sahip olacağı vurgulanmalıdır (benzer değerlendirmeler için bkz. S.M. [GK], B. No: 2016/6038, 20/6/2019, § 38).
38. Somut olayda başvurucu ceza yargılamasında yargılandığı suçlardan HAGB kararı verilmesine rağmen mahkeme kararında yer alan ifadelerin kendisinin suçlu olduğu inancına yol açtığından yakınmıştır. Dolayısıyla başvurucunun şikâyetinin masumiyet karinesinin ikinci boyutuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Mahkeme kararında başvurucu hakkında yürütülen ceza soruşturması kapsamındaki suçlamayla ilgili olarak değerlendirme yapıldığına işaret eden ibarelerin bulunduğu gözlemlenmektedir. Sözü edilen ibarelerin varlığı -herhangi bir ihlale yol açıp açmadıkları hususu aşağıda değerlendirilecek olmakla birlikte- idari yargılama ile ceza yargılaması arasında bağlantının bulunduğu sonucuna ulaşılması bakımından yeterli görülmüştür. Dolayısıyla masumiyet karinesinin ikinci boyutunun somut olayda uygulanabilir olduğu kanaatine varılmıştır.
39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
40. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez; suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
41. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesi, ceza soruşturmasıyla eş zamanlı olarak kişi hakkında disiplin soruşturması yürütülmesine engel teşkil etmediği gibi hakkındaki ceza soruşturmasının kovuşturmaya yer olmadığı, beraat, düşme gibi mahkûmiyet dışındaki bir hüküm ile sonuçlanması kişiye disiplin yaptırımı uygulanmasına veya bu kişinin başka türlü sorumluluğuna gidilmesine de mâni oluşturmaz (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. M.E.T., B. No: 2014/11920, 3/7/2018, § 61).
42. Bu bağlamda beraat eden ya da hakkında HAGB kararı verilen kişi aleyhine disiplin soruşturması başlatılması ve kişiye disiplin cezası uygulanması -disiplin cezası ne kadar ağır olursa olsun- kişinin suçlu ilan edildiği hükmüne varılabilmesi için yeterli değildir. Aynı şekilde ceza yargılamasındaki delillerin disiplin soruşturmasında kullanılması da kendi başına masumiyet karinesini ihlal etmez. Aksi takdirde beraat kararına, mağdurların haksız fiil ve benzeri hukuki sebeplere dayanarak zararlarını gidermek için tazminat davası açma hakkını, idarenin de idari düzeni sağlamak için disiplin cezası ve diğer idari tedbirleri uygulama yetkisini ortadan kaldıracak şekilde arzulanandan öte bir anlam yüklenmiş olur. Bu durum beraat eden kişi lehine amacından saptırılmış bir keyfîliğe yol açar. Aynı şekilde bu yaklaşım, beraat eden kişiye kendi fiilinin tazminat hukuku ile idare hukukuna ilişkin sonuçlarından da kaçınma avantajı sağlar. Anayasa'nın 36. maddesi veya başka herhangi bir maddesi masumiyet karinesinin bu şekildeki bir yorumuna geçerlilik sağlamamaktadır.
43. Ceza muhakemesi hukuku ve disiplin hukuku farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Disiplin hukuku kurumun iç düzenini korumayı amaçlayan ve bunun için kamu görevlilerinin mevzuata, çalışma düzenine, hizmetin gereklerine aykırı fiillerine yönelik olarak uygulanacak yaptırımları ve bu yaptırımların uygulanmasındaki usul ve esasları düzenleyen bir hukuk alanıdır. Bazı hâllerde ise kamu görevlisinin fiili ceza hukuku kapsamında suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin hukuku yönünden de sorumluluk gerektiren bir mahiyet taşıyabilir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş, B. No: 2013/6879, 2/12/2015, § 25; Kürşat Eyol, § 30).
44. Cezai sorumluluğunun bulunmadığı tespit edilmiş veya ceza sorumluluğu ortadan kalkmış olsa dahi aynı olaylar nedeniyle -daha hafif bir ispat külfeti temelinde- kişi hakkında başka tür bir sorumluluğun tesis edilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır. Bu bağlamda ceza yargılamasına konu maddi olay ve olguların disiplin hukuku esasları çerçevesinde diğer kamu makamlarınca (idari/adli) ayrıca değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucunda ulaşılacak kanaate göre işlem/karar tesis edilmesi mümkündür (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş, § 25; Kürşat Eyol, § 30, Galip Şahin, § 48).
45. Adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak kişiyi suçlu ilan etmesi veya bu bağlamda birtakım çıkarımlarda bulunması masumiyet karinesinin ihlaline yol açabilir. Masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının tespiti yapılırken ise kararın gerekçesinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir (Galip Şahin, § 48; M.I., B. No: 2012/1268, 30/12/2014, § 50). Bu kapsamda karar vericilerin kullandıkları dil kritik önem taşır (Mustafa Kıvrak, B. No: 2013/3175, 20/2/2014, § 36). Kamu makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza mahkemeleri tarafından suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge düşürülmesine sebebiyet vermemeleri gerekmektedir (Galip Şahin, § 47).
46. İdari makamlarca veya mahkemelerce salt bir kimsenin suç isnadı altında olduğunun ifade edilmesi masumiyet karinesini zedelemez. Bu bakımdan kişinin suç isnadı altında olduğunun belirtilmesi ile hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmadığı hâlde onun mahkûm olduğunun kesin bir dille ifade edilmesi veya bu yönde kanat oluşmasına yol açacak nitelikte açıklamalarda bulunulması arasındaki ayrıma özen gösterilmelidir. İkincisi masumiyet karinesinin ihlaline yol açarken ilki kural olarak masumiyet karinesi yönünden bir sakıncaya neden olmayabilir.
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
47. Avukat olan başvurucunun somut olayda ortağına şantaj yaptığı, özel belgeyi bozduğu, yok ettiği veya gizlediği iddialarıyla ilgili olarak hakkında eş zamanlı bir şekilde hem ceza soruşturması hem de disiplin soruşturması başlatılmıştır. Ceza soruşturması kapsamında başvurucu şantaj, özel belgeyi bozma, yok etme veya gizleme suçlarını işlemekle itham edilmiştir. Disiplin soruşturmasında ise 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 34. ve 134. maddeleri ile TBB Meslek Kuralları'nın 4. maddesinde yer alan düzenlemeye dayanılarak 1136 sayılı Kanun'un 136. maddesinin birinci fıkrası uyarınca başvurucunun kınama cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
48. Buna karşılık disiplin makamlarını başvurucunun 1136 sayılı Kanun'un 34. ve 134. maddelerinin gönderimiyle TBB Meslek Kuralları'nın 4. maddesini ihlal ettiği sonucuna götüren olgu, ortağına şantaj yaptığı, özel belgeyi bozduğu, yok ettiği veya gizlediği iddiasıdır. Söz konusu fiiller, ceza yargılamasındaki suçlamaların da dayanağını oluşturmaktadır.
49. Disiplin suçuna ve ceza yargılamasına konu eylemlerin aynı olduğu hâllerde disiplin soruşturmasıyla ilgili uyuşmazlıklara bakan idari mahkemelerin fiilin sübutuyla ilgili olarak ceza mahkemesinin ulaştığı kanaate saygı göstermesi, bunu sorgulayacak ifadeler kullanmaması beklenir. Aksi takdirde kişinin ceza mahkemesinde beraat etmiş olmasının ya da hakkında HAGB kararı verilmiş olmasının bir anlamı kalmaz.
50. Kuşkusuz soruşturma makamları başvurucunun ortağına şantaj yaptığı, özel belgeyi bozduğu, yok ettiği veya gizlediği olgusu dışındaki fiillerle ilgili olarak değerlendirme yapma serbestisine sahiptir. Çünkü Ceza Mahkemesinde yargılama konusu olan fiil şantaj, özel belgeyi bozma, yok etme veya gizlemeden ibarettir. Masumiyet karinesi, aynı olay kapsamında bile olsa ceza soruşturmasına konu suçun kurucu unsurunu oluşturmayan fiillerle ilgili olarak idari makamların değerlendirme yapmasını engellememektedir. "Genel İlkeler" bölümünde belirtildiği üzere disiplin yaptırımına bağlanan haksızlıklar ceza hukukundakilere kıyasla daha hafif bir ispat külfeti gerektirebilmektedir. Dahası disiplin hukukundaki haksızlıkların ispatında karinelerden yararlanılması hususunda ceza hukukundaki kadar yasaklayıcı kurallar söz konusu değildir. Bu itibarla disiplin hukukundaki bir haksızlık ile ceza hukuku alanındaki haksızlığın kurucu unsurlarının aynı olduğu hâllerde idarenin, kurucu unsurları ceza hukukundaki ile aynı olmayan başka bir haksızlık temelinde disiplin cezası uygulamasına herhangi bir mâni bulunmamaktadır.
51. Somut olayda Mahkeme disiplin hukuku bağlamında ayrıca bir değerlendirme yapmamış, gerekçesinde ceza mahkemesinin suçun sübutuyla ilgili değerlendirmesini esas almıştır. Mahkeme, ceza mahkemesi kararında ulaşılan sonucu tartışmaya açmanın yanında kararı okuyanlarda başvurucunun şantaj, özel belgeyi bozma, yok etme veya gizleme suçlarını işlediği izleniminin oluşmasına sebebiyet vermiştir. Bu durumda, HAGB kararı anlamsız hâle gelmiş ve başvurucunun masumiyetine gölge düşürülmüştür. Dolayısıyla masumiyet karinesinin ikinci boyutu ihlal edilmiştir.
52. Netice itibarıyla Mahkemenin esas hakkındaki kararında kullandığı ifadeler nedeniyle de masumiyet karinesinin ikinci boyutunun ihlal edildiği kanaatine varılmıştır.
53. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Kadir ÖZKAYA ve Basri BAĞCI bu görüşe katılmamışlardır.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
54. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
55. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ve yargılamanın yenilenmesine hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
56. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
57. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
58. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
59. İncelenen başvuruda, Mahkemenin kararında kullandığı dile özen göstermemesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin Mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
60. Bu durumda masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 2. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
61. İşbu ihlal kararının başvurucu tarafından açılan davaların esasıyla ilgili herhangi bir değerlendirme içermediği vurgulanmalıdır. Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirttiği ihlal gerekçelerini de gözeterek ve söz konusu işlemlerle ilgili olarak yeniden bir değerlendirme yaparak gereken kararı vermek Ankara 2. İdare Mahkemesinin takdirindedir.
62. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harçtan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci ve 38. maddesinin dördüncü fıkralarında güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE Kadir ÖZKAYA ve Basri BAĞCI'nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 2. İdare Mahkemesine (E.2012/1450, K.2013/1789) GÖNDERİLMESİNE,
D. 257,50 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/9/2020 tarihinde karar verildi.
 
 
 
KARŞI OY
Mahkememiz çoğunluğunca, aynı büroda birlikte çalıştıkları avukata bürodaki payını düşük bedelle devretmesi için şantaj yaptığından bahisle başvurucu hakkında Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kurulu’nca tesis edilen kınama cezasının iptali istemiyle açılan davanın reddedilmesi üzerine yapılan başvuruda, derece Mahkemelerince disiplin hukuku bağlamında ayrıca bir değerlendirme yapılmadığı, gerekçelerinde ceza mahkemesinin suçun sübutuyla ilgili değerlendirmesini esas aldıkları, böylece kararı okuyanlarda başvurucunun şantaj, özel belgeyi bozma, yok etme veya gizleme suçlarını işlediği izleniminin oluşmasına sebebiyet verdikleri, böylece ceza yargılamasında başvurucu hakkında verilen HAGB kararının anlamsız hâle gelmesine neden oldukları gerekçesiyle başvurucu bakımından masumiyet karinesinin ikinci boyutunun ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
Mahkememiz çoğunluğunca ulaşılan bu sonuca aşağıda açıklanan nedenlerle tarafımızca iştirak edilememiştir.
Somut olayda avukatlık bürosunun ortağı olan başvurucunun, diğer ortağı avukatın bürodaki payını daha düşük bir bedelle devretmesi için ona yönelik eylemlerinden dolayı yargılandığı davada, Ankara 12. Asliye Ceza Mahkemesinin 17.01.2009 tarihli kararıyla iddia konusu olaylar sabit görülmek suretiyle şantaj ve özel belgeyi yok etmek suçlarından verilen para ve hapis cezalarının hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına konu edildiği anlaşılmaktadır.
Avukat olan başvurucu hakkında, Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kurulu tarafından yürütülen disiplin soruşturmasında, ceza yargılamasına konu olan ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararına bağlanan eylemler gerekçe gösterilmek suretiyle, 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 136/1. maddesi gereğince kınama cezasıyla tecziyesine hükmedilmiştir.
Söz konusu işlemin iptali istemiyle Ankara 2. İdare Mahkemesinde açılan davada HAGB işlemine konu olan ceza yargılamasında davacının eyleminin sabit görülmesi gerekçe gösterilerek iptali istenen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığına kararı verilmiştir. Kanun yolu incelemesinde de Ankara Bölge İdare Mahkemesi 4. Kurulu, ilk derece mahkemesinin kararının bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığından bahisle hükmün onanmasına karar vermiş ve müteakip karar düzeltme talebini de reddetmiştir.
Başvurucunun müracaatının özünü, hakkında verilen HAGB kararına bağlı olarak ertelenen hükmün aleyhine hukuki bir sonuç doğurmaması gerektiği iddiası oluşturmaktadır.
Niteliği itibariyle ceza hukukuna ilişin bir kurum olan masumiyet karinesi, Anayasanın 15/2. maddesinde mutlak bir hak olarak düzenlenmesine rağmen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde bu vasıfta kabul edilmemektedir.
İki yönü ile uygulamaya tabi olduğu kabul edilen karinenin ilk yönü, suçluluğu mahkeme kararıyla sabit olana kadar kişinin suçlu sayılmamasını; ikinci yönü de hakkındaki yargılamanın beraatla sonuçlanması halinde kişiyi suçlu gösterecek hareketlerden kaçınılmasını gerekli kılmaktadır.
HAGB kararı verilen durumlarda masumiyet karinesine ne şekilde dikkat edileceği ve disiplin cezası kararı verilmesi esnasında bu karinenin rolünün ne olacağı başvuruya konu edilen olayın hukuken tartışılması gereken boyutunu oluşturmaktadır.
İlk olarak Anglo-Sakson hukukunda görülen bu kurum, 1950’li yıllardan itibaren kıta Avrupa’sında uygulanmaya başlanmıştır (AYM. E:2012/80; K:2013/16). İlk kez 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun 23. maddesi ile mevzuatımıza giren HAGB, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 231. maddesinde 5560 sayılı Yasa ile yapılan düzenlemeler sonucu genel bir usul kurumu olarak hukukumuzdaki yerini almıştır (AYM. E:2006/106; K:2009/124)
Birçok iptal ve itiraz incelemesine konu olan kurum halen ceza usul hukukunun en tartışmalı konuları arasında bulunmaktadır. Yargılama sonucunda verilen hükmün açıklanması ileriye ertelenmesine rağmen, kurumunun isimlendirilmesinde bu durum geriye bırakma olarak nitelendirilmiştir.
HAGB’nin özü yargılama sonunda eylemin sübut bulması üzerine sanığın rızası tahtında kurulan, hükmün sonuç doğurmasının beş yıl süreyle ertelenmesi esasına dayanmaktadır. Deneme süresince sanığın yeni bir suç işlememesi ve belirlenen yükümlülüklere uygun davranılması durumunda, geri bırakılan (ileri ertelenen) hükmün ortadan kaldırılarak davanın düşmesine karar verilmektedir (CMK. md. 231/10). HAGB kararı verilebilmesi için en önemli koşullardan bir tanesi isnat olunan eylemin sübut bulmasıdır. Bunun yanı sıra mahkûmiyet hükmünün sonuç doğurması deneme süresince ertelenmekte, sorunsuz geçen süre sonunda da tamamen ortadan kalkmaktadır (AYM. E:2007/42; K:2009/50). Bu dönemde kişi hükümlü olarak değil sanık olarak nitelendirilmektedir (AYM. E:2009/17; K:2009/47). Bu kabul masumiyet karinesine de uygunluk arz etmektedir.
Diğer yandan disiplin hukuku kendine has usulü, amacı ve işlevi olan müstakil bir alandır. Tüm hukuk dallarının olduğu gibi disiplin hukukunun da ceza hukuku ile kesişen yönlerinin olması kaçınılmazdır. Ancak bu durum disiplin hukukunun müstakiliyetine aykırı bir durum değildir.
Bunun yansımasının bir sonucu olarak hiçbir suç soruşturması olmasa bile disiplin soruşturması yapılıp ceza verilebilir. Aynı konuya ilişkin yürüyen bir ceza soruşturmasının varlığı ondan bağımsız olarak disiplin soruşturmasının yürütülmesine ve sonuçlandırılmasına da engel değildir (657 sayılı Kanunun 131, 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 140. maddeleri).
Beraat kararları dahi; eylemin işlenmediği veya sanığın suçu işlemediği yönünde kesin bir kanaate dayanmıyorsa disiplin yaptırımına engel olmamaktadır (1136 sayılı Kanun md. 140/3).
Bu düzenlemeler disiplin hukukunun müstakilliğinin yansımalarıdır.
Somut olayımızda ceza muhakemesinde sanığın eyleminin sübut bulduğu kabul edilmektedir. Verilen hükmün sonuç doğurması belli şartlarla tehir edilmekte, gelişen şartlara göre tamamen ortadan kaldırılmaktadır.
Hükmün sonuçlarının ne olabileceği burada önem taşımaktadır. Bu konuda; verilen para ve hapis cezaları, yargılama giderleri, hükmün adli sicile kayıt edilmesi, mahkûmiyete bağlı oluşan hak yoksunlukları mahkûmiyet hükmünün doğrudan sonuçları olarak sıralanabilir.
Disiplin soruşturmasına bağlı olarak verilen cezalar yukarda izah edildiği gibi mahkûmiyetin doğrudan bir sonucu değildir. Disiplin hukukunun kendi bağımsız işleyişi çerçevesinde ulaşılan sonuçlardır. Ceza mahkûmiyetine dair bir karar verilmese bile disiplin cezası verilebildiğine göre, suçun sabit görülmesi şartına bağlı olarak verilen HAGB kararlarında evveliyatla disiplin cezası verilebilir. Bunun tek şartı verilen disiplin cezasının mahkûmiyetin doğrudan sonuçları olarak yukarda sayılan unsurlara hayatiyet kazandırmamasıdır.
Somut olayımızda disiplin cezası verilmesine dair süreçte, ceza mahkemesinin suçun sübutuna ilişkin değerlendirmeleri dikkate alınmış fakat başvurucunun kesin surette suçlu olduğuna dair bir söyleme yer verilmemiştir. Ayrıca mahkûmiyetin doğrudan sonuçlarının hiç biride aktif hale gelmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, masumiyet karinesinin ihlal edildiği yönündeki çoğunluk görüşüne iştirak edilmemiştir.
Başkan
Kadir ÖZKAYA
Üye
Basri BAĞCI
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
EKREM AYSU BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2018/13227)
 
Karar Tarihi: 15/12/2020
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
 
Başkan:Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler:Burhan ÜSTÜN
  Hicabi DURSUN
  Muammer TOPAL
  Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör:Volkan ÇAKMAK
Başvurucu:Ekrem AYSU
Vekili:Av. Murat BOZ
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; devlet memurluğundan çıkarılma işleminin iptali istemiyle açılan davada hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargılaması ve bu yargılama neticesinde ulaşılan sonuç esas alınarak karar verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 2/5/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
7. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiası Anayasa Mahkemesinin 25/12/2018 tarihli ve 2018/34972 sayılı kararı ile başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, Nevşehir'in Ürgüp Belediye Başkanlığı bünyesinde zabıta memuru olarak görev yapmıştır.
10. Başvurucunun görev yaptığı dönemde Ürgüp pazar yerinde toplanan işgaliye ve etiket bedelleri ile ilgili olarak belediye çalışanları hakkında idari soruşturma yapılmıştır. Soruşturma sürecinde başvurucuya kullanılan tahsildar makbuzlarının aslına ve dip koçanına farklı rakamlar yazmak ve kayıt dışı pazar etiketi bastırarak gelir elde etmek filleri isnat edilmiştir.
11. Soruşturma sonucunda isnat edilen fiileri gerçekleştirdiği kanaatine varılan başvurucu 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125. maddesinin (E) bendinin (g) alt bendi (memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak) uyarınca 16/1/2008 tarihli işlemle devlet memurluğundan çıkarılmıştır.
12. Diğer taraftan başvurucu hakkında zimmet, resmî belgede sahtecilik ve güveni kötüye kullanma suçlarının isnadıyla kamu davası açılmıştır.
13. Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesi 17/9/2013 tarihli kararıyla başvurucuyu isnat edilen eylemler yönünden suçlu bularak her suç için ayrı ayrı hapis cezasına hükmetmiş ancak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Hüküm itiraz edilmeden kesinleşmiştir. Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesinin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sanık Ekrem Aysu'nun, diğer sanıklar A.T. ve E.T. ile birlikte sahte olarak bastırmış olduğu pazar etiketlerin bir kısmı karşılığında almış olduğu paralarla, gerçek pazar etiketleri sonucunda almış olduğu bir kısım paraları ilgili yerlere yatırmayıp mal edinmek suretiyle teselsülen basit zimmet suçunu, özel belge niteliğinde bulunan çok sayıda pazar etiketi bastırmak suretiyle teselsülen özel belgede sahtecilik suçunu ve düğün kirası olarak yatırılmak üzere kendisine verilen birden fazla kira bedellerini mal edinmek suretiyle güveni kötüye kullanmak suçunu işlediği sabit olmuştur."
14. Başvurucu, hakkında tesis edilen devlet memurluğundan çıkarılma işlemine karşı Kayseri 1. İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde iptal davası açmıştır.
15. Mahkeme 4/10/2013 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir.
16. Ret gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Uyuşmazlık konusu olayda davacının 'zimmet' suçlaması nedeniyle yargılandığı Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesi'nin E.2010/253 sayılı esasına kayıtlı dava dosyasında 17.09.2013 tarihinde verilen K.2013/269 sayılı kararı ile davacının diğer sanıklar A.T. İle E.T. ile birlikte sahte olarak bastırmış olduğu pazar etiketleri karşılığında almış olduğu paraları ve gerçek pazar etiketleri karşılığında tahsil etmiş olduğu paraları, yasal olarak yatırması gereken ilgili yerlere yatırmayarak mal edinmek suretiyle basit zimmet suçunu, özel belge niteliğinde bulunan çok sayıda pazar etiketi bastırmak suretiyle özel belgede sahtecilik suçunu, düğün kirası olarak yatırılmak üzere kendisine verilen kira bedelleri ile özel mülk edinmek suretiyle de güveni kötüye kullanma suçunu işlediği gerekçesiyle TCK.nun 61. maddesine göre suçun işleniş biçimi yeri, zamanı ve özeni göz önünde bulundurularak eylemine uyan 5237 sayılı TCK. 37. maddesi delaletiyle aynı yasanın 247/1. Maddesi uyarınca 5 yıl hapis cezası ile cezalandırıldığı ve yasal olarak yapılması gerekli teşdid ve tahfif maddeleri uygulanarak neticeten 1 yıl 8 ay 25 gün hapis cezası ile cezalandırıldığı, sanığa verilen sonuç cezanın iki yıldan az olması nedeniyle, oluşan zararların aynen geri verilmek suretiyle tarafından giderilmiş olduğundan ve bir daha suç işlemeyeceği kanaatine varılarak 5271 sayılı CMK.nun 231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği görülmektedir.
Bu durumda davacının memuriyetten çıkarılması işleminin dayanağı olan fiillerinden dolayı hakkında açılan ceza davası neticesinde Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesinin E.2010/253, K.2013/269 sayılı ilamı ile zimmet, özel belgede sahtecilik ve güveni kötüye kullanma suçlarını işlediğine karar verildiği, davacı tarafından işlenen fiillerin, memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici nitelikte bulunduğu anlaşıldığından, davacının eylemine uyan 657 sayılı Yasanın 125/E-g maddesi uyarınca devlet memurluğundan çıkarma cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır."
17. Danıştay Onikinci Dairesi 27/9/2017 tarihli kararıyla ret hükmünü onamış ve 5/2/2018 tarihinde de karar düzeltme istemini reddetmiştir.
18. Başvurucu nihai kararı 2/4/2018 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 2/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
19. 657 sayılı Kanun'un "Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller" kenar başlıklı 125. maddesinin (E) bendi ile bendin (g) alt bendi şöyledir:
" E - Devlet memurluğundan çıkarma : Bir daha Devlet memurluğuna atanmamak üzere
memurluktan çıkarmaktır.
Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:
...
g) Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak,"
20. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (5) numaralı fıkrasının son cümlesi şöyledir:
"Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder."
B. Uluslararası Hukuk
21. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
"Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır."
22. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasının kişilerin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılma hakkını güvence altına aldığını belirtir. AİHM içtihatlarında, masumiyet karinesi ile sağlanan güvencenin iki yönünün bulunduğu ifade edilmiştir. Ceza yargılamasının yürütülmesine dair usule ilişkin bu güvence ile, sonucunda mahkûmiyet kararı dışında bir hüküm kurulan ceza yargılaması ile bağlantılı olan durumlarda, daha sonra yürütülecek yargılamalar boyunca kişinin masumiyetine saygı gösterilmesinin sağlanması amaçlanır. Bu usule ilişkin yön kapsamında masumiyet karinesi ilkesi, ceza yargılamasının kendisinin adil olmasını sağlayacak usule ilişkin güvence olarak kamu görevlilerinin davalının suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunmasını yasaklar. Ancak bu husus, cezai meselelerde usule ilişkin güvence ile sınırlı olmayıp daha geniştir ve devletin hiçbir temsilcisinin mahkeme ile suçluluğu ispatlanıncaya kadar kişinin bir suçtan suçlu olduğunu söylememesini gerekli kılar. Bu bağlamda, sadece ceza yargılaması kapsamında değil aynı zamanda ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen bağımsız hukuk yargılamaları, disiplin işlemleri veya diğer yargılamalarda da masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir. Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki güvencenin ilk yönü, kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar ceza gerektiren bir suçla suçlandığı süreye ilişkin iken masumiyet karinesi güvencesinin ikinci yönü, ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suç karşısında kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını gerektirir (Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018, § 43).
23. AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasının disiplin yetkisini haiz makamların ceza yargılaması kapsamında kendisine suç isnat edilen ve eylemi usule uygun bir şekilde tespit edilen bir kamu görevlisine yaptırım uygulamasını engellemek gibi bir amacı veya etkisi bulunmadığına kanaat getirmiştir. AİHM, Sözleşme’nin herhangi bir eylem nedeniyle hem ceza hem de disiplin yargılamalarının başlatılmasına veya söz konusu iki yargılama türünün eş zamanlı olarak yürütülmesine halel getirmediğine vurgu yapmaktadır. AİHM ayrıca, cezai sorumluluğun kaldırılması hâlinde bile daha hafif bir ispat külfeti temelinde aynı olaylardan doğan hukuki veya diğer sorumlulukların tesis edilmesine halel getirilmediğine işaret etmektedir. Ancak nihai bir cezai hüküm olmaksızın disiplin yargılaması kapsamında başvurana iddia konusu eylemi nedeniyle cezai sorumluluk yükleyen bir ifadenin bulunması hâlinde 6. maddenin (2) numaralı fıkrası kapsamına giren bir mesele söz konusu olacaktır (Seven/Türkiye, § 51).
24. Bu bağlamda Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasının sağladığı korumanın ikinci yönüne göre sanığın beraatiyle veya davanın düşmesiyle sonuçlanan ceza yargılamaları sonrasında söz konusu kişiye, masumiyetine uygun bir muamelede bulunulması gerekir. Bu ikinci yönde maddenin genel amacı bir suçtan beraat eden bireyleri veya ceza yargılaması düşen kişileri, itham edildikleri suçtan aslında suçlu olduklarını düşünen kamu görevlileri ve makamlarına karşı korumaktır. Bu davalarda masumiyet karinesi -adil olmayan bir cezai hükmün önlenmesi için- sağladığı usule ilişkin güvencenin çeşitli koşullarının yargılamada uygulanması suretiyle hayata geçirilmiştir. Beraat veya herhangi bir düşme kararına riayet edilmesi hakkının korunmaması hâlinde Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan adil yargılanma güvenceleri teorik ve hayalî olma riskiyle karşı karşıya kalabilir (Seven/Türkiye, § 54).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 15/12/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu; hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile sonuçlanan ceza yargılaması esas alınarak davanın reddedildiğini, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının 5271 sayılı Kanun uyarınca aleyhine hukuki sonuç doğurmaması gerektiğini belirterek masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
27. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
28. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
 “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
29. Anayasa Mahkemesi masumiyet karinesinin ihlali iddialarını incelediği başvurularda (çok sayıda karar arasından bkz. Selim Misafir [GK], B. No: 2016/6038, 20/6/2019; Galip Şahin [GK], B. No: 2015/6075,11/6/2018) suç isnadına ilişkin bir güvence olan masumiyet karinesinin medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıklarda hangi hâllerde uygulanabileceğine ilişkin ilkeleri belirlemiştir. Buna göre masumiyet karinesinin medeni hak ve yükümlülükler kapsamında kalan bir yargılamada uygulanabilmesi için başvurucunun söz konusu medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılama ile hakkında yürütülen veya sona eren ceza yargılaması arasında bağlantı bulunduğunu göstermesi gerekmektedir. Medeni hak yargılamasında, ceza yargılamasında verilen kararın sonucunun dikkate alındığı ve değerlendirildiği veya ceza dosyasında yer alan delillerin irdelendiği ya da başvurucunun hakkındaki suçlamayı doğuran olaylara dahli ile ilgili irdelemelerde bulunulduğu veyahut başvurucunun muhtemel suçluluğuyla ilgili yorum yapıldığı hâllerde söz konusu bağlantının var olduğu kabul edilebilir. Bununla birlikte idare/hukuk yargılaması ile ceza yargılaması arasındaki bağlantının varlığına işaret eden olguların tüketme yoluyla sayılmasının mümkün olmadığı, bunların kararların verildiği yargılamaların türüne ve içeriğine göre değişebileceği kabul edilmelidir.
30. Somut olayda başvurucunun ihlal iddiası, devlet memurluğundan çıkarma işleminin iptali istemiyle açtığı davada çıkarma işlemine konu eylem nedeniyle yapılan ceza yargılamasında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesine karşın İdare Mahkemesince eylemin sabit görülerek işlemin hukuka uygun bulunmasına ilişkindir. Gerek mahkeme kararında gerekse disiplin makamlarının işlemlerinde ceza yargılamasına konu eylemlerle ilgili olarak değerlendirme yapıldığı gözlemlenmektedir. Bu değerlendirmeler -herhangi bir ihlale yol açıp açmadıkları hususu aşağıda değerlendirilecek olmakla birlikte- disiplin işleminin denetlendiği yargı süreci ile ceza yargılaması arasında bağlantının bulunduğu sonucuna ulaşılması bakımından yeterli görülmüştür. Bu bağlamda masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin devreye girdiği somut başvuruda Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinin uygulanabileceği sonucuna varılmaktadır. Bu itibarla ihlal iddialarının Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanının kapsamında yer aldığı, bir başka ifadeyle başvurunun Anayasa ve Sözleşme hükümleriyle konu bakımından bağdaşmazlık göstermediği anlaşılmaktadır.
31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
32. Masumiyet karinesi, Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz." şeklinde düzenlenmiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde ise herkesin iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Anılan maddeye adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, kendisine bir suç isnat edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılacağı düzenlenmiştir. Bu itibarla masumiyet karinesi, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağına dair 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Fameka İnş. Plastik San ve Tic. Ltd. Şirketi, B. No: 2014/3905, 19/04/2017, § 27).
33. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
34. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki yönü bulunmaktadır.
35. Güvencenin ilk yönü; kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu yönünün kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, § 39).
36. Güvencenin ikinci yönü ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip Şahin, § 40).
37. Bilindiği gibi ceza muhakemesi hukuku ile disiplin hukuku farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Disiplin hukuku kurumun iç düzenini korumayı amaçlayan ve bunun için kamu görevlilerinin mevzuata, çalışma düzenine, hizmetin gereklerine aykırı fiillerine yönelik olarak uygulanacak yaptırımları ve bu yaptırımların uygulanmasındaki usul ve esasları düzenleyen bir hukuk alanıdır. Bazı hâllerde ise kamu görevlisinin fiili ceza hukuku kapsamında suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin hukuku yönünden de sorumluluk gerektiren bir mahiyet taşıyabilir (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş, B. No: 2013/6879, 2/12/2015, § 25; Kürşat Eyol, § 30). Böyle bir durumda Anayasa'da güvence altına alınan masumiyet karinesinin bir eylemi nedeniyle ilgili hakkında hem ceza hem de disiplin işlemlerinin yürütülmesine engel teşkil etmediğini, bu iki sürecin eş zamanlı olarak devam etmesinin de önünde anılan güvence bakımından bir mâni bulunmadığını belirtmek gerekir (M.E.T., B. No: 2014/11920, 3/7/2018, § 61).
38. Öte yandan ceza muhakemesi sonucunda kişinin müsnet suçu işlemediğine dair hükümler dışında ceza mahkemesi hükmü, disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir. Ancak cezai sorumluluğu ortadan kalkmış olsa dahi aynı olaylar nedeniyle -daha hafif bir ispat külfeti temelinde- kişi hakkında başka tür bir sorumluluğun tesis edilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş, § 25; Kürşat Eyol, § 30).
39. Ceza muhakemesiyle eş zamanlı olarak yürütülen, bir başka ifadeyle kişinin henüz suç isnadı altında olduğu, ceza makamları tarafından hakkında herhangi bir hüküm kurulmadığı süreçte devam eden disiplin soruşturma ve yargılamalarında masumiyet karinesi bakımından önemli olan husus; kamu makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza mahkemeleri tarafından henüz suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge düşürülmesine sebebiyet vermemeleridir (Galip Şahin, § 47).
40. Bununla birlikte ceza yargılamasına konu maddi olay ve olguların disiplin hukuku esasları çerçevesinde diğer kamu makamlarınca (idari/adli) ayrıca değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucunda ulaşılacak kanaate göre işlem/karar tesis edilmesi mümkündür. Bu bağlamda disiplin işlem ve yargılamalarında ceza yargılamasında elde edilen bir delile istinat edilmesi ya da kişi hakkında yapılan ceza yargılamasına bir olgu olarak atıf yapılmış olması tek başına masumiyet karinesinin sağladığı güvencelere aykırılık teşkil etmez. Ancak adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak kişiyi suçlu ilan etmesi veya bu bağlamda birtakım çıkarımlarda bulunması masumiyet karinesinin ihlaline yol açabilir. Masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının tespiti yapılırken ise kararın gerekçesinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir (Galip Şahin, § 48).
41. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen durumlarda sanığın suçlu olduğu konusunda ulaşılmış bir vicdani kanaat bulunmakta ve bu kanaat kasten yeni bir suç işlenmemesi şartına bağlı olarak hüküm ifade etmemektedir. Gerçekten hükmün açıklanmasının geri bırakılması, mahkûmiyet konusunda vicdani kanaate ulaşmış mahkemenin buna ilişkin hükmü açıklamayı belirli bir süre ertelemesini, bu süre zarfında hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ve bu süre sonunda kişinin başka suç işlememesi hâlinde açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak davanın düşmesine karar verilmesini ifade eder. Bu çerçevede ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda açıklanması geri bırakılan mahkûmiyet kararına dayanılması masumiyet karinesi ile çelişebilir (Kürşat Eyol, §§ 28, 29).
42. İdari uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından salt kişinin yargılanmış olmasından ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karardan söz edilmesi, masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün hâlinde dikkate alınması ve nihai kararın münhasıran hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen fiillere dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir (Ramazan Tosun, B. No: 2012/998, 7/11/2013, § 63; Hüseyin Şahin, B. No: 2013/1728, 12/11/2014, § 40).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
43. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucu, kullanılan tahsildar makbuzlarının aslına ve dip koçanına farklı rakamlar yazdığı ve kayıt dışı pazar etiketi bastırarak gelir elde ettiği iddialarıyla hakkında açılan idari soruşturma sonucunda devlet memurluğundan çıkarılmıştır. Aynı eylemler nedeniyle hakkında açılan kamu davası sonucunda zimmet, resmî belgede sahtecilik ve görevi kötüye kullanma suçları nedeniyle başvurucu hapis cezasına mahkûm edilmiş ancak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun devlet memurluğundan çıkarılma işlemine karşı açtığı dava da reddedilmiştir. Başvurucu; hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargısı süreci esas alınarak davanın reddedildiğini, bu nedenle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Başvurucunun şikâyeti dikkate alındığında somut başvurunun masumiyet karinesinin ikinci yönü bakımından incelenmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
44. Yukarıda alıntılanan ilkeler uyarınca masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken önemli olan husus, yargılamayı yapan makamın ilgili kişiye suç isnat edip etmediği, ceza yargılaması kararını sorgulayıp sorgulamadığı ve münhasıran ceza yargılaması sonucunda verilen hükme dayanıp dayanmadığıdır.
45. Somut olayda Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun isnat edilen suçu işlediğine kanaat getirmiş ancak 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin başvurucuya isnat edilen suça uygulanabilir olduğunu tespit ederek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiş ve dolayısıyla beş yıllık denetim süresinin suç işlenilmeden geçirilmesi hâlinde başvurucu hakkında açılan kamu davasının düşmesi imkânını tanımıştır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesi uyarınca sanık hakkında hukuki sonuç doğurmadığı dikkate alındığında başvurucunun masumiyet karinesinin devam ettiği açıktır.
46. Yukarıda anılan ilkeler çerçevesinde, ceza gerektiren herhangi bir suç isnat edilen ancak kesin olarak mâhkum edilmemiş bulunan bir kişiye yönelik hukuki kararın kişinin suçlu olduğu yönünde bir görüşü yansıtması hâlinde masumiyet karinesinin ihlal edilmiş olacağı unutulmamalıdır.
47. Mahkeme ret gerekçesinde münhasıran Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesinin kararına dayanmıştır. Mahkeme gerekçesinde ceza mahkemesi kararına atıfla "...davacı tarafından işlenen fillerin..." ifadesine yer vererek başvurucunun eylemine uyan disiplin cezası ile cezalandırıldığı sonucuna ulaşmıştır (bkz. § 16). Mahkeme, disiplin cezasının hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşırken disiplin hukuku bağlamında bir delillendirmeyi esas alarak idare hukuku çerçevesinde somut olaya dair yeni bir hukuki değerlendirmede bulunmamıştır.
48. Bu bağlamda uyuşmazlık konusu disiplin cezasına esas olan olaylara ilişkin yeni bir değerlendirme yapmadan başvurucuya isnat edilen fiillerin gerçekleştiğini ifade eden Mahkemenin disiplin cezasının hukuka uygun bulunduğu yönündeki gerekçesini kendi değerlendirmesinden ziyade hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza mahkemesi kararına dayandırdığı açıktır.
49. Ceza yargılamasından bağımsız, kendi kanaatini ortaya koyacak herhangi bir delili kararında irdelemeyen, olay ve olgular hakkında yeni bir değerlendirme yapmayan derece mahkemesinin münhasıran hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargılamasına dayandığı ve eyleme yönelik ifadelerinin de (bkz. § 47) masumiyet karinesini ihlal edici mahiyette olduğu anlaşılmaktadır.
50. Sonuç olarak kararda yapılan değerlendirme ve kullanılan ifadelerin masumiyet karinesini ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır.
51. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde Kayseri 1. İdare Mahkemesi kararının gerekçesinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargılaması esas alınarak başvurucunun ceza yargılamasına konu eylemi işlediği ve suçlu olduğu inancının yansıtıldığı anlaşıldığından Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
52. Diğer taraftan yargılama sürecine ilişkin usul güvencesi sağlayan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verildiğinden yargılamanın sonucuyla ilintili bulunan diğer ihlal iddialarının değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Muammer TOPAL bu görüşe katılmamıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
53. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
54. Başvurucu, yeniden yargılama yapılması ve tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
55. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
56. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
57. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
58. İncelenen başvuruda Kayseri 1. İdare Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucu masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
59. Bu durumda masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan farklı ve bireysel başvuruya özgü bir düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
60. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
61. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.849,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 36. maddesi ile 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE Muammer TOPAL'ın karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Kayseri 1. İdare Mahkemesine (E.2008/381, K.2013/877) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 294,70 TL harç ve 3.600,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/12/2020 tarihinde karar verildi.
 
 
 
KARŞIOY
Mahkememiz çoğunluğunca, teselsülen basit zimmet ve teselsülen özel belgede sahtecilik suçunu işlediği iddiasıyla ilgili olarak hakkında eş zamanlı bir şekilde hem ceza hem de disiplin soruşturması başlatılan başvurucu hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) dair karara atıfla “…zimmet, özel belgede sahtecilik ve güveni kötüye kullanma suçlarını işlediğine karar verildiği…”nden söz edilerek, memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak nedeniyle hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali istemiyle açılan davanın reddedilmiş olması nedeniyle başvurucu bakımından Anayasa’nın 36. maddesinin birinci ve 38. maddesinin dördüncü fıkralarında güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu sonuca ulaşılırken de İdare Mahkemesi kararında, HAGB kararı ile sonuçlanan ceza yargılaması esas alınarak başvurucunun ceza yargılamasına konu eylemi işlediği ve suçlu olduğu inancının yansıtılıp, başvurucunun masumiyetine gölge düşürüldüğü belirtilmiştir.
Mahkememiz çoğunluğunca ulaşılan sonuca aşağıda açıklanan nedenlerle iştirak edilmemiştir.
Öncelikle Mahkemenin verdiği HAGB kararına herhangi bir beraat kararının sonucu bağlanmak istenmektedir ki bu son derece yanlıştır. HAGB kararıyla beraat kararının gerekçesi ve sonucu aynı olamaz. Ceza mahkemesi kararında açıkça “… sahte olarak bastırmış olduğu pazar etiketlerinin bir kısmı karşılığında almış olduğu paralarla, gerçek pazar etiketleri sonucunda almış olduğu bir kısım paraları ilgili yerlere yatırmayıp mal edinme suretiyle teselsülen basit zimmet suçunu, özel belge niteliğinde bulunan çok sayıda pazar etiketi bastırmak suretiyle teselsülen özel belgede sahtecilik suçunu ve düğün kirası olarak yatırılmak üzere kendisine verilen birden fazla kira bedellerini mal edinmek suretiyle güveni kötüye kullanmak suçunu işlediği sabit olmuştur.” denilmek suretiyle başvurucunun suçlu bulunduğu; ancak Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesi uyarınca HAGB kararı verildiği anlaşılmakla başvurucunun suçluluğunun hükmen sabit olduğu, dolayısıyla masumiyet karinesinden yararlanamayacağı sonucuna ulaşılmıştır.
Bu karara başvurucunun itiraz etmemesi de kendisini masum olarak kabul etmediğinin göstergesidir. Anılan maddenin beşinci fıkrasının son cümlesinde, hükmün açıklanmasının geriye bırakılmasının, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade edeceği belirtilerek suçlu bulunan, hakkında cezaya hükmedilen şahsın ceza hükmünden etkilenmeyeceği açıklanmıştır.
Olayda idare mahkemesi, ceza mahkemesi kararında yapılan değerlendirmelerden bir olgu olarak söz ettikten sonra başvurucunun işlediği fiilin "memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici nitelikte bulunduğu" kanaatine varmıştır.
Olayda ceza soruşturması ile disiplin soruşturması birbirinden farklı olgulara dayandırılmıştır.
Ceza soruşturması zimmet, resmi belgede sahtecilik ve güveni kötüye kullanma suçlaması temelinde yapılmakta iken disiplin soruşturması memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak fiili temelinde yapılmıştır.
Kuşkusuz bu iki suçlamanın da temelinde aynı fiiller bulunmaktadır. Masumiyet karinesinin, hakkındaki ceza soruşturması beraat dışında bir kararla sonuçlanan kişinin aynı fiil nedeniyle disiplin yaptırımına maruz bırakılmasını engellemesi düşünülemez. Aksine, suçu işlediği sabit olan kişi hakkında disiplin yaptırımı uygulanmasının gerekçesini güçlendirir. Masumiyet karinesinin yasakladığı husus, ceza mahkemesince işlenmediği kabul edilen bir suçun işlendiğinin kabulüyle bu kişiye disiplin cezası verilmesidir. Aynı fiilin disiplin hukuku sınırları içinde kalan bir suçlamaya konu edilmesi masumiyet karinesini zedelemez.
Somut olayda idare mahkemesinin başvurucunun zimmet, resmi belgede sahtecilik ve güveni kötüye kullanma fiillerini işlediğine yönelik bir kabulü bulunmamaktadır. İdare mahkemesi kararında, bu durumdan ceza mahkemesi kararına atfen sadece bir olgu olarak bahsetmektedir. İdare mahkemesi başvurucunun memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak fiilini işlediğini kabul etmiştir. Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak fiili tamamen disiplin hukuku sınırları içinde kalan bir fiildir. Şayet idare mahkemesi başvurucunun zimmet, resmi belgede sahtecilik ve güveni kötüye kullanma fiillerini işlediğini ifade etmiş olsaydı masumiyet karinesinin ihlal edildiği söylenebilecekti.
Hal böyle olunca bu koşullarda idare mahkemesinin başvurucunun masumiyet karinesini ihlal ettiği söylenemez.
Öte yandan idare mahkemesinin olay ve olguları sıralarken ceza mahkemesi kararından da söz etmiş olması masumiyet karinesini ihlal etmez. Nitekim Urat/Türkiye kararında da benzer bir durum söz konusu iken AİHM ihlal bulmamıştır.
Son olarak vurgulanmalıdır ki AİHM kararlarında disiplin uyuşmazlığına bakan mahkemenin olguları kendisinin değerlendirerek bir sonuca ulaşması gerektiği biçimindeki ilkenin doğru anlaşılması gerekir. Söz konusu ilkeyle kastedilen ceza mahkemesinde yürütülen yargılamadaki suçlama temelinde bir disiplin soruşturması yürütülmemesi, disiplin hukukuna özgü suçlama temelinde bir soruşturma yürütülmesidir. Somut olayda da disiplin hukuku temelinde bir soruşturma yürütülmüştür. Diğer bir ifadeyle disiplin yargılamasındaki suçlama ile ceza yargılamasındaki suçlama aynı değildir. İdare mahkemesi disiplin hukukunun sınırları içinde kalarak değerlendirmesini yapmıştır. Disiplin hukuku kapsamındaki suçlamanın temelini oluşturan fiilin işlendiği söylenirken olgu olarak ceza mahkemesi kararına atıf yapılması tek başına masumiyet karinesini ihlal eden bir husus değildir.
Açıklanan nedenlerle başvurucu hakkında uygulanan disiplin cezasının iptali istemiyle açılan davada verilen karardan dolayı masumiyet karinesinin ihlal edilmediği düşüncesiyle çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne dayalı karara katılmadım.
    Üye
 Muammer TOPAL
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
AHMET TEYİT KEŞLİ BAŞVURUSU (4)
(Başvuru Numarası: 2018/4502)
 
Karar Tarihi: 25/2/2021
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
 
Başkan:Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler:Muammer TOPAL
  Recai AKYEL
  Yusuf Şevki HAKYEMEZ
  Selahaddin MENTEŞ
Raportör:Tuğba TUNA IŞIK
Başvurucu:Ahmet Teyit KEŞLİ
Vekili:Av. Ayşen ARAS
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, vekâlet sözleşmesinden kaynaklı olarak açılan davada gerekçeli kararın başvurucunun suçlu olduğunu çağrıştıracak ifadeler içermesi nedeniyle masumiyet karinesinin ve lehe düzenlenen bilirkişi raporlarının mahkemece dikkate alınmaması sebebiyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 6/2/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Arka Plan Bilgisi
8. Başvurucunun özel evrakta sahtecilik suçunu işlediği iddiasıyla Bursa 2. Asliye Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) yargılandığı davada 2/2/2012 tarihli ek kararla 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine dava zamanaşımının suçun işlendiği tarihten temyiz inceleme tarihine kadar geçtiği gerekçesiyle 27/9/2012 tarihinde düşme kararı verilmiştir.
B. Başvuruyu Konu Yargı Süreci
9. Başvurucu ile avukatı olduğu Şirket arasında imzalanan 1/4/2008 tarihli sözleşme, Şirket tarafından 11/2/2013 ve 6/3/2013 tarihlerinde feshedilmiştir. Başvurucu, sözleşme hükümleri gereği feshin 31/3/2013 tarihinde sonuç doğuracağını ileri sürerek mart ayı danışmanlık vekâlet bedelinin tahsili için başlattığı takibe itiraz edilmesi üzerine İstanbul 11. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) itirazın iptali davası açmıştır.
10. Mahkeme 7/2/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
"(...) Ne var ki sözleşmenin 6/1 maddesi edimlerin ifası esnasındaki kusurlara ilişkindir. Davacının hakaret suçundan mahkumiyeti haklı ve acil azil nedeni olarak kabul edilemez. Ne var ki davacı özel evrakta sahtecilik suçundan da mahkum olmuştur. Vekalet ilişkisi güvene dayalı olup, asilin vekille ilgili böylesi bir mahkumiyeti öğrenmesinin ardından hukuki danışmanlık sözleşmesini sürdürmesi beklenemez. Her ne kadar mahkumiyet fesihden iki yıl önce gerçekleşmiş ise de şirketin, davacının özel hayatını ve şahsi davalarını takip etmesi beklenmemelidir. Dolayısıyla öğrenim noktasında aksi yönde iddia ve ispat söz konusu olmadığından davacı beyanının esas alınması zorunludur. Eş anlatımla anılan mahkumiyete vakıf olunması üzerine şirketin derhal fesih yoluna gitmesi olağandır. Özel evrakta sahtecilik, hukuki danışmanlık sözleşmesinin ifası kapsamında değerlendirilemeyeceğinden sözleşmenin 6/1 maddesinde öngörülen üç aylık sürenin de önemi bulunmamaktadır. Dolayısıyla Avukatlık Kanunu Madde 174/2 bağlamında haklı azil söz konusu olup, karşı tarafa ulaştığı anda sonuç doğurmaya başlayacaktır. Bu hali ile Mart ayına ilişkin bedelin istenmesi mümkün değildir. Son olarak anılan mahkumiyetin kesinleşmemiş olmasının işaret edilen kabulleri değiştirmeyeceğine değinilmelidir. Zira; temyiz sonucunda suçun oluşmadığı yönünde herhangi bir değerlendirme yapılmamış, daha doğrusu zaman aşımı nedeni ile yapılamamıştır. Şayet temyiz aşamasında beraate yönelik bozma söz konusu olsa idi, haklı azilden bahsedilmesi mümkün olmayacakken, meri mevzuat gereği Yargıtay'ın inceleme yapamamış olması karşısında davalı şirketin yerel mahkeme kararına itibar etmesi hayatın olağan akışı gereğidir. Daha açık bir anlatımla sözü geçen davanın anlatılan akibeti güven sarsıcı hareket ve haklı azil nedeni olarak kabul edilmiştir. Sadece bazı davaların celse zabıtları incelenerek hazırlanan bilirkişi raporuna da itibar edilmesi mümkün değildir. Dava subuta ermemesine rağmen kötü niyete ilişkin emare bulunmadığından aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. "
11. Başvurucunun istinaf talebi İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 19. Hukuk Dairesinin (Bölge Mahkemesi) 2/1/2018 tarihli kararıyla esastan reddedilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
"(...) Davacının davalı şirket tarafından her ne kadar 01/04/2008 tarihli sözleşmesinin 6. Maddesi uyarınca taraflarca bir ay önceden fesih ihbar edilmediği takdirde birer yıllık süreler ile sözleşmenin yenilenmiş sayılacağı şeklinde düzenleme karşısında davacı avukatın özel evrakta sahtecilik suçundan mahkum olmasının davalı şirket tarafından öğrenilmesi üzerine 06/03/2013 tarihinde davalı şirket tarafından yapılan azil haklı görüldüğünden taraflar arasındaki vekalet sözleşmesinin karşılıklı güvene dayalı bir sözleşme olduğundan güven ilişkisinin bittiği anda tarafların her zaman sözleşmeyi feshedebileceği, TBK düzenlenmiş, emredici nitelikte bir hüküm olduğundan taraflar arasındaki avukatlık vekalet ücreti sözleşmesinin 6. Maddesini azli zorlaştıran şartlar içerdiği kabul edildiğinde sözleşmenin geçersiz olduğu, ayrıca her ne kadar davacı avukat davalı şirketin sözleşme feshinde ve azlinde sebep göstermediğini iddia etmiş ise de; azilde sebep gösterme zorunluluğu olmadığı gibi azil ihtarında gösterilmeyen bir nedene dayalı olarak da yargılama sırasında da dayandığı başka bir anlatımla davacı avukatın özel evrakta sahtekarlık suçundan mahkum olması, avukatın TBK 506 ve devamı maddelerinde ve avukatlık kanunu 34. maddesinde düzenlenen özen borcuna aykırı davranması haklı olarak da vekaletten azil gibi ücret talep hakkını ortadan kaldıran ağır hukuki sonuçlara bağlandığından davalı şirketin güvenini sarsan davacı avukatı azletmesi azlin haklı olduğunu gösterdiğinden avukatlık kanunu 174 maddesi uyarınca ücret talep edemeyeceği yönünde mahkemece verilen red kararı usul ve yasaya uygun bulunmuştur. "
12. Nihai karar 8/1/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 6/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
13. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu' nun 207. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Bir özel belgeyi sahte olarak düzenleyen veya gerçek bir özel belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren ve kullanan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır"
14. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 174. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
"Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez."
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
15. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
16. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasının kişilerin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılma hakkını güvence altına aldığını belirtir. AİHM, masumiyet karinesi ile sağlanan güvencenin iki yönünün bulunduğunu içtihatlarında ifade etmiştir. Ceza yargılamasının yürütülmesine dair usule ilişkin güvenceyle, sonucunda mahkûmiyet kararı dışında bir hüküm kurulan ceza yargılaması ile bağlantılı olan durumlarda daha sonra yürütülecek yargılamalar boyunca kişinin masumiyetine saygı gösterilmesinin sağlanması amaçlanır. Usule ilişkin bu kapsamda masumiyet karinesi ilkesi, ceza yargılamasının adil olmasını sağlayacak usule ilişkin güvence olarak kamu görevlilerinin davalının suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunmasını yasaklar. Ancak bu husus, cezai meselelerde usule ilişkin güvence ile sınırlı olmayıp bu kapsam daha geniştir ve devletin hiçbir temsilcisinin, mahkeme kararı ile suçluluğu ispatlanıncaya kadar kişinin bir suçtan suçlu olduğunu söylememesini gerekli kılar. Bu kapsamda sadece ceza yargılamasında değil aynı zamanda ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen bağımsız hukuk yargılamaları, disiplin işlemleri veya diğer yargılamalarda da masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir. Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası kapsamındaki güvencenin ilk yönü, kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar ceza gerektiren bir suçla suçlandığı süreye ilişkin iken masumiyet karinesi güvencesinin ikinci yönü, ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suç karşısında kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını gerektirir (Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018, § 43).
17. Masumiyet karinesi, ceza yargılaması kapsamında bir usul güvencesi olmasına rağmen buna ilişkin korumanın uygulanabilir olması ve etkili şekilde sağlanabilmesi için beraat eden veya bir şekilde hakkındaki ceza yargılaması devam etmeyen kişilere kamu görevlileri veya otoritelerince suçlu muamelesinde bulunulmasını önlemelidir. Bu kapsamda ceza davasını takip eden ve ceza yargılaması niteliğinde olmayan herhangi bir yargılamada da (hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesine özen gösterilmelidir. Bununla birlikte ceza yargılamasında mahkûmiyetle sonuçlanmamış aynı olaylara dayanılarak bir kişinin disiplin suçundan suçlu bulunması veya hakkında tazminata karar verilmesi masumiyet karinesini otomatik olarak ihlal etmez. Bu kapsamda karar vericilerin kullandıkları dil kritik önem taşır (Allen/Birleşik Krallık [BD], B. No: 25424/09, 12/7/2013, §§ 92-105, 120-126).
18. AİHM; gündemine gelen başka bir başvuruda, hakkında ceza soruşturması yürütülen başvurucu savcıdan takipsizlik kararı verilmesini talep etmiş ancak savcı bu talebi reddetmiştir. Başvurucu, ret kararında kullanılan ifadelerin masumiyet karinesini ihlal ettiğini iddia etmiştir. AİHM öncelikle bir kişi kesinleşmiş bir mahkûmiyet ile suçlu bulunmadan önce kamu görevlilerinin kişi hakkında sarf ettiği ifadelerin seçiminin önemli olduğunu, bununla birlikte bir kamu görevlisinin beyanının masumiyet karinesi ilkesine aykırı olup olmadığının söz konusu ifadenin özel koşullarına göre belirlenmesi gerektiğini, başvuru konusu olayda da takipsizlik kararında geçen ifadelerin hangi bağlamda kullanıldığına dikkat edilmesi gerektiğine değinmek suretiyle kararda ispatlanma teriminin kullanılmış olması talihsizlik olsa da bu ifadenin başvurucunun üzerine atılı suçun delillerle sabit olduğu hususuna ilişkin olmadığını, yalnızca dava dosyasının soruşturmanın haklılığına ilişkin delilleri ortaya koyup koymadığı noktasına işaret ettiğini belirtmiş ve masumiyet karinesinin ihlal edilmediğine karar vermiştir (Daktaras/Litvanya, B. No: 42095/98, 10/10/2000, §§ 42-45).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 25/2/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucu; ceza yargılamasına ilişkin temyiz incelemesinde zamanaşımı sebebiyle esasa ilişkin bir inceleme yapılmamasına rağmen hukuk yargılamasına ilişkin gerekçeli kararda kendisinin suçlu gibi gösterildiğini, ceza yargılamasına konu eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancının karara yansıtıldığını belirterek masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
21. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
''Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
22. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
23. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesinde "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı[nın] metne dahil" edildiği belirtilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesine söz konusu ibarenin eklenmesinin amacının Sözleşme'de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54). Bu itibarla Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği belirlenirken Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).
24. Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bir suçla itham edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılacağı düzenlenmiştir. Bu itibarla masumiyet karinesi, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağı belirtilmek suretiyle Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir.
25. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki yönü bulunmaktadır.
26. Güvencenin ilk yönü kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu yönünün kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 39).
27. Güvencenin ikinci yönü ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip Şahin, § 40).
28. Somut olayda başvurucunun şikâyeti, gerekçeli kararlarda kullanılan ifadelerle ilgilidir. Başvurucunun açtığı itirazın iptali davası özel hukuktan kaynaklanan, medeni hak ve yükümlülükler kapsamında kalan bir davadır. Bu durumda suç isnadıyla ilgili yargılamalara ilişkin bir güvence olan masumiyet karinesinin bireysel başvuruya konu olay yönünden uygulanıp uygulanmayacağının ortaya konulması gerekir.
29. Masumiyet karinesine ilişkin anayasal güvencelerin harekete geçirilebilmesi için kural olarak kişinin suç isnadı altında bulunması gerekmektedir. Bununla birlikte masumiyet karinesinin ikinci boyutuna ilişkin güvencelerin uygulanabilmesi, kişinin hâlihazırda suç isnadı altında bulunmasını zorunlu kılmamaktadır. Ancak ceza yargılamasının sonuçlanmasından sonra başlayan veya ceza yargılaması henüz sonuçlanmadan başlasa bile ceza yargılamasının kesinleşmesinden sonra da devam eden medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalarda masumiyet karinesinin uygulanabilmesi için başvurucunun söz konusu medeni yargılama ile hakkında yürütülen ve sona eren ceza yargılaması arasında bağlantı bulunduğunu göstermesi gerekmektedir. Medeni hak yargılamasında, ceza yargılamasında verilen kararın sonucunun dikkate alındığı ve değerlendirildiği veya ceza dosyasında yer alan delillerin irdelendiği ya da başvurucunun hakkındaki suçlamayı doğuran olaylara dahli ile ilgili irdelemelerde bulunulduğu veyahut başvurucunun muhtemel suçluluğuyla ilgili yorum yapıldığı hâllerde söz konusu bağlantının var olduğu kabul edilebilir. Bununla birlikte hukuk yargılaması ile ceza yargılaması arasındaki bağlantının varlığına işaret eden olguların tüketme yoluyla sayılmasının mümkün olmadığı, bunların kararların verildiği yargılamaların türüne ve içeriğine göre değişebileceği kabul edilmelidir. Ancak bağlantının varlığı değerlendirilirken kararda kullanılan dilin kritik öneme sahip olacağı vurgulanmalıdır (Barış Baş, B. No: 2016/14253, 2/7/2020, § 50).
30. Bireysel başvuru konusu dava, Ceza Mahkemesi kararının temyiz edilmesi üzerine verilen 27/9/2012 tarihli düşme kararından sonra açılmıştır. Gerek ilk derece mahkemesi kararında gerekse Bölge Mahkemesi kararında başvurucu hakkındaki ceza yargılamasında ileri sürülen suçlamayla ilgili değerlendirmeler yapıldığı görülmektedir. Bu değerlendirmeler hukuk yargılaması ile ceza yargılaması arasında bağlantı bulunduğu sonucuna ulaşılması bakımından yeterli görülmüş, masumiyet karinesinin somut olayda uygulanabilir olduğu kanaatine varılmıştır.
31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
32. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
33. Masumiyet karinesi, ceza yargılaması kapsamında bir usul güvencesi olmasına rağmen buna ilişkin korumanın uygulanabilir olması ve etkili şekilde sağlanabilmesi için, beraat eden veya bir şekilde hakkındaki ceza yargılaması devam etmeyen kişilerin kamu görevlileri veya otoritelerince suçlu muamelesine tabi tutulmalarını önlemelidir. Bu kapsamda ceza davasını takip eden ceza yargılaması niteliğinde olmayan herhangi bir yargılamada da (hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesine özen gösterilmelidir. Bununla birlikte ceza yargılamasında mahkûmiyetle sonuçlanmamış aynı olaylara dayanılarak bir kişinin disiplin suçundan suçlu bulunması veya hakkında tazminata karar verilmesi masumiyet karinesini otomatik olarak ihlal etmez. Bu kapsamda karar vericilerin kullandıkları dil kritik önem taşır (Mustafa Kıvrak, B. No: 2013/3175, 20/2/2014, § 36). Bunun için kararın gerekçesinin bütün hâlinde dikkate alınarak mahkemece kişinin suçlu olduğuna dair bir yargıda ya da imada bulunulup bulunulmadığının incelenmesi gerekir (M.I., B. No: 2012/1268, 30/12/2014, § 50).
34. Masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken özellikle hukuk ve idari yargılama bakımından üzerinde durulması gereken önemli hususlardan biri, yargılamayı yapan makamın ilgili kişiye suç isnat edip etmediği ve ceza yargılaması kararını sorgulayıp sorgulamadığıdır. Kamu otoriteleri veya görevlileri tarafından hakkında soruşturma veya kovuşturma yürütülen kişiyle ilgili olarak yargılama süreci bir mahkûmiyet hükmüyle kesinlik kazanmadan suçluluğa dair herhangi bir kanaat ifade edilmiş olması ya da ceza yargılaması mahkûmiyet dışında bir kararla sona ermesine rağmen sona ermeye ilişkin kararda sanığın suçlu olabileceğinin ifade edilmiş olması durumunda masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilecektir. Bu kapsamda karar vericilerin kullandıkları dil kritik önem taşır (Mustafa Akın, B. No: 2013/2696, 9/9/2015, §§ 38, 39).
35. Anayasa Mahkemesi Münür İçer (B. No: 2012/584, 12/3/2015, §§ 31-33) kararında; başvuruya konu idari yargı mercii kararının gerekçesinde yer alan ifadelerde, suçluluğu ilgili mahkeme kararıyla sabit olmayan ve zamanaşımı nedeniyle hakkında açılan ceza davası ortadan kaldırılan başvurucunun anılan eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancının yansıtıldığı gerekçesiyle başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Dolayısıyla mahkeme kararlarında, resmî yazılarda veya kamu görevlilerinin anlatımlarındaki ifade veya sarf edilen sözler nedeniyle kişiler hakkındaki masumiyet karinesinin ihlal edilmemesi için bu ifadelerde seçilecek kelimelere azami dikkat edilmesi gerekir (Ömer Aybar, B. No: 2013/6974, 14/4/2016, § 30).
36. Bununla birlikte masumiyet karinesi değerlendirilirken hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmayan kişilerle ilgili olarak yapılan diğer yargılamalar sonucunda verilen mahkeme kararlarında geçen ifadelerin dikkatli ve özenli kullanılması, ifadelerin bağlam ve amacını aşacak şekilde kullanılıp kullanılmadığının somut olay koşullarında değerlendirilmesi gerektiği açıktır.
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
37. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucu hakkındaki ceza davası ilk derece yargılaması sonunda 1 yıl hapis cezası ile sonuçlanmış ise de dava, temyiz incelemesi aşamasında zamanaşımından düşme kararı verilerek kesinleşmiştir. Bu durumda başvurucunun suçluluğunun hükmen sabit olmadığı görülmektedir. Somut olayda, Ceza Mahkemesi tarafından suçlu bulunmamış olan başvurucunun itirazın iptali talebiyle açılan davadaki gerekçe veya kullanılan dil nedeniyle masumiyetine gölge düşürülmesine sebebiyet verilip verilmediğinin ortaya konulması gerekmektedir.
38. Başvurucunun vekâlet ücretinin tahsiline yönelik açtığı itirazın iptali davasına ilişkin yargılamada Mahkemenin başvurucunun azlinin haklı nedene dayanması sebebiyle vekâlet ücretini hak etmediğine ilişkin gerekçesinde ceza yargılamasına dayanılarak karar verildiği görülmektedir.
39. Mahkeme kararında "...Ne var ki davacı özel evrakta sahtecilik suçundan da mahkum olmuştur...", Bölge Mahkemesi kararında ise "...davacı avukatın özel evrakta sahtecilik suçundan mahkum olmasının davalı şirket tarafından öğrenilmesi üzerine 6/3/2013 tarihinde davalı şirket tarafından yapılan azil haklı görüldüğünden ...başka bir anlatımla davacı avukatın özel evrakta sahtekarlık suçundan mahkum olması,... " şeklinde yer alan ifadelerle başvurucunun kendisine isnat edilen eylemden suçlu bulunduğu yönünde ve başvurucuya cezai sorumluluk yükler nitelikte bir değerlendirme yapıldığı anlaşılmaktadır. Kararlarda geçen ifadelerin gerek kullanılan dil gerekse bağlantı itibarıyla ceza hukuku anlamında ve teknik unsurlarıyla ceza davasına konu suçun işlendiğine işaret ettiği sonucuna ulaşılmıştır.
40. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde Mahkemece hakkında herhangi bir mahkûmiyet kararı bulunmayan başvurucunun ceza yargılamasına konu eylemleri işlediğinin sabit olduğu varsayımına dayanılarak karar verildiği anlaşıldığından başvurucunun Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
41. Anayasa Mahkemesinin yukarıda aktarılan değerlendirmesi ve vardığı sonuç yalnızca masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin olup davanın esasına ilişkin bir unsur içermemektedir.
B. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
42. Başvurucu; Mahkeme tarafından alınan iki bilirkişi raporunun da lehine olmasına rağmen Mahkeme tarafından söz konusu raporların neden dikkate alınmadığının gerekçeli kararda belirtilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özünün adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan gerekçeli karar hakkına ilişkin olduğu ve bu kapsamda bir inceleme yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.
44. Anayasa Mahkemesi ancak temellendirilebilmiş bir bireysel başvuruyu inceler. Başvurucuların şikâyetlerini hem maddi hem hukuki olarak temellendirme zorunluluğu bulunmaktadır. Maddi dayanaklar yönünden başvurucuların yükümlülüğü şikâyetlerine konu temel olay ve olguları açıklamak ve bunlara ilişkin delilleri Mahkemeye sunmak, hukuki dayanak yönünden yükümlülüğü ise bireysel başvuruya konu temel hak ve özgürlüklerden hangisinin hangi nedenle ihlal edildiğini özü itibarıyla açıklamaktır (Sabah Yıldızı Radyo ve Televizyon Yayın İletişim Reklam Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, [GK], B. No: 2014/12727, 25/5/2017, § 19).
45. Bireysel başvuru incelemesinde Anayasa Mahkemesi kamu gücü eylem ve işlemleri ile mahkeme kararlarının Anayasa'ya uygunluğunun ve müdahale gerekçelerinin denetimini kendiliğinden yapmaz. Bu sebeple başvurucunun başvurusunun esasını ve bu kapsamda kamu makamları tarafından ortaya konulan gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığını Anayasa Mahkemesine inceletebilmesi için öncelikle kendisinin ihlal iddialarını gerekçelendirmesi, buna ilişkin olay ve olguları açıklaması ve delillerini sunması zorunludur (Cemal Günsel, [GK], B. No: 2016/12900, 21/1/2021 § 24).
46. Anayasa Mahkemesinin başvurucunun yerine geçerek ihlal iddialarını gerekçelendirme, olay ve olguları ortaya koyma ve delil toplama görev ve yükümlülüğü bulunmamaktadır. Söz konusu yükümlülükler başvurucuya aittir. Başvurucuların anılan yükümlülüklere uymamaları halinde şikâyetlerini temellendiremedikleri için başvuruları açıkça dayanaktan yoksun bulunabilir. Anayasa Mahkemesi temellendirmeye ilişkin incelemesini her başvurunun somut koşullarında yapar. Kuşkusuz bu yükümlülüklere ellerinde olmayan nedenlerle uymamalarının ikna edici gerekçelerini Mahkemeye sunmaları ya da Mahkemenin bu durumu işin niteliğinden anlaması hali müstesnadır (Cemal Günsel, § 25, 26)
47. Başvuruya konu somut olayda başvurucu, yargılama sürecinde Mahkeme tarafından alınan bilirkişi raporlarının lehine olmasına rağmen neden dikkate alınmadığının karar gerekçesinde belirtilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Ancak başvurucu tarafından, raporlarda yer alan hangi tespitlerin lehine olduğu ve bu durumun davanın seyrini ne yönde etkileyeceği konusunda açıklamada bulunulmamıştır.
48. Sonuç olarak başvurucu şikayetlerine konu temel olay ve olgular ile bireysel başvuruya konu gerekçeli karar hakkının hangi nedenle ihlal edildiğini açıklamak yönündeki yükümlülüğünü yerine getirmemiş; bu bağlamda ileri sürdüğü ihlal iddialarını temellendirememiştir.
49. Açıklanan nedenlerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
50. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
51. Başvurucu ihlalin tespitini, yargılamanın yenilenmesini, maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir.
52. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
53. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
54. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
55. İncelenen başvuruda itirazın iptali yargılamasına ilişkin gerekçeli kararda kullanılan ifade nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
56. Bu durumda masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 11. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
57. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
58. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesi ile 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 11. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2013/238, K.2017/55) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/2/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
ABDÜLAZİZ GÖKALP BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2018/23214)
 
Karar Tarihi: 25/2/2021
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
 
Başkan:Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler:Muammer TOPAL
  Recai AKYEL
  Yusuf Şevki HAKYEMEZ
  Selahaddin MENTEŞ
Raportör:Selçuk KILIÇ
Başvurucu:Abdülaziz GÖKALP
Vekili:Av. Merve TÜRKMEN KAPLAN
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; devlet memurluğundan çıkarılma disiplin işleminin iptali istemiyle açılan davada hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı esas alınarak karar verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 25/7/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Siirt İl Kültür Müdürlüğünde bekçi olarak görev yapmaktadır.
9. Başvurucu, Şırnak'ta görevli olduğu dönemde Kültür Merkezi Tiyatro Salonu'ndaki bir programda kadın öğretmenlerden birine cinsel tacizde bulunduğu gerekçesiyle şikâyet edilmiştir.
10. Başvurucu hakkında şikâyetçi olan öğretmen, başvurucunun kumanda odasında bulundukları sırada elini tuttuğunu ve yanağından öptüğünü iddia etmiştir. Başlatılan soruşturma sonucu açılan ceza davası sonucunda, Şırnak Asliye Ceza Mahkemesinin (Ceza Mahkemesi) 12/12/2007 tarihli kararıyla başvurucu cinsel taciz suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmış ve bu cezası ertelenmiştir.
11. Anılan ertelenen hapis cezasına ilişkin karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. Hükmün kesinleşmesinden sonra 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nda yapılan değişiklik uyarınca başvurucunun durumu yeniden incelenmiş ve hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir.
12. Bunun üzerine başvurucu hakkında başlatılan soruşturma sonucunda başvurucuya isnat edilen eylemin mahkeme kararıyla sabit olduğu, bu eylemin karşılığının devlet memurluğundan çıkarma cezası olduğu belirtilmiştir.
13. Başvurucu 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125. maddesinin (E) bendinin (g) alt bendi uyarınca devlet memurluğundan çıkarma cezası ile cezalandırılmıştır.
14. Başvurucu, anılan işlemin iptali istemiyle Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Anılan Mahkemenin 30/7/2009 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucu ve E.Y. dışında olayın başkaca tanığının olmadığı, şikâyete tabi olan basit cinsel taciz suçunda E.Y.nin şikâyetini geri aldığı, olayla ilgili ceza davasında HAGB kararı verildiği hususlarının dikkate alınması ile açık ve net bir şekilde cinsel taciz suçunun, memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunulduğunun sabit olmadığı kanaatine varılarak dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmediği belirtilmiştir.
15. Temyiz edilen karar Danıştay Onikinci Dairesinin (Daire) 27/9/2012 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde; başvurucu hakkında ceza yargılaması sonucu verilen HAGB kararının başvurucuya isnat edilen eylemin disiplin yönünden idarece ele alınmasına ve disiplin cezası verilmesine engel teşkil etmeyeceği vurgulanmıştır. Başvurucuya isnat edilen fiilin ceza mahkemesi kararıyla sübuta erdiği, bu fiilin memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareket niteliğinde bulunduğu sonucuna varıldığı belirtilerek dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmediği ifade edilmiştir.
16. Başvurucu tarafından bozma kararına karşı kararın düzeltilmesi isteminde bulunulmuştur. Kararın düzeltilmesi dilekçesinde; hakkındaki şikâyetin geri çekildiği, kararı temyiz etmiş olsaydı şikâyet yokluğu nedeniyle düşme kararı verileceği ve hakkında disiplin cezası uygulanmayacağı, bu hususların dikkate alınması gerektiği, tarafına isnat edilen eylemin sabit olmadığı ileri sürülmüştür. Kararın düzeltilmesi istemi Dairenin 14/3/2016 tarihli kararı ile reddedilmiştir.
17. Bozma kararı üzerine dosya Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin esasına kaydedilmiştir. Anılan Mahkemenin 20/6/2016 tarihli kararı ile Siirt İdare Mahkemesinin (Mahkeme) 30/4/2015 tarihinde kurulması ve 1/9/2015 tarihi itibarıyla faaliyete geçmesi nedeniyle dava yetki yönünden reddedilmiş, dosyanın yetkili Siirt İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
18. Mahkemece bozma kararına uyularak 1/10/2016 tarihli kararla dava reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
"... davacıya verilen hapis cezasına ilişkin karar, sonradan yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu uyarınca incelenmiş ve davacı hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş ise de; ceza mahkemesince delillerin takdiri ve suçun niteliği yönünden yapılacak değerlendirmede uyulacak ilke ve kuralların, disiplin hukuku bakımından uygulanan kurallardan farklı olması ve 657 sayılı Yasa'nın 131. maddesinde memurun, ceza kanununa göre mahkum olması veya olmaması halinin, ayrıca disiplin cezasının uygulanmasına engel olmayacağının hükme bağlanmış olması karşısında, davacı hakkında ceza yargılaması sonucu verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının, davacıya isnat edilen eylemin disiplin yönünden idarece ele alınmasına ve disiplin cezası verilmesine engel teşkil etmeyeceği, davacıya isnat edilen fiilin, ceza mahkemesi kararıyla sübuta erdiği, bu fiilin memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareket niteliğinde bulunduğu sonucuna varıldığından, dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir."
19. Başvurucunun disiplin cezası verme yetkisinin zamanaşımına uğradığını, isnat edilen fiilin cinsel taciz suçunu oluşturmadığını, bu fiilin memurluktan çıkarmayı gerektirmediğini, hakkında HAGB kararı verildiğini, HAGB kararlarının amacına aykırı bir yorum yapıldığını ileri sürdüğü temyiz istemi Dairenin 28/9/2017 tarihli kararıyla reddedilerek mahkeme kararı onanmıştır. Karar düzeltme istemi de Dairenin 16/5/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 10/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.
20. Başvurucu25/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
21. 657 sayılı Kanun'un 125. maddesinin birinci fıkrasının E bendinin (g) alt bendi şöyledir:
" Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak,''
22. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (5) numaralı fıkrasının son cümlesi şöyledir:
"Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder."
B. Uluslararası Hukuk
1. İlgili Sözleşme
23. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
"Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
24. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasının kişilerin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılma hakkını güvence altına aldığını belirtir. AİHM içtihatlarında, masumiyet karinesi ile sağlanan güvencenin iki yönünün bulunduğu ifade edilmiştir. Ceza yargılamasının yürütülmesine dair usule ilişkin bu güvence ile sonucunda mahkûmiyet kararı dışında bir hüküm kurulan ceza yargılaması ile bağlantılı olan durumlarda, daha sonra yürütülecek yargılamalar boyunca kişinin masumiyetine saygı gösterilmesinin sağlanması amaçlanır. Bu usule ilişkin yön kapsamında masumiyet karinesi ilkesi, ceza yargılamasının kendisinin adil olmasını sağlayacak usule ilişkin güvence olarak kamu görevlilerinin davalının suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunmasını yasaklar. Ancak bu husus, cezai meselelerde usule ilişkin güvence ile sınırlı olmayıp daha geniştir ve devletin hiçbir temsilcisinin mahkeme ile suçluluğu ispatlanıncaya kadar kişinin bir suçtan suçlu olduğunu söylememesini gerekli kılar. Bu bağlamda sadece ceza yargılaması kapsamında değil aynı zamanda ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen bağımsız hukuk yargılamaları, disiplin işlemleri veya diğer yargılamalarda da masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir. Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki güvencenin ilk yönü, kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar ceza gerektiren bir suçla suçlandığı süreye ilişkin iken masumiyet karinesi güvencesinin ikinci yönü, ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suç karşısında kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını gerektirir (Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018, § 43).
25. AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasının disiplin yetkisini haiz makamların ceza yargılaması kapsamında kendisine suç isnat edilen ve eylemi usule uygun bir şekilde tespit edilen bir kamu görevlisine yaptırım uygulamasını engellemek gibi bir amacı veya etkisi bulunmadığına kanaat getirmiştir. AİHM, Sözleşme’nin herhangi bir eylem nedeniyle hem ceza hem de disiplin yargılamalarının başlatılmasına veya söz konusu iki yargılama türünün eş zamanlı olarak yürütülmesine halel getirmediğine vurgu yapmaktadır. AİHM ayrıca, cezai sorumluluğun kaldırılması hâlinde bile daha hafif bir ispat külfeti temelinde aynı olaylardan doğan hukuki veya diğer sorumlulukların tesis edilmesine halel getirilmediğine işaret etmektedir. Ancak nihai bir cezai hüküm olmaksızın disiplin yargılaması kapsamında başvurana iddia konusu eylemi nedeniyle cezai sorumluluk yükleyen bir ifadenin bulunması hâlinde 6. maddenin (2) numaralı fıkrası kapsamına giren bir mesele söz konusu olacaktır (Seven/Türkiye, § 51).
26. Bu bağlamda Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasının sağladığı korumanın ikinci yönüne göre sanığın beraatiyle veya davanın düşmesiyle sonuçlanan ceza yargılamaları sonrasında söz konusu kişiye, masumiyetine uygun bir muamelede bulunulması gerekir. Bu ikinci yönde maddenin genel amacı bir suçtan beraat eden bireyleri veya ceza yargılaması düşen kişileri, itham edildikleri suçtan aslında suçlu olduklarını düşünen kamu görevlileri ve makamlarına karşı korumaktır. Bu davalarda masumiyet karinesi -adil olmayan bir cezai hükmün önlenmesi için- sağladığı usule ilişkin güvencenin çeşitli koşullarının yargılamada uygulanması suretiyle hayata geçirilmiştir. Beraat veya herhangi bir düşme kararına riayet edilmesi hakkının korunmaması hâlinde Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan adil yargılanma güvenceleri teorik ve hayalî olma riskiyle karşı karşıya kalabilir (Seven/Türkiye, § 54).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 25/2/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
28. Başvurucu; suçun işlendiği tarihe göre disiplin soruşturmasına başlanılan tarih itibarıyla disiplin cezası verme yetkisinin zamanaşımına uğradığını, isnat edilen fiilin cinsel taciz suçunu oluşturmadığını, bu fiilin memurluktan çıkarmayı gerektirmediğini, hakkında HAGB kararı verildiğini ifade etmektedir. HAGB kararlarının amacına aykırı bir yorum yapıldığını, idarenin takdir yetkisini kötüye kullandığını, masumiyet karinesi ve lekelenmeme hakkının gözardı edildiğini, Mahkemece mevzuatın ve somut olayın eksik ve hatalı değerlendirildiğini, aynı konudaki davalarda farklı kararlar verildiğini, hak arama özgürlüğünü zedelediğini belirterek adil yargılanma hakkının, eşitlik ilkesinin ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
29. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
30. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
 “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu; her ne kadar suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiş ise de anılan şikâyetin içeriği incelendiğinde başvurucunun şikâyetinin özünün iptal davasında HAGB kararının esas alınmasına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Bu bakımdan başvurucunun iddialarının masumiyet karinesi bakımından incelenmesi gerekmektedir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
32. Anayasa Mahkemesi masumiyet karinesinin ihlali iddialarını incelediği başvurularda (çok sayıda karar arasından bkz. S.M. [GK], B. No: 2016/6038, 20/6/2019; Galip Şahin [GK], B. No: 2015/6075,11/6/2018) suç isnadına ilişkin bir güvence olan masumiyet karinesinin medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıklarda hangi hâllerde uygulanabileceğine ilişkin ilkeleri belirlemiştir. Buna göre masumiyet karinesinin medeni hak ve yükümlülükler kapsamında kalan bir yargılamada uygulanabilmesi için başvurucunun söz konusu medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılama ile hakkında yürütülen veya sona eren ceza yargılaması arasında bağlantı bulunduğunu göstermesi gerekmektedir. Medeni hak yargılamasında, ceza yargılamasında verilen kararın sonucunun dikkate alındığı ve değerlendirildiği veya ceza dosyasında yer alan delillerin irdelendiği ya da başvurucunun hakkındaki suçlamayı doğuran olaylara dahli ile ilgili irdelemelerde bulunulduğu veyahut başvurucunun muhtemel suçluluğuyla ilgili yorum yapıldığı hâllerde söz konusu bağlantının var olduğu kabul edilebilir. Bununla birlikte idare/hukuk yargılaması ile ceza yargılaması arasındaki bağlantının varlığına işaret eden olguların tüketme yoluyla sayılmasının mümkün olmadığı, bunların kararların verildiği yargılamaların türüne ve içeriğine göre değişebileceği kabul edilmelidir.
33. Somut olayda başvurucu, devlet memurluğundan çıkarma işleminin iptali istemiyle açtığı davada çıkarma işlemine konu eylem nedeniyle yapılan ceza yargılamasında HAGB kararı verilmesine karşın İdare Mahkemesince eylemin sabit görülerek işlemin hukuka uygun bulunmasından şikâyet etmektedir. Gerek mahkeme kararında gerekse disiplin makamlarının işlemlerinde ceza yargılamasına konu eylemlerle ilgili olarak değerlendirme yapıldığı gözlemlenmektedir. Bu hususlar -herhangi bir ihlale yol açıp açmadıkları hususu aşağıda değerlendirilecek olmakla birlikte- disiplin işleminin denetlendiği yargı süreci ile ceza yargılaması arasında bağlantının bulunduğu sonucuna ulaşılması bakımından yeterli görülmüştür. Bu bağlamda masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin devreye girdiği somut başvuruda Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinin uygulanabilir olduğu kanaatine varılmıştır.
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
35. Masumiyet karinesi, Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz." şeklinde düzenlenmiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde ise herkesin iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Anılan maddeye adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, kendisine bir suç isnat edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılacağı düzenlenmiştir. Bu itibarla masumiyet karinesi, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağına dair 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Fameka İnş. Plastik San ve Tic. Ltd. Şirketi, B. No: 2014/3905, 19/04/2017, § 27).
36. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
37. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki yönü bulunmaktadır.
38. Güvencenin ilk yönü; kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu yönünün kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, § 39).
39. Güvencenin ikinci yönü ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip Şahin, § 40).
40. Bilindiği gibi ceza muhakemesi hukuku ile disiplin hukuku farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Disiplin hukuku kurumun iç düzenini korumayı amaçlayan ve bunun için kamu görevlilerinin mevzuata, çalışma düzenine, hizmetin gereklerine aykırı fiillerine yönelik olarak uygulanacak yaptırımları ve bu yaptırımların uygulanmasındaki usul ve esasları düzenleyen bir hukuk alanıdır. Bazı hâllerde ise kamu görevlisinin fiili ceza hukuku kapsamında suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin hukuku yönünden de sorumluluk gerektiren bir mahiyet taşıyabilir (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş, B. No: 2013/6879, 2/12/2015, § 25; Kürşat Eyol, § 30). Böyle bir durumda Anayasa'da güvence altına alınan masumiyet karinesinin bir eylemi nedeniyle ilgili hakkında hem ceza hem de disiplin işlemlerinin yürütülmesine engel teşkil etmediğini, bu iki sürecin eş zamanlı olarak devam etmesinin de önünde anılan güvence bakımından bir mâni bulunmadığını belirtmek gerekir (M.E.T., B. No: 2014/11920, 3/7/2018, § 61).
41. Öte yandan ceza muhakemesi sonucunda kişinin müsnet suçu işlemediğine dair hükümler dışında ceza mahkemesi hükmü, disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir. Ancak cezai sorumluluğu ortadan kalkmış olsa dahi aynı olaylar nedeniyle -daha hafif bir ispat külfeti temelinde- kişi hakkında başka tür bir sorumluluğun tesis edilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş, § 25; Kürşat Eyol, § 30).
42. Ceza muhakemesiyle eş zamanlı olarak yürütülen, bir başka ifadeyle kişinin henüz suç isnadı altında olduğu, ceza makamları tarafından hakkında herhangi bir hüküm kurulmadığı süreçte devam eden disiplin soruşturma ve yargılamalarında masumiyet karinesi bakımından önemli olan husus; kamu makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza mahkemeleri tarafından henüz suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge düşürülmesine sebebiyet vermemeleridir (Galip Şahin, § 47).
43. Bununla birlikte ceza yargılamasına konu maddi olay ve olguların disiplin hukuku esasları çerçevesinde diğer kamu makamlarınca (idari/adli) ayrıca değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucunda ulaşılacak kanaate göre işlem/karar tesis edilmesi mümkündür. Bu bağlamda disiplin işlem ve yargılamalarında ceza yargılamasında elde edilen bir delile istinat edilmesi ya da kişi hakkında yapılan ceza yargılamasına bir olgu olarak atıf yapılmış olması tek başına masumiyet karinesinin sağladığı güvencelere aykırılık teşkil etmez. Ancak adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak kişiyi suçlu ilan etmesi veya bu bağlamda birtakım çıkarımlarda bulunması masumiyet karinesinin ihlaline yol açabilir. Masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının tespiti yapılırken ise kararın gerekçesinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir (Galip Şahin, § 48).
44. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen durumlarda sanığın suçlu olduğu konusunda ulaşılmış bir vicdani kanaat bulunmakta ve bu kanaat kasten yeni bir suç işlenmemesi şartına bağlı olarak hüküm ifade etmemektedir. Gerçekten hükmün açıklanmasının geri bırakılması, mahkûmiyet konusunda vicdani kanaate ulaşmış mahkemenin buna ilişkin hükmü açıklamayı belirli bir süre ertelemesini, bu süre zarfında hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ve bu süre sonunda kişinin başka suç işlememesi hâlinde açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak davanın düşmesine karar verilmesini ifade eder. Bu çerçevede ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda açıklanması geri bırakılan mahkûmiyet kararına dayanılması masumiyet karinesi ile çelişebilir (Kürşat Eyol, §§ 28, 29).
45. İdari uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından salt kişinin yargılanmış olmasından ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karardan söz edilmesi, masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün hâlinde dikkate alınması ve nihai kararın münhasıran hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen fiillere dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir (Ramazan Tosun, B. No: 2012/998, 7/11/2013, § 63; Hüseyin Şahin, B. No: 2013/1728, 12/11/2014, § 40).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
46. Somut olayda başvurucu, aleyhine ceza davası açılmış ve hüküm verilmiş olmasının disiplin cezası verilmesine ilişkin işleme karşı açtığı davanın reddine gerekçe olarak gösterilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bir başka ifadeyle başvurucu gerek idarenin disiplin cezası kararında gerekse mahkeme kararında geçen somut herhangi bir ifadeden şikâyet etmemiş, bir bütün olarak ceza davasındaki suçlamalar esas alınarak disiplin cezası verilmesi ve buna karşı açtığı davanın reddedilmesinden yakınmıştır.
47. Yukarıda alıntılanan ilkeler uyarınca, ceza gerektiren herhangi bir suç isnat edilen ancak kesin olarak mahkûm edilmemiş bulunan bir kişiye yönelik hukuki kararın kişinin suçlu olduğu yönünde bir görüşü yansıtması hâlinde masumiyet karinesinin ihlal edilmiş olacağı açıktır.
48. Başvuruya konu Mahkeme kararın ret gerekçesinde münhasıran Ceza Mahkemesinin kararına dayanıldığı görülmektedir. Mahkeme gerekçesinde ceza mahkemesi kararına atıfla "...davacıya isnat edilen fiilin, ceza mahkemesi kararıyla sübuta erdiği..." ifadesine yer vererek başvurucunun eylemine uyan disiplin cezası ile cezalandırıldığı sonucuna ulaşmıştır (bkz. § 18). Mahkeme, disiplin cezasının hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşırken disiplin hukuku bağlamında bir delillendirmeyi esas alarak idare hukuku çerçevesinde somut olaya dair yeni bir hukuki değerlendirmede bulunmamıştır.
49. Bu kapsamda Mahkemece, uyuşmazlık konusu disiplin cezasına esas olan olaylara ilişkin yeni bir değerlendirme yapılmadan başvurucuya isnat edilen fiilin ceza mahkemesi kararıyla sübuta erdiği ifade edilerek disiplin cezasının hukuka uygun bulunduğu yönündeki gerekçesini kendi değerlendirmesinden ziyade HAGB kararı ile sonuçlanan ceza mahkemesi kararına dayandırdığı görülmektedir.
50. Ceza yargılamasından bağımsız, kendi kanaatini ortaya koyacak herhangi bir delili kararında irdelemeyen, olay ve olgular hakkında yeni bir değerlendirme yapmayan derece mahkemesinin münhasıran ceza yargılaması sonunda verilen HAGB kararındaki tesbitlere dayandığı ve eyleme yönelik anılan ifadelerinin de (bkz. § 48) masumiyet karinesini ihlal edici mahiyette olduğu anlaşılmaktadır.
51. Sonuç olarak kararda yapılan değerlendirme ve kullanılan ifadelerin masumiyet karinesini ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır.
52. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Muammer TOPAL bu görüşe katılmamıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
53. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
54. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama yapılması talebinde bulunmuştur.
55. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
56. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
57. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
58. İncelenen başvuruda Siirt İdare Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucu masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
59. Bu durumda masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan farklı ve bireysel başvuruya özgü bir düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
60. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.849,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 36. maddesi ile 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE Muammer TOPAL'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Siirt İdare Mahkemesine (E.2016/1638, K.2016/1057) GÖNDERİLMESİNE,
D. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/2/2021 tarihinde karar verildi.
 
 
 
KARŞIOY
Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre bireysel başvurunun incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu Sözleşme'ye ek protokoller kapsamına da girmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18). Masumiyet karinesi; Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü, Sözleşme'nin ise 6. maddesinin (2) numaralı fıkralarında düzenlenmektedir (Ahmet Altuntaş ve diğerleri [GK], B. No: 2015/19616, 17/5/2018, §7).
Bir başka ifadeyle masumiyet karinesi, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağı belirtilmek suretiyle Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 37).
Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak kişinin masumiyeti asıl olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki yönü bulunmaktadır (Galip Şahin, § 38).
Güvencenin birinci yönü kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu yönünün kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, § 39).
Masumiyet karinesinin ikinci yönü ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip Şahin, § 40).
Diğer taraftan bilindiği gibi ceza muhakemesi hukuku ile disiplin hukuku farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Disiplin hukuku; kurumun iç düzenini korumayı amaçlayan ve bunun için kamu görevlilerinin mevzuata, çalışma düzenine, hizmetin gereklerine aykırı fiillerine yönelik olarak uygulanacak yaptırımları ve bu yaptırımların uygulanmasındaki usul ve esasları düzenleyen bir hukuk alanıdır. Bazı hâllerde ise kamu görevlisinin fiilî ceza hukuku kapsamında suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin hukuku yönünden de sorumluluk gerektiren bir mahiyet taşıyabilir. (Özcan Pektaş, B. No: 2013/6879, 2/12/2015, § 25; Kürşat Eyol, § 30). Böyle bir durumda Anayasa'da güvence altına alınan masumiyet karinesinin, bir eylemi nedeniyle ilgili hakkında hem ceza hem de disiplin işlemlerinin yürütülmesine engel teşkil etmediğini, bu iki sürecin eş zamanlı olarak devam etmesinin de önünde anılan güvence bakımından bir mâni bulunmadığını belirtmek gerekir.
Öte yandan ceza muhakemesi sonucunda kişinin müsnet suçu işlemediğine dair hükümler dışında ceza mahkemesi hükmü, disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir. Ancak cezai sorumluluğu ortadan kalkmış olsa dahi aynı olaylar nedeniyle -daha hafif bir ispat külfeti temelinde- kişi hakkında başka tür bir sorumluluğun tesis edilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır (Özcan Pektaş, § 25; Kürşat Eyol, § 30).
Ceza muhakemesiyle eş zamanlı olarak yürütülen, bir başka ifadeyle kişinin henüz suç isnadı altında olduğu, ceza makamları tarafından hakkında herhangi bir hüküm kurulmadığı süreçte devam eden disiplin soruşturma ve yargılamalarında masumiyet karinesi bakımından önemli olan husus; kamu makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza mahkemeleri tarafından henüz suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge düşürülmesine sebebiyet vermemeleridir (Galip Şahin, § 47).
Somut olayda başvurucu, aleyhine ceza davası açılmış ve hüküm verilmiş olmasının disiplin cezası verilmesine ilişkin işleme karşı açtığı davanın reddine gerekçe olarak gösterilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bir başka ifadeyle başvurucu gerek idarenin disiplin cezası kararında gerekse mahkeme kararında geçen somut herhangi bir ifadeden şikâyet etmemiş, bir bütün olarak ceza davasındaki suçlamalar esas alınarak disiplin cezası verilmesi ve buna karşı açtığı davanın reddedilmesinden yakınmıştır.
Olayda başvurucu hakkındaki ceza yargılaması sonuçlandıktan sonra disiplin hukuku süreçlerinin tamamlandığı ancak HAGB kararından önce disiplin işlemine karşı açılan idari davanın karara bağlandığı anlaşılmaktadır. Başvurucunun kanun yolu aşamasında ceza davasında hakkında HAGB kararı verildiğini, bir başka ifadeyle suçluluğunun hükmen sabit olmadığını, bu sebeple mahkeme kararının bozulması gerektiğini ifade ettiği görülmektedir.
Mahkeme kararının incelenmesinden, başvurucuya disiplin cezası verilmesinin salt ceza davasına dayanmadığı, ceza yargılamasında kullanılan deliller gözönünde bulundurularak ancak ceza yargılamasından ayrı olarak disiplin hukuku çerçevesinde durumunun değerlendirildiği, disiplin cezası verilmesine ilişkin işlemin Mahkemece hukuka uygun bulunarak davanın reddedildiği anlaşılmaktadır.
Mahkeme kararında geçen "...davacıya isnat edilen fiilin, ceza mahkemesi kararıyla sübuta erdiği, bu fiilin memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareket niteliğinde bulunduğu... " ifadesi, gerekçenin tek başına ceza mahkemesi kararına dayanmamış olması, Mahkemenin soruşturma raporundaki tespitler, tanık ifadeleri, diğer bilgi ve belgelere göre başvurucunun üzerine atılı bulunan disiplin suçunu işlediği sonucuna vardığı gözönünde bulundurulduğunda bir bütün olarak gerekçenin masumiyet karinesini ihlal etmediği sonucuna varılmıştır.
 Dolayısıyla başvuruya konu mahkeme kararında başvurucunun suçlu olduğuna yönelik bir ithamın bulunmadığı, suç vasfının ve mahiyetinin tartışılmadığı, yalnızca somut olayın işlem tarihindeki koşullar dikkate alınarak mevzuat bağlamında idari yönden değerlendirildiği ve tesis edilen işlemin hukuka uygun olduğu yönünde hüküm kurulduğu görüldüğünden bireysel başvuruya konu edilen mahkeme kararında masumiyet karinesine yönelik bir müdahalenin bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Açıklanan gerekçelerle masumiyet karinesine yönelik bir ihlal olmadığı görüşüyle çoğunluk kararına katılmadım.
    Üye
Muammer TOPAL
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
B.S. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2020/8344)
 
Karar Tarihi: 26/7/2022
R.G. Tarih ve Sayı: 6/10/2022-31975
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 GİZLİLİK TALEBİ KABUL
 
Başkan:Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler:Muammer TOPAL
  Recai AKYEL
  Yusuf Şevki HAKYEMEZ
  İrfan FİDAN
Raportör:Tuğba TUNA IŞIK
Başvurucu:B.S.
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, baro levhasına yazılma işlemine ilişkin iptal davasında masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 5/3/2020 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Genel Bilgiler, Olağanüstü Hâl İlanı ve Bu Süreçte Uygulanan Tedbirler
8. Başvuruya konu olaylara ilişkin genel bilgiler ile olağanüstü hâl ilanı ve bu süreçte uygulanan tedbirler için bkz. M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, §§ 11-19.
B. Başvuru Konusu Olaya ilişkin Süreç
9. Başvurucu, Ceyhan hâkimi olarak görev yapmakta iken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Genel Kurulunun 31/8/2016 tarihli kararıyla Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile bağlantısı bulunduğu gerekçesiyle 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin 3. maddesine dayanılarak meslekten çıkarılmıştır.
10. Başvurucu, baro levhasına avukat olarak yazılma talebiyle 14/3/2018 tarihinde Gaziantep Barosuna (Baro) başvurmuştur. Başvurucunun talebi, Baro Yönetim Kurulunun 5/4/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
11. Başvurucu, Baro tarafından talebinin reddedilmesi üzerine anılan karara karşı 9/5/2018 tarihinde Türkiye Barolar Birliğine (TBB) itiraz etmiştir. TBB Yönetim Kurulu 1/6/2018 tarihli kararı ile itiraza konu Baro kararını uygun bulmuş ve başvurucunun itirazını reddetmiştir. İtirazın reddine ilişkin kararda, başvurucu hakkında Adana 12. Ağır Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan kamu davası açıldığı belirtilmiştir. Başvurucuya isnat edilen suçun 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen avukatlığa kabulde engel hâllerden olduğu gerekçesiyle itirazın reddedilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
12. TBB'nin söz konusu kararı Bakanlığın 11/8/2018 tarihli kararıyla uygun bulunmuştur. Kararda, TBB kararında belirtilen gerekçelerin yanı sıra başvurucunun meslekten çıkarıldığı ve başvurucu hakkında HSYK'da disiplin dosyasının bulunduğu vurgulanmıştır.
13. Başvurucu, baro levhasına yazılma isteminin reddedilmesi işleminin iptali talebiyle 2/11/2018 tarihinde Ankara 2. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkeme) TBB ve Bakanlık aleyhine iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; itirazının reddedildiği TBB kararının hukuka aykırı olduğuna, gerekçe olarak dayanılan 1136 sayılı Kanun'un 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde söz konusu suçlardan mahkûmiyet şartının arandığına dikkat çekmiştir. Başvurucu, hakkında verilmiş bir mahkûmiyet kararı olmamasına rağmen ön yargı ile hareket edilerek verilen kararda ceza yargılamasına yönelik süreçle ilgili olarak adli mercilerden önce yargılama yapılıp karar verildiğini ifade etmiştir.
14. İdare Mahkemesi 28/6/2019 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılandığı Ceza Mahkemesi tarafından 7/2/2019 tarihinde 8 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına mahkûm edildiği ve kararın istinaf aşamasında olduğu belirtilmiştir. Başvurucu hakkında belirtilen bu sürecin 1136 sayılı Kanun'a göre avukatlığa kabule engel olan durumlar arasında olduğu ifade edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"...
Bu durumda, davacının Adana 12. Ağır Ceza Mahkemesinin E:2017/94 sayısında görülen ceza yargılamasında 'Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmak' suçundan 8 yıl 1 ay 15 hapis cezasına mahkum edilmesi nedeniyle 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 'avukatlığa kabulde engeller' arasında sayılan 5/1-(a) maddesindeki şartı taşımadığından, Ankara Barosu nezdinde staj listesine yazılma talebinin reddine ilişkin Gaziantep Barosunun05.04.2018 tarih ve 16 sayılı kararına karşı yapılan itirazın reddine ilişkin Türkiye Barolar Birliğinin 01.06.2018 tarih ve 2018/571 sayılı kararında hukuka aykırılık bulunmamıştır.
..."
15. Başvurucunun istinaf başvurusu Ankara Bölge İdare Mahkemesi 12. İdari Dava Dairesinin 9/1/2020 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
16. Nihai karar 4/2/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu 5/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
C. Başvurucu Hakkındaki Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç
18. Başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılandığı Ceza Mahkemesi tarafından 7/2/2019 tarihli kararla 8 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Adana Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda 12/2/2020 tarihinde başvurucunun etkin pişmanlıkta bulunduğu gerekçesiyle 5 yıl 5 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Dava, başvurucunun temyiz isteminde bulunması nedeniyle Yargıtayda inceleme aşamasındadır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
19. 1136 sayılı Kanun'un "Avukatlığa kabul şartları" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
"Avukatlık mesleğine kabul edilebilmek için:
a) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak,
b) Türk hukuk fakültelerinden birinden mezun olmak veya yabancı memleket hukuk fakültesinden mezun olup da Türkiye hukuk fakülteleri programlarına göre noksan kalan derslerden başarılı sınav vermiş bulunmak,
c) Avukatlık stajını tamamlayarak staj bitim belgesi almış bulunmak,
d) [mülga]
e) Levhasına yazılmak istenen baro bölgesinde ikametgahı bulunmak,
f) Bu Kanuna göre avukatlığa engel bir hali olmamak gerekir."
20. 1136 sayılı Kanun'un "Avukatlığa kabulde engeller" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Aşağıda yazılı durumlardan birinin varlığı halinde, avukatlık mesleğine kabul istemi reddolunur :
a) Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı iki yıldan fazla süreyle hapis cezasına ya da Devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmak,
...
Adayın birinci fıkranın (a) bendinde yazılı cezalardan birini gerektiren bir suçtan kovuşturma altında bulunması halinde, avukatlığa alınması isteği hakkındaki kararın bu kovuşturmanın sonuna kadar bekletilmesine karar verilebilir.
..."
B. Uluslararası Hukuk
21. İlgili uluslararası hukuk için bkz. Serdar Taşcı, B. No: 2016/517, 23/6/2020, §§ 20-32.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Anayasa Mahkemesinin 26/7/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım Talebi Yönünden
23. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talep etmiştir.
24. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
25. Başvurucu, mahkeme kararında hem hakkındaki ceza davasının devam ettiğinin belirtilmesinin hem de hakkında mahkûmiyet kararı bulunduğu gerekçesiyle davasının reddedilmesinin çelişki oluşturduğunu ifade etmiştir. Avukatlık mesleğini icra edenler arasında aynı suçtan hakkında kovuşturma bulunanlar olduğunu, mahkeme kararında yeterli bir gerekçenin bulunmadığını, hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmadan verilen kararın masumiyet karinesini, çalışma hakkını, eşitlik ilkesini ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
26. Bakanlık görüşünde, başvurucu hakkındaki ceza yargılaması sürecine değinildikten sonra 1136 sayılı Kanun'un 5. maddesinin üçüncü fıkrasında aynı maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen suçlardan hakkında kovuşturma bulunanların baro levhasına veya staj listelerine yazılma taleplerinin kovuşturmanın sonuna kadar bekletilebileceğinin idarenin takdirinde olduğu ifade edilmiştir. Mahkeme tarafından başvurucu hakkında yapılan değerlendirmenin anılan üçüncü fıkra kapsamda olduğu ve mahkeme kararında geçen ifadelerin masumiyet karinesini ihlal eder nitelikte olmadığı vurgulanmıştır.
27. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanında başvuru formunda yer alan iddialarına ek olarak duruşma isteminin İdare Mahkemesi tarafından kabul edilmesine rağmen duruşmadan haberdar edilmediğini ileri sürmüş; başvuru konusu ile ilgili Anayasa Mahkemesi kararlarına atıf yapmıştır. Ayrıca başvurucu, isminin kamuya açık belgelerde gizlenmesi talebinde bulunmuştur.
2. Değerlendirme
28. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanında duruşma talebinin kabul edilmesine rağmen duruşmadan haberdar edilmediğini ilk defa ileri sürmüşse de otuz günlük başvuru süresinden sonra verilen dilekçede ilk kez ileri sürülen şikâyetlerin dikkate alınması ve incelenmesi mümkün değildir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Sinan Oğan, B. No: 2017/32685, 2/6/2020).
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun anılan şikâyetlerinin genel olarak ceza yargılaması süreci devam ederken İdare Mahkemesinin iptal davasında hakkında mahkûmiyet kararı verildiği gerekçesine dayandığına ilişkin olduğundan başvurunun masumiyet karinesi yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
30. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
31. Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz."
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
32. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
33. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesinde "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı[nın] metne dahil" edildiği belirtilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesine söz konusu ibarenin eklenmesinin amacının Sözleşme'de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54). Bu itibarla Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği belirlenirken Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).
34. Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, kendisine bir suç itham edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılacağı düzenlenmiştir. Bu itibarla masumiyet karinesi, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağı belirtilmek suretiyle Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Adem Hüseyinoğlu, B. No: 2014/3954, 15/2/2017, § 33).
35. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki yönü bulunmaktadır. Güvencenin ilk yönü kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu yönünün kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 39). Güvencenin ikinci yönü ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip Şahin, § 40).
36. Masumiyet karinesinin sağladığı güvencelerin kapsamı bu şekilde belirlendikten sonra ise bireysel başvuruya konu olay yönünden bu güvencelerin geçerli olup olmadığının ortaya konulması gerekmekte olup bu husus Anayasa'nın 36. maddesinin somut davaya uygulanabilirliğinin ve dolayısıyla başvurunun kabul edilebilirliğinin tespiti bakımından önem arz etmektedir.
37. Masumiyet karinesine ilişkin anayasal güvencelerin harekete geçirilebilmesi için kural olarak kişinin suç isnadı altında bulunması gerekmektedir. Bununla birlikte masumiyet karinesinin ikinci boyutuna ilişkin güvencelerin uygulanabilmesi, kişinin hâlihazırda suç isnadı altında bulunmasını zorunlu kılmamaktadır. Ancak ceza yargılamasının sonuçlanmasından sonra başlayan veya ceza yargılaması henüz sonuçlanmadan başlasa bile ceza yargılamasının kesinleşmesinden sonra da devam eden medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalarda masumiyet karinesinin uygulanabilmesi için başvurucunun söz konusu medeni yargılama ile hakkında yürütülen ve sona eren ceza yargılaması arasında bağlantı bulunduğunu göstermesi gerekmektedir. Medeni hak yargılamasında, ceza yargılamasında verilen kararın sonucunun dikkate alındığı ve değerlendirildiği veya ceza dosyasında yer alan delillerin irdelendiği ya da başvurucunun hakkındaki suçlamayı doğuran olaylara dahli ile ilgili irdelemelerde bulunulduğu veya başvurucunun muhtemel suçluluğuyla ilgili yorum yapıldığı hâllerde söz konusu bağlantının var olduğu kabul edilebilir. Bununla birlikte hukuk yargılaması ile ceza yargılaması arasındaki bağlantının varlığına işaret eden olguların tüketme yoluyla sayılmasının mümkün olmadığı, bunların kararların verildiği yargılamaların türüne ve içeriğine göre değişebileceği kabul edilmelidir. Ancak bağlantının varlığı değerlendirilirken kararda kullanılan dilin kritik önemi olacağı vurgulanmalıdır (Barış Baş [GK], B. No: 2016/14253, 2/7/2020, § 50).
38. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucu hakkındaki baro levhasına kaydedilmemesine dair işlemin iptali davası ile ceza yargılamasının eş zamanlı olarak yürütüldüğü ancak iptal davasına ilişkin idari davanın ceza yargılaması devam ederken sonuçlandığı görülmüştür. Başvurucunun baro levhasına kaydedilmemesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı idari davada masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiası bağlamındaki şikâyeti, İdare Mahkemesinin ceza yargılamasıyla bağlantı kurarak oluşturduğu gerekçeye yöneliktir. Dolayısıyla davaya konu olaylar nedeniyle yürütülen ceza yargılaması devam ederken başvurucunun baro levhasına kaydedilme talebini reddeden idari makam ile bu işlemin hukuka uygunluk denetimini yapan yargı merciinin kullandığı ifadelerin ve dayandığı gerekçelerin şikâyet konusu edildiği bu başvuruda, masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin ilk yönü devreye girmektedir. Hâl böyle olunca somut başvurunun masumiyet karinesinin sağladığı güvencelerin, bir başka ifadeyle Anayasa'nın 36. maddesinin uygulanabileceği sonucuna varılmıştır. Bu itibarla ihlal iddialarının Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanının kapsamında yer aldığı, bir başka ifadeyle başvurunun Anayasa ve Sözleşme hükümleriyle konu bakımından bağdaştığı anlaşılmıştır.
39. Öte yandan açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
40. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
41. Ceza muhakemesiyle eş zamanlı olarak yürütülen, bir başka ifadeyle kişinin henüz suç isnadı altında olduğu, ceza makamları tarafından hakkında herhangi bir hüküm kurulmadığı süreçte devam eden soruşturma ve yargılamalarda masumiyet karinesi bakımından önemli olan husus; kamu makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza mahkemeleri tarafından henüz suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge düşürülmesine sebebiyet vermemeleridir (Galip Şahin, § 47).
42. Bununla birlikte ceza yargılamasına konu maddi olay ve olguların diğer kamu makamlarınca (idari/adli) ayrıca değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucunda ulaşılacak kanaate göre işlem/karar tesis edilmesi mümkündür. Bu bağlamda hukuk yargılamalarında ceza yargılamasında elde edilen bir delile dayanılması ya da kişi hakkında yapılan ceza yargılamasına bir olgu olarak atıf yapılması tek başına masumiyet karinesinin sağladığı güvencelere aykırılık teşkil etmez. Ancak adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak kişiyi suçlu ilan etmesi veya bu bağlamda birtakım çıkarımlarda bulunması masumiyet karinesinin ihlaline yol açabilir. Masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının tespiti yapılırken ise kararın gerekçesinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir (Galip Şahin,§ 48).
43. Masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken özellikle hukuk ve idari yargılama bakımından üzerinde durulması gereken önemli hususlardan biri, yargılamayı yapan makamın ilgili kişiye suç isnat edip etmediği ve ceza yargılaması kararını sorgulayıp sorgulamadığıdır. Kamu otoriteleri veya görevlileri tarafından hakkında soruşturma veya kovuşturma yürütülen kişiyle ilgili olarak yargılama süreci bir mahkûmiyet hükmüyle kesinlik kazanmadan suçluluğa dair herhangi bir kanaat ifade edilmiş olması ya da ceza yargılaması mahkûmiyet dışında bir kararla sona ermesine rağmen sona ermeye ilişkin kararda sanığın suçlu olabileceğinin ifade edilmesi durumunda masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilecektir. Bu kapsamda karar vericilerin kullandıkları dil kritik önem taşır (Mustafa Akın, B. No: 2013/2696, 9/9/2015, §§ 38, 39).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
44. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucu hakkındaki ceza ve idari yargı süreçlerinin eş zamanlı olarak yürütüldüğü ancak baro levhasına yazılma talebinin reddedilmesi işlemine karşı açılan idari davanın ceza yargılamasında verilen karar henüz kesinleşmeden sonuçlandığı, bir başka ifadeyle başvurucunun suçluluğunun idari davada karar verildiği sırada hükmen sabit olmadığı görülmüştür. Bu itibarla somut olayda idari işlemin tesisi ve yargılaması sürecinde kamu makamlarının kararlarında belirttiği gerekçeler veya kullandığı dil nedeniyle henüz ceza mahkemesi tarafından kesinleşmiş bir ceza yargılaması sonucu suçlu bulunmamış olan başvurucunun masumiyetine gölge düşürülmesine sebebiyet verilip verilmediğinin ortaya konulması gerekmektedir.
45. Baro levhasına yazılma talebini itirazen inceleyen TBB, devam eden ceza yargılamasını gerekçe göstererek başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin reddedilmesine yönelik Baro kararını onaylamıştır. TBB gerekçede, başvurucuya isnat edilen suçun 1136 sayılı Kanun'un 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen avukatlığa kabulde engel hâllerden olması nedeniyle itirazın reddedilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Söz konusu karar Bakanlık tarafından da uygun bulunmuştur. İptal davasına ilişkin yargılamanın devam ettiği süreçte ceza yargılamasında ilk derece mahkemesi tarafından karar verilmiş ancak karar başvurucu tarafından istinaf edilmiştir. TBB'nin itirazın reddine dair kararını ve anılan kararı uygun bulan Bakanlığın işlemini denetleyen İdare Mahkemesi kararı ceza yargılaması sonucunda verilen fakat kesinleşmemiş bir karar ile doğrudan ve tek bir bağ kurulması suretiyle verilmiştir.
46. 1136 sayılı Kanun'un 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde avukatlığa engel hâller; kasten işlenen bir suçtan dolayı iki yıldan fazla süreyle hapis cezasına mahkûm olma ya da devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olma şeklinde ifade edilmiştir. Aynı maddenin üçüncü fıkrasında ise birinci fıkranın (a) bendinde yazılı cezalardan birini gerektiren bir suçtan kovuşturma altında bulunulması hâlinde avukatlığa alınma isteği hakkındaki kararın kovuşturmanın sonuna kadar bekletilmesine karar verilebileceği düzenlenmiştir. Söz konusu düzenlemede birinci fıkraya göre anılan maddede belirtilen suçlardan mahkûm olmak avukatlık yapmaya engel hâl olarak belirtilmişken üçüncü fıkraya göre birinci fıkranın (a) bendinde belirtilen suçlardan kovuşturma bulunması baro levhasına yazılma talebinin kovuşturma sonuna kadar bekletilmesinin idareye bırakıldığı bir takdir hâlidir.
47. Başvurucuya isnat edilen suçun 1136 sayılı Kanun'un 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen avukatlığa kabulde engel hâllerden olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazını reddeden TBB'nin işleminin iptali talebiyle açılan davada İdare Mahkemesi, başvurucunun baro levhasına kaydedilme talebinin reddine ilişkin işleme karşı açtığı iptal davasını başvurucu hakkında ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet kararı verildiğini belirterek başvurucunun 1136 sayılı Kanun'un 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendindeki şartı taşımadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Ceza yargılaması sonucunda verilen kararların kesinleşmeden ilgilisi hakkında hüküm ifade etmemesi masumiyet karinesinin bir sonucudur. İdare Mahkemesinin iptal davası yönünden davanın reddine gerekçe olarak gösterdiği Ceza Mahkemesi kararı kesin bir karar olmadığı gibi dosya kapsamında başvurucu hakkında yürütülen ceza davasının derdest olduğu da belirtilmektedir. Bununla birlikte iptal davasının reddine gerekçe olarak İdare Mahkemesi kararında yer alan ifadelerin kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararının sonuçlarına dayanacak şekilde açıklandığı görülmekte, diğer bir deyişle bu ifadeler başvurucuya cezai bir sorumluluk yükleyen isnat olarak algılanmaktadır.
48. Bakanlık görüşünde, başvuruya konu İdare Mahkemesi kararının 1136 sayılı Kanun'un 5. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında yani hakkında kovuşturma bulunanların taleplerinin ertelenebileceği düzenlemesine dayanılarak verildiği iddia edilmişse de kararda söz konusu maddenin birinci fıkrasının (a) bendine dayanıldığı açıkça belirtilmektedir. Bu durumda başvurucu hakkında devam eden bir yargılama bulunmasına rağmen sanki yargılama tamamlanarak mahkûmiyet kararı kesinleşmiş gibi 1136 sayılı Kanun'un 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine dayanılarak verilen ret kararı ile idari işlemi denetleyen İdare Mahkemesinin erken çıkarımda bulunduğu değerlendirilmiştir. Bu tespit karşısında İdare Mahkemesinin iptal davasına ilişkin yargılama kapsamında kalan yetki sınırını masumiyet karinesini ihlal edecek şekilde aştığı anlaşılmıştır.
49. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekmektedir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
50. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
51. Başvurucu maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
52. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
53. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
54. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
55. İncelenen başvuruda İdare Mahkemesinin dayandığı gerekçe ve kullandığı ifadeler nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
56. Bu durumda masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 2. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
57. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,
B. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
C. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
D. Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
E. Kararın bir örneğinin masumiyet karinesinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 2. İdare Mahkemesine (Ankara 2. İdare Mahkemesinin 28/6/2019 tarihli ve E.2018/2369, K.2019/1299 sayılı kararı ile ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,
F. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 26/7/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x
SARAL KARDEŞLER SUÇ ÖRGÜTÜNE ŞAFAK OPERASYONU
SARAL KARDEŞLER SUÇ ÖRGÜTÜNE ŞAFAK OPERASYONU
KADINI 4.KATTAN ATAN AVUKAT ÖNCE GÜLÜP SONRA MÜZİK AÇMIŞ
KADINI 4.KATTAN ATAN AVUKAT ÖNCE GÜLÜP SONRA MÜZİK AÇMIŞ