Örgütlenme Özgürlüğü Kapsamındaki Faaliyetlerin Terör Örgütü Üyeliği ile Bağının İlgili ve Yeterli Bir Gerekçe ile Ortaya Konulmaması

Örgütlenme özgürlüğü kapsamında kalan eylemlerin terör örgütü üyeliği suçundan mahkumiyette delil olarak kullanılması örgütlenme özgürlüğüne yönelik açık bir müdahaledir.

Örgütlenme Özgürlüğü Kapsamındaki Faaliyetlerin Terör Örgütü Üyeliği ile Bağının İlgili ve Yeterli Bir Gerekçe ile Ortaya Konulmaması
26 Ocak 2024 - 20:59
Terör örgütüne üye olma suçu, üye ve hatta örgüt henüz bir suç işlememiş olsa dahi örgütün toplum için yarattığı tehlikeyi cezalandıran ve bu yönüyle bir yandan da örgüt faaliyetleri kapsamında suç işlenmesini engelleme amacı taşıyan bir suç türüdür.
Bir kişinin henüz başka bir suç işlemeden yalnızca terör örgütüne üye olması nedeniyle cezalandırılabilmesi için yargılama makamlarının o kişinin terör örgütüyle olan bağlarını ortaya koyması gerekir. Henüz ceza kanunlarında tanımlanan bir suçu işlememiş olsa bile bir terör örgütü ile örgüt üyeliği olarak kabul edilecek kuvvette bir bağın varlığının araştırılması bireylerin sahip olduğu fikirlerin, bağlı oldukları toplumsal grupların ve ideolojilerinin, davranışlarının anlamlarının ve bunların altında yatan saiklerin de değerlendirilmesini gerektirebilir. Böyle bir değerlendirmenin örgütlere üye olmak, toplantılara katılmak veya düşünce açıklamaları yapmak gibi kişilerin anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan eylemlerini de kapsadığı durumlarda başta ifade, örgütlenme, din ve vicdan özgürlükleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı olmak üzere temel haklar üzerinde ciddi bir baskı oluşturabilecek potansiyele sahip olduğu açıktır.
Kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerinin terör örgütünün üyesi olma suçundan verilen mahkûmiyet kararlarının delili olarak kullanılmasının temel haklar üzerinde yaratacağı caydırıcı etki nedeniyle -devletin toplumu terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı korumak şeklindeki pozitif yükümlülüğünün bir sonucu olarak- insanların terörsüz bir ortamda yaşama hakkı ile bu süreçte bireylerin potansiyel olarak etkilenebilecek temel hakları arasında adil bir denge kurulmalıdır.
Söz konusu dengenin sağlandığının kabul edilebilmesi için derece mahkemelerinin kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerini terör örgütünün üyesi olma suçundan verilen mahkûmiyet kararlarında delil olarak kullanılmalarının zorunlu bir ihtiyacı karşıladığını ilgili ve yeterli bir gerekçeyle göstermeleri gerekir.
İlgili Kararlar:
♦ (Ahmet Urhan, B. No: 2014/13961, 9/10/2019) 
♦ (Celal Mezarcı ve diğerleri, B. No: 2014/12781, 10/12/2019) 
♦ (Tüncay Yıldız ve diğerleri, B. No: 2014/12717, 8/1/2020) 
♦ (Hakan Yılmazöz, B. No: 2017/37725, 3/6/2020) 
♦ (Bilal Celalettin Şaşmaz, B. No: 2019/20791, 18/10/2022) 
♦ (Cihat Aydoğmuş, B. No: 2019/3078, 3/11/2022)

---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
AHMET URHAN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/13961)
 
Karar Tarihi: 9/10/2019
R.G. Tarih ve Sayı: 8/11/2019-30942
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
Başkan:Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler:Serdar ÖZGÜLDÜR
  Burhan ÜSTÜN
  Hicabi DURSUN
  Selahaddin MENTEŞ
Raportör:Ömer MENCİK
Başvurucu:Ahmet URHAN
Vekili:Av. Gülizar TUNCER
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, yasal kurumlarla olan ilişkisinin ve bu yasal kurumların düzenledikleri etkinliklere katılmanın terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılması nedeniyle başvurucunun örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca tabii hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş olup bağımsız ve tarafsız olmayan özel yetkili bir mahkemede uzun sayılacak bir sürede yargılamanın yapılmış olması ve soruşturma sürecinde masumiyet karinesine aykırı uygulamalarda bulunulması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği ileri sürülmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 14/8/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu 1985 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Hatay'da ikamet etmektedir.
10. Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı kişiler hakkında Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) terör örgütüne üye oldukları gerekçesiyle soruşturma başlatılmıştır. MLKP terör örgütü 1970'li yıllarda kurulan ve Marksist Leninist ilkelere dayalı komünist bir sistem kurmak amacıyla mevcut anayasal düzeni silah zoruyla yıkmayı hedefleyen bir terör örgütüdür. Bu örgüt, kurulduğu yıllardan 12 Eylül askerî darbesine kadar hedefini gerçekleştirmek için birçok silahlı eylemde bulunmuş; bu silahlı eylemlerini 12 Eylül askerî darbesinden sonra da zaman zaman devam ettirmiştir.
11. Anılan soruşturma kapsamında başvurucu, dört gün gözaltında tutulduktan sonra 25/9/2006 tarihinde serbest bırakılmıştır. Cumhuriyet savcısı 15/11/2006 tarihli iddianamesi ile başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir.
12. Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 19/2/2008 tarihinde, başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine hükmetmiştir. Mahkeme, gerekçeli kararına başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıklar hakkında yapılan soruşturma ve kovuşturmanın hangi sebeplere dayandığına ilişkin arka plan açıklaması yaparak başlamıştır. Yapılan arka plan açıklaması şu şekildedir:
"MLKP silahlı terör örgütüne yönelik olarak ülke genelinde yapılan operasyonlarda ele geçen örgütsel dökümanlar irdelendiğinde, örgütün dernek, sendika, vakıf, çeşitli gazete ve dergiler aracılığıyla [...] propagandasının yapıldığı; çeşitli faaliyetler yapıldığı, bunların örgütün merkez komitesi tarafından yönetildiği, Hatay'da faaliyet gösteren ESP [Ezilenlerin Sosyalist Platformu] ve SGD'nin [Sosyalist Gençlik Derneği] de MLKP terör örgütünün uzantısı olarak faaliyet yürüttüğü, bu oluşumların 2005, 2006 yllarında 21 Mart Nevruz ve 1 Mayıs işçi bayramı kapsamında etkinlikler yapıp, pankartları astıkları, örgüt ve çatışmalarda ölen örgüt üyeleri lehine sloganlar atıp, cenaze törenleri düzenledikleri ve bu eylemleri SGD ve ESP çatısı altında yaptıkları...
Emniyet Genel Müdürlüğünden MLKP'nin SGD ve ESP ile ilgili irtibata dair göndermiş olduğu 66 sayfa bilgi formu incelenmesinde; MLKP terör örgütünün tüzüğünde; örgütün çizgisi ve kararları doğrultusunda faaliyet gösterecek yerel örgütler oluşturacağı ve bu oluşumların MLKP çizgisinde çeşitli yayınlar çıkarabileceği, legal alanda söz konusu oluşumları vasıtasıyla sempatizan kadrolarını şuurlandırarak propaganda çalışmaları yapacaklarının belirlendiği, bu amaç doğrultusunda örgüte yönelik operasyonlarda ele geçirilen örgütsel dökümanların tüzükte belirtildiği şekilde legal alanlarda faaliyet yapıldığı, bu çalışmaların yazılı ve görsel basında, sendikalarda dernek ve vakıflarda, sanat ve kültür evlerinde yoğunlaştığı, bunların başında SGD, ESP, EKD, Atılım Gazetesi, Dayanışma Gazetesi, Sanat ve Hayat Gazetesi gibi oluşumların olduğu. Bu oluşumlardan özellikle SGD ve ESP'nin eylem ve stratejilerinde kullanılan temaların, temaların işleyiş tarzı ve zamanlamasının MLKP ile paralellik ve eş zamanlılık gösterdiği, MLKP terör örgtü içerisinde eylem ve faaliyet gösterirken güvenlik güçleri ile çatışmaya girip ölen yada cezaevlerinde ölüm oruçlarına girerek burada ölen örgüt mensuplarını şehit olarak nitelendirip, sahip çıktıkları, SGD ve ESP'ye yönelik yapılan operasyonlarda ele geçen dökümanların MLKP terör örgütüne ait dökümanlar olduğu,; SGD'nin MLKP'nin gençlik yapılanması olan KGÖ (Komünist Gençlik Örgütü) nin legal bir oluşumu ve derneği olup, Gençlik üzerinde çalışma yaptığı, derneğin asıl amacının şahısları önce SGD üyesi yapmak daha sonra da ESP ye aktarmak, bu aşamadan sonra da MLKP terör örgütünün illegal yapılanması olan FESK (Fakirlerin ve Ezilenlerin Silahlı Kuvvetleri) MLKP/KGÖ (MLKP Komünist Gençlik Örgütü) ve Kürdistan örgütü içerisinde silahlı faaliyet göstermek üzere yapılanmaya yönelik olduğu ve bu oluşumların MLKP terör örgütünün legal yapılanmaları olduğu..."
13. Kararda, arka plan açıklamasından sonra başvurucunun eylemlerine ilişkin bilgiler verilmiştir. Bu eylemler kararda şu şekilde açıklanmıştır:
"...Sanıkların bu oluşumlara gidip geldikleri ve üye oldukları, mitinglerine katılıp, MLKP örgütü ve lehine sloganların atılması, pankart taşınması eylemlerine katıldıkları böylece sanıklar Y.U., Ahmet Urhan, E.T., N.A., Ş.S., İ.T., A.N., H.A., P.S., S.T., T.Y., M.Ç., G.K.,Ç.S., A.C.Ş., C.K. ve Y.A.'ın MLKP nin alt seksiyonu olan SGD ve ESP'nin üyeleri oldukları ve eylemleri ile 3713 sk.nun 2/2 md. de nazara alındığında sanıkların eylemlerinin sabit olduğu..."
14. Terör örgütü üyeliğinden mahkûmiyete ilişkin kararı başvurucunun temyiz etmesi üzerine karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından 22/4/2014 tarihinde onanmıştır.
15. Başvurucu, karardan 16/7/2014 tarihinde haberdar olmuştur.
16. Başvurucu 14/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
17. İlgili ulusal ve uluslararası için bkz. Metin Birdal ([GK] (B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-39) başvurusu hakkında verilen karar.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 9/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
19. Başvurucu; yargılamanın sekiz yıl sürdüğünü, yargılamanın bu kadar uzun sürmesinde kendisine atfedilecek bir kusurun bulunmadığını belirterek adil yargılanma hakkı bağlamında makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a eklenen geçici 2. maddeye göre Anayasa Mahkemesine yapılan ve münhasıran bu maddenin yürürlüğe girdiği 31/7/2018 tarihi itibarıyla Anayasa Mahkemesinde derdest olan yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiasıyla ilgili bireysel başvuruların Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenerek karara bağlanması öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönünden inceleyerek Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna varmış;başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle başvurunun kabul edilemezliğine karar vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36). Mevcut başvuruda, söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
20. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Bağımsız ve Tarafsız Bir Mahkemede Yargılanma Hakkının ve Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
21. Başvurucu; tabii hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş olup bağımsız ve tarafsız mahkeme niteliğinden yoksun, özel yetkili bir mahkemede yargılandığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi Hikmet Kopar ve diğerleri ([GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, § 109, 110, 114) kararında benzer nitelikteki şikâyetlerin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Mevcut başvuruda, bahsi geçen karardaki ilkelerden ayrılmayı gerektirecek bir durum bulunmamaktadır.
22. Başvurucu; kolluk fezlekesinde Ezilenlerin Sosyalist Platformunun (ESP) ve Sosyalist Gençlik Derneğinin (SGD) MLKP terör örgütü ile ilişkili olduğunun belirtildiğini, kendisinin de bu örgütler içinde yer aldığı ifade edilerek soruşturmanın en başından itibaren suçlu ilan edildiğini, bu nedenle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, söz konusunu iddiasını soyut bir şekilde ileri sürmüş; başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunarak olaylar hakkındaki iddialarını kanıtlama ve dayanılan Anayasa hükmünün kendisine göre ihlal edildiğine dair hukuki iddialarını ortaya koyma yükümlülüğünü yerine getirmemiştir. Bir diğer deyişle başvurucu, masumiyet karinesinin ihlaline neden olduğunu iddia ettiği söz ve açıklamaların ne şekilde masumiyet karinesinin ihlali anlamını taşıdığı hususunda açıklamalarda bulunmamıştır.
23. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Örgütlenme Özgürlüğünün İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucu, yasalara uygun olarak kurulmuş ve yasalar çerçevesinde faaliyetlerine devam eden bir dernek olan SGD ile olan ilişkisinin ve kanunlara uygun olarak gerçekleşen bir toplantıya katılmasının terör örgütü üyeliği suçunun delili olarak değerlendirilemeyeceğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca ikametgâhında yapılan aramada ele geçirilen belgelerin ve dijital materyallerin ağabeyine ait olduğunu ve Dayanışma dergisinde de bir görevinin bulunmadığını ileri sürmüştür.
25. Başvurucu; bu açıklamaların yanında mahkûmiyetine gerekçe yapılan SGD'nin yasal bir örgütlenme olduğunu, kendisinin de bu yasal duruma dayanarak SGD'ye üye olduğunu, kaldı ki bu yapılanmanın bireysel başvuruda bulunduğu tarihe kadar kapatılmayıp varlığını devam ettirdiğini belirtmiştir. Mahkûmiyetine gerekçe yapılan toplantının da yasal ve barışçıl bir nitelik taşıdığını ifade eden başvurucu, tüm bu nedenlerle ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
26. Bakanlık, bu şikâyete ilişkin görüş bildirmemiştir.
2. Değerlendirme
27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki nitelendirmesini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun şikâyeti, yasalara uygun olarak kurulmuş ve yasalar çerçevesinde faaliyetlerine devam eden bir örgütle olan ilişkisinin ve yasalara uygun olarak düzenlenmiş bir toplantıya katılmasının terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılmasıdır. Başvurucu ikametgâhında yapılan aramada ele geçirilen belgeler ile dijital materyallerin ağabeyine ait olduğunu ve Dayanışma dergisinde bir görevinin bulunmadığını şikâyetinde belirtmişse de var olduğu iddia edilen bu delillerin başvurucunun mahkûmiyetinde dikkate alındığı tespit edilmediğinden bu hususta ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.
28. Bir örgütlenme içinde yer almanın terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyette delil olarak değerlendirmeye alınmış olması örgütlenme özgürlüğü kapsamında değerlendirilecek bir husustur. Bununla birlikte örgütlerin düzenlemiş oldukları toplantılara katılma şeklindeki eylemlerin terör örgütüne üye olmak suçundan mahkûmiyette delil olarak değerlendirmeye alınmış olması da toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ışığında, Anayasa'nın 33. maddesi çerçevesinde ve örgütlenme özgürlüğü kapsamında ele alınmalıdır. Dolayısıyla mevcut başvurunun çözümlenmesinde, söz konusu özgürlüğün kullanımından ibaret olduğu ileri sürülen eylemlerin başvurucunun terör örgütü üyesi olma suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılmasının ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulup konulamadığı değerlendirilecektir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı
30. Bireysel başvuru yolunda Anayasa Mahkemesinin görevi bir yargılamanın sonucu itibarıyla adil olup olmadığını değerlendirmek değildir. Bu doğrultuda bir ceza yargılamasında isnat edilen suçun sübuta erip ermediği veya toplanan delillerin suçun sübutu için yeterli olup olmadığı meselesi, ilkesel olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır (Yılmaz Çelik [GK], B. No: 2014/13117, 19/7/2018, § 45).
31. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, Metin Birdal (aynı kararda bkz. § 48) kararında; kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerinin mahkûmiyet kararlarında delil olarak kullanılmasının bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükler üzerinde caydırıcı etki yaratabileceğini, dolayısıyla bu konunun Anayasa Mahkemesinin ilgi alanında kaldığını ifade etmiştir.
32. Bu nedenle somut olayda başvurucunun örgütlenme özgürlüğü kapsamında kalan eylemlerinin terör örgütü üyeliğinin delili olarak kabul edilmesiyle başvurucunun söz konusu hakkına bir müdahalede bulunulduğu kabul edilmiştir.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
33. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 33. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
34. Sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 33. maddesinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
 (1) Kanunilik
35. Müdahaleye dayanak olan 2/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesi ile 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 220. ve 314. maddelerinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
 (2) Meşru Amaç
36. Başvuruya konu müdahalenin Anayasa’nın 33. maddesinde yer alan millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması meşru amaçları kapsamında kaldığı anlaşılmıştır.
 (3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
 (a) Demokratik Toplumda Örgütlenme Özgürlüğünün Önemi
37. Örgütlenme özgürlüğü, bireylerin kendi menfaatlerini korumak için kendilerini temsil eden kolektif bir oluşum içinde bir araya gelme özgürlüğünü ifade etmekte olup bu özgürlük bireylere topluluk hâlinde siyasal, kültürel, sosyal ve ekonomik amaçlarını gerçekleştirme imkânı sağlamaktadır. Örgütlenme özgürlüğünün temeli, hiç kuşkusuz ifade özgürlüğüdür. İfade özgürlüğü düşünceyi korkmadan, engellenmeden açıklama ve yayma özgürlüğünün yanı sıra bu düşünceler çerçevesinde örgütlenme, kişi toplulukları oluşturma hakkını da kapsamaktadır. Demokrasilerde vatandaşların bir araya gelerek ortak amaçları izleyebileceği örgütlerin varlığı sağlıklı bir toplumun önemli bileşenidir (Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014 §§ 30-32; Hint Aseel Hayvanları Koruma ve Geliştirme Derneği ve Hikmet Neğuç, B. No: 2014/4711, 22/2/2017, §§ 41, 42; Ahmet Parmaksız [GK], B. No: 2017/29263, 22/5/2019, §§ 70-72).
 (b) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması
38. Temel hak ve özgürlüklerin koruması altında bulunan bir eylemin terör örgütüne üye olma suçunun mahkûmiyetinde delil olarak kullanılması suretiyle temel hak ve özgürlüklere yapılan bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması gerekir. Amaca ulaşmaya yardımcı olmayan bir müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı söylenemeyecektir (zorunlu toplumsal ihtiyaç testine ilişkin açıklamalar için bkz. Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 51, 53-55, 57; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 68;Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 45-46; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
 (c) Terör Örgütü Üyeliği Suçu Bağlamında Yarışan Değerler Arasında Denge Kurulması
39. Terör örgütüne üye olma suçu, üye ve hatta örgüt henüz bir suç işlememiş olsa dahi örgütün toplum için yarattığı tehlikeyi cezalandıran ve bu yönüyle bir yandan da örgüt faaliyetleri kapsamında suç işlenmesini engelleme amacı taşıyan bir suç türüdür (Metin Birdal, §§ 60- 61).
40. Bireysel başvuru yolunda Anayasa Mahkemesinin görevi bir yargılamanın sonucu itibarıyla adil olup olmadığını değerlendirmek değildir. Dolayısıyla başvurucu hakkında isnat edilen terör örgütünün üyesi olma suçunun sübuta erip ermediği veya toplanan delillerin suçun sübutu için yeterli olup olmadığı meselesi, ilkesel olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır (Metin Birdal, § 47; ayrıca bkz. Yılmaz Çelik, § 45; krş. Ferhat Üstündağ, § 65). Bundan başka bir ceza yargılamasında hangi delillerin hükme esas alınabileceği meselesi de esas itibarıyla Anayasa Mahkemesinin görev alanının dışındadır (Türk ceza hukuku uygulamasına ilişkin bazı değerlendirmeler için bkz. Metin Birdal, §§ 67-71).
41. Bir kişinin henüz başka bir suç işlemeden yalnızca terör örgütüne üye olması nedeniyle cezalandırılabilmesi için yargılama makamlarının o kişinin terör örgütüyle olan bağlarını ortaya koyması gerekir. Henüz ceza kanunlarında tanımlanan bir suçu işlememiş olsa bile bir terör örgütü ile örgüt üyeliği olarak kabul edilecek kuvvette bir bağın varlığının araştırılması bireylerin sahip olduğu fikirlerin, bağlı oldukları toplumsal grupların ve ideolojilerinin, davranışlarının anlamlarının ve bunların altında yatan saiklerin de değerlendirilmesini gerektirebilir. Böyle bir değerlendirmenin örgütlere üye olmak, toplantılara katılmak veya düşünce açıklamaları yapmak gibi kişilerin anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan eylemlerini de kapsadığı durumlarda başta ifade, örgütlenme, din ve vicdan özgürlükleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı olmak üzere temel haklar üzerinde ciddi bir baskı oluşturabilecek potansiyele sahip olduğu açıktır (Metin Birdal, §§ 63, 64).
42. Kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerinin terör örgütünün üyesi olmak suçundan verilen mahkûmiyet kararlarının delili olarak kullanılmasının temel haklar üzerinde yaratacağı caydırıcı etki nedeniyle -devletin toplumu terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı korumak şeklindeki pozitif yükümlülüğünün bir sonucu olarak- insanların terörsüz bir ortamda yaşama hakkı ile bu süreçte bireylerin potansiyel olarak etkilenebilecek temel hakları arasında adil bir denge kurulmalıdır (Metin Birdal, § 65).
43. Söz konusu dengenin sağlandığının kabul edilebilmesi için derece mahkemelerinin kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerini terör örgütünün üyesi olma suçundan verilen mahkûmiyet kararlarında delil olarak kullanılmalarının zorunlu bir ihtiyacı karşıladığını göstermeleri gerekir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin benzer başvurulardaki denetimi temel haklara bu şekilde yapılan müdahalenin zorunlu bir ihtiyacı karşıladığının ilgili ve yeterli bir gerekçe ile gösterilip gösterilemediği ile sınırlı olacaktır(Metin Birdal, § 72).
44. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, mevcut başvuruda örgütlenme özgürlüğüne yapılan müdahalenin gerçekten toplumsal bir ihtiyaca cevap verip vermediği sorusuna cevap bulacaktır.
45. Somut olayda, başka bir soruşturma kapsamında elde edilen dijital materyallerdeki bilgi ve belgelerden yola çıkılarak başvurucu ile diğer bazı kişiler hakkında MLKP terör örgütüne üye oldukları gerekçesiyle soruşturma başlatılmış; ilk derece mahkemesi süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösterdiği kabul edilen eylem ve davranışlarıyla şiddeti ve demokratik olmayan yöntemleri benimseyen başvurucunun MLKP terör örgütünün üyesi olduğu kanaatine ulaşmıştır. Anayasa Mahkemesi iddianamede ileri sürülen iddiaları ve derece mahkemesince başvurucunun mahkûm edilmesi için benimsenen gerekçeleri yukarıda yer verilen ilkeler uyarınca bir bütün olarak ve dikkatle incelemiştir.
46. Başvurucunun MLKP'nin bir terör örgütü olduğu kabulüne bir itirazının olmadığı görülmektedir. Ancak başvurucu, olayların meydana geldiği tarihlerde yasal olarak faaliyet gösteren ve kendisinin mensubu olduğu bir örgütün gerçekleştirdiği faaliyetlere katılmış olmasının terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılmasından dolayı örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiğinden şikâyet etmektedir.
47. Olayların yaşandığı tarihte SGD'nin yasal bir dernek olduğu hususu ilk derece mahkemesi tarafından kabul edilmektedir. Ancak ilk derece mahkemesi, bu örgütün MLKP terör örgütünün yasal zeminde faaliyet yürüten örgütü olduğunu ve doğrudan örgütün amaçları doğrultusunda faaliyet yürüttüğünü ifade etmiştir. İlk derece mahkemesi, bu çıkarımı yaparken bu örgütün terör örgütü ile bağlantısı olduğu yönündeki Emniyet Genel Müdürlüğünün bir raporuna dayandığını belirtmiştir.
48. Gerekçeli karar, kurulan hükmün dayanaklarının tatminkâr bir şekilde açıklanmasını amaçlar (Yılmaz Çelik, § 42). İlk derece mahkemesi kararında bir yandan SGD'nin yasal örgüt olduğu kabul edilirken diğer yandan ise terör örgütünün uzantısı olduğu kabul edilmiştir. Buna karşın ilk derece mahkemesi, bir örgütün hangi surette hem yasalar çerçevesinde faaliyette bulunmasının hem de terör örgütünün uzantısı olmasının mümkün olduğu hususunda tatminkâr bir açıklamada bulunmamış; bir diğer deyişle kararında ilgili ve yeterli bir gerekçeye yer vermemiştir.
49. Diğer yandan ilk derece mahkemesi, bir emniyet raporuna dayanarak MLKP terör örgütünün SGD adı altında yasal olmayan birçok faaliyette bulunduğunu ifade etmiştir. Buna karşın kararda SGD'nin MLKP'nin amaçları doğrultusunda hareket ettiğine ilişkin delillerin neler olduğu gösterilmemiş; SGD'nin yasal olmayan faaliyetlerine ilişkin herhangi bir bilgiye yer verilmemiştir. Kararda ayrıca başvurucunun SGD'nin -ilk derece mahkemesinin kabul ettiği- MLKP terör örgütüne müzahir bir örgüt olduğunu bilip bilmediği hususunda herhangi bir açıklama yapılmamış, başvurucunun SGD içinde yer alarak hangi surette MLKP terör örgütünün amaçları doğrultusunda hareket ettiği konusunda da bir değerlendirmede bulunulmamıştır.
50. Son olarak ilk derece mahkemesi, başvurucunun bahsi geçen örgütlerin düzenlemiş olduğu toplantılara katılmasını mahkûmiyet kararına dayanak almıştır. Buna karşın ilk derece mahkemesi, bu toplantılar hakkında herhangi bir açıklamada bulunmamış; söz konusu toplantıların ne barışçıl niteliğini kaybettiğini ne de örgüt talimatı doğrultusunda ve örgüt propagandası yapmak amacıyla düzenlendiğini kabul etmiştir.
51. İlk derece mahkemesi, başvurucunun örgüt üyeliğine ilişkin her biri bir parçayı açıklayan, süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösteren, delil olarak kabul edilen faaliyetlerini ve davranışlarını birleştirerek olayın bütününün anlaşılmasını sağlamamış; söz konusu SGD adlı örgütlenme içinde yer alma şeklindeki rolünün onun MLKP terör örgütünün hiyerarşik yapılanmasına kendi isteğiyle ve bilerek dâhil olduğuna dair bilgileri doğrular ve tamamlar nitelikte olduğunu ikna edici biçimde ortaya koyamamıştır. İlk derece mahkemesi başvurucunun terör örgütünün hiyerarşik yapısına dâhil olduğunu gösteren delilleri birlikte inceleyerek temel haklar kapsamında kalan her bir delili terör örgütünün amacı, niteliği, bilinirliği, kullandığı şiddetin türü ve yoğunluğu ile somut olayın ilgili diğer koşullarını dikkate alarak değerlendirmemiştir.
52. İlk derece mahkemesi, başvurucunun temel hakları kapsamında bulunan faaliyetlerinin terör örgütüyle olan bağlarını ortaya koyamamış; böylece örgütlenme özgürlüğü üzerinde haksız bir caydırıcı etki oluşturmuştur. Bu bağlamda ilk derece mahkemesi, başvurucunun şikâyete konu eylemlerinin mahkûmiyet hükmünde delil olarak kullanılmasının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığını ilgili ve yeterli bir gerekçe ile gösterememiştir.
53. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun örgütlenme özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvuruda, Anayasa'nın 33. maddesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
54. Başvurucu; hukuka aykırı bir kararla hakkında 6 yıl 3 ay hapis cezası verildiğini, bu cezanın Yargıtayca onanması nedeniyle ceza infaz kurumuna girme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
55. Somut olayda başvurucu, hakkında verilen hapis cezası nedeniyle ceza infaz kurumuna girme tehlikesiyle karşı karşıya geldiğini belirtmiştir. Bireysel başvurunun yapıldığı tarihte başvurucunun ceza infaz kurumuna girdiğine dair herhangi bir bilgi ya da belgenin bireysel başvuru dosyasında bulunmadığı görülmektedir.
56. Anayasa Mahkemesi, yakalama emirlerinin infaz edilmediği dönemde temel hak ve hürriyetlere yönelik bazı etkileri bulunsa da bu dönemde henüz kişilerin fiziksel özgürlükleri maddi olarak kısıtlanmamış olduğundan söz konusu etkilerin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir (Galip Öğüt [GK], B. No: 2014/5863, 1/3/2017, § 41). Aynı durumun infaz edilmemiş veya infaza henüz konulmamış tutuklama kararları için de geçerli olduğu ifade edilmiştir (Ferhat Encu, B. No: 2017/4576, 28/6/2018, § 53).
57. Başvurucu hakkında bir mahkûmiyet kararı bulunmaktaysa da başvurunun yapıldığı tarih itibarıyla verilen mahkûmiyet kararı nedeniyle başvurucunun fiziksel olarak özgürlükten yoksun bırakılmadığı anlaşılmaktadır. Sonuç olarak terör örgütüne üye olma suçundan verilen mahkûmiyet kararına ilişkin olarak başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına bireysel başvurunun yapıldığı tarih itibarıyla henüz bir müdahalede bulunulmadığı sonucuna varılmıştır.
58. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun bu iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
59. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
60. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
61. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun tespit edilebilmesi için öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).
62. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususlarında derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir, derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).
63. Başvurucu, yeniden yargılanma yapılması ve tazminat talebinde bulunmuştur.
64. Bazı eylemlerinin terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılmasının başvurucunun örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda, ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
65. Bu durumda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan farklı ve bireysel başvuruya özgü bir düzenleme içeren 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
66. Yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın yetkili yargı merciine gönderilmesine karar verilmesi nedeniyle başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
67. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılama yapılmaması dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Masumiyet karinesinin ihlal edilmesi dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmesi dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
5. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 33. maddesinde düzenlenen örgütlenme özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin örgütlenme özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın devredildiği Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2006/1, K.2008/1) GÖNDERİLMESİNE,
D. 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
CELAL MEZARCI VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/12781)
 
Karar Tarihi: 10/12/2019
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
 
Başkan:Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler:Burhan ÜSTÜN
  Hicabi DURSUN
  Kadir ÖZKAYA
  Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör:Ömer MENCİK
Başvurucular:1. Celal MEZARCI
  2. Ersin BİLGİLİ
  3. Esat SÜNER
  4. Muhsin ÇOBANOĞLU
  5. Yasemin TUĞCU GÜZEL
Vekili:Av. Sevil ARACI BEK
  6. Barış ÇIRPAN
  7. Hülya GERÇEK
  8. Mehmet GENÇ
  9. Seval GÜNDOĞDU
Vekili:Av. Sezin UÇAR
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, katıldıkları toplantıların ve yasal bazı örgütlerle olan ilişkilerinin terör örgütüne üye olmak suçundan mahkûmiyetlerinde delil olarak kullanılması nedeniyle başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca tabii hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş özel yetkili bir mahkemede uzun sayılacak bir sürede yargılamanın yapılmış olması, bu yargılama sırasında bazı deliller ile mütalaaların taraflarına bildirilmemesi ve temyiz incelemesinin duruşmasız yapılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının, gözaltı ve tutukluluğunun hukuka aykırı olması nedeniyle ise kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği ileri sürülmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 25/7/2014 ve 11/8/2014 tarihlerinde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
7. Yapılan incelemede 2014/15196 numaralı başvurunun aynı konuyla bağlantılı olarak yapıldığının anlaşılması nedeniyle 2014/12781 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucular Muhsin Çobanoğlu 1975, Ersin Bilgili 1985, Yasemin Tuğcu 1979, Celal Mezarcı 1980, Esat Süner 1990, Hülya Gerçek 1973, Seval Gündoğdu 1987, Barış Çırpan 1986 ve Mehmet Genç 1985 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Adana, Mersin ve Hatay'da ikamet etmektedirler.
10. Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucuların da aralarında bulunduğu bazı şahıslar hakkında Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) terör örgütüne üye oldukları gerekçesiyle soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma kapsamında başvurucu Mehmet Genç bir gün, diğer başvurucular ise iki gün gözaltında tutulmuş; başvuruculardan Yasemin Tuğcu, Celal Mezarcı ve Esat Süner 12/3/2009 tarihinde serbest bırakılmışlardır. Diğer başvurucuların ise tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvuruculardan Hülya Gerçek ve Seval Gündoğdu 5/1/2010 tarihinde; Muhsin Çobanoğlu, Barış Çırpan ve Ersin Bilgili 31/7/2009 tarihinde; Mehmet Genç ise 5/5/2009 tarihinde tahliye edilmişlerdir.
11. Cumhuriyet savcısı 11/6/2009 tarihli iddianamesiyle başvurucuların terör örgütüne üye olmak suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir. Cumhuriyet savcısı 3/7/2009 tarihinde düzenlediği ikinci bir iddianameyle başvuruculardan Seval Gündoğdu, Yasemin Tuğcu ve Celal Mezarcı'nın terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan da cezalandırılmalarını talep etmiştir. İkinci iddianameyle açılan kamu davası ilerleyen süreçte asıl kamu davası ile birleştirilmiş ve yargılama birlikte görülmüştür.
12. Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 5/5/2011 tarihinde; başvurucuların tamamının silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan, başvurucular Seval Gündoğdu, Yasemin Tuğcu ve Celal Mezarcı'nın ise ayrıca terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan mahkûmiyetlerine hükmetmiştir. Mahkeme, gerekçeli kararına başvurucuların da aralarında bulunduğu sanıklar hakkında yapılan soruşturma ve kovuşturmanın hangi sebeplere dayandığına ilişkin arka plan açıklaması yaparak başlamıştır. Yapılan arka plan açıklaması şu şekildedir:
"MLKP (Marksist Leninist Kominist Partisi) adlı terör örgütünün 1970'li yıllarda Marksist Leninist ilkelere dayalı kominist bir sistem kurmak amacıyla mevcut anayasal düzeni silah zoruyla yıkmayı hedefleyerek kurulduğu o tarihten 12 Eylül askeri darbesine kadar geçen zaman diliminde bu amacını gerçekleştirmek için silahlı eylemlerde bulunduğu, askeri darbeyle birlikte de güç kaybına uğramasına rağmen yıllar içerisinde varlığını koruyarak zaman zaman silahlı faaliyetlerini yürüttüğü, örgüt tabanını genişletmek amacıyla legal alanlarda da faaliyetlerini yürüttüğü, bu bağlamda ESP (Ezilenlerin Sosyalist Platformu), EKD (Emekçi Kadınlar Derneği), SGD (Sosyalist Gençlik Derneği), Yılmaz Güney Kültür Merkezi Derneği gibi dernekler kurduğu, faaliyetlerine legal görüntü vererek devam ettiği, ayrıca örgütün yayın organı gibi çıkarılan Atılım adlı gazetenin çıkarıldığı, bu derneklerin MLKP terör örgütü faaliyetleri çerçevesinde faaliyet yürüttüğüne dair emniyet genel müdürlüğünün yazısının bulunduğu, yine yargıtay uygulamalarında da bu derneklerin terör örgütünün legal uzantıları olduğunun kabul edildiği anlaşılmıştır.
Budoğrultuda terör örgütünün Adana ve çevresinde yürüttüğü faaliyetlerin tespiti ve faaliyet yürüten örgüt elemanlarının kimliklerinin belirlenmesi, örgüt mensuplarının işledikleri suçların tespiti amacıyla sanıklar hakkında takibe geçildiği, şüphelilerin iletişimlerinin tespiti ve teknik takiplerinin yapılabilmesi amacıyla yetkili mahkemelerden kararlar alındığı, bu doğrultuda terör örgütü üyesi olduğundan şüphelenilen sanıkların başta Adana olmak üzere Mersin ve Hatay illerindeki faaliyetlerinin takibe alındığı..."
13. Kararda, bu arka plan açıklamasından sonra başvurucuların eylemlerine ilişkin açıklamalara yer verilmiştir. Bu eylemler kararda şu şekilde sıralanmıştır:
"...sanıkların her üç ilde örgüt faaliyeti çerçevesinde yaptıkların eylemlerin tespit edildiği, terör örgütü merkez komitesince Kasım ayının bugüne kadar çalışmalarda ölen militanları adına şehitler ayı ilan edildiği, bu ilanın terör örgütünün internet sitesi olan mlkp.info adlı internet sitesinde ilan edildiği, bu doğrultuda sanıklar Hülya Gerçek ve E.A.'nın organize ettiği şehitler anma toplantısının Adana İHD (İnsan Hakları Derneği)'nde gerçekleştiği, sanıklar Yasemin Tuğcu, Seval Gündoğdu, H.M., Barış Çırpan, Celal Mezarcı'nın toplantıda görev aldıkları, sanıklar Ersin Bilgili, Mehmet Genç, G.T. ve M.P.'ın toplantıya katıldığının tespit edildiği, düzenlendiği 22/11/2008 tarihinde de sanıklar Yasemin ve Seval'in organizasyonunda Buruk Mezarlığında daha önce çatışmalarda ölen terör örgütü mensubu A.Ş. ve E.P.'ın mezarları başında devrim şehitlerini anma toplantısı düzenlendiği, sanıklar H.M., B.Ç. ve Celal Mezarcı'nın bu anmaya katıldığı, ilan doğrultusunda İHD Adana Şubesinde anma toplantısı düzenlendiği, 03/12/2008 günü Adana İnönü parkında bazı siyasi parti il örgütü temsilcilerinin düzenlediği kadına yönelik şiddeti protesto amaçlı gösteriye şüpheli Hülya Gerçek'in şüpheli Yasemin Tuğcu'ya verdiği telefon talimatı sonrasında Yasemin Tuğcu ve Seval Gündoğdu'nun terör örgütünün legal birimi olan ESP imzalı dövizlerle gösteriye katıldıkları, 05/12/2008 günü İnönü parkında sanıklar Seval, G., Mehmet Genç ve H.'nin stant üzerine serdikleri ESP isim ve amblemini taşıyan bayrağı örterek imza standı açtıkları 'emekçiler sokağa eyleme' başlıklı Ezilenlerin Sosyalist Platformu adlı bildiriyi vatandaşlara dağıttığı, ESP'nin İstanbulda düzenlediği işçi kurultayına sanıklar Hülya Gerçek, Seval Gündoğdu, İ.T. 21/12/2008 tarihinde Adana il merkezinde Maraş olaylarını protesto amaçlı yürüyüş yapıldığı bu yürüyüşe terör örgütünün legal kuruluşu olan ESP pankartı arkasında sanıklar Hülya, H., Yasemin, Barış, Mehmet, Seval, G., Ersin, B. ve M.'ın katıldığı burada grubun 'yaşasın devrim ve sosyalizm', 'yaşasın devrimci dayanışma', 'faşizme karşı omuz omuza', 'azadiye kürdistan' şeklinde terör örgütünün ideolojisi doğrultusunda sloganların atıldığı,
Sanıklar Yasemin, Celal, B., Ersin, H. ve G.'ın Adana İnsan Hakları Derneğinin 28/12/2008 tarihinde İsrail'i protesto gösterisine ESP pankartıyla katıldıkları,
Sanıklar H., Seval, G., Mehmet, Celal, B., Yasemin ve Barış'ın 04/01/2009 günü işten çıkarılan kişilerle ilgili terör örgütünün legal birimi olan Yılmaz Güney Kültür Merkezinde 04/01/2009 tarihinde yapılacak toplantıya katılımı sağlamak için 05/12/2008 tarihinde 'emekçiler sokağa eyleme' ESP sloganlı bildiriyi dağıttıkları,
Sanıklar Hülya ve E.'in 18 ocak 2009 tarihinde liseli öğrenci birliği adı altında kapalı yer toplantısı tertip ettikleri toplantıyla ilgili davetiyeleri sanıklar Mehmet, Barış, G.'ın dağıttığı bu toplantıya ilişkin haberlerin örgütün yayın organı Atılım gazetesine ait internet sitesinden yayınlandığı, 24/1/2009 tarihinde ekonomik kriz ve İsrail'in Gazze'ye yönelik operasyonunu protesto etmek amacıyla düzenlenen yürüyüş ve açık yer toplantısına sanıklar Yasemin Tuğcu, Mehmet Genç ve Seval Gündoğdu'nun ESP imzalı pankartlarla katıldıkları sanıklar Yasemin ve Mehmet'in megafonlarla anons yaparak grubu yönlendirdikleri, sanık Ersin'in 'krizin faturasını patronlara ödeteceğiz ESP' imzalı pankartı taşıdığı sanıklar H., M., Seval ve G.'ın ESP bayraklarıyla toplantıya katıldıkları sanıklar yasemin ve mehmetin yönlendirmesiyle topluluğun 'parti atılım zafer', 'katiller partiye hesap verecek', 'işçiler partiye devrime' şeklinde MLKP terör örgütünü çağrıştıran sloganalrı attırdıkları 13/02/2009 tarihinde Gaziantep ilinde terör örgütü MLKP'ye yönelik yapılan operasyonlar sonucunda yakalanan sanıkların yargılamalarının yapıldığı Adana adliyesindeki 13/02/2009 günü yapılan duruşmanın arkasından gösteri yapıldığı tutuklu ESP'lilere özgürlük ibareli pankartın taşındığı bu gösteriye sanıklar Hülya, Yasemin, Seval, E., Barış, Ersin, Celal ve G.'ın ve İ.Y.'nın katıldıklarının anlaşıldığı,
Sanıklar Yasemin, Seval, G., Ersin, M. ve İ.'in sivil toplum örgütlerinin ekonomik krizi protesto etmek amacıyla 15/02/2009 günü tertip ettikleri basın açıklaması ve gösteriye ESP yazılı bayraklarka katıldıkları,
Sanıklar Hülya, Seval ve Yasemin dünya kadınlar günü dolayısıyla 08/03/2009 tarihinde yapılan yürüyüşe ESP imzalı pankartlarla katıldıkları grubun Yasemin Tuğcu'nun megafonla yönlendirmesiyle 'yaşasın devrim ve sosyalizm', 'jin jiyan azadi' şeklinde MLKP terör örgütünün amaçlarını çağrıştıran sloganlar attıkları,
20/10/2008 tarihinde Hatay ilinde künefeciler meydanında MLKP terör örgütüyle ilişkili olarak faaliyet gösteren ESP, SGDF adlı derneklerin organizasyonunda 'Susurluktan Ergenekona kontr-gerilla dağıtılsın' konulu basın açıklaması düzenlediği sanıklar Muhsin Çobanoğlu, İ.T.'ın sözkonusu pankartı ESP yazılı flamaya tutukları,
15/11/2008 tarihinde Hatay merkez arkeoloji müzesi önünde ESP imza ve ibareli dövizlerle basın açıklaması tertip edildiği, sanık Muhsin'in basın açıklamasının metnini okuduğu, sanık İ.'in ESP yazılı flamayı tuttuğu 19/12/2009 tarihinde Hatay ilinde ESP nin organizesiyle 19 Aralık katliamını unutmadık unutturmayacağız konulu basın açıklaması tertip ettikleri, sanık Muhsin'in buna ilişkin ESP imzalı pankartı tutuğu sanık G.K.'in 'Devrimci tutsaklar yanlız değidir' yazılı ESP imzalı dövizi tuttuğu, sanık İ.T.'ın da içinde bulunduğu topluluğun hep birlikte MLKP terör örgütünü andıran sloganlar attıkları,
19/11/2009 tarihinde Hatay künefeciler meydanında değişik sivil toplum kuruluşlarının Hrant Dink'in öldürülmesini protesto amacıyla ESP'nin tertip ettiği basın açıklamasını düzenlendiği, sanık Muhsin Çobanoğlu'nun grubu yönlendirerek slogan attığı,
Hatay ilinde 09/02/2009 günü ESP'nin organizasyonuyla 'bin gizli operasyon açıklansın' 'A. cezalandırılsın' [geçmişte bakanlık yapmış bir kişiden bahsediliyor] konulu basın açıklaması düzenlendiği sanık Muhsin'in ESP imzalı karton pankartı elinde tuttuğu 'H.O. yaşıyor', 'komutana bin selam', 'katil devlet hesap verecek', 'A. hesap verecek' şeklinde sloganlar attığı,
Yapılan teknik takiplerde ESP Adana sorumlusu olan Hülya Gerçek'in 03/02/2009 tarihinde Hatay iline geldiği, burada hatay ESP nin bürosunda İ.T.'la buluştukları Hatay ilinde ESP üyesi Muhsin Çobanoğlu'nun evinde kaldığı 05/03/2009 tarihinde sanıklar Hülya, Muhsin, İ. ve G.K.'in ESP binasında konuştuklarını anlaşıldığı,
...
...06/09/2008 günü Mersin'de düzenlenen gösteride sanık Esat Süner'in basına ve kamuoyuna başlıklı ESP imzalı basın açıklamasını okuduğu, sanığın grubu yönlendirerek 'devrim şehitleri ölümsüzdür', 'yaşasın halkların kardeşliği', 'faşiszme karşı tek yumruk tek barikat' şeklinde slogan attığı, sanık E.F.'nin de ESP flamasını taşıdığı, 19/12/2008 günü 19 Aralık katliamını unutmadık konulu düzenlene gösteride sanık Esat Süner'in toplanan kalabalığı yönlendirdiği, terör örgütünün amaçları doğrultusunda 'devrim şehitleri ölümsüzdür', 'yaşasın devrimci dayanışma', 'devrimci tutsaklar onurumuzdur' şeklinde sloganlar attırdığı,
10/01/2009 tarihinde Mersin İnsan Hakları Derneği şubesi binasında elli kişilk grubun çıktığı, sloganlar atmaya başladıkları, yürüyüşe geçtikleri, sanık Esat Süner'in bu gösteride daha fazla işgal daha fazla direniş ibareli ESP yazılı dövizi taşıdığı,
27/01/2009 tarihinde Mersin limanında işçilere yönelik haksızlıkları protesto etmek amacıyla düzenlenen gösteriye yine sanık Esatı'ın ESP imzalı döviz ve pankartları taşıyarak katıldığı,
...
Sanıklar Esat Süner ve E.F.'nin 11/02/2009 28/02/2009 tarihli gösterilere de sanıkların ESP imzalı döviz ve pankartalrı taşıyarak katıldıkları anlaşılmıştır..."
14. Mahkûmiyet hükmünde, dosya kapsamında bulunan ve yukarıda sıralanan tüm eylemler/deliller birlikte değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme şu şekildedir:
"Tüm sanıkların yurakıdaki eylemleri değerlendirildiğinde sanıklar H.M., Mehmet Genç, Hülya Gerçek, Seval Gündoğdu, G.T., B.Ç., Barış Çırpan, Ersin Bilgili, Yasemin Tuğcu, İ.T., Muhsin Çobanoğlu, E.F., Esat Süner, M.P., E.A., Celal Mezarcı ve S.K.'nin MLKP terör örgütünün legal alanda kamufle olmuş şekilde faaliyet yürüten ESP, SGD gibi derneklerde faaliyet yürüttükleri basın açıklaması, gösteri yürüyüşü, protesto eylemleri şeklinde birçok eyleme katıldıkları örgüte ait pankartları taşıdıkları slogan attıkları şeklindeki eylemleri tek tek değerlendirdiğimizde örgütün propagandasını yapmak şeklinde vasıflandırılabileceği ancak sanıkların eylemlerindeki süreklilik, sanıkların eylemlerdeki ısrarı, eylemlerindeki çeşitlilik birbirleriyle sürekli irtibat halinde olmaları hususları nazara alındığında eylemlerin propaganda boyutun aşarak propagandayla birlikte örgüt üyeliği kapsamında değerlendirilmesinin gerektiği mahkememizde hasıl olduğu, böylelikle sanıkların eylemlerine uyan TCK'nın 314/2 maddesi uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmaları gerektiği,
...
MLKP terör örgütünün Kasım ayını daha önce ölen militanları için şehitler ayı olarak ilan ettiği, bunu da örgütün internet sitesi olan mlkp.info ve atılım.org adlı sitelerde ilan ettiği, bu doğrultuda sanıklar Seval Gündoğdu, H.M., G.Ş., Celal Mezarcı, Yasemin Tuğcu ve B.Ç.'ın Adana ili Buruk Mezarlığına 22/11/2008 tarihinde geldikleri, daha önce çatışmalarda öldürülen MLKP militanları A.Ş., E.P., K.E., E.T., H.Ü., C.Ö., İ.T. ve Y.Ü.'ün mezarlarını ziyaret ettikleri burada 'ateş altında gelenekten geleceğe yürüyoruz' ezilenlerin sosyalist platformu adlı pankart açtıkları, yumruklarını havaya kaldırarak devrim şehitleri adına saygı duruşunda, ölen şahısların hayatını konu alan konuşmalar yaptıkları, böylelikle terör örgütünün propagandasını yaptıklarının anlaşıldığı, eylemlerine uyan 3713 sayılı 7/2 maddesi uyarınca cezalandırılmalarının gerektiği ...[anlaşılmıştır]"
15. Terör örgütüne üye olmak suçundan mahkûmiyete ilişkin kararı başvurucuların temyiz etmesi üzerine karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından 6/5/2014 tarihinde onanmıştır. Yargıtay 9. Ceza Dairesi aynı kararla terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünü bozmuştur.
16. Başvurucular, karardan 18/7/2014 ve 23/7/2014 tarihlerinde haberdar olmuşlardır.
17. Başvurucular 25/7/2014 ve 11/8/2014 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
18. İlgili ulusal ve uluslararası için bkz. Metin Birdal ([GK] B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-39) başvurusu hakkında verilen karar.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 10/12/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Bağımsız ve Tarafsız Bir Mahkemede Yargılanma ile Duruşmalı Yargılanma Haklarının ve Çelişmeli Yargılama İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
20. Başvurucular, tabii hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş özel yetkili bir mahkemede yargılandıklarını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
21. Anayasa Mahkemesi Adnan Gültepe (B. No: 2014/16516, 8/3/2018, §§ 40-46) ve Hikmet Kopar ve diğerleri ([GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, § 109, 110, 114) kararlarında, benzer nitelikteki şikâyetlerin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Mevcut başvuruda, bahsi geçen kararlardaki ilkelerden ayrılmayı gerektirecek bir durum bulunmamaktadır.
22. Başvurucular, temyiz incelemesinin duruşmalı yapılması hakkından yoksun bırakıldıklarını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
23. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, ilk derece mahkemeleri önünde duruşmalı yargılama yapılıp karar verildikten sonra kanun yolu incelemesinin dosya üzerinden yapılması hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemeyeceğine karar vermiştir (Nevruz Bozkurt, B. No: 2013/664, 17/9/2013, § 32; Ali İlhan Bayar, B. No: 2013/725, 19/11/2014, §§ 44-46). Somut olayda ilk derece mahkemesinde duruşma açılarak yargılama yapılmıştır. Bu sebeple başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olduğu anlaşılmaktadır.
24. Başvurucular, yargılama aşamasında toplanan deliller ve sunulan mütalaalar hakkında kendilerine bir bilgi verilmediğini ve bu hususlarda görüş bildirme olanağının tanınmadığını belirterek çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
25. Başvurucular, söz konusu iddialarını soyut bir şekilde ileri sürmüşler; başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunarak olaylar hakkındaki iddialarını kanıtlama ve dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair hukuki iddialarını ortaya koyma yükümlülüğünü yerine getirmemişlerdir (Sabah Yıldızı Radyo ve Televizyon Yayın İletişim Reklam Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi [GK], B. No: 2014/12727, 25/5/2017, § 19). Başvurucular toplanan hangi delillerin ve sunulan hangi mütalaaların kendilerine bildirilmediği hususunda herhangi bir açıklamada bulunmamışlardır. Dolayısıyla başvurucular bu bölümdeki iddialarını temellendirmemişlerdir.
26. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısımlarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
27. Başvurucular; yargılamanın beş yıl devam ettiğini, davanın niteliği itibarıyla basit olması ve karmaşık bir nitelik taşımaması hususu dikkate alındığında adil yargılanma hakkı bağlamında makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
28. Bireysel başvuru sonrasında, 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
29. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Taminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
30. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolunun ilk bakışta ulaşılabilir ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğunu değerlendirmiştir. Buna göre Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 27-36).
31. Somut başvuru yönünden de söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
32. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Örgütlenme Özgürlüğü ile Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
33. Başvurucular; yasal örgütlerle olan ilişkilerinin ve yasal etkinliklere katılmalarının terör örgütüne üye olmak suçunun delili olarak değerlendirilemeyeceğini, ölüm oruçlarında veya gösterilerde ölen MLKP üyelerinin cenaze veya anma törenlerine katılmanın insani nedenlere dayandığını iddia etmişlerdir.
34. Başvurucular ayrıca Atılım gazetesinin yasalara uygun faaliyet gösteren bir yayın kuruluşu olduğunu, Ezilenlerin Sosyalist Platformu (ESP), Sosyalist Gençlik Derneği (SGD), Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) ve Emekçi Kadınlar Derneği (EKD) isimli örgütlerin ise yasalara uygun faaliyet gösteren örgütler olduğunu, zikredilen yayın kuruluşu ile örgütlerin terör örgütleriyle bağlantısı olduğu yönünde herhangi bir delil bulunmadığını ifade etmişlerdir. Başvurucular yapılan kanun değişiklikleri ile cebir, şiddet ve tehdit içermeyen söz ve açıklamaların suç olmaktan çıkartıldığını ancak mahkemenin söz konusu değişiklikleri dikkate almadığını belirtmiş ve tüm bu nedenlerle ifade ve örgütlenme özgürlükleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucuların şikâyeti, örgütlenme özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamındaki eylemlerinin terör örgütüne üye olmak suçundan mahkûmiyetlerinde delil olarak değerlendirmeye alınmış olmasıdır. Dolayısıyla mevcut başvurunun çözümlenmesinde, söz konusu hakların kullanımından ibaret olduğu ileri sürülen eylemlerin başvurucuların terör örgütü üyesi olmak suçundan mahkûmiyetlerinde delil olarak kullanılmasının ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulup konulamadığı değerlendirilecektir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı
37. Bireysel başvuru yolunda Anayasa Mahkemesinin görevi bir yargılamanın sonucu itibarıyla adil olup olmadığını değerlendirmek değildir. Bu doğrultuda bir ceza yargılamasında isnat edilen suçun sübuta erip ermediği veya toplanan delillerin suçun sübutu için yeterli olup olmadığı meselesi, ilkesel olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır (Yılmaz Çelik [GK], B. No: 2014/13117, 19/7/2018, § 45).
38. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, Metin Birdal (aynı kararda bkz. § 48) kararında; kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerinin mahkûmiyet kararlarında delil olarak kullanılmasının bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükler üzerinde caydırıcı etki yaratabileceğini, dolayısıyla bu konunun Anayasa Mahkemesinin ilgi alanında kaldığını ifade etmiştir.
39. Bu nedenle somut olayda başvurucuların örgütlenme özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında kalan eylemlerinin terör örgütü üyeliğinin delili olarak kabul edilmesiyle başvurucuların söz konusu haklarına bir müdahalede bulunulduğu kabul edilmiştir.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
40. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 33. ve 34. maddelerinin ihlalini teşkil edecektir.Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
41. Sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 33. ve 34. maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
 (1) Kanunilik
42. Müdahaleye dayanak olan 2/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesi ile 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 220. ve 314. maddelerinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
 (2) Meşru Amaç
43. Başvuruya konu müdahalenin Anayasa’nın 33. ve 34. maddelerinde yer alan millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması meşru amaçları kapsamında kaldığı anlaşılmıştır.
 (3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
 (a) Demokratik Toplumda Örgütlenme Özgürlüğünün Önemi
44. Örgütlenme özgürlüğü, bireylerin kendi menfaatlerini korumak için kendilerini temsil eden kolektif bir oluşum içinde bir araya gelme özgürlüğünü ifade etmekte olup bu özgürlük, bireylere topluluk hâlinde siyasal, kültürel, sosyal ve ekonomik amaçlarını gerçekleştirme imkânı sağlamaktadır. Örgütlenme özgürlüğünün temeli, hiç kuşkusuz ifade özgürlüğüdür. İfade özgürlüğü; düşünceyi korkmadan, engellenmeden açıklama ve yayma özgürlüğünün yanı sıra bu düşünceler çerçevesinde örgütlenme, kişi toplulukları oluşturma hakkını da kapsamaktadır. Demokrasilerde vatandaşların bir araya gelerek ortak amaçları izleyebileceği örgütlerin varlığı sağlıklı bir toplumun önemli bir bileşenidir (Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014 §§ 30-32; Hint Aseel Hayvanları Koruma ve Geliştirme Derneği ve Hikmet Neğuç, B. No: 2014/4711, 22/2/2017, §§ 41, 42; Ahmet Parmaksız [GK], B. No: 2017/29263, 22/5/2019, §§ 70-72).
 (b) Demokratik Toplumda Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının Önemi
45. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40, Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 79; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).
 (c) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması
46. Temel hak ve özgürlüklerin koruması altında bulunan bir eylemin terör örgütüne üye olmak suçunun mahkûmiyetinde delil olarak kullanılması suretiyle temel hak ve özgürlüklere yapılan bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması gerekir. Amaca ulaşmaya yardımcı olmayan bir müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı söylenemeyecektir (zorunlu toplumsal ihtiyaç testine ilişkin açıklamalar için bkz. Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 51, 53-55, 57; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 68; Ferhat Üstündağ, §§ 45, 46; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
 (d) Terör Örgütü Üyeliği Suçu Bağlamında Yarışan Değerler Arasında Denge Kurulması
47. Terör örgütüne üye olmak suçu, üye ve hatta örgüt henüz bir suç işlememiş olsa dahi örgütün toplum için yarattığı tehlikeyi cezalandıran ve bu yönüyle bir yandan da örgüt faaliyetleri kapsamında suç işlenmesini engelleme amacı taşıyan bir suç türüdür (Metin Birdal, §§ 60, 61).
48. Bireysel başvuru yolunda Anayasa Mahkemesinin görevi bir yargılamanın sonucu itibarıyla adil olup olmadığını değerlendirmek değildir. Dolayısıyla başvurucular hakkında isnat edilen terör örgütünün üyesi olmak suçunun sübuta erip ermediği veya toplanan delillerin suçun sübutu için yeterli olup olmadığı meselesi, ilkesel olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır (Metin Birdal, § 47; ayrıca bkz. Yılmaz Çelik, § 45; krş. Ferhat Üstündağ, § 65). Bundan başka bir ceza yargılamasında hangi delillerin hükme esas alınabileceği meselesi de esas itibarıyla Anayasa Mahkemesinin görev alanının dışındadır (Türk ceza hukuku uygulamasına ilişkin bazı değerlendirmeler için bkz. Metin Birdal, §§ 67-71).
49. Bir kişinin henüz başka bir suç işlemeden yalnızca terör örgütüne üye olması nedeniyle cezalandırılabilmesi için yargılama makamlarının o kişinin terör örgütüyle olan bağlarını ortaya koyması gerekir. Henüz ceza kanunlarında tanımlanan bir suçu işlememiş olsa bile bir terör örgütü ile örgüt üyeliği olarak kabul edilecek kuvvette bir bağın varlığının araştırılması bireylerin sahip olduğu fikirlerin, bağlı oldukları toplumsal grupların ve ideolojilerinin, davranışlarının anlamlarının ve bunların altında yatan saiklerin de değerlendirilmesini gerektirebilir. Böyle bir değerlendirmenin örgütlere üye olmak, toplantılara katılmak veya düşünce açıklamaları yapmak gibi kişilerin anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan eylemlerini de kapsadığı durumlarda başta ifade, örgütlenme, din ve vicdan özgürlükleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı olmak üzere temel haklar üzerinde ciddi bir baskı oluşturabilecek potansiyele sahip olduğu açıktır (Metin Birdal, §§ 63, 64).
50. Kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerinin terör örgütünün üyesi olmak suçundan verilen mahkûmiyet kararlarının delili olarak kullanılmasının temel haklar üzerinde yaratacağı caydırıcı etki nedeniyle -devletin toplumu terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı korumak şeklindeki pozitif yükümlülüğünün bir sonucu olarak- insanların terörsüz bir ortamda yaşama hakkı ile bu süreçte bireylerin potansiyel olarak etkilenebilecek temel hakları arasında adil bir denge kurulmalıdır (Metin Birdal, § 65).
51. Söz konusu dengenin sağlandığının kabul edilebilmesi için derece mahkemelerinin kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerini terör örgütünün üyesi olmak suçundan verilen mahkûmiyet kararlarında delil olarak kullanılmalarının zorunlu bir ihtiyacı karşıladığını göstermeleri gerekir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin benzer başvurulardaki denetimi temel haklara bu şekilde yapılan müdahalenin zorunlu bir ihtiyacı karşıladığının ilgili ve yeterli bir gerekçeyle gösterilip gösterilemediği ile sınırlı olacaktır(Metin Birdal, § 72).
52. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, mevcut başvuruda örgütlenme özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahalenin gerçekten toplumsal bir ihtiyaca cevap verip vermediği sorusuna yanıt bulacaktır.
53. Somut olayda, başvurucular ile diğer bazı kişiler hakkında MLKP terör örgütüne üye oldukları gerekçesiyle soruşturma başlatılmış; ilk derece mahkemesi, süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösterdiği kabul edilen eylem ve davranışlarıyla şiddeti ve demokratik olmayan yöntemleri benimseyen başvurucuların MLKP terör örgütünün üyesi olduğu kanaatine ulaşmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucular tarafından sunulan bilgi ve belgeler ile derece mahkemelerince başvurucuların mahkûm edilmesi için benimsenen gerekçeleri yukarıda yer verilen ilkeler uyarınca bir bütün olarak ve dikkatle incelemiştir.
54. Öncelikle başvuruculardan bir kısmının MLKP terör örgütü mensubu olup daha önce gerçekleşen çatışmalarda ölü olarak ele geçirilen kişiler için düzenlenen anma etkinliklerine katılmalarının değerlendirilmesi gerekmektedir. Mahkemeye göre MLKP terör örgütü, her yılın kasım ayını çatışmalarda ölen militanları için şehitler ayı olarak ilan etmiş ve bu durumu mlkp.info adlı internet sitesinde duyurmuştur. Bu kapsamda başvuruculardan Hülya Gerçek ve bir diğer sanık tarafından Adana İnsan Hakları Derneğinde (İHD) 30/11/2008 tarihinde bir anma toplantısı organize edilmiş; başvurucular Yasemin Tuğcu, Seval Gündoğdu, Barış Çırpan ve Celal Mezarcı bu etkinlikte görev almış; başvurucular Ersin Bilgili ve Mehmet Genç ise bu toplantıya katılmışlardır. Kararda ayrıca 22/11/2008 tarihinde, çatışmalarda ölen terör örgütü mensuplarının mezarları başında başvurucular Yasemin Tuğcu ve Seval Gündoğdu'nun organize ettiği bir anma toplantısı düzenlendiği ve bahsi geçen etkinliğe başvurucu Celal Mezarcı'nın katıldığı ifade edilmiştir (bkz. § 13).
55. İlk derece mahkemesi, MLKP terör örgütünün daha önce güvenlik güçleri ile girdikleri çatışmalarda öldürülmüş üyeleri için anma programları düzenlenmesi için yaptığı duyurunun örgütsel bir talimat olduğu kanaatine ulaşmıştır. Mahkeme, örgüt talimatı uyarınca söz konusu anma etkinliklerinin düzenlenmesini, bu programlarda görev alınmasını ya da bunlara katılınmasını başvurucuların terör örgütü üyesi olduğu kanaatini destekleyici, tamamlayıcı ve güçlendirici bir delil olarak kullanmış ve bu hususta ilgili ve yeterli gerekçe göstermiştir.
56. Başvurucuların yasal bazı örgütlerle ilişkili olmaları ve söz konusu örgütler bünyesinde gerçekleştirdikleri eylemleri de terör örgütü üyesi olmak suçundan mahkûmiyetlerinde delil olarak kullanılmıştır. İlk derece mahkemesi, bir yandan olayların yaşandığı tarihte ESP, SGD, SGDF ve EKD'nin yasal örgütler; Atılım gazetesinin de yasalara uygun faaliyet gösteren bir yayın kuruluşu olduğunu kabul etmiş öte yandan da bu örgütlerin MLKP terör örgütünün yasal zeminde faaliyet yürüten yapılanmaları olduğu, doğrudan örgütün amaçları doğrultusunda faaliyet yürüttüğü sonucuna ulaşmıştır.
57. İlk derece mahkemesi, bir polis raporu ve Yargıtay uygulamasına dayanarak bahsi geçen örgütlerin MLKP terör örgütüyle bağlantılı olduğunu kabul etmiş ancak bahse konu polis raporunun ve Yargıtay içtihatlarının ayrıntıları hakkında bir açıklamada bulunmamıştır. İlk derece mahkemesi, anılan örgütlerin terör örgütü ile ilişkili olduklarının, terör örgütünün amaçları doğrultusunda faaliyetlerde bulunduklarının veya terör örgütünün yasal görünümü olduklarının kabul edilmesini sağlayacak hiçbir delil ya da değerlendirmeye gerekçeli kararında yer vermemiştir.
58. Dolayısıyla terör örgütünün talimatları ya da amaçları doğrultusunda hareket ettikleri hususunda ilgili ve yeterli bir gerekçe gösterilmeden söz konusu örgütlere üye olmalarının veya bu örgütlerin çatısı altında yapılan faaliyetlere katılmalarının terör örgütüne üye olmak suçunun mahkûmiyetinde delil olarak değerlendirilmesinin başvurucuların örgütlenme özgürlüğü üzerinde haksız bir caydırıcı etki yarattığının kabul edilmesi gerekir.
59. İlk derece mahkemesi, adı geçen örgütlerin terör örgütüyle bağlantısını ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya koymamıştır. O hâlde kabul etmek gerekir ki daha başka bir açıklamaya yer vermeden başvurucuların söz konusu örgütlerin düzenlediği bazı etkinliklere katılarak ESP'ye ait bayrak, pankart ve flamaları taşımalarının terör örgütü üyesi olmak suçundan mahkûmiyetlerinde delil olarak kullanılması da toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakları üzerinde haksız bir caydırıcı etki yaratacaktır.
60. İlk derece mahkemesi, başvurucuların örgüt üyeliklerine ilişkin her biri bir parçayı açıklayan, süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösteren ve delil olarak kabul edilen faaliyetlerini ve davranışlarını birleştirerek olayın bütününün anlaşılmasını sağlamamış; başvurucuların söz konusu ESP, SGD, SGDF, EKD ve Atılım gazetesi içinde yer alma şeklindeki rollerinin onların MLKP terör örgütünün hiyerarşik yapılanmasına kendi istekleriyle ve bilerek dâhil olduklarına dair bilgileri doğrular ve tamamlar nitelikte olduğunu ikna edici biçimde ortaya koyamamıştır. İlk derece mahkemesi, başvurucuların terör örgütünün hiyerarşik yapısına dâhil olduklarını gösteren delilleri birlikte inceleyerek temel haklar kapsamında kalan her bir delili terör örgütünün amacı, niteliği, bilinirliği, kullandığı şiddetin türü ve yoğunluğu ile somut olayın ilgili diğer koşullarını dikkate alarak değerlendirmemiştir.
61. Sonuç olarak Mahkeme, başvurucuların temel hakları kapsamında bulunan faaliyetlerinin terör örgütüyle olan bağlarını ortaya koyamamış; böylece örgütlenme özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı üzerinde haksız bir caydırıcı etki oluşturmuştur. Bu bağlamda Mahkeme, başvurucuların şikâyete konu eylemlerinin mahkûmiyet hükmünde delil olarak kullanılmasının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığını ilgili ve yeterli bir gerekçe ile gösterememiştir.
62. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların örgütlenme özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvuruda, Anayasa'nın 33. ve 34. maddelerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
63. Başvurucular, terör örgütüne üye olmak suçlamasıyla başlatılan soruşturma kapsamında gözaltında tutulmaları ve tutuklanmaları nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
64. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü başvurulara ilişkin olarak birçok kararında zaman bakımından yetkisiyle ilgili ilkeleri belirlemiştir. Bu kararlarda Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuruları inceleme yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce verilen bir nihai kararla sona eren tutukluluk hâllerine ilişkin başvuruların zaman bakımından yetki dışında kaldığını kabul etmiştir (Osman Büyüksu, B. No: 2013/5512, 3/4/2014, §§ 20-24; Ali Öksüz, B. No: 2013/6065, 3/4/2014, §§ 20-23; Cevdet Genç, B. No: 2012/142, 9/1 /2014, §§ 24-29).
65. Somut olayda başvurucuların gözaltı ve tutukluluk durumları bireysel başvuruların incelenmeye başlandığı tarih olarak belirlenen 23/9/2012 tarihinden önce sona ermiştir (bkz. § 10). Bu nedenle mevcut başvuruda, bahsi geçen kararlardan ayrılmayı gerektirecek bir durum bulunmamaktadır.
66. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
67. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
68. Başvurucular, yeniden yargılanma yapılması ve tazminat talebinde bulunmuşlardır.
69. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir(Aligül Alkaya ve diğerleri, B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
70. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
71. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 57-59, 66-67).
72. İncelenen başvuruda, bazı eylemlerinin terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetlerinde delil olarak kullanılmasının başvurucuların örgütlenme özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
73. Bu durumda örgütlenme özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
74. İhlal tespitinin yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından ayrıca tazminata hükmedilmesine gerek görülmemiştir.
75. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin başvurucular Muhsin Çobanoğlu, Ersin Bilgili, Yasemin Tuğcu, Celal Mezarcı ve Esat Süner'e müştereken ödenmesine; birleşen dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin ise başvurucular Hülya Gerçek, Seval Gündoğdu, Barış Çırpan ve Mehmet Genç'e müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılama yapılmaması dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Temyiz incelemesi aşamasında duruşmalı yargılama yapılmaması dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmesi dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Örgütlenme özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın sırasıyla 33. ve 34. maddelerinde düzenlenen örgütlenme özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin örgütlenme özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın devredildiği Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2014/322) GÖNDERİLMESİNE,
D. Tazminata ilişkin taleplerin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin başvurucular Muhsin Çobanoğlu, Ersin Bilgili, Yasemin Tuğcu, Celal Mezarcı ve Esat Süner'e; birleşen dosyadaki 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin ise başvurucular Hülya Gerçek, Seval Gündoğdu, Barış Çırpan ve Mehmet Genç'e MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/12/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
TÜNCAY YILDIZ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/12717)
 
Karar Tarihi: 8/1/2020
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
 
Başkan:Recep KÖMÜRCÜ
Üyeler:Celal Mümtaz AKINCI
  Muammer TOPAL
  M. Emin KUZ
  Recai AKYEL
Raportör:Ömer MENCİK
Başvurucular:1. Tüncay YILDIZ
Vekilleri:Av. Uğur KUŞ
  Av. Sevil ARACI BEK
  2. Ali NAZLIGÜL
  3. Arzu Ceylan ORAL
  4. Erdal TUNÇ
  5. İlker TATLIPINAR
  6. Muhsin ÇOBANOĞLU
  7. Nevfel AVCI
  8. Pınar SAĞALTICI
  9. Şenol SAĞALTICI
Vekili:Av. Sevil ARACI BEK
  10. Gökben KESKİN
Vekilleri:Av. Eren KESKİN
  Av. Sezin UÇAR
  11. Yasin URHAN
Vekili:Av. Hasan URHAN
  12. Hayrettin ARSLAN
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, yasadışı olmayan kurumlarla olan ilişkilerin ve bu kurumların düzenledikleri bazı etkinliklere katılma, bu etkinliklerde slogan atma ve pankart taşıma gibi eylemlerin terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyette delil olarak kullanılması nedeniyle örgütlenme özgürlüğünün; tabiî hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş özel yetkili bir mahkemede uzun sayılacak bir sürede yargılamalarının yapılmış olması, bu yargılama sırasında delillerin ve mütalaaların taraflarına bildirilmemesi ve temyiz incelemesinin duruşmasız yapılması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 24/7/2014, 25/7/2014, 1/8/2014 ve 7/8/2014 tarihlerinde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. 2014/13593, 2014/13594 ve 2014/13644 numaralı başvuru dosyalarının konu yönünden irtibat nedeniyle 2014/12717 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/12717 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir.
7. 2014/12717 numaralı başvuru ile birleşen 2014/13593 ve 2014/13644 numaralı başvurularda başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. İncelemenin yürütüldüğü 2014/12717 numaralı başvuruda Bakanlıktan görüş istenmiş olması ve birleşen 2014/13594 numaralı başvurunun konu bakımından aynı olması gözönünde bulundurularak bu dosya yönünden ayrıca Bakanlıktan görüş istenmesine gerek görülmeyerek başvurunun incelenmesine geçilmiştir.
8. Başvurucu Yasin Urhan haricindeki başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuşlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
10. Başvurucular İlker Tatlıpınar, Erdal Tunç, Nevfel Avcı, Şenol Sağaltıcı, Pınar Sağaltıcı, Muhsin Çobanoğlu, Arzu Ceylan Oral, Hayrettin Arslan, Ali Nazlıgül, Gökben Keskin, Yasin Urhan ve Tüncay Yıldız sırasıyla 1976, 1984, 1982, 1981, 1983, 1975, 1985, 1963, 1981, 1986, 1979 ve 1965 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Hatay'da ikamet etmektedir.
11. Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu Yasin Urhan hakkında terör örgütü kurma veya yönetme; diğer başvurucular hakkında ise terör örgütüne üye olma suçundan soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma kapsamında başvuruculardan Gökben Keskin, Muhsin Çobanoğlu ve Arzu Ceylan Oral hakkında gözaltı ya da tutuklama tedbirine başvurulmamış, diğer başvurucular ise bir ile beş gün arasında değişen sürelerle gözaltına alınmışlardır. Gözaltına alınan başvuruculardan Yasin Urhan, İlker Tatlıpınar, Nevfel Avcı ve Şenol Sağaltıcı hakkında tutuklama tedbirine başvurulmuş; diğer başvurucular ise serbest bırakılmışlardır. Tutuklanan başvuruculardan Yasin Urhan tutuklandığı gün, diğer başvurucular ise tutuklama tarihinden iki gün sonra tahliye edilmişlerdir. Cumhuriyet savcısı 15/11/2006 tarihli iddianamesi ile başvurucu Yasin Urhan'ın terör örgütü kurma veya yönetme; diğer başvurucuların ise terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir.
12. Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 19/2/2008 tarihinde, başvurucuların terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Mahkeme, gerekçeli kararına başvurucuların da aralarında bulunduğu sanıklar hakkında yapılan soruşturma ve kovuşturmanın hangi sebeplere dayandığına ilişkin arka plan açıklaması yaparak başlamıştır. Yapılan arka plan açıklamasının ilgili kısmı şöyledir:
"MLKP [Marksist Leninist Komünist Parti] silahlı terör örgütüne yönelik olarak ülke genelinde yapılan operasyonlarda ele geçen örgütsel dökümanlar irdelendiğinde, örgütün dernek, sendika, vakıf, çeşitli gazete ve dergiler aracılığıyla örgütün propagandasının yapıldığı; çeşitli faaliyetler yapıldığı, bunların örgütün merkez komitesi tarafından yönetildiği, Hatay'da faaliyet gösteren ESP [Ezilenlerin Sosyalist Platformu] ve SGD'nin [Sosyalist Gençlik Derneği] de MLKP terör örgütünün uzantısı olarak faaliyet yürüttüğü, bu oluşumların 2005, 2006 yllarında 21 Mart Nevruz ve 1 Mayıs işçi bayramı kapsamında etkinlikler yapıp,pankartları astıkları, örgüt ve çatışmalarda ölen örgüt üyeleri lehine sloganlar atıp, cenaze törenleri düzenledikleri ve bu eylemleri SGD ve ESP çatısı altında yaptıkları...
Emniyet Genel Müdürlüğünden MLKP'nin SGD ve ESP ile ilgili irtibata dair göndermiş oldğu 66 sayfa bilgi formu incelenmesinde; MLKP terör örgütünün tüzüğünde; örgütün çizgisi ve kararları doğrultusunda faaliyet gösterecek yerel örgütler oluşturacağı ve bu oluşumların MLKP çizgisinde çeşitli yayınlar çıkarabileceği, legal alanda söz konusu oluşumları vasıtasıyla sempatizan kadrolarını şuurlandırarak propaganda çalışmaları yapacaklarının belirlendiği, bu amaç doğrultusunda örgüte yönelik operasyonlarda ele geçirilen örgütsel dökümanların tüzükte belirtildiği şekilde legal alanlarda faaliyet yapıldığı, bu çalışmaların yazılı ve görsel basında, sendikalarda dernek ve vakıflarda, sanat ve kültür evlerinde yoğunlaştığı, bunların başında SGD, ESP, EKD, Atılım Gazetesi, Dayanışma Gazetesi, Sanat ve Hayat Gazetesi gibi oluşumların olduğu. Bu oluşumlardan özellikle SGD ve ESP'nin eylem ve stratejilerinde kullanılan temaların, temaların işleyiş tarzı ve zamanlamasının MLKP ile paralellik ve eş zamanlılık gösterdiği, MLKP terör örgtü içerisinde eylem ve faaliyet gösterirken güvenlik güçleri ile çatışmaya girip ölen ya da cezaevlerinde ölüm oruçlarına girerek burada ölen örgüt mensuplarını şehit olarak nitelendirip, sahip çıktıkları, SGD ve ESP'ye yönelik yapılan operasyonlarda ele geçen dökümanların MLKP terör örgütüne ait dökümanlar olduğu; SGD'nin MLKP'nin gençlik yapılanması olan KGÖ (Komünist Gençlik Örgütü) nün legal bir oluşumu ve derneği olup, Gençlik üzerinde çalışma yaptığı, derneğin asıl amacının şahısları önce SGD üyesi yapmak daha sonra da ESP ye aktarmak, bu aşamadan sonra da MLKP terör örgütünün illegal yapılanması olan FESK (Fakirlerin ve Ezilenlerin Silahlı Kuvvetleri) MLKP/KGÖ (MLKP Komünist Gençlik Örgütü) ve Kürdistan örgütü içerisinde silahlı faaliyet göstermek üzere yapılanmaya yönelik olduğu ve bu oluşumların MLKP terör örgütünün legal yapılanmaları olduğu..."
13. Kararda, bu arka plan açıklamasından sonra başvurucuların eylemlerine ilişkin açıklamalara yer verilmiştir. Bu açıklamaların ilgili kısmı şöyledir:
"...Sanıkların bu oluşumlara gidip geldikleri ve üye oldukları, mitinglerine katılıp, MLKP örgütü ve lehine sloganların atılması, pankart taşınması eylemlerine katıldıkları böylece sanıklar Yasin Urhan, A.U., Erdal Tunç, Nevfel Avcı, Şenol Sağaltıcı, İlker Tatlıpınar, Ali Nazlıgül, Hayrettin Arslan, Pınar Sağaltıcı, S.T., Tüncay Yıldız, Muhlis [Muhsin] Çobanoğlu, Gökhan [Gökben] Keskin, Ç.S., Arzu Ceylan Şabo [Oral], C.K. ve Y.A.'ın MLKP nin alt seksiyonu olan SGD ve ESP'nin üyeleri oldukları ve eylemleri ile 3713 sk.nun 2/2 md. de nazara alındığında sanıkların eylemlerinin sabit olduğu
Her ne kadar sanık Yasin Urhan hakkında örgüt üyeliğinden dava açılmış ise de bu sanığın MLKP içerisinde yeni bir oluşum içerisine girdiği ancak bu eylemin henüz gerçekleşmediği anlaşıldığından bu sanık hakkında örgüt kurma ve yönetme suçundan değil sadece oluşan eylemleri nazara alınarak örgüt üyeliğinden ceza verilmesi kanaatine varılmıştır...."
14. Terör örgütü üyeliğinden mahkûmiyete ilişkin kararı başvurucuların temyiz etmesi üzerine karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından 22/4/2014 tarihinde onanmıştır.
15. Başvurucular, karardan 17/7/2014 ve 20/7/2014 tarihlerinde haberdar olduklarını belirtmişlerdir.
16. Başvurucular 24/7/2014, 25/7/2014, 1/8/2014 ve 7/8/2014 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
17. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Metin Birdal (GK), B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-39.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 8/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Örgütlenme Özgürlüğünün İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
19. Başvurucular; yasal kurumlarla olan ilişkilerinin ve bazı yasal etkinliklere katılmalarının terör örgütü üyeliği suçunun delili olarak değerlendirilemeyeceğini, kararda örgüt üyesi olduklarının iddia edilmesine rağmen örgütün yapısına bilerek dâhil oldukları hususunda yeterli bir açıklamaya yer verilmediğini iddia etmişlerdir.
20. Başvurucular ayrıca Dayanışma dergisi ve Atılım gazetesinin yasalara uygun faaliyet gösteren yayın kuruluşları; Ezilenlerin Sosyalist Platformu (ESP), Sosyalist Gençlik Derneği (SGD) ve Emekçi Kadınlar Derneği (EKD) isimli kuruluşların ise yasal örgütlenmeler olduğunu, adı geçen yayın ve örgütlenmelerin terör örgütleriyle bağlantısı olduğu yönünde herhangi bir delil bulunmadığını, hatta bu kurumların bir kısmının varlığını devam ettirdiğini belirterek ifade ve örgütlenme özgürlükleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
21. Bakanlık, bu şikâyete ilişkin olarak 2014/12717, 2014/13593 ve 2014/13644 numaralı başvurularda görüşlerini ayrı ayrı bildirmiştir. 2014/12717 başvuru numaralı dosyada Bakanlık, başvurucular hakkındaki soruşturma ve kovuşturma sürecine ilişkin bazı bilgiler vererek bu açıklamaların Anayasa Mahkemesince yapılan inceleme sırasında dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir.
22. 2014/13593 numaralı dosyada Bakanlık; ilk derece mahkemesinin ESP ve SGD'nin Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) terör örgütünün uzantısı olduğu sonucuna vardığını, bu kanaate varırken polis fezlekesi, arama ve elkoyma sonucunda elde edilen deliller ve sanıkların ifadesine dayandığını belirtmiştir. Bakanlık ayrıca ilk derece mahkemesinin başvurucu Tüncay Yıldız'ın eylemlerini dikkate alarak MLKP terör örgütüne üye kazandırmayı amaçladığını, başvurucunun da üyesi olduğu SGD'nin gençler üzerine çalışmalarda bulunarak bu kişileri ESP'ye yönlendirdiğini, bu örgütlenmeler üzerinden ise kişilerin MLKP üyesi olmalarının sağlandığını belirttiğini bildirmiştir.
23. Bakanlık, başvurucuların örgütlenme özgürlüğüne yapılan müdahalenin kanuni dayanağının ve meşru bir amacının bulunduğunu da belirterek bu açıklamaların dikkate alınmasının uygun olacağını ifade etmiştir.
24. Bakanlık 2014/13644 numaralı dosyada ise; ilk derece mahkemesinin başvurucuyu bazı gösterilerdeki faaliyetleri nedeniyle cezalandırmadığını, ancak başvurucunun şiddet olaylarının yaşandığı ve terör örgütünün propagandasına dönüştürülen gösterilere katılmış olmasını, onun örgüt üyeliğini açıklayan faaliyetlerden biri olarak ve böylece eylemlerinin sürekliliğini göstermek için kullandığını belirtmiştir. Bakanlık ayrıca şiddet eylemlerine başvurulmasıyla barışçıl niteliğini kaybetmiş ve terör örgütünün çağrısı üzerine yapılan, terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösterilere başvurucunun katılmış olmasını ilk derece mahkemesinin delil olarak kabul edebileceğini bildirmiştir.
25. Bakanlık ayrıca, şiddetin devamına ve artmasına destek olacak tarzda hareket ettiğini belirttiği başvurucunun cezalandırılmasının acil bir toplumsal ihtiyacı karşıladığını, ilk derece mahkemesinin toplumun terörsüz bir ortamda yaşama hakkı ile başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı arasında adil bir denge kurduğunu belirterek, başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı bir müdahale olarak değerlendirilemeyeceğini savunmuştur.
26. Başvurucu Yasin Urhan haricindeki başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında, başvuru formlarında belirtilen açıklamalara benzer nitelikte açıklamalarda bulunmuşlardır.
2. Değerlendirme
27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucuların şikâyeti; yasal örgütlerle olan ilişkilerinin ve bu yasal örgütlerin düzenlediği etkinliklere katılma, bu etkinliklerde slogan atma, pankart taşıma gibi eylemlerin terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetlerinde delil olarak kullanılmasıdır.
28. Bir örgütlenme içinde yer almanın terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyette delil olarak değerlendirmeye alınmış olması örgütlenme özgürlüğü kapsamında değerlendirilecek bir husustur. Bununla birlikte örgütlerin düzenlemiş oldukları etkinliklere katılma ve bu etkinliklerde slogan atma, pankart taşıma gibi eylemlerin terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyette delil olarak değerlendirmeye alınmış olması da ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ışığında Anayasa'nın 33. maddesi çerçevesinde ve örgütlenme özgürlüğü kapsamında ele alınmalıdır. Dolayısıyla mevcut başvurunun çözümlenmesinde, söz konusu özgürlüğün kullanımından ibaret olduğu ileri sürülen eylemlerin başvurucuların terör örgütü üyesi olma suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılmasının ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulup konulamadığı değerlendirilecektir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı
30. Bireysel başvuru yolunda Anayasa Mahkemesinin görevi bir yargılamanın sonucu itibarıyla adil olup olmadığını değerlendirmek değildir. Bu doğrultuda bir ceza yargılamasında isnat edilen suçun sübuta erip ermediği veya toplanan delillerin suçun sübutu için yeterli olup olmadığı meselesi, ilkesel olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır (Yılmaz Çelik [GK], B. No: 2014/13117, 19/7/2018, § 45).
31. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, Metin Birdal (aynı kararda bkz. § 48) kararında; kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerinin mahkûmiyet kararlarında delil olarak kullanılmasının bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükler üzerinde caydırıcı etki yaratabileceğini, dolayısıyla bu konunun Anayasa Mahkemesinin ilgi alanında kaldığını ifade etmiştir.
32. Bu nedenle somut olayda başvurucuların örgütlenme özgürlüğü kapsamında kalan eylemlerinin terör örgütü üyeliğinin delili olarak kabul edilmesi ile başvurucuların söz konusu haklarına bir müdahalede bulunulduğu kabul edilmiştir.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
33. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 33. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
34. Sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 33. maddesinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
 (1) Kanunilik
35. Müdahaleye dayanak olan 2/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesi ile 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 220. ve 314. maddelerinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
(2) Meşru Amaç
36. Başvuruya konu müdahalenin Anayasa’nın 33. maddesinde yer alan millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması meşru amaçları kapsamında kaldığı anlaşılmıştır.
 (3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
 (a) Demokratik Toplumda Örgütlenme Özgürlüğünün Önemi
37. Örgütlenme özgürlüğü, bireylerin kendi menfaatlerini korumak için kendilerini temsil eden kolektif bir oluşum içinde bir araya gelme özgürlüğünü ifade etmekte olup bu özgürlük, bireylere topluluk hâlinde siyasal, kültürel, sosyal ve ekonomik amaçlarını gerçekleştirme imkânı sağlamaktadır. Örgütlenme özgürlüğünün temeli, hiç kuşkusuz ifade özgürlüğüdür. İfade özgürlüğü; düşünceyi korkmadan, engellenmeden açıklama ve yayma özgürlüğünün yanı sıra bu düşünceler çerçevesinde örgütlenme, kişi toplulukları oluşturma hakkını da kapsamaktadır. Demokrasilerde vatandaşların bir araya gelerek ortak amaçları izleyebileceği örgütlerin varlığı sağlıklı bir toplumun önemli bir bileşenidir (Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014 §§ 30-32; Hint Aseel Hayvanları Koruma ve Geliştirme Derneği ve Hikmet Neğuç, B. No: 2014/4711, 22/2/2017, §§ 41, 42; Ahmet Parmaksız [GK], B. No: 2017/29263, 22/5/2019, §§ 70-72).
 (b) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması
38. Temel hak ve özgürlüklerin koruması altında bulunan bir eylemin terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyette delil olarak kullanılması suretiyle temel hak ve özgürlüklere yapılan bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması gerekir. Amaca ulaşmaya yardımcı olmayan bir müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı söylenemeyecektir (zorunlu toplumsal ihtiyaç testine ilişkin açıklamalar için bkz. Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 51, 53-55, 57; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 68;Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, §§ 45, 46; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
 (c) Terör Örgütü Üyeliği Suçu Bağlamında Yarışan Değerler Arasında Denge Kurulması
39. Terör örgütüne üye olma suçu, üye ve hatta örgüt henüz bir suç işlememiş olsa dahi örgütün toplum için yarattığı tehlikeyi cezalandıran ve bu yönüyle bir yandan da örgüt faaliyetleri kapsamında suç işlenmesini engelleme amacı taşıyan bir suç türüdür (Metin Birdal, §§ 60, 61).
40. Bireysel başvuru yolunda Anayasa Mahkemesinin görevi bir yargılamanın sonucu itibarıyla adil olup olmadığını değerlendirmek değildir. Dolayısıyla başvurucular hakkında isnat edilen terör örgütünün üyesi olma suçunun sübuta erip ermediği veya toplanan delillerin suçun sübutu için yeterli olup olmadığı meselesi, ilkesel olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır (Metin Birdal, § 47; ayrıca bkz. Yılmaz Çelik, § 45; krş. Ferhat Üstündağ, § 65). Bundan başka bir ceza yargılamasında hangi delillerin hükme esas alınabileceği meselesi de esas itibarıyla Anayasa Mahkemesinin görev alanının dışındadır (Türk ceza hukuku uygulamasına ilişkin bazı değerlendirmeler için bkz. Metin Birdal, §§ 67-71).
41. Bir kişinin henüz başka bir suç işlemeden yalnızca terör örgütüne üye olması nedeniyle cezalandırılabilmesi için yargılama makamlarının o kişinin terör örgütüyle olan bağlarını ortaya koyması gerekir. Henüz ceza kanunlarında tanımlanan bir suçu işlememiş olsa bile bir terör örgütü ile örgüt üyeliği olarak kabul edilecek kuvvette bir bağın varlığının araştırılması bireylerin fikirlerinin, bağlı oldukları toplumsal grupların ve ideolojilerinin, davranışlarının anlamlarının ve bunların altında yatan saiklerin de değerlendirilmesini gerektirebilir. Böyle bir değerlendirmenin örgütlere üye olmak, toplantılara katılmak veya düşünce açıklamaları yapmak gibi kişilerin anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan eylemlerini de kapsadığı durumlarda başta ifade, örgütlenme, din ve vicdan özgürlükleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı olmak üzere temel haklar üzerinde ciddi bir baskı oluşturabilecek potansiyele sahip olduğu açıktır (Metin Birdal, §§ 63, 64).
42. Kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerinin terör örgütünün üyesi olma suçundan verilen mahkûmiyet kararlarının delili olarak kullanılmasının temel haklar üzerinde yaratacağı caydırıcı etki nedeniyle -devletin toplumu terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı koruma şeklindeki pozitif yükümlülüğünün bir sonucu olarak- insanların terörsüz bir ortamda yaşama hakkı ile bu süreçte bireylerin potansiyel olarak etkilenebilecek temel hakları arasında adil bir denge kurulmalıdır (Metin Birdal, § 65).
43. Söz konusu dengenin sağlandığının kabul edilebilmesi için derece mahkemelerinin, kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerini terör örgütünün üyesi olma suçundan verdikleri mahkûmiyet kararlarında delil olarak kullanmalarının zorunlu bir ihtiyacı karşıladığını göstermeleri gerekir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin benzer başvurulardaki denetimi temel haklara bu şekilde yapılan müdahalenin zorunlu bir ihtiyacı karşıladığının ilgili ve yeterli bir gerekçeyle gösterilip gösterilemediği ile sınırlı olacaktır(Metin Birdal, § 72).
44. Dolayısıyla, incelenen başvuruda da örgütlenme özgürlüğüne yapılan müdahalenin gerçekten toplumsal bir ihtiyaca cevap verip vermediği incelenecektir.
45. Somut olayda, başka bir soruşturma kapsamında elde edilen dijital materyallerdeki bilgi ve belgelerden yola çıkılarak başvurucular ile diğer bazı kişiler hakkında MLKP terör örgütüne üye oldukları gerekçesiyle soruşturma başlatılmış; ilk derece mahkemesi, süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösterdiği kabul edilen eylem ve davranışlarıyla şiddeti ve demokratik olmayan yöntemleri benimseyen başvurucuların MLKP terör örgütünün üyesi olduğu kanaatine ulaşmıştır.
46. Başvurucular tarafından sunulan bilgi ve belgeler ile derece mahkemelerince başvurucuların mahkûm edilmesi için benimsenen gerekçeler yukarıda yer verilen ilkeler uyarınca bir bütün olarak ve dikkatle incelendiğinde, başvurucuların MLKP'nin bir terör örgütü olduğu kabulüne bir itirazlarının olmadığı görülmektedir. Ancak başvurucular, olayların meydana geldiği tarihlerde yasal olarak faaliyet gösteren ve kendilerinin mensubu olduğu örgütlerin gerçekleştirdiği faaliyetlere katılmış olmalarının terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyette delil olarak kullanılmasından dolayı örgütlenme özgürlüklerinin ihlal edildiğinden şikâyet etmektedir.
47. Olayların yaşandığı tarihte ESP ve SGD'nin yasal kuruluşlar olduğu ilk derece mahkemesi tarafından kabul edilmektedir. Ancak ilk derece mahkemesi, bu örgütlenmelerin MLKP terör örgütünün yasal zeminde faaliyet yürüten örgütlenmeleri olduğunu ve doğrudan örgütün amaçları doğrultusunda faaliyet yürüttüklerini ifade etmiştir. İlk derece mahkemesi bu çıkarımı yaparken, Emniyet Genel Müdürlüğünün, bahsi geçen örgütlenmelerin terör örgütü ile bağlantısı olduğu yönündeki bir raporuna dayandığını belirtmiştir.
48. Gerekçeli karar, kurulan hükmün dayanaklarının tatminkâr bir şekilde açıklanmasını amaçlar (Yılmaz Çelik, § 42). İlk derece mahkemesi; bir yandan SGD ve ESP'nin yasal örgütlenmeler olduğunu kabul ederken diğer yandan da terör örgütünün uzantısı olduğunu kabul etmiştir. Buna karşın ilk derece mahkemesi, bir örgütün hangi surette hem yasalar çerçevesinde faaliyette bulunmasının hem de terör örgütünün uzantısı olmasının mümkün olduğu hususunda tatminkâr bir açıklamada bulunmamış; bir diğer deyişle kararında bu konuda ilgili ve yeterli bir gerekçeye yer vermemiştir.
49. Diğer yandan ilk derece mahkemesi, bir emniyet raporuna dayanarak MLKP terör örgütünün SGD ve ESP örgütlenmeleri altında yasal olmayan birçok faaliyette bulunduğunu belirtmiştir. Buna karşılık kararda, SGD ve ESP'nin MLKP'nin amaçları doğrultusunda hareket ettiğine ilişkin delillerin neler olduğu gösterilmemiş; SGD ve ESP'nin yasal olmayan faaliyetlerine ilişkin herhangi bir bilgiye yer verilmemiştir. Kararda ayrıca başvurucuların SGD ve ESP'nin -ilk derece mahkemesinin kabul ettiği- MLKP terör örgütüne müzahir bir örgüt olduğunu bilip bilmediği hususunda herhangi bir açıklama yapılmamış, başvurucuların SGD ve ESP içinde yer alarak hangi surette MLKP terör örgütünün amaçları doğrultusunda hareket ettikleri konusunda da bir değerlendirmede bulunulmamıştır.
50. İlk derece mahkemesi, başvurucuların bahsi geçen örgütlerin düzenlemiş olduğu toplantılara katılmalarını mahkûmiyet kararına dayanak almıştır. Buna karşın Mahkeme, bu toplantılar hakkında herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Mahkeme,söz konusu toplantıların barışçıl niteliğini kaybettiğini de örgüt talimatı doğrultusunda ve örgüt propagandası yapmak amacıyla düzenlendiğini de belirtmemiştir.
51. İlk derece mahkemesi, başvurucuların örgüt üyeliklerine ilişkin her biri bir parçayı açıklayan, süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösteren ve delil olarak kabul edilen faaliyetlerini ve davranışlarını birleştirerek olayın bütününün anlaşılmasını sağlamamış; söz konusu SGD ve ESP adlı örgütlenmeler içinde yer alma şeklindeki rollerinin onların MLKP terör örgütünün hiyerarşik yapılanmasına kendi istekleriyle ve bilerek dâhil olduklarına dair bilgileri doğrular ve tamamlar nitelikte olduğunu ikna edici biçimde ortaya koyamamıştır. İlk derece mahkemesi başvurucuların terör örgütünün hiyerarşik yapısına dâhil olduklarını gösteren delilleri birlikte inceleyerek temel haklar kapsamında kalan her bir delili terör örgütünün amacı, niteliği, bilinirliği, kullandığı şiddetin türü ve yoğunluğu ile somut olayın ilgili diğer koşullarını dikkate alarak değerlendirmemiştir.
52. Mahkeme, başvurucuların temel hakları kapsamında bulunan faaliyetlerinin terör örgütüyle olan bağlarını ortaya koyamamış; böylece örgütlenme özgürlüğü üzerinde haksız bir caydırıcı etki oluşturmuştur. Bu bağlamda Mahkeme, başvurucuların şikâyete konu eylemlerinin mahkûmiyet hükmünde delil olarak kullanılmasının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığını ilgili ve yeterli bir gerekçe ile gösterememiştir.
53. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların örgütlenme özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvuruda, Anayasa'nın 33. maddesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
54. Yasin Urhan haricindeki başvurucular, yargılamanın sekiz yıl devam ettiğini, davanın niteliği itibarıyla basit ve karmaşık olmaması hususu dikkate alındığında adil yargılanma hakkı bağlamında makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
55. Bireysel başvuru sonrasında, 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
56. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
57. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolunun ilk bakışta ulaşılabilir ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğunu değerlendirmiştir. Buna göre Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 27-36).
58. Somut başvuru yönünden de söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
59. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Bağımsız ve Tarafsız Bir Mahkemede Yargılanma ile Duruşmalı Yargılanma Haklarının ve Çelişmeli Yargılama İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
60. Yasin Urhan haricindeki başvurucular, tabii hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş özel yetkili bir mahkemede yargılandıklarını, temyiz incelemesinin duruşmalı yapılması hakkından yoksun bırakıldıklarını, yargılama aşamasında toplanan deliller ve sunulan mütalaalar hakkında kendilerine bir bilgi verilmediğini ve bu hususlarda görüş bildirme olanağının tanınmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
61. Somut başvuruda örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşıldığından bu şikâyetlerin ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
62. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
63. Başvurucular, yeniden yargılanma yapılması ve tazminat talebinde bulunmuşlardır.
64. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir(Aligül Alkaya ve diğerleri, B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
65. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
66. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 57-59, 66-67).
67. İncelenen başvuruda, bazı eylemlerinin terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetlerinde delil olarak kullanılmasının başvurucuların örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
68. Bu durumda örgütlenme özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili yargı merciine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
69. İhlal tespitinin yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından ayrıca tazminata hükmedilmesine gerek görülmemiştir.
70. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 412,20 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.412,20 TL yargılama giderinin başvurucular İlker Tatlıpınar, Erdal Tunç, Nevfel Avcı, Şenol Sağaltıcı, Pınar Sağaltıcı, Muhsin Çobanoğlu, Arzu Ceylan Oral, Hayrettin Arslan, Ali Nazlıgül ve Tüncay Yıldız'a müştereken; birleşen 2014/13644 başvuru numaralı dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.206,10 TL yargılama giderinin başvurucu Gökben Keskin'e, birleşen 2014/13594 başvuru numaralı dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.206,10 TL yargılama giderinin ise başvurucu Yasin Urhan'a ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmesi dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin diğer iddiaların incelenmesine GEREK BULUNMADIĞINA,
3. Örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 33. maddesinde düzenlenen örgütlenme özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin örgütlenme özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın devredildiği Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2006/1, K.2008/1) GÖNDERİLMESİNE,
D. Tazminata ilişkin taleplerin REDDİNE,
E. 412,20 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.412,20 TL yargılama giderinin başvurucular İlker Tatlıpınar, Erdal Tunç, Nevfel Avcı, Şenol Sağaltıcı, Pınar Sağaltıcı, Muhsin Çobanoğlu, Arzu Ceylan Oral, Hayrettin Arslan, Ali Nazlıgül ve Tüncay Yıldız'a müştereken; birleşen 2014/13644 başvuru numaralı dosyadaki 206,10 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.206,10 TL yargılama giderinin başvurucu Gökben Keskin'e, birleşen 2014/13594 başvuru numaralı dosyadaki 206,10 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.206,10 TL yargılama giderinin ise başvurucu Yasin Urhan'a ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/1/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
HAKAN YILMAZÖZ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2017/37725)
 
Karar Tarihi: 3/6/2020
R.G. Tarih ve Sayı: 30/6/2020-31171
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
Başkan:Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler:Burhan ÜSTÜN
  Hicabi DURSUN
  Muammer TOPAL
  Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör:Denizhan HOROZGİL
Başvurucu:Hakan YILMAZÖZ
Vekili:Av. Elvan OLKUN
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvurucunun bir dernek faaliyeti kapsamında katıldığı bir etkinliğin terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılması nedeniyle örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/11/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. 2017/37761 numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2017/37725 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/37725 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyasının kapatılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu 1990 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğrencidir.
10. Başvurucu, DHKP/C terör örgütüne üye olma suçunu işlediği gerekçesiyle 3/6/2011 tarihinde gözaltına alınmıştır. Daha sonra tutuklanması için sevk edildiği Sulh Ceza Hâkimliğince 6/11/2010 tarihinde serbest bırakılmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 10/3/2011 tarihli iddianamesiyle DHKP/C terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapma ve 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme suçlarından başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır.
11. (Kapatılan) İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 15/3/2013 tarihinde, başvurucunun DHKP/C terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla mahkûmiyetine hükmetmiştir. Mahkeme, başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapma ve 2911 sayılı Kanun'a muhalefet etme suçlarından ise kovuşturmasının ertelenmesine karar vermiştir.
12. Mahkeme gerekçeli kararında, iddianame ile sanık savunmalarını ve esas hakkında mütalaayı özetlemiş; ardından etkin pişmanlıktan yararlanan bazı sanıkların savunmaları ve gizli tanık beyanları kapsamında Kocaeli Öğrenci Gençlik Derneğinin (Dernek) Halk Cephesine bağlı olarak faaliyet yürüttüğünü, Halk Cephesinin ise terör örgütü DHKP/C'ye bağlı bir yapılanma olduğunu belirtmiştir.
13. Gerekçeli kararda Mahkeme, etkin pişmanlıktan yararlanan bazı sanıkların başvurucu hakkındaki beyanlarına da yer vermiştir. Bu kapsamda;
i. Sanık D.S., bir tarihte başvurucu ile okul notlarını almak için görüştüğünü, Derneğe gitmediğini ama başvurucunun kendisiyle Dernek adına görüşmek istediğini ve T.T.nin daha önce söylediği sözlere benzer ifadeler kullandığını ancak bu ifadeleri tam olarak hatırlamadığını beyan etmiştir. Ayrıca D.S. başvurucu ve G.nin o tarihlerde Dernekte etkin bir konumda olduklarını ve yapılan her türlü eylemi takip ettiklerini, başvurucunun hukuk fakültesi öğrencisi olduğunu, bu nedenle başvurucuya bazı sorular sorduğunu, bir eyleme başvurucu ve diğer sanıklarla birlikte katıldığını ifade etmiştir.
ii. Sanık G.K. yapılan eylemler ve çalışmalar sırasında yeni elemanlar kazandıklarını, bu kapsamda başvurucu ve diğer bazı sanıkların da eylemlere katılmaya ve Derneğe gelip gitmeye başladığını beyan etmiştir.
iii. Sanık D.B. gitmiş olduğu Dev-Genç şenliğinden geldikten sonra başvurucu ile tanıştığını, başvurucunun D.S.nin arkadaşı olduğunu ve hukuk okuduğunu bildiğini, katıldığı bir kamptan sonra bir daha faaliyetlerde yer almamaya karar verdiğini ve bunun bilgisini başvurucuya da verdiğini ifade etmiştir.
iv. Sanık B.Ç. başvurucuyu tanıdığını ancak kendisiyle samimiyetlerinin olmadığını, başvurucunun hukuk fakültesinde okuduğunu bildiğini ve başvurucu ile internetteki bir haber hakkında telefonda görüştüklerini beyan etmiştir.
v. Sanık Y.E. kendisini eylemlere E.S., K. ve M. isimli şahısların yönlendirdiğini, başvurucunun yönlendirmediğini ifade etmiştir.
14. Mahkemenin başvurucu hakkındaki mahkûmiyet gerekçesi ise şu şekildedir:
"Sanıklar [E.S.K.], [T.T.][M.A.][E.Ç.][Z.D.][S.K.][Y.E.][N.A.][G.U.], Hakan Yılmazöz, [M.B.], [B.Ç.][M.D.] ve [A.A.nın] üzerine atılı terör örgütü üyesi olma suçunu, Kocaeli Öğrenci Gençlik Derneği adıyla yasal olarak faaliyette bulunur gözüken derneğin yukarıdaki anlatılan beyanlarla terör örgütü DHKP-C'ye bağlı olarak faaliyette bulunan Halk Cephesi adına faaliyette bulunduğunun anlaşılması, sanıkların da bu derneğin mensubu olarak terör örgütü adına faaliyette bulunmuş olması..."
15. Temyiz incelemesi sonucunda başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma suçu yönünden verilen mahkûmiyet hükmü, Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından 25/5/2017 tarihinde onanarak kesinleşmiştir.
16. Başvurucu, Yargıtay ilamından 19/10/2017 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiştir.
17. Başvurucu 3/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
18. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk normları için bkz. Metin Birdal [GK], B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-39.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 3/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucu, üyesi olmadığı ancak zaman zaman uğradığı bir derneğin barışçıl bir etkinliğine katılmasının terör örgütüne üye olma suçundan verilen mahkûmiyet hükmünde delil olarak kullanılması nedeniyle örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
21. Anayasa’nın "Dernek kurma hürriyeti" kenar başlıklı 33. maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:
 “Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma ve bunlara üye olma ya da üyelikten çıkma hürriyetine sahiptir.
...
Dernek kurma hürriyeti ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâk ile başkalarının hürriyetlerinin korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabilir.
Dernek kurma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.
Dernekler, kanunun öngördüğü hallerde hâkim kararıyla kapatılabilir veya faaliyetten alıkonulabilir...”
22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu kapsamda başvurucunun şüpheden uzak hiçbir delil bulunmamasına rağmen yetersiz gerekçeyle mahkûmiyetine hükmedilmesinin adil yargılanma, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakları ile suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiği iddiaları örgütlenme özgürlüğü bağlamında incelenecektir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
23. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
24. Bireysel başvuru yolunda Anayasa Mahkemesinin görevi bir yargılamanın sonucu itibarıyla adil olup olmadığını değerlendirmek değildir. Bu doğrultuda bir ceza yargılamasında isnat edilen suçun sübuta erip ermediği veya toplanan delillerin suçun sübutu için yeterli olup olmadığı meselesi, ilkesel olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır (Yılmaz Çelik [GK], B. No: 2014/13117, 19/7/2018, § 45; krş. Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 65).
25. Bununla birlikte eldeki başvuruya konu olayda başvurucunun bazı dernek faaliyetlerine katılmış olması onun örgüt üyeliği suçuna ilişkin yargılamasında delil olarak kullanılmıştır. Kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerinin mahkûmiyet kararlarında delil olarak kullanılması, bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükler üzerinde caydırıcı etki yaratabilir ve dolayısıyla bu da Anayasa Mahkemesinin ilgi alanındadır (Metin Birdal, §§ 47, 48).
26. Bu nedenle somut olayda bazı dernek faaliyetlerine katılmış olmasının terör örgütüne üye olma suçundan verilen mahkûmiyet hükmünde delil olarak kabul edilmesiyle başvurucunun örgütlenme özgürlüğüne bir müdahalede bulunulduğu kabul edilmiştir.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
27. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 33. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
 “Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
28. Sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 33. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
29. Müdahaleye dayanak olan 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 220. ve 314. maddelerinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru Amaç
30. Başvuruya konu müdahalenin Anayasa’nın 33. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması meşru amaçları kapsamında kaldığı anlaşılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
 (1) Demokratik Toplumda Örgütlenme Özgürlüğünün Önemi
31. Örgütlenme özgürlüğü, bireylerin kendi menfaatlerini korumak için kendilerini temsil eden kolektif bir oluşum içinde bir araya gelme özgürlüğünü ifade etmekte olup bu özgürlük bireylere topluluk hâlinde siyasal, kültürel, sosyal ve ekonomik amaçlarını gerçekleştirme imkânı sağlamaktadır. Örgütlenme özgürlüğünün temeli, hiç kuşkusuz ifade özgürlüğüdür. İfade özgürlüğü düşünceyi korkmadan, engellenmeden açıklama ve yayma özgürlüğünün yanı sıra bu düşünceler çerçevesinde örgütlenme, kişi toplulukları oluşturma hakkını da kapsamaktadır. Demokrasilerde vatandaşların bir araya gelerek ortak amaçları izleyebileceği örgütlerin varlığı sağlıklı bir toplumun önemli bileşenidir (Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014 §§ 30-32; Hint Aseel Hayvanları Koruma ve Geliştirme Derneği ve Hikmet Neğuç, B. No: 2014/4711, 22/2/2017, §§ 41, 42; Ahmet Parmaksız [GK], B. No: 2017/29263, 22/5/2019, §§ 70-72).
 (2) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması
32. Temel hak ve özgürlüklerin koruması altında bulunan bir eylemin terör örgütüne üye olma suçunun mahkûmiyetinde delil olarak kullanılması suretiyle temel hak ve özgürlüklere yapılan bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması gerekir. Amaca ulaşmaya yardımcı olmayan bir müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı söylenemeyecektir (zorunlu toplumsal ihtiyaç testine ilişkin açıklamalar için bkz. Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 51, 53-55, 57; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 68; Ferhat Üstündağ, §§ 45, 46; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
 (3) Terör Örgütüne Üye Olma Suçu Bağlamında Yarışan Değerler Arasında Denge Kurulması
33. Terör örgütüne üye olma suçu; örgüt üyesi hatta örgüt, henüz bir suç işlememiş olsa dahi örgütün toplum için yarattığı tehlikeyi cezalandıran ve bu yönüyle bir yandan da örgüt faaliyetleri kapsamında suç işlenmesini engelleme amacı taşıyan bir suç türüdür (Metin Birdal, §§ 60, 61).
34. Bireysel başvuru yolunda Anayasa Mahkemesinin görevi bir yargılamanın sonucu itibarıyla adil olup olmadığını değerlendirmek değildir. Dolayısıyla başvurucu hakkında isnat edilen terör örgütünün üyesi olma suçunun sübuta erip ermediği veya toplanan delillerin suçun sübutu için yeterli olup olmadığı meselesi, ilkesel olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır (Metin Birdal, § 47; ayrıca bkz. Yılmaz Çelik, § 45; krş. Ferhat Üstündağ, § 65). Bundan başka bir ceza yargılamasında hangi delillerin hükme esas alınabileceği meselesi de esas itibarıyla Anayasa Mahkemesinin görev alanının dışındadır (Türk ceza muhakemesi hukuku uygulamasına ilişkin bazı değerlendirmeler için bkz. Metin Birdal, §§ 67-71).
35. Bir kişinin henüz başka bir suç işlemeden yalnızca terör örgütüne üye olması nedeniyle cezalandırılabilmesi için yargılama makamlarının o kişinin terör örgütüyle olan bağlarını ortaya koyması gerekir. Henüz ceza kanunlarında tanımlanan bir suçu işlememiş olsa bile bir terör örgütü ile örgüt üyeliği olarak kabul edilecek kuvvette bir bağın varlığının araştırılması bireylerin sahip olduğu fikirlerin, bağlı oldukları toplumsal grupların ve ideolojilerinin, davranışlarının anlamlarının ve bunların altında yatan saiklerin de değerlendirilmesini gerektirebilir. Böyle bir değerlendirmenin örgütlere üye olmak, toplantılara katılmak veya düşünce açıklamaları yapmak gibi kişilerin anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan eylemlerini de kapsadığı durumlarda başta ifade, örgütlenme, din ve vicdan özgürlükleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı olmak üzere temel haklar üzerinde ciddi bir baskı oluşturabilecek niteliği olduğu açıktır (Metin Birdal, §§ 63, 64).
36. Kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerinin terör örgütünün üyesi olma suçundan verilen mahkûmiyet kararlarının delili olarak kullanılmasının temel haklar üzerinde yaratacağı caydırıcı etki nedeniyle -devletin toplumu terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı korumak şeklindeki pozitif yükümlülüğünün bir sonucu olarak- insanların terörsüz bir ortamda yaşama hakkı ile bu süreçte bireylerin potansiyel olarak etkilenebilecek temel hakları arasında adil bir denge kurulmalıdır (Metin Birdal, § 65).
37. Söz konusu dengenin sağlandığının kabul edilebilmesi için derece mahkemelerinin kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerini terör örgütünün üyesi olma suçundan verilen mahkûmiyet kararlarında delil olarak kullanılmalarının zorunlu bir ihtiyacı karşıladığını göstermeleri gerekir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin benzer başvurulardaki denetimi temel haklara bu şekilde yapılan müdahalenin zorunlu bir ihtiyacı karşıladığının ilgili ve yeterli bir gerekçeyle gösterilip gösterilemediği ile sınırlı olacaktır (Metin Birdal, § 72).
38. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi mevcut başvuruda başvurucunun örgütlenme özgürlüğüne yapılan müdahalelerin gerçekten toplumsal bir ihtiyaca karşılık gelip gelmediği sorusuna cevap bulacaktır.
39. Anayasa Mahkemesi başvurucu tarafından sunulan bilgi ve belgeler ile derece mahkemelerince başvurucunun mahkûm edilmesi için benimsenen gerekçeleri yukarıda yer verilen ilkeler uyarınca bir bütün olarak incelemiştir.
40. Somut olayda terör örgütüne üye olma suçundan Mahkemece verilen mahkûmiyet hükmünde başvurucunun Halk Cephesi adına Dernekte faaliyette bulunmasına dayanıldığı görülmektedir. Ancak başvurucunun söz konusu Dernek kapsamındaki faaliyetlerinin ne olduğu, faaliyetleri ne zaman gerçekleştirdiği, bunların barışçıl olup olmadığı, konusu, içeriği veya terör örgütü propagandasına dönüşüp dönüşmediği gibi hususlar Mahkemece gerekçede açıklanmamıştır.
41. Bu kapsamda Mahkeme; başvurucunun terör örgütünün hiyerarşik yapısına dâhil olduğunu gösteren delilleri birlikte inceleyerek temel haklar kapsamında kalan her bir delili terör örgütünün amacı, niteliği, bilinirliği, kullandığı şiddetin türü ve yoğunluğu ile somut olayın ilgili diğer koşullarını dikkate alarak değerlendirmemiştir. Mahkeme, başvurucunun temel hakları kapsamında bulunan faaliyetlerinin terör örgütüyle olan bağlarını ortaya koyamamış; böylece örgütlenme özgürlüğü üzerinde haksız bir caydırıcı etki oluşturmuştur. Bu bağlamda Mahkeme, başvurucunun şikâyete konu eylemlerinin mahkûmiyet hükmünde delil olarak kullanılmasının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığını ilgili ve yeterli bir gerekçe ile gösterememiştir.
42. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 33. maddesinde güvence altına alınan örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
43. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
44. Başvurucu; ihlal tespiti, yargılamanın yenilenmesi ve tazminat ödenmesine karar verilmesi taleplerinde bulunmuştur.
45. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018). Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
46. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
47. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66,67).
48. Başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetinin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık gelmediği ve dolayısıyla demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı, örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle başvurucunun örgütlenme özgürlüğünün ihlalinin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
49. Bu durumda örgütlenme özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. madde ile görevli) (E.2011/46, K.2013/54) dosyalarının devredildiği mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
50. Başvuruda örgütlenme özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu ve bunun yeterli bir giderim sağladığı sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
51. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 515 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.515 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 33. maddesinde güvence altına alınan örgütlenme özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin örgütlenme özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (Kapatılan) İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. madde ile görevli) (E.2011/46, K.2013/54) dosyalarının devredildiği mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 515 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.515 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
BİLAL CELALETTİN ŞAŞMAZ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2019/20791)
 
Karar Tarihi: 18/10/2022
R.G. Tarih ve Sayı: 6/1/2023-32065
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
Başkan:Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler:Muammer TOPAL
  Recai AKYEL
  Yusuf Şevki HAKYEMEZ
  Selahaddin MENTEŞ
Raportörler:Yunus HEPER
  Denizhan HOROZGİL
Başvurucu:Bilal Celalettin ŞAŞMAZ
Vekili:Av. Baki KANTAR
 
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; terör örgütüne üye olma suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün suç ve cezaların kanuniliği ilkesini, özel hayata saygı hakkını ve sendika hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 14/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Arka Plan Bilgisi
5. Anayasa Mahkemesi Ali Şeker (B. No: 2016/68962, 20/9/2018) başvurusunda Aktif Eğitimciler Sendikasına (Aktif Eğitim-Sen) ilişkin şu arka plan bilgilerine yer vermiştir:
"6. Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl bugüne kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
7. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12).
8. Kamu makamlarınca ve yargı organlarınca 15 Temmuz darbe teşebbüsünün faili olduğu belirtilen FETÖ/PDY'ye ilişkin olarak özellikle son yıllarda yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda bu yapılanmanın özelliklerine ve faaliyetlerine ilişkin birçok tespit ve değerlendirmeye yer verilmiştir.
9. Buna göre FETÖ/PDY'nin eğitim alanındaki faaliyetleri, yapılanmanın insan kaynağı ve maddi kaynak elde etmesinin başlıca aracı olmuştur. Bu nedenle başta FETÖ/PDY'nin kurucusu ve lideri Fetullah Gülen olmak üzere örgüt yöneticilerinin yapılanmayla bağlantılı eğitim kurumlarına ayrı bir önem verdikleri ve örgütsel faaliyetlerin önemli bir bölümünün bu kurumlar üzerinden gerçekleştirildiği, bu kurumlarda örgütsel toplantıların yapıldığı bilinmektedir.
10. 2012 yılının başlarında Hükûmet kaynaklarından dershanelerin kapatılmasıyla ilgili yasal düzenlemelerin yapılacağına dair açıklamaların gelmeye başladığı ve yapılan açıklamalarda 2013-2014 eğitim öğretim yılından itibaren dershanelerin kapatılacağı yönünde çalışmaların yapıldığı bilinmektedir. Nitekim 1/3/2014 tarihli ve 6528 sayılı Kanun'un 9. maddesiyle yapılan değişiklikle 8/2/2007 tarihli ve 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu'nun 2. maddesindeki "dershaneleri" ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır. FETÖ/PDY'nin faaliyetleri içinde çok önemli bir yer tutan dershanelerin kapatılmasıyla ilgili olarak kamuoyunda yaşanan tartışmaların yoğunlaştığı bu süreçte Aktif Eğitimciler Sendikası (Aktif Eğitim-Sen) kurulmuştur.
11. Aktif Eğitim-Sen resmî olarak 1/3/2012 tarihinde kurulmuştur. Sendikanın kuruluş yazısı Millî Eğitim Bakanlığı İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü tarafından 27/4/2012 tarihinde kayda alınarak kurulduğuna dair yazı tüm Millî Eğitim Bakanlığı personeline resmî kanallarla duyurulmuştur.
12. Aktif Eğitim-Sen kurulduğu tarihten itibaren yaklaşık dokuz ay içinde üye sayısını otuz beş bine kadar çıkarmış, dokuz aylık sürede dokuz şube açan, seksen altı temsilcilik oluşturan ve kendi açıklamalarına göre otuz beş bin üyeye ulaşan Aktif Eğitim-Sen 31/3/2013 tarihinde yaptığı Olağanüstü Genel Kurulda aldığı kararla 31/3/2013 tarihinde kendini feshetmiştir.
13. FETÖ/PDY, sendikaların yanında konfederasyon yapılanmasına da gitmiştir. 21/2/2014 tarihinde kurulan Cihan Sendikalar Konfederasyonu (Cihan-Sen) bünyesinde Aktif Eğitim-Sen, Ufuk Tarım-Orman Sen, Ufuk Enerji Sen, Ufuk Sağlık Sen, Ufuk Büro Sen ve Ufuk Yerel Sen'in yer aldığı bilinmektedir.
14. 31/3/2013 tarihinde tefessüh eden Aktif Eğitim-Sen, 17-25 Aralık 2013 sürecinde 22/11/2013 tarihinde tekrar kurulmuştur. Aktif Eğitim-Sen yeniden kurulduktan sonra beş altı ay içinde yaklaşık yirmi üç bin üyeye ulaşmıştır.
15. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen olağanüstü hâl döneminde teşebbüsün arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu değerlendirilen çok sayıdaki eğitim kurumu kapatılmıştır. 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan bu eğitim kurumları arasında başta Cihan-Sen konfederasyonu ve bu konfederasyona bağlı Aktif Eğitim-Sen de yer almaktadır."
B. Başvuruya Konu Süreç
6. 1959 doğumlu olan başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte öğretmendir. Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan 30/8/2016 tarihinde gözaltına alınan başvurucu 6/9/2016 tarihinde tutuklanmıştır. Uşak Cumhuriyet Başsavcılığı 30/12/2016 tarihinde bir iddianame düzenleyerek başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir.
7. Uşak 2. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 13/4/2017 tarihli ilk celsede başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla mahkûmiyetine ve tahliyesine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...Sanığın öğretmen olarak görev yaptığı Uşak ili, Yeşilkavak İlköğretim okulunda görev yaparken açığa alındığı, tanıkların anlatımlarına göre 17-25 Aralık 2013 tarihinden önce FETÖ/PDY yapılanmasının düzenlediği dini sohbetlere katıldığı, bu sohbetlerde zaman zaman Fetullah Gülen'in kitaplarının okunduğu, böylelikle bu yapılanmaya eleman kazandırma amacının güdüldüğü, tanık anlatımlarına göre sanığın bu sohbetlere katıldığı, 17-25 Aralık 2013 tarihinden sonra örgütle bağını devam ettirdiğini ortaya koyacak şekilde Aktif Eğitim Sendikasına üye olduğu, bu sendikanın özellikle hükümet ve FETÖ/PDY yapılanmasının karşı karşıya geldiği dershane krizi sonrasında örgüte mensup öğretmenlerin kamu oyunda baskı ve pazarlık gücünü artırmak amacıyla örgüt tarafından kullanıldığı, her ne kadar içerik ve görüşme zamanı tespit edilememiş ise de, HTS kayıtlarına göre sanığın mahkememizin 2016/204 esas sayılı dosyasında sanık olarak yargılanan imam seviyesinde olduğu iddia edilen [M.T.], [M.E.] ve [A.A.] ile görüşme kayıtlarının bulunduğu, tanık anlatımları, HTS kayıtlarından yola çıkılarak varılan sosyal çevresi, 17-25 Aralık 2013 tarihinden sonra devam eden Aktif Eğitim Sen üyeliği gözetilerek sanığın bu şekilde çeşitli eylem ve davranışlarıyla yüklenen FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği suçunu işlediği kabul edilmiş, sanığın dosya kapsamına ve oluşa aykırı yöndeki beyanlarına itibar edilmemiştir.
...
Sanıkta silah ele geçirilmemiş ise de FETÖ/PDY yapılanmasının hücre tipi yapılanma olduğu, bu yapının eğitim, mülkiye, adliye, TSK, emniyet, finans ve diğer yapılanmalarının farklı farklı olduğu, ancak üst yönetim konumunda bu örgütün tek elden idare edildiği, yeri geldiğinde 17-25 Aralık 2013, Mit Tırlarının Durdurulması hadisesi, 15 Temmuz 2016 tarihli Darbe Kalkışması gibi silahlı eylemleri gerçekleştirecek konumda olduğu, sosyal ve şahsi durumu, tahsil durumu itibariyle sanığın bu yapılanmada en üstte Fetullah Gülen olduğunu, yapılan çalışmaların onun önderliğinde yürütüldüğünü ve buraya katkı sağladığını bildiği, sanığın eğitim yapılanmasında aktif görev alıp örgütle bağını ortaya koyacak şekilde aktif ve fiili davranışlarda bulunmak suretiyle örgütün bütünü içerisinde üzerine düşen görevi yaparak yüklenen örgüt üyeliği suçunu işlediği kabul edilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."
8. Başvurucunun istinaf talebi 29/6/2017 tarihinde, temyiz talebi ise 3/4/2019 tarihinde reddedilmiş ve hüküm kesinleşmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat
9. 2/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör örgütleri" kenar başlıklı 7. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
"Cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır."
10. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı 314. maddesi şöyledir:
"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.
(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır. "
2. Yargıtay İçtihadı
11. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin (ilk derece) 24/4/2017 tarihli ve E.2015/3, K.2017/3 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Yukarıda açıklandığı üzere bir suç örgütü baştan itibaren, suç işlemek üzere kurulmuş illegal bir yapı olabileceği gibi, legal olarak faaliyet göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün sonradan bir suç örgütüne, hatta terör örgütüne dönüşmesi de mümkündür. Kuruluş amacı silahlı ya da silahsız yöntemlerle suç işlemek olan, bu amaç ve yöntemlerini açıkça deklare eden ya da örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlarla bu durumu açıkça bilinen örgütlere üye olan veya bu örgütlere bilerek yardım edenlerin kusurluluğunda tartışılacak bir husus bulunmamakta ise de; legal zeminde faaliyet gösteren ve nihai amacı gizli tutulması nedeniyle açıkça bilinmeyen yapılara dahil olan ya da yardım edenlerin, bu suçların doğrudan kast ve özel saikle işlenebilen suçlar olduğu hususu da gözetildiğinde, hukuki durumlarının kusurluluk ve hata bağlamında değerlendirilmesinde zaruret vardır.
Yukarıda kuruluş, amaç, örgüt yapılanması ve faaliyet yöntemleri anlatılan FETÖ/PDY terör örgütünün nihai amacının, Devletin Anayasal nizamını cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olduğunda ve bu amacını gerçekleştirmek için 'mahrem alan' olarak örgütlendiği, devletin silahlı kuvvetlerindeki unsurları dikkate alındığında gerekli ve yeterli örgütsel güce sahip bulunduğunda kuşku yoktur. Örgütün bu amaç ve yöntemlerini bilen örgüt mensuplarının, örgütteki konumları gözetilerek cezalandırılacağı da açıktır. Örgütlenme pramidine göre, 5., 6. ve 7. tabakalarda ve kural olarak 3. ve 4. tabakalarda bulunan örgüt mensuplarının bu durumda olduklarının kabulü gerekir. Ancak önce dinî bir kült, ardından bir terör örgütü hâline dönüşen, eğitim-öğretim faaliyetleri, sivil toplum ve meslek kuruluşları, yerel ve uluslararası ticari işletmeler, basın-yayın ve medya organları gibi legal yapılar ve Abant Toplantıları, Türkçe Olimpiyatları benzeri prestijli organizasyonlar üzerinden oluşturulan sempatizan halkasından İnsan ve maddi kaynak devşiren FETÖ/PDY’nin, başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve toplumun her katmanının büyük bir kesimince böyle algılanması da toplumsal bir gerçekliktir. Amaca ulaşmak için her yolu mübah gören fakat sözde meşruiyetini sivil alanda dinden, kamusal alanda ise hukuktan aldığı izlenimi vermek için yeterli güce ulaşıncaya kadar alenen kriminalize olmamaya çalışan örgütün, silahlı bir terör örgütü olduğu gerçeğinin, örgütün kurucusu ve yöneticisi Fethullah Gülen hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2008/9-82,181 sayılı kararı ile kesinleşen beraat kararı da nazara alındığında, özellikle örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan diğer tabakalardaki örgüt mensupları tarafından bilinip bilinmediğinin olaysal olarak toplanan deliller muvacehesinde TCK’nın 30. maddesi kapsamında değerlendirilmesi lazımdır.
Ancak bu değerlendirme yapılırken, 2012 yılı ve sonrasında örgüt mensubu olan kamu görevlileri tarafından yapılan operasyonlar gibi, örgütün nihai amacını açıkça ortaya koymaya başladığı sansasyonel olaylar sonrasında; Milli Güvenlik Kurulu'nun, 30 Ekim 2014, 29 Nisan 2015 ve 26 Mayıs 2016 tarihli toplantılarında alınan ve kamuoyu ile paylaşılan kararlarda sözde 'hizmet hareketi' adlı, legal görünümlü illegal yapının, paralel bir devlet kurma amacında olan, devletin varlığına ve anayasal düzenine karşı ciddi tehdit oluşturan bir örgüt olarak kabul edilmesi, aynı tespit ve açıklamaların devlet ve hükümet yetkililerince de en üst düzeyde benimsenip, kamuoyu ile paylaşılması gibi olguların da gözardı edilmemesi gerekir."
12. Yukarıda anılan kararın (bkz. § 11) temyiz incelemesini yapan Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/16.MD-956, K.2017/370 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Bir suç örgütü, baştan itibaren suç işlemek üzere kurulmuş illegal bir yapı olabileceği gibi, legal olarak faaliyet göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün sonradan bir suç örgütüne, hatta terör örgütüne dönüşmesi de mümkündür. Bu kapsamda önceden var olan ancak hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından varlığı bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri; kuruluş tarihinden veya meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından sorumlu olacaklardır.
Silahlı terör örgütüne üye olma suçunun doğrudan kastla işlenebildiği gözetilerek, hukuki zeminde faaliyet gösteren ve nihai amacını gizli tutması nedeniyle açıkça bilinmeyen yapılara dahil olan örgüt mensuplarından bir kısmının, oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmediklerini iddia etmeleri durumunda, TCK'nun 30. maddesinin birinci fıkrasında yer alan hata hükmü uyarınca değerlendirme yapmak gerekecektir."
13. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 26/10/2017 tarihli ve E.2017/1809, K.2017/5155 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği, örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de, örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir.
Silahlı örgüte üyelik suçunun oluşabilmesi için örgütle organik bağ kurulması ve kural olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunması aranmaktadır. Ancak niteliği, işleniş biçimi, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı, örgütün amacı ve menfaatlerine katkısı itibariyle süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk özelliği olmasa da ancak örgüt üyeleri tarafından işlenebilen suçların faillerinin de örgüt üyesi olduğunun kabulü gerekir. Örgüte sadece sempati duymak ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak gibi eylemler örgüt üyeliği için yeterli değildir.
Örgüt üyesinin, örgüte bilerek ve isteyerek katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, onun bir parçası olmayı istemesi, katılma iradesinin devamlılık arz etmesi gerekir. Örgüte üye olan kimse, bir örgüte girerken örgütün kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla kurulan bir örgüt olduğunu bilerek üye olmak kastı ve iradesiyle hareket etmelidir. Suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olmak suçu için de saikin 'suç işlemek amacı' olması aranır...
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Kuruluş, amaç, örgüt yapılanması ve faaliyet yöntemleri Dairemizin 2015/3 E.sy. kararında anlatılan ve nihai amacı, Devletin Anayasal nizamını cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olduğu anlaşılan FETÖ/PDY terör örgütünün başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve toplumun her katmanının büyük bir kesimince de böyle algılanması, amaca ulaşmak için her yolu mübah gören fakat sözde meşruiyetini sivil alanda dinden, kamusal alanda ise hukuktan aldığı izlenimi vermek için yeterli güce ulaşıncaya kadar alenen kriminalize olmamaya özen göstermesi gerçeği nazara alındığında, örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan katlarla irtibatlı olduğu anlaşılan ve fakat örgütün nihai amacını bildiği, örgütle organik bir bağ kurarak hiyerarşisine dahil olduğu yönünde herhangi bir delil bulunmayan sanığın, hükme esas alınan ikrarı ve HTS kayıt içeriğine göre Ağlasun İlçe Tarım Müdürlüğü'nde ziraat mühendisi olarak görev yaptığı dönemde, örgütün ilçe imamı olduğu iddia edilen ve örgütün ilçe yapılanması içerisinde görevli oldukları iddiasıyla haklarında soruşturma yürütülen şahıslarla telefonla görüşmek suretiyle irtibat içinde olmak, çoğunluğu kamuoyu nezdinde örgütün gerçek yüzünü ortaya koyan, hukuki kılıflarla kamu görevlileri ve sivil şahıslara yönelik bir kısım operasyonlara başladığı 2013 yılı öncesinde olmak üzere birkaç kez de bu tarihten sonra örgütün dini sohbet toplantılarına katılmak, örgüt tarafından çıkarılan gazetelere gerçek ismiyle abone olmak ve çocuğunu örgüte müzahir olması nedeniyle kapatılan Altınbaşak isimli okula göndermekten ibaret eylemlerinin, sanığın konum ve kişisel özellikleri de nazara alındığında sempati ve iltisak boyutunu aşan, örgüt üyesi olduğunu ispat etmeye yeterli örgütsel faaliyetler kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetilerek..."
14. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 18/7/2017 tarihli ve E.2016/7162, K.2017/4786 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Terörle Mücadele Kanunu ve Türk Ceza Kanunu kapsamında, bir oluşumun, örgüt niteliğinde bulunup bulunmadığı ve niteliğinin belirlenmesi hususunda özel bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Yargılama safahatında, dava ya da soruşturmaya konu oluşumun nerede, ne zaman, kimler tarafından, ne amaçla kurulduğu, ülke genelinde amaca elverişli eylem ve faaliyetlerine ilişkin bilgiler ilgili Devlet kurumlarından dosyaya getirtilmek suretiyle dosyada mevcut olay ve deliller doğrultusunda yargılama makamlarınca belirlenmekte ve yargı kararının kesinleşmesi ile oluşumun suç, terör ya da silahlı terör örgütü niteliğinde bulunup bulunmadığı kesin olarak tespit edilmektedir.
...Örgütün niteliklerinin mahkemece belirlenmesi bir tespit kararıdır. Önceden var olan ancak hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de, örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri açısından, kuruluş tarihinden veya meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından işledikleri fiile göre sorumlu olacaklardır. Bu mensuplardan bir kısmı, oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmemesi (hata hükümleri) durumunda, 'kusursuz ceza olmaz' ilkesi doğrultusunda uygulama yapılacağında bir tereddüt yoktur.
…Sanıklar ve müdafileri tarafından, suç tarihinde bu yapının bir terör örgütü olduğuna dair mahkemelerce bir karar verilmemiş olduğundan, terör örgütü olarak kabulüne olanak bulunmadığı savunulmuş ise de, bir oluşumun suç örgütü olarak faaliyette bulunması her zaman mümkün olup, suç örgütü kabulü için mahkemenin bu yönde bir tespit yapması zorunlu değildir. Aksine kabul örgüt kararı kesinleşinceye kadar gerçekleşen zaman diliminde örgütsel suçların oluşmayacağı anlamına gelir ki bu durum suç ve yaptırım teorisine aykırıdır. Zira, bir kasten öldürme, hırsızlık, cinsel saldırı suçlarında, ceza usul hukuku açısından, fiilin ve failin tespiti yapılacak yargılama sonucunda verilen kararın kesinleşmesi ile hukuki açıdan varlık kazanacaktır. Eylemin gerçekleştiği tarih şüphe yok ki maddi olayın olduğu tarih olup, kararın kesinleşme tarihi olmadığı tartışmadan uzak olduğu gibi, kişilere örgütten yaptırım uygulanması da örgüt kararının verilmesine bağlı değildir. Mahkeme kararıyla örgüt kararı verilmemiş olması, örgüte bir şekilde katılan, örgüt adına suç işleyen veya örgüte yardım eden kişilerin kusursuz olmaları bir başka deyimle yardım ettikleri veya adına suç işledikleri yapının örgüt olduğunu bilmemeleri halinde 'hata hükümleri çerçevesinde' sorumsuzluk halini sağlayacaktır. Bu nedenle suç tarihi itibariyle bir örgüt kararının verilmemiş olması, açıklanan ilkeler doğrultusunda, neticeyi bilerek ve isteyerek tipik hareketi gerçekleştiren sanıkları, yasal yönden sorumlu tutulmalarına engel teşkil etmeyecektir."
15. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin ayrıntıları ve hukuki mahiyeti Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından onanarak kesinleşen, ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği 24/04/2017 tarihli ve E.2015/3, K.2017/3 sayılı ilamında yer alan değerlendirmeler daha sonra Yargıtay tarafından istikrarlı biçimde takip edilmiştir (diğerleri arasından bkz. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 10/2/2021 tarihli ve E.2019/10348, K.2021/972; 9/10/2019 tarihli ve E.2019/1326, K.2019/5918 sayılı kararları).
16. Yargıtay 16. Ceza Dairesi örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan katlarla irtibatlı olmakla birlikte nihai amacını bildiği, örgütle organik bir bağ kurarak hiyerarşisine dâhil olduğu yönünde herhangi bir delil bulunmayan sanıkların cezalandırılamayacağını ifade etmiştir. Dairenin 10/5/2018 tarihli ve E.2017/4179, K.2018/1541 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Kuruluş, amaç, örgüt yapılanması ve faaliyet yöntemleri Dairemizin 2015/3 Esas sayılı kararında anlatılan ve nihai amacı, Devletin Anayasal nizamını cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olduğu anlaşılan FETÖ/PDY terör örgütünün başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve toplumun her katmanının büyük bir kesimince de böyle algılanması, amaca ulaşmak için her yolu mubah gören fakat sözde meşruiyetini sivil alanda dinden, kamusal alanda ise hukuktan aldığı izlenimi vermek için yeterli güce ulaşıncaya kadar alenen kriminalize olmamaya özen göstermesi gerçeği nazara alındığında, örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan katlarla irtibatlı olduğu anlaşılan ve fakat örgütün nihai amacını bildiği, örgütle organik bir bağ kurarak hiyerarşisine dahil olduğu yönünde herhangi bir delil bulunmayan sanığın, hükme esas alınan ikrarı, örgütün ilçe yapılanması içerisinde görevli oldukları iddiasıyla haklarında soruşturma yürütülen şahıslarla irtibat içinde olmak, çoğunluğu kamuoyu nezdinde örgütün gerçek yüzünü ortaya koyan, hukuki kılıflarla kamu görevlileri ve sivil şahıslara yönelik bir kısım operasyonlara başladığı 2013 yılı öncesinde örgütün sohbet toplantılarına katılmak, örgüt tarafından çıkarılan gazetelere gerçek ismiyle abone olmak ve çocuğunu örgüte müzahir olması nedeniyle kapatılan okula göndermekten ibaret eylemlerinin, sanığın konum ve kişisel özellikleri de nazara alındığında; silahlı terör örgütünün unsurlarında yanılgı (TCK. 30/1 md.) kapsamında değerlendirilebileceği, yukarıda anılan tarihten sonra gerçekleştirilen örgütsel faaliyetlerin örgüt üyeliği için kriter kabul edileceği gözetilerek...eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması..." (TCK'nın 30. maddesinde düzenlenen hata hükümlerinin uygulanması gerektiğine ilişkin başka bir karar için bkz. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 8/12/2020 tarihli ve E.2019/9821, K.2020/6051 sayılı kararı).
17. Yargıtay; sanıkların FETÖ/PDY ile irtibatlı ve iltisaklı dernek, sendika ve diğer sivil toplum örgütlerine üyeliklerini; örgütün nihai amacını bildiğini, örgütle organik bir bağ kurarak hiyerarşisine dâhil olduğunu tek başına göstermediğini kabul etmiştir (diğerleri arasından bkz. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 20/4/2021 tarihli ve E.2020/5713, K.2021/2837; 22/3/2021 tarihli ve E.2020/1864, K.2021/2227; 9/10/2019 tarihli ve E.2019/1326, K.2019/5918; 19/10/2020 tarihli ve E.2019/5604, K.2020/5065 sayılı kararları).Yargıtay sanıkların sadece FETÖ ile irtibatlı ve iltisaklı derneklerde üyelik kayıtlarının bulunmasının silahlı terör örgütüne yardım suçunu oluşturmayacağına (Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 7/4/2021 tarihli ve E.2020/6785, K.2021/2588 sayılı kararı), sendika ve dernek üyeliğine dair eylemlerinin sempati ve iltisak boyutunu aşmadığına ve örgüt hiyerarşisine dâhil olduğunu göstermediğine (Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 17/6/2021 tarihli ve E.2019/9574, K.2021/4104; 17/3/2021 tarihli ve E.2019/8868, K.2021/2169 sayılı kararları), terör örgütüne müzahir derneğin organlarında yer almalarının tek başına örgüt hiyerarşisine dâhil olduğunu göstermediğine (Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 16/3/2021 tarihli ve E.2020/5437, K.2021/2637 sayılı kararı) karar vermiştir.
18. Yargıtay örgüte müzahir sendika üyesi olduğu, bu sendikada bir süre işyeri temsilciliği yapan ve hakkında FETÖ/PDY elebaşına ilgisini gösteren dijital deliller bulunan sanığın (Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 26/3/2019 tarihli ve E.2018/4678, K.2019/2059 sayılı kararı), 2013 yılı öncesi dinî sohbetlere katılan ve örgütle iltisaklı derneğin yönetim kurulunda yer alan sanığın eylemlerinin, örgüt üyesi olduğunu ispat etmeye yeterli örgütsel faaliyetler kapsamında değerlendirilemeyeceğine (Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 30/10/2018 tarihli ve E.2017/3689, K.2018/3718 sayılı kararı) karar vermiştir.
19. Yargıtay, kararlarında FETÖ/PDY'nin bir hiyerarşik yapılanma içinde bulunduğunu her zaman gözönünde bulundurmuştur. Yargıtay yeterli güce ulaşıncaya kadar alenen kriminalize olmamaya özen gösteren kurucusu, yöneticileri ve örgüt hiyerarşisinde üçüncü veya daha yukarı katlarda yer alan mensuplarının zaman sınırlaması olmaksızın örgütün nihai amacından haberdar olduklarında kuşku bulunmadığını, bir ve ikinci katmanlarda yer alanların faaliyetlerinin örgütsel olduğunun mahkemece ispat edilmesinin gerekli olduğunu ifade etmiştir (diğerleri arasından bkz. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 15/2/2018 tarihli ve E.2017/1861, K.2018/294; 21/1/2018 tarihli ve E.2017/3335, K.2018/361 sayılı kararları). Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihli bir kararında (E.2017/16.MD-956, K.2017/370) örgütün hiyerarşik yapılanmasına dair ayrıntılı değerlendirmelerde bulunmuştur. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
" ...Örgütün hiyerarşik yapılanması tabaka-kat sistemine dayanır...
...
FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün, Devletin Anayasal düzenini cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olan nihaî amacını gerçekleştirmek için 'mahrem alan' şeklinde örgütlenmesi ve devletin silahlı kuvvetlerindeki unsurları dikkate alındığında gerekli ve yeterli örgütsel güce sahip olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Örgütün bu amaç ve yöntemlerini bilen örgüt mensuplarının örgütteki konumları gözetilerek cezalandırılacağı da açıktır. Örgütlenme piramidine göre, beş, altı ve yedinci kat ve kural olarak üç ve dördüncü katlarda bulunan örgüt mensuplarının bu durumda olduklarının kabulü gerekmektedir. Ancak önce dinî bir kült, ardından da terör örgütü hâline dönüşen FETÖ/PDY’nin, başlangıçta bir ahlâk ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve genellikle böyle algılanması, örgütün gayrı meşru amaçlarını gizleyip alenen kriminalize olmamaya çalışması ve örgütün kurucusu ve yöneticisi Fethullah Gülen hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının onanarak kesinleşmesi karşısında, özellikle örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan diğer katlardaki örgüt mensupları tarafından bilinip bilinmediğinin olaysal olarak TCK’nın 30. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
...”
20. Eldeki başvurunun çözümlenmesinde önemli noktalardan biri de örgütün sohbet adı verilen toplantılarıdır. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 3/3/2022 tarihli ve E.2022/9.MD-51, K.2022/141 sayılı kararında söz konusu toplantılar hakkında geniş değerlendirmelerde bulunulmuştur.
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
a. Kasymakhunov ve Saybatalov/Rusya (B. No: 26261/05, 26377/06, 14/3/2013) Kararı
21. Hizb-ut Tahrir, Rusya Yüksek Mahkemesi tarafından 2003 yılında terör örgütü olarak ilan edilmiş ve faaliyetleri yasaklanmıştır. Bu karar 28/7/2006 tarihinde Rusya Resmî Gazetesi’nde yayımlanmıştır. Yusup Kasymakhunov (birinci başvurucu) ve Marat Saybatalov (ikinci başvurucu) 2004 yılında Rusya makamları tarafından Hizb-ut Tahrir üyesi oldukları gerekçesiyle tutuklanmıştır. Başvurucular savunmalarında Hizb-ut Tahrire üye olduklarını kabul etmekle birlikte anılan örgütün terörist bir organizasyon olmadığını, şiddeti bir yöntem olarak benimsemediği gibi buna da başvurmadığını, amacının kadife devrimle İslami yönetim kurmak olduğunu ifade etmiştir.
22. Ulusal mahkeme, birinci başvurucunun 1999-2004 yılları arasında broşür ve el ilanı dağıtarak yeni üyeler kazandırmak suretiyle terör örgütüne yardım etme suçunu işlediğini kabul etmiştir. Ulusal mahkemeye göre birinci başvurucu, Rusya Yüksek Mahkemesinin 2003 tarihli kararından haberdardır ve bu sebeple terör örgütüne yardım etme suçundan mahkûm olabileceğini öngörebilir durumdadır. Ulusal mahkeme, ikinci başvurucunun ise 2003 yılının başından itibaren terör örgütüne üye olduğunu ve tıpkı birinci başvurucu gibi Rusya Yüksek Mahkeme kararından haberdar olduğunu kabul etmiştir.
23. Başvurucular diğer ihlal iddialarının yanı sıra erişilebilir ve öngörülebilir olmayan kanun hükümlerine dayanılarak haklarında mahkûmiyet kararı verildiğini, bu kapsamda suçta ve cezada kanunilik ilkesinin de ihlal edildiğini ileri sürerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) müracaat etmiştir.
24. AİHM; kararında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 7. maddesinde güvence alınan suçta ve cezada kanunilik ilkesinin keyfî soruşturma, mahkûmiyet ve cezalandırmalara karşı güvence teşkil edecek biçimde yorumlanması gerektiğini, ilkenin sanığın aleyhine olan ceza hükümlerinin geçmişe yürütülmesi yasağının ötesinde bir anlama sahip olduğunu, mevcut bir suçun kapsamının önceden suç olarak tanımlanmayan fiilleri de içerecek şekilde genişletilmesini yasaklarken aynı zamanda ceza normunun kıyas ve benzeri yollarla sanığın aleyhine olarak genişletici yoruma tabi tutulmaması gerektiğini de ifade ettiğini belirtmiştir. Anılan ilke uyarınca suç ve cezalar kanunda açık bir biçimde tanımlanmalıdır. AİHM'e göre bu gereklilik, bireyin ilgili hükmün lafzından ve -gerekiyorsa- mahkemelerinin yorumlarının yardımıyla hangi fiillerin veya ihmallerin onu cezai yönden sorumlu kılacağını bilebildiği hâllerde yerine getirilmiş olur.
25. AİHM, Rusya'da yürürlükte olan kanunların terör örgütünü, terörist faaliyetleri, terör örgütüne yardım etme ve terör örgütüne üye olma suçlarını açık bir biçimde tanımladığını ve hukuki yardım alınması suretiyle kanunların ne anlama geldiğinin tespit edilebilir olduğunu belirtmiştir. Ancak AİHM, Rus mevzuatına göre salt terör örgütüne üyeliğin veya yardım etmenin cezalandırılabilmesi için yardım edildiği veya üye olunduğu değerlendirilen yapılanmanın terör örgütü olduğunun önceden bir yargı kararıyla tespit edilmiş olmasının yanı sıra bu kararın Resmî Gazete'de de yayımlanmış olması gerektiğinin altını çizmiştir. Öte yandan AİHM kararında terörist aktivitelere katılım çağrısı yapılmasının cezalandırılmasının ihtilaf konusu örgütün önceden terörist veya suç niteliğindeki faaliyetler temelinde yargı kararıyla yasaklanma ön şartına bağlanmadığına işaret etmiştir.
26. AİHM bu çerçevede yaptığı değerlendirmede ulusal mahkemenin birinci başvurucu yönünden verdiği mahkûmiyet hükmünün sadece Hizb-ut Tahririn Yüksek Mahkeme tarafından terör örgütü kabul edilmesine dayanmadığını, aynı zamanda başvurucunun broşür ve el ilanı dağıtmasına da bağlı olduğunu ifade etmiştir. AİHM, ulusal mahkemenin başvurucunun dağıttığı broşür ve el ilanlarının içeriklerinde şiddet yoluyla gayrimüslim hükûmetin ortadan kaldırılmasının savunulduğu ve gayrimüslimlere karşı savaşın (cihadın) yüceltildiği sonucuna ulaştıklarını da vurgulamıştır. Ayrıca AİHM, söz konusu broşürlerde silah, patlayıcı ve zehir kullanımıyla ilgili yönergenin de yer aldığını belirttikten sonra birinci başvurucunun mahkûmiyetinde Yüksek Mahkemenin 2003 tarihli kararının etkili olduğu savının ikna edici olmadığını değerlendirmiştir. Bu kapsamda AİHM, 2003 tarihli Yüksek Mahkeme kararının Resmî Gazete'de yayımlanmasının suçu öngörülebilir olmaktan çıkarmadığını belirtmiş; birinci başvurucu yönünden suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır.
27. AİHM, sadece faaliyetleri yasaklanan bir örgüte yardım etmesinden dolayı mahkûm edilen ve -birinci başvurucunun aksine- şiddet içeren veya şiddeti teşvik eden bir eylemi tespit edilmeyen ikinci başvurucu yönünden ise suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. AİHM, ikinci başvurucu yönünden hükûmetin başvurucunun Hizb-ut Tahririn yasaklanmasına ve terör örgütü ilan edilmesine ilişkin kararı medya ve benzeri araçlar üzerinden öğrendiği yolundaki savunmasını ikna edici bulmamıştır. AİHM’e göre Yüksek Mahkeme kararının haberleştirilmesi, gerekçenin veya en azından hüküm fıkrasının resmî olarak yayımlanmasının yerini ikame etmemektedir ve sadece kararın resmî kaynaklar üzerinden ilan edilmesi somut davada uygulanabilir hukuk kurallarının yeterli ve güvenilir şekilde bilinebilir hâle getirebilir. Bu nedenle AİHM (başvurucunun Hizb-ut Tahrire üyeliğine esas alınan eylemlerini gerçekleştirdiği tarihte) Yüksek Mahkemenin 2003 tarihli kararının resmî yollardan yayımlanmamış olması sebebiyle ikinci başvurucunun Hizb-ut Tahrir üyeliğinin kendisini cezai yönden sorumluluk altına sokacağını makul olarak öngörebilmesinin mümkün olmadığını belirterek suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.
b. Yasin Özdemir/Türkiye (B. No: 14606/18, 7/12/2021) Kararı
28. AİHM; FETÖ/PDY ile bu örgütün liderini öven sosyal medya paylaşımları nedeniyle cezalandırılan başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin şikâyetini, paylaşımların yayımlandığı tarih itibarıyla ulusal hukukun öngörülebilir olup olmadığı bakımından ele almıştır.
29. Terörle mücadeleye ve teröre ilişkin ceza normlarında ulusal mevzuatların son derece genel formüller kullandığını ve bunların uygulamasının yargı makamlarının yorumuna bağlı olduğunu belirten AİHM, hâkimlerin kanunu yorumlarken bireyleri keyfîliğe karşı korumaları gerektiğini ifade etmiştir. AİHM, kararında hükûmetlere karşı eleştirilerde bulunmanın terör örgütü olduğu değerlendirilen oluşumlara destek vermek gibi suçlamalarla sonuçlanmaması gerektiğini vurgulamış; ceza hukuku kapsamında ifade özgürlüğü hakkının kullanımının bertaraf edilerek bunun silahlı bir terör örgütüne üye olma veya onu destekleme olarak nitelendirilmesine yol açan geniş yorumların herhangi bir somut delil olmaksızın kullanıldığında kanunilik ilkesinin esaslı unsurlarından olan öngörülebilirliğe zarar vereceğini belirtmiştir.
30. AİHM'e göre somut olayda başvurucunun paylaşımları 17-25 Aralık 2013 sürecinde yolsuzluk iddiaları bakımından başlatılan adli soruşturmalar kapsamında idari kurum ve yargı makamlarının FETÖ/PDY ile mücadelede aldıkları tedbirler, siyasi iktidarın muhalefete karşı yürüttüğü politikalar ve siyasi iktidarın silahlı bir İslamcı örgütle ilişkileri hakkındaki iddialara yönelik eleştirilerden oluşmaktadır ve bu kapsamda paylaşımlar güncel siyasi konular kapsamında kalmaktadır. AİHM ayrıca bu görüşlerin daha önce siyasi muhalefet partileri ile ulusal ve uluslararası medya tarafından da ifade edildiğini vurgulamış, görüşlerin şiddet veya ayaklanma çağrısı içermediğine dikkat çekmiştir.
31. AİHM, Fetullahçı yapılanmanın bazı mensuplarının yaklaşık on beş ay sonrasında darbe teşebbüsü yapmalarının siyasi tartışmalar sırasında düşünceleri ifade etme özgürlüğünü etkilemeyeceği görüşündedir. Bu bağlamda AİHM; ceza hukukunun bir yandan siyasi tartışmalarda hükûmete karşı yöneltilen eleştiriler ve diğer yandan terör örgütlerinin eylemlerini haklı çıkarmak için ileri sürmüş oldukları gerekçeler arasında karışıklığa yol açacak şekilde yorumlanmasının ulusal hukuk ve Sözleşme hükümleri ile bağdaşmadığını ifade etmiştir.
32. Kararda ayrıca olaylar esnasında Fetullahçı yapılanmanın yürütmenin bazı organları tarafından tehlikeli olarak değerlendirilmesine karşın paylaşım tarihleri itibarıyla bu hareketin mensupları hakkında yasa dışı veya terörist bir örgüt üyesi oldukları gerekçesiyle verilen herhangi bir kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunmadığını, "paylaşımların bu hareketin eğitim veya dinî eğilimli bir topluluk mu yoksa devlet organlarına sızmayı hedefleyen bir terör örgütü mü olduğuna dair önemli tartışmaların olduğu bir dönemde yayımlandığını" belirterek başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalede ulusal hukukun öngörülebilir olmadığına karar vermiştir.
c. Venedik Komisyonu Raporu
33. 15/3/2016 tarihli ve 831/2015 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 216., 299., 301. ve 314. Maddeleri Hakkında Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu Venedik Komisyonu Raporu'na (rapor) göre silahlı bir örgüte üyelik suçundan mahkûmiyet kararının ikna edici delillerle ve her türlü makul şüpheden uzak biçimde verilmesi gerekmektedir (rapor, § 105). Raporda Yargıtay tarafından kabul edilen eylemlerinin sürekliliği, çeşitliliği ve yoğunluğu dikkate alındığında kişinin silahlı örgütle organik bir bağı bulunduğu ve örgütün hiyerarşik yapısı içinde bilerek ve isteyerek hareket ettiğinin gösterilmesi gerektiği ilkesinin sıkı bir şekilde uygulanması tavsiye edilmiştir. Komisyon, bu ilkenin geniş biçimde yorumlanması hâlinde özellikle Sözleşme'nin 7. maddesinde öngörülen suç ve cezaların kanuniliği prensibiyle ilgili sorun oluşabileceğini belirtmiştir (rapor, § 106).
34. Terör örgütüne üye olma suçuyla ilgili uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Metin Birdal [GK], B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 34-39.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
35. Anayasa Mahkemesinin 18/10/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım Talebi Yönünden
36. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
37. Başvurucu; sohbet toplantılarına katılmasının kişilerin toplanma, bir araya gelerek bilgi edinme, bilgi ve fikir yayma özgürlüğü çerçevesinde anayasal bir hak olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca zamanında yasal olarak kurulan ve faaliyet gösteren Aktif Eğitim-Sen'e üye olmasının mahkûmiyetinde delil olarak değerlendirilmesini de şikâyet etmiş, adı geçen Sendikanın bir kısım aidatının devlet tarafından ödendiğini, nitekim son ödemelerin darbe teşebbüsünden bir gün sonra 16/7/2016 tarihinde Sendika Genel Merkez hesabına yapıldığını iddia etmiştir. Başvurucuya göre devletin tanıdığı ve destek verdiği bir sendikaya üye olmanın suç kabul edilmesi örgütlenme hakkına aykırıdır. Başvurucu ayrıca zamanında yasal olarak kurulmuş ve faaliyet gösteren bir sendikaya üye olmasının ve yasal sohbet toplantılarına katılmasının sonradan suç ya da suç delili ilan edilerek ceza kanunlarının geriye yürümezliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
38. Bakanlık görüşünde; başvurucunun Aktif Eğitim-Sen üyeliğinin yanı sıra örgüt içi sohbetlere katılmasının, üst düzey örgüt mensupları ile arama ve aranmaya dair HTS kayıtlarının, örgüt ile bağlarını doğrulayan tanık beyanlarının bulunmasının yargı organlarınca başvurucunun örgüt bilincini koruduğunu gösteren ve terör örgütü üyeliği suçu bakımından doğrulayıcı delil olarak kabul edildiği belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun kendisi hakkındaki iddialarla ilgili savunmasını yapabildiği, gerekçeli kararda başvurucu hakkındaki delillerin ayrıntılı olarak değerlendirildiği ifade edilmiştir.
C. Değerlendirme
39. Somut olayda başvurucu; cezalandırılmasına neden olan olayların meydana geldiği tarihlerde geniş toplum kesimlerince dinî bir cemaat veya sivil bir toplum örgütü olduğu zannedilen yapı ile irtibat ve iltisakını gösteren tanık beyanlarına ve iletişim kayıtlarına ilave olarak 2013 yılında kurulan bir sendikaya üye olmasına ve 2013 yılı öncesinde bazı sohbetlere katılmasına dayanılarak FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan cezalandırılmıştır. Kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerinin mahkûmiyet kararlarında delil olarak kullanılması, bireysel başvuru kapsamındaki çeşitli hak ve özgürlükler üzerinde caydırıcı etki doğurabilir. Bu da Anayasa Mahkemesinin ilgi alanındadır (toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı bağlamında bkz. Metin Birdal § 48; örgütlenme özgürlüğü bağlamında bkz. Hakan Yılmazöz, B. No: 2017/37725, 3/6/2020, § 25; Tüncay Yıldız ve diğerleri, B. No: 2014/12717, 8/1/2020, § 31; din ve vicdan özgürlüğü bağlamında bkz. Mehmet Bozhan, B. No: 2014/2797, 23/10/2019, § 51; toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile birlikte ifade özgürlüğü bağlamında bkz. Uğur Ahmet Yaşar, B. No: 2014/11842, 2/6/2020, § 33; Candar Şafak Dönmez [GK], B. No: 2015/15672, 5/11/2020, § 78).
40. Bununla birlikte eldeki başvuruda çözümlenmesi gereken öncelikli mesele başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olma suçunda delil olarak kabul edilen fiilleri işlediği sırada cezai yönden bir sorumluluk altına sokulabileceğini makul olarak öngörebilmesinin mümkün olup olmadığının belirlenmesidir. Hiç şüphesiz başvurucunun mahkûmiyetinde delil olarak kullanılan fiilleri işlediği sırada irtibat ve iltisaklı olduğu örgütün terör niteliğini ve amaçlarını bildiği, örgütün bir parçası olmayı istediği, örgütün hayatta kalmasına, amaçlarının gerçekleştirilmesine devamlı bir irade ile katkı sağladığı ortaya konulduğu takdirde söz konusu fiillerden dolayı cezai yönden bir sorumluluk altına sokulabileceğini öngördüğü kabul edilecektir (Metin Birdal, §§ 62, 67).
41. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun fiilleri işlediği sırada cezai yönden bir sorumluluk altına sokulabileceğini makul olarak öngöremediği yönündeki şikâyetlerinin suç ve cezaların kanuniliği ilkesi, özel hayata saygı hakkı ve sendika hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
42. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak;
- "Özel hayatın gizliliği" kenar başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz."
''Suç ve cezalara ilişkin esaslar'' kenar başlıklı 38. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
''Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.''
- “Sendika kurma hakkı” kenar başlıklı 51. maddesinin ilgili fıkraları ise şöyledir:
''Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.
Sendika kurma hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâk ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabilir.
Sendika kurma hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir…''
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Yargıtay ve Anayasa Mahkemesinin FETÖ/PDY Bağlamında Terör Örgütüne Üye Olma Suçuna İlişkin Değerlendirmeleri
44. FETÖ/PDY Fetullah Gülen tarafından kurulan, 1960'lı yıllardan itibaren faaliyette bulunan ve uzun yıllar boyunca dinî bir grup olarak nitelenen bir yapılanmadır. Bu yapılanma, süreç içinde "cemaat""Gülen cemaati""Fetullah Gülen cemaati""hizmet hareketi""gönüllüler hareketi" ve "camia" gibi isimlerle anılmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 22). Anılan yapılanma özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında örgütlenmiş; bunun yanı sıra başta eğitim ve din olmak üzere farklı sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda yasal faaliyetlerde bulunmuş; sivil alanda önemli bir etkinliğe ulaşmıştır. Bazen bu yasal kuruluşların içinde gizlenen, bazen de yasal yapıdan tamamen farklı şekilde konumlanan ve hareket eden, özellikle de kamusal alana yönelik faaliyetlerde bulunan illegal bir yapılanma söz konusudur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; Mustafa Baldır, B. No: 2016/29354, 4/4/2018, § 75).
45. FETÖ/PDY ancak 2013 yılı sonrasında bir terör örgütü olarak nitelendirilmiş, örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak bu tarihten sonra soruşturma ve kovuşturmalar yoğun olarak yürütülmüştür (adli makamlar tarafından FETÖ/PDY mensubu oldukları ve bu örgütün faaliyetleri doğrultusunda çeşitli suçlar işledikleri değerlendirilen kişiler hakkında başlatılan soruşturmalara ve yapılan yargılamalara, devletin güvenlik birimlerinin karar, açıklama ve uygulamalarına ilişkin izahat için bkz. Adnan Şen [GK], B. No: 2018/8903, 15/4/2021, §§ 13-25, 116).
46. Yargıtay, kökleri eskiye dayanmakla beraber terör ve devlet güvenliği aleyhine faaliyetleri oldukça yakın tarihlerde görünür hâle gelen FETÖ/PDY'ye üye olma suçunun oluşup oluşmadığına ilişkin değerlendirmelerinde terör örgütüne üye olma suçuna ilişkin olarak -Anayasa Mahkemesinin Metin Birdal kararında özetlediği- önceki içtihatlarından ayrılmamıştır. Anayasa Mahkemesi Metin Birdal kararında, temel hak ve özgürlükler kapsamında kalan birtakım eylemlerin terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyet kararında delil olarak değerlendirilmesini incelemiş, özellikle terör örgütü üyeliği suçunun yapısına ve bu suç bağlamında yarışan değerler arasında denge kurulmasına dair ayrıntılı açıklamalar yapmıştır. Bu açıklamalardan eldeki başvuru ile ilişkili olanlar şu şekildedir:
 “(c) Terör Örgütü Üyeliği Suçu
60. 5237 sayılı Kanun'un 220. maddesinde, suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu; 314. maddesinde ise devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma ve Anayasa'yı ihlal suçlarını işlemek amacıyla silahlı örgüt kurma ve böyle bir örgüte üye olma suçu düzenlenmiştir. Söz konusu düzenlemelere ve uygulamaya göre bir suç örgütüne katılma saikiyle hareket eden ve örgütün amaçlarını benimseyerek örgütün hiyerarşik yapısı içinde verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olan bir kişi örgüt üyesi olarak kabul edilir. Bu itibarla örgüt üyesi, suç organizasyonu içinde bulunan ve örgütün üstün iradesine tabi olarak kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir.
61. Bir kişinin yasa dışı örgüt üyeliği suçundan cezalandırılabilmesi için henüz bir suç işlemiş olması gerekmez. Örgüt üyeliği başlı başına cezalandırılan bir suçtur. Bu itibarla örgüt üyesinin faaliyetinin mutlaka örgüt tarafından gerçekleştirilen suçlara katılma şeklinde olması da gerekmez. Örgüte üye olma suçu, üye ve hatta örgüt henüz bir suç işlememiş olsa dahi örgütün toplum için yarattığı tehlikeyi cezalandıran ve bu yönüyle bir yandan da örgüt faaliyetleri kapsamında suç işlenmesini engelleme amacı taşıyan bir suç türüdür. Çünkü birden fazla kişinin suç işlemek için organize olması toplum için daha açık ve yakın bir tehdit oluşturur. Özellikle günümüzde terörizmin gerek ulusal gerek uluslararası alanda ulaştığı düzey gözönüne alındığında bu tehdit oldukça somut hâle gelmektedir.
62. Terör örgütü üyeliği suçu uluslararası hukuk literatüründe statü suçu olarak nitelendirilmektedir. Bu bağlamda kişinin başka bir suç işlemesi gerekmeksizin yalnızca örgüte üye olmasının cezalandırılması kişisel cezai sorumluluktan ziyade, kolektif cezai sorumluluğa yol açma potansiyeline sahiptir. Fakat bu suçtan mahkûm edilmesi için kişinin, örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, örgütün bir parçası olmayı istemesi ve örgütün hayatta kalmasına, amaçlarının gerçekleştirilmesine devamlı bir irade ile katkı sağlaması gerekir. Örgüte üye olmak, fiilî bir katılmadır. Dolayısıyla üyeliğin suç olarak kabul edilmesinin ve cezalandırılmasının altında yatan sebep, terör örgütü üyesi olan kişinin aslında bu şekilde terör örgütünün toplum için arz ettiği tehlikeye bilerek ve isteyerek katkı sağlamasıdır. Bu husus Anayasa Mahkemesi tarafından terör örgütü mensuplarının başkalarının eylemi nedeniyle değil kendi istekleriyle böyle bir örgüte girmeleri nedeniyle cezalandırıldığı ve bu durumda ceza sorumluluğunun kişisel olduğu ilkesinin çiğnenmediği belirtilerek ifade edilmiştir (AYM, E.1991/18, K.1992/20, 31/3/1992).
63. Terör örgütü üyeliği suçu, diğer tipik suçlara nazaran erken bir aşamada cezai sorumluluk öngörmektedir. Bu nedenle bir kişinin henüz başka bir suç işlemeden yalnızca terör örgütüne üye olması nedeniyle cezalandırılabilmesi için yargılama makamlarının o kişinin terör örgütüyle olan bağlarını ortaya koyması gerekir. Böyle bir bağın varlığının araştırılması bireylerin sahip olduğu fikirlerin, bağlı oldukları toplumsal grupların ve ideolojilerinin, davranışlarının anlamlarının ve bunların altında yatan saiklerin değerlendirilmesine yol açar.
64. Henüz ceza kanunlarında tanımlanan bir suçu dahi işlememiş kişilerin bir terör örgütü ile örgüt üyeliği olarak kabul edilecek kuvvette bir bağının olup olmadığının bu şekilde değerlendirilmesi ifade, örgütlenme, din ve vicdan özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı gibi temel haklar üzerinde ciddi bir baskı oluşturabilecek potansiyele sahiptir.
...
 (d) Terör Örgütü Üyeliği Suçu Bağlamında Yarışan Değerler Arasında Denge Kurulması
66. İlk olarak çağımızda terör eylemlerinin toplumları tehdit eden en önemli tehlikelerden biri olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Terör, bir azınlığın iradesini şiddet yolu ile halkın iradesine kabul ettirmek için başvurduğu bir yöntemdir. Elbette kurulu düzeni değiştirmek için terör denen her türden zor ve şiddet eylemlerinin, silahlı ayaklanma ve hükûmet darbesi gibi girişimlerin olağan ve meşru kabul edilmesi asla düşünülemez. Ancak terör suçlarına bağlanan ağır hukuksal yaptırımlar gözetildiğinde kamu makamlarının bu konudaki değerlendirmelerinde son derece özenli olmaları beklenir (Yılmaz Çelik, § 57).
67. Terör örgütüne üye olma suçundan her türlü şüpheden uzak bir şekilde mahkûm edilebilmesi için -eylemlerinin sürekliliği, çeşitliliği ve yoğunluğu dikkate alındığında- kişinin örgütün hiyerarşik yapısına bilerek ve isteyerek dâhil olduğunun yeterli bir gerekçe ile ispat edilmesi şarttır. Klasik ceza hukukunda ispat, geçmişte meydana gelmiş bir olayın gerçek yönünü ortaya koyma ve kişilerde bu konuda bir kanaat oluşturma faaliyeti olarak kabul edilmiştir. Mesele örgüt üyeliği olunca ispat, iddia makamınca ortaya konulan maddi olayların gerçekleşip gerçekleşmediğinin yanı sıra söz konusu suçun unsurlarının, nedensellik bağının, failin kusur yeteneğinin ve kastının onun örgüt üyesi olduğunu gösterip göstermediği olacaktır.
68. "Delilsiz mahkumiyet olmaz" ilkesinden dolayı ceza muhakemesi sonucunda verilecek hükmün mutlaka delillere dayandırılması gerekir. 5271 sayılı Kanun’un 217. maddesinde "Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir" denilerek delil serbestliği ilkesi kabul edilmiştir. Bu ilkenin bir sonucu olarak somut, gerçekçi, olayla bağlantılı ve olayı temsil eden her şey hukuka uygun yöntemlerle elde edilmiş olması şartıyla delil olabilir.
69. Bundan başka ceza muhakemesinin amacı gerçeğin ortaya çıkarılması olduğu için ispat değeri açısından deliller arasında bir hiyerarşi getirilemez; hâkimin hükmünü dayandıracağı ve olayı temsil eden delillerin nelerden ibaret olduğu önceden sayılarak sınırlanamaz ya da bir ceza davasındaki uyuşmazlığın en az kaç delille ispatlanabileceği düzenlenemez.
70. Dolayısıyla terör örgütlerinin yapılarının ve faaliyetlerinin çeşitliliği söz konusu olunca bir kişinin terör örgütünün üyesi olduğunun ortaya konulması için değerlendirmeye alınabilecek deliller konusunda ortak ve sınırlı bir öngörüde bulunulması mümkün değildir. Delillerin işlevi yargılama makamlarının bir kanaate ulaşarak hüküm vermesini sağlamaktır. Yargıtay bir kararında bu konuya şu şekilde açıklık getirmiştir:
"Ceza yargılamasının amacı hiç bir duraksamaya yer vermeden maddi gerçeğin ortaya çıkartılmasıdır. Gerçek, akla uygun ve realist, olayın bütünü veya parçasını temsil eden kanıtlardan veya kanıtların bir bütün olarak değerlendirilmesinden ortaya çıkartılmalıdır, yoksa bir takım varsayımlara dayanılarak sonuca ulaşılması ceza yargılamasının amacına kesinlikle aykırıdır" (YCGK, E.1993/6-79, K.1993/108, 19/4/1993).
71. Delil serbestliği nedeniyle mahkemenin dikkate alabileceği deliller konusunda bir sınırlandırma öngörülmesi mümkün değildir. 5271 sayılı Kanun’un 217. maddesinde açıkça ifade edildiği gibi hâkim delillerin değerini "Vicdani kanaatiyle serbestçe takdir eder", ancak keyfî davranamaz. Ceza hâkimi delilleri bir bütün olarak değerlendirerek delillerin olayı ortaya koyup koymadığını inceler. Söz konusu terör örgütü üyeliği suçu olunca ise delil değerlendirmesi geleneksel suçlara ilişkin delillerin değerlendirilmesine göre bir ölçüde farklılaşmaktadır. Zira bir kişinin terör örgütüne üye olma suçundan mahkûm edilebilmesi için henüz başka bir suç işlemesi gerekmediğinden maddi olayların tek tek ele alındığında kendi başına birer suç teşkil etmesi veya bir suça vücut vermesi gerekmemektedir.
72. Hiç kuşkusuz başvurucuya atfedilen söz ve eylemlerin hukuk sistemimizde bir suça tekabül edip etmediğinin takdir yetkisi derece mahkemelerine aittir. Ancak derece mahkemeleri bu konuda gerekçelerini ilgili ve yeterli şekilde ortaya koymalıdır (Yılmaz Çelik, § 58). Bu bağlamda bir kişinin terör örgütü üyeliği suçundan cezalandırılması için örgüt faaliyeti çerçevesindeki eylemleri süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk göstermelidir. O hâlde her biri örgüt üyeliğine ilişkin bir parçayı açıklayan ve delil olarak kabul edilen faaliyetlerin birleştirilerek olayın bütününün anlaşılması sağlanmalıdır. Kişilerin terör örgütünün hiyerarşik yapısına dâhil olduğunu gösteren delillerin birlikte incelenmesi sonucunda delillerin sağlamlığı sınanmalı; her biri her terör örgütünün amacı, niteliği, bilinirliği, kullandığı şiddetin türü ve yoğunluğu ile somut olayın ilgili diğer koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Kişilerin delil olarak kabul edilen faaliyetleri birbiriyle sınanmalı ve sağlamaları yapılarak birbirlerini tamamlayıp tamamlamadığı ve tutarsızlık içerip içermediği tespit edilmelidir.
47. Anayasa Mahkemesi, yukarıda yer verilen değerlendirmeleri ilk olarak PKK terör örgütüne üye olma suçundan verilen mahkûmiyet kararı üzerine yapılan bir bireysel başvuru incelemesinde yapmıştır. Söz konusu incelemenin daha başında Anayasa Mahkemesi bir kimsenin terör örgütüne üye olma suçundan mahkûm edilmesi için "Kişinin örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, örgütün bir parçası olmayı istemesi ve örgütün hayatta kalmasına, amaçlarının gerçekleştirilmesine devamlı bir irade ile katkı sağlaması gerekir." şeklinde eldeki başvurunun çözümlenmesinde de anahtar olan bazı değerlendirmelerde bulunmuştur. Söz konusu karar ve onu takip eden kararlarda örgüte üye olmanın "fiilî bir katılma olduğu ve dolayısıyla üyeliğin suç olarak kabul edilmesinin ve cezalandırılmasının altında yatan sebebin, terör örgütü üyesi olan kişinin aslında bu şekilde terör örgütünün toplum için arz ettiği tehlikeye bilerek ve isteyerek katkı sağlaması olduğu, kişinin örgütün hiyerarşik yapısına bilerek ve isteyerek dâhil olduğunun yeterli bir gerekçe ile ispat edilmesi gerektiğini" ifade etmiştir (bkz. Metin Birdal, §§ 62, 67; İlhami Aksu, B. No: 2018/36918, 15/6/2022, § 32).
48. Nitekim Yargıtay da FETÖ/PDY'nin PKK gibi oldukça uzun süredir mahkemeler ve devlet kurumları tarafından terör örgütü olarak kabul edilen ve toplum tarafından da öyle bilinen bir örgüt olmadığını gözönünde bulundurmuştur. Yargıtay, birçok kararında, FETÖ/PDY'nin başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi olarak ortaya çıktığı, "sözde meşruiyetini sivil alanda dinden, kamusal alanda ise hukuktan aldığı izlenimi vermek için yeterli güce ulaşıncaya kadar alenen kriminalize olmamaya özen göster[diğini]" ve toplumun her katmanının büyük bir kesimince de böyle algılandığı tespitini yapmıştır (bkz. §§ 11-13, 19). Gerçekten de toplumda önemli bir kesim, bu yapılanmanın -illegal yönünü bilmeden- sosyal ve ekonomik alanda gelişerek kurumsallaşmasına ve faaliyetlerine destek olmuştur (Mustafa Baldır, § 76; Adnan Şen, § 117, 118).
49. Dolayısıyla illegal yönünü bilerek örgüt üyesi olan kişilerle öyle olmayan sıradan kişiler arasında dikkatli bir ayrım yapmak gerekmektedir. Fakat FETÖ/PDY yargılamalarının temelinde söz konusu ayrımı yapmanın zorluğu yatmaktadır. Bu zorluğun ilk nedeni terör yargılamalarının bizzat doğası, hükmedilen cezaların ağırlığı, birey ve toplum hayatı üzerindeki etki derecesinin yüksekliğidir. Zorluğun ikinci sebebi ise FETÖ/PDY'nin hukuk alanında bir terör örgütü olarak kabul edilmesi sürecinden kaynaklanmaktadır. Birçok durumda yargılamalara konu eylemler FETÖ/PDY'nin hukuk alanında bir terör örgütü olarak kabul edilmesinden ve üçüncü kişiler için de bilinir hâle gelmesinden önce işlenmiştir.
50. Bununla birlikte bir oluşumun terör örgütü olduğuna dair kesinleşmiş yargı kararının suçun unsurlarından biri olmadığının altını önemle çizmek gerekir. Örgütün niteliklerinin mahkemece belirlenmesi bir tespit kararıdır (bkz. § 14). Aksinin kabulü, hakkında kesinleşmiş yargı kararı bulunmayan terör örgütlerinin eylemlerinin unsur yokluğu nedeniyle cezalandırılamaması sonucunu doğurur. Yukarıda alıntılanan Yargıtay içtihatlarının da gösterdiği gibi bir oluşumun terör örgütü olarak tespitine dair kesinleşmiş yargı kararının bu suç özelinde en önemli fonksiyonu, terör örgütüne hukuki varlık kazandırması ve bu bağlamda yapının bir terör örgütü olduğunu bilinebilecek hâle getirmesidir. Dolayısıyla henüz terör örgütü olduğuna dair yargı kararlarının bulunmadığı, dolayısıyla herkesçe bir terör örgütü olarak bilinebilir hâle gelmediği sırada bir örgüt ile irtibat ve iltisak kuran kişilerin kasıtlarının ortaya konulması hayati öneme sahiptir (Ahmet Aslan, B. No: 2021/23949, 6/10/2022, §§ 50-51).
51. O hâlde bir kimsenin FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan cezalandırılabilmesi için de örgütün niteliğini ve amaçlarını bildiği, örgütün bir parçası olmayı istediği ve örgütün hayatta kalmasına, amaçlarının gerçekleştirilmesine devamlı bir irade ile katkı sağladığının gösterilmesi gerekir. Bu gerekliliğin bir sonucu olarak Yargıtay; terör örgütüne üye olma veya yardım etme suçlarının doğrudan kasıt ve özel saikle işlenebilen suçlar olduğu da gözetildiğinde FETÖ/PDY'nin gerçek yüzünü ortaya koyan operasyonlara başlandığını, bu yapının kamuoyu ve medya tarafından tartışılır hâle geldiğini, üst düzey hükûmet yetkilileri ve kamu görevlileri tarafından yapılan açıklamalarda paralel yapı veya terör örgütü olduğuna ilişkin tespitler ve uyarıların yapıldığını, Millî Güvenlik Kurulu tarafından da aynı değerlendirmelerin paylaşıldığı süreçten önce icra edilen faaliyetlerin nitelik, içerik ve mahiyeti itibarıyla terör örgütünün amacına hizmet ettiği ve sanıklarca da bunun bilindiği somut delil ve olgularla ortaya konulmadıkça örgütsel faaliyet kapsamında kabul edilemeyeceğini, kişilerin hukuki durumlarının kusurluluk ve hata bağlamında değerlendirilmesinde zaruret bulunduğunu ifade etmiştir. Başka bir deyişle Yargıtay bir kişinin söz konusu örgüte üye olma suçundan cezalandırılması için sempati ve iltisak boyutunu aşarak terör örgütü niteliğini ve amaçlarını bilerek örgüt üyesi olduğunu ispat etmeye yeterli delillere dayanılmasını şart koşmaktadır (bkz. §§ 11-19).
52. Bu sebeple Yargıtay, FETÖ/PDY davalarında da örgüte sadece sempati duymayı ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak gibi eylemleri terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyet için yeterli görmemektedir. Yargıtaya göre FETÖ/PDY üyesinin (1) örgüte bilerek ve isteyerek katılması, (2) katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, (3) terör örgütünün bir parçası olmayı istemesi, (4) örgüte katılma iradesinin devamlılık arz etmesi, (5) saikinin suç işlemek olması şartı aranmalıdır (Yargıtay kararı için bkz. § 13).
53. Yukarıdaki değerlendirmelerden hareket eden ve FETÖ/PDY'nin güvenlik güçlerince önemli ölçüde çözümlenen hiyerarşik yapılanmasını gözeten Yargıtay; üst düzeyde bulunan örgüt mensuplarının katıldığı örgütün niteliklerini, amaç ve yöntemlerini bildiğinin, suç işlemek saiki ile hareket ettiğinin, ayrıca örgüte katılma iradesinin devamlılık arz ettiğinin kabul edilmesi gerektiği sonucuna varmıştır. Buna karşın Yargıtay, FETÖ/PDY'nin oldukça uzun süre yasal zeminde faaliyet göstermesi ve nihai amacını gizli tutması nedeniyle özellikle sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan katlarıyla irtibatlı olduğu tespit edilen kişilerin örgütün nihai amacını bildiğinin ortaya konması gerektiğini kabul etmiştir (bkz. §§ 11-13, 19; ayrıca bkz. Adnan Şen, § 114).
54. Derece mahkemelerinin ve Yargıtayın değerlendirmelerinden çıkan sonuca göre FETÖ/PDY'nin daha alt katlarıyla irtibatlı olduğu tespit eden kişilerin -örgütün nihai amacını bildikleri ortaya konmadığı müddetçe- örgüte "bir ahlak ve eğitim hareketi", "gönüllüler hareketi", "dinî bir cemaat" olduğu zannı ile sempati duydukları, örgütle irtibat ve iltisaklı oldukları kabul edilmektedir. Terör örgütüne üye olma suçuna bağlanan ağır cezai yaptırımlar gözetildiğinde -örgütün nihai amacının herkesçe bilindiğinin kabul edilebileceği kesin bir tarih vermek yoluna gidilmemiş olmakla birlikte- örgütün nihai amacının herkesçe bilinir hâle geldiği olaylardan (bkz. § 11) önce yasal zeminde faaliyet gösteren bir sivil toplum örgütüne bağlı olduğu düşüncesi ile hareket ederek hataya düşenler ile FETÖ/PDY'nin amaç ve yöntemlerini bilen, örgütlenme piramidinin üst katlarında yer alan örgüt mensuplarının birbirlerinden dikkatli bir şekilde ayrılması yoluna gidilmiştir. Bunun sebebi örgütün meşru alanda kaldığı bilinci ile hareket ederek örgütle irtibat ve iltisak boyutunu aşmayan bir ilişki içinde olan kişilerin esasında diğer insanlarla sosyal ilişki kurmak ve bu ilişkileri geliştirmek hakkını kullanan kişiler olmalarıdır.
55. Gerçekten de FETÖ/PDY'nin amaç ve yöntemlerini bilen ve örgütün üst katmanlarında yer aldığı sabit olan örgüt mensuplarının örgüt ile ilişkilerinin bu kapsamda kaldığının kabulü mümkün olmamakla birlikte muhatabının yasal zeminde faaliyet gösteren bir sivil toplum örgütü olduğu düşüncesi ile hareket ederek kurulan ve sosyal hayatının bir parçası olan ilişkiler özel yaşam kavramı içindedir (benzer yöndeki karar için bkz. Serap Tortuk, B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 31) ve kişilerin dış dünya ile kurduğu bu tür ilişkiler delil olarak kullanılarak ağır cezalar ile karşılaşmaları onların anayasal hakları üzerinde caydırıcı etki doğurduğu gibi bu şekilde ağır müdahaleler başkalarının ileride temel hak ve özgürlüklerini kullanmaları üzerinde de caydırıcı etkiye neden olur.
b. Başvurucunun Cezalandırılmasında Delil Olarak Kabul Edilen Faaliyetlerinin Değerlendirilmesi
56. Bireyin kişiliğini oluşturma ve sosyalleşme hakkı, bireye kişiliğini serbestçe geliştireceği ve gerçekleştireceği bir alan yaratmakta; bu bağlamda bireyin kamunun müdahalesinden ve gözetiminden uzak bir şekilde yaşama hakkı yanında diğer insanlarla ve dış dünyayla iletişim kurma hakkını da güvence altına almaktadır. Böylece bireyin özel hayatının bir parçasını oluşturan başka insanlarla özellikle kendi kişiliğini geliştirmek ve ikmal etmek için bağlantı kurması ve geliştirmesi bir dereceye kadar korunmaktadır (benzer argümanlar için bkz. Bülent Polat [GK], B. No: 2013/7666, 10/12/2015, § 62; özel hayatında bazı kişilerle görüşmesinin kişi hakkında tesis edilen idari işleme dayanak alınması suretiyle özel hayata saygı hakkına müdahalede bulunulduğunun kabul edildiği bir karar için bkz. Ö.Ç., B. No: 2013/9705, 30/3/2016, § 48; özel hayatta bazı kişilerle ilişki kurmanın disiplin cezasına konu edilmesinin incelendiği kararlar için bkz. Hasan Tarık Karagöz, B. No: 2013/1550, 24/3/2016, § 35; İ.F.A., B. No: 2013/8564, 17/2/2016, § 49). Bu doğrultuda başvurucunun örgüte üye olma suçundan cezalandırılmasında delil olarak kullanılan sohbetlere katılma eyleminin örgütsel alanda olduğunun kabul edilmesi için Yargıtay, katıldığı sohbetlerin örgütsel özellik taşıdığının belirlenmesini beklemektedir (örgütsel alanda kalan sohbet toplantılarının özelliklerine ilişkin olarak bkz. § 20). Başvuruya konu olayda ise ilk derece mahkemesinin başvurucunun katıldığı sohbetin örgütsel özellik taşıyıp taşımadığı konusunda bir değerlendirmede bulunmadığı görülmüştür.
57. İlk derece mahkemesinin başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetinde dikkate aldığı diğer bir delil ise başvurucunun FETÖ/PDY'ye müzahir Aktif Eğitim-Sen üyeliğinin 2013 yılından sonra da devam etmesidir. Yargıtay FETÖ/PDY'ye üyelik suçundan mahkûmiyetlere dair birçok kararında yasal olarak kurulmuş sendika veya derneklere üyelik delilini değerlendirmiştir. Bu değerlendirmeye göre FETÖ/PDY'yle iltisaklı sendika, dernek ve diğer yasal örgütleri kurmaları, bunlara üye olmaları veya yönetim ve denetim kurullarında yer almaları tek başına kişilerin örgütün nihai amacını bildiğini, iltisak boyutunu aşarak örgütle organik bir bağ kurup hiyerarşisine dâhil olduğunu ispat etmeye yeterli örgütsel faaliyetler kapsamında değerlendirilemez. Yargıtaya göre FETÖ/PDY'ye müzahir olduğu tespit edilen derneğe üye olması ancak kişinin terör örgütü hiyerarşisine dâhil olup süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösteren faaliyetleri tespit edildiği takdirde mahkûmiyet kararı için yeterli kabul edilebilir (bkz. §§ 17, 18).
58. Yargıtayın terör örgütüne müzahir sendika veya derneklere üyeliğin delil olarak kullanılarak bir kimsenin terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması için terör örgütü hiyerarşisi içinde gerçekleştirdiği örgütsel faaliyetlerin varlığı şartını araması sendika hakkının ve örgütlenme özgürlüğünün demokratik toplumdaki önemi nedeniyledir (dernek hakkı ve örgütlenme özgürlüğünün önem ve kapsamına ilişkin olarak bkz. Hint Aseel Hayvanları Koruma ve Geliştirme Derneği ve Hikmet Neğuç, B. No: 2014/4711, 22/2/2017, §§ 41-44;sendikal özgürlük kavramı ve sendika hakkının kapsamına ilişkin bkz. Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 68). Eldeki dosyada başvurucunun sendika üyesi olarak cezalandırılmasında delil olarak kullanılmıştır. Bununla beraber kişiler kendi istedikleri şekilde sendika kurmak veya bir sendikaya üye olmakta özgürdür. Anayasa'nın 51. maddesinde, çalışanların sendikalara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahip olduğu gibi hiç kimsenin bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamayacağı da ifade edilmiştir (Abbas Akçay ve diğerleri, B. No: 2015/2790, 23/5/2018, § 30). Zira sendika hakkının unsurlarından birini oluşturan sendikal faaliyette bulunma hakkı öncelikle bireysel sendika üyeliğinin güvence altına alınması ile mümkündür (Hüseyin Ercan, B. No: 2018/11352, 8/9/2021, § 33).
59. Geriye ilk derece mahkemesinin ifade ettiği şekliyle "HTS kayıtlarından yola çıkılarak varılan sosyal çevre" bilgisi ve tanıkların başvurucuyu "cemaat mensubu" olarak bildiklerine dair anlatımları kalmaktadır. Başvurucunun mahkûmiyetinde esas alınan diğer birtakım sanıklarla sadece iletişim hâlinde olmasının da -iletişim içeriklerinin bulunmadığı ve iletişimin mahiyeti bilinmediği gözetildiğinde tek başına- örgütün nihai amacını bildiğini ve terör örgütü hiyerarşisi içerisinde gerçekleştirilmiş örgütsel faaliyetlerin varlığını ortaya koyduğu söylenemez. Nitekim Anayasa Mahkemesi, iletişim tespitlerini tutuklamanın hukukiliği bağlamında değerlendirdiği bir kararında benzer bir değerlendirme yapmış ve soruşturma makamlarınca bu görüşmelerin örgütsel bir görüşme olduğuna ve açılan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olduğuna yönelik bir iddia ileri sürülmediği gibi bu yönde bir delil de ortaya konulmadığını vurgulamıştır (A.L., B. No: 2016/63999, 9/1/2020, § 64).
c. Başvurunun Suç ve Cezaların Kanuniliği İlkesi Yönünden Değerlendirilmesi
60. Suç ve cezaların kanuniliği ilkesi, hukuk devletinin kurucu unsurlarındandır. Kanunilik ilkesi, genel olarak bütün hak ve özgürlüklerin düzenlenmesinde temel bir güvence oluşturmanın yanı sıra suç ve cezaların belirlenmesi bakımından özel bir anlam ve öneme sahip olup bu kapsamda kişilerin kanunen yasaklanmamış veya yaptırıma bağlanmamış fiillerden dolayı keyfî bir şekilde suçlanmaları ve cezalandırılmaları önlenmekte; buna ek olarak suçlanan kişinin lehine olan düzenlemelerin geriye etkili bir şekilde uygulanması sağlanmaktadır (Karlis A.Ş., B. No: 2013/849, 15/4/2014, § 32; Adnan Şen, § 104).
61. Anayasa’nın 38. maddesine koşut olarak 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesinde de düzenlenen ilke, yasaklanan eylemlerin ve bu yasak eylemlere verilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanunda gösterilmesini, kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olmasını gerektirmektedir. Kişilerin yasak eylemleri önceden bilmeleri düşüncesine dayanan bu ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması amaçlanmaktadır (Fikriye Aytin ve diğerleri, B. No: 2013/6154, 11/12/2014, § 51; AYM, E.2010/69, K.2011/116, 7/7/2011; AYM, E.2019/9, K.2019/27, 11/4/2019, § 13).
62. Ceza verme yetkisinin keyfî ve hukuk dışı amaçlarla kullanılmasının önlenebilmesi kanunilik ilkesinin katı bir şekilde uygulanmasıyla mümkün olabilir. Bu kapsamda yargı organlarınca yapılacak yorumun ceza normlarının özüyle çelişmemesi ve öngörülebilir olması gerekir. Yargı organları, terör suçları da dâhil olmak üzere tüm suçlar bakımından suça veya cezaya ilişkin olguları değerlendirirken ve özellikle fiillerin bir suça karşılık gelip gelmediğini belirlerken suç ve cezaların kanuniliği ilkesini anlamsız kılacak şekilde öngörülemez bir yaklaşımda bulunmamalıdır (Mehmet Emin Karamehmet ve diğerleri, B. No: 2017/4902, 28/1/2020, § 47; Adnan Şen, § 107). Bu kapsamda somut olayda değerlendirilmesi gereken, terör örgütüne üye olma suçunun kapsamının öngörülemez şekilde sanığın aleyhine olarak genişletici bir yoruma tabi tutulup tutulmadığıdır (Ahmet Aslan, § 68). Bu nedenle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin denetlenmesinde normun mevcut deliller çerçevesinde somut olaya uygulanış biçiminin yasal düzenlemeyle bağdaşmaz ve öngörülemez bir sonuca yol açıp açmadığının incelenmesi gerekmektedir.
63. Başvuru konusu olayda mahkemeler başvurucunun bazı sohbetlere katılmasını, aynı yönde sosyal ilişkileri olduğunu ifade eden tanık beyanlarını, o tarihte yasal olan ancak daha sonra terör örgütüyle ilgisi nedeniyle kapatılmış bir sendikaya üye olmasını ve FETÖ/PDY üyesi olan bazı kişilerle iletişim hâlinde olduğuna dair HTS kayıtlarını terör örgütüne üye olma suçunun delilleri saymıştır. Anayasa Mahkemesinin kanaatine göre başvurucunun -cezalandırılmasına dayanak yapılan eylemleri gerçekleştirdiği tarihlerde- dinî bir cemaat kisvesi altında olan yapıya mensup olduğu ya da en azından sempati duyduğu noktasında bir tereddüt bulunmamaktadır. Buna karşın yukarıda açıklandığı üzere yargı makamları başvurucunun FETÖ/PDY'nin nihai amacını ve yöntemlerini bilen ve örgütlenme piramidinin üst katlarında yer alan örgüt mensuplarından biri olduğunu ileri sürmediği gibi FETÖ/PDY'nin devletçe bir terör örgütü kabul edilmeye ve herkesçe öyle bilinmeye başlanmasından önce dinî bir cemaat zannıyla irtibat ve iltisak hâlinde olduğu söz konusu oluşumun bir terör örgütü olduğundan haberdar olduğunu başka herhangi bir şekilde iddia etmemiştir. Üyesi olduklarından bahisle kişilerin cezalandırılmalarına neden olan bir oluşum veya yapılanmanın terör örgütü olduğunu bildiklerinin ortaya konulmaması, ceza hukukunun genel ilkelerine aykırı olduğu gibi önceden suç olarak tanımlanmayan fiilleri işledikleri gerekçesiyle terör örgütüne üye olma gibi ağır suçlardan mahkûm edilmeleri sonucunu da doğurabilir (Ahmet Aslan, § 70).
64. Somut olayda ilk derece mahkemesi; örgütsel özellik taşıyıp taşımadığı değerlendirilmemiş olan sohbet toplantılarının ve buna ilişkin tanık ifadelerinin örgütle irtibatlı sendikaya üyelik ve içeriği belirlenememesi nedeniyle örgütsel olduğu ortaya konulamayan, imam seviyesinde oldukları iddiasıyla yargılanmakta olan kişilerle iletişime ilişkin HTS kayıtlarının -bir bütün olarak ele alındığında- başvurucunun bir terör örgütüne üye olma bilinciyle hareket ettiğini ortaya koymakta başarılı olamamıştır. FETÖ/PDY'nin yasal zeminde faaliyet gösteren bir sivil toplum örgütü, dinî bir cemaat olduğu zannı ile hareket ederek örgüte sempati duyduğu ve örgütle irtibat kurduğu anlaşılan başvurucunun mahkûmiyetinde delil olarak kullanılan fiillerinin kendisini cezai yönden sorumluluk altına sokacağını makul olarak öngördüğü gösterilememiştir. Sonuç olarak başvurucunun bu şekilde terör örgütüne üye olma suçundan mahkûm edilmesi anılan suçun başvurucunun aleyhine öngörülemez biçimde genişletici bir yoruma tabi tutulması ile mümkün olmuştur. Ortaya çıkan bu sonuç Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrası ile bağdaşmamaktadır.
65. Başvurucunun Anayasa’nın 38. maddesinde güvence altına alınan suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğine karar vermek gerekir.
d. Başvurunun Özel Hayata Saygı Hakkı ve Sendika Hakkı Yönünden Değerlendirilmesi
66. Derece mahkemeleri, başvurucunun sendika üyeliğini ve bazı sohbet toplantılarına katılmasını örgüt üyeliğinin bir delili olarak kullanmıştır. Bu nedenle başvurucu özel hayata saygı hakkının ve sendika hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür (bkz. § 37). Örgütün nihai amacını bildiği ortaya konmayan (bkz. § 64) başvurucunun bir sivil toplum hareketi olduğu zannı ile irtibat ve iltisak halinde olduğu örgütün düzenlediği sohbetlere katılmasının terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasında delil olarak kullanılması nedeniyle başvurucunun özel hayata saygı hakkına (özel hayata saygı hakkına ilişkin değerlendirmeler için bkz. § 56); yine iltisak boyutunu aşarak örgütle organik bir bağ kurup hiyerarşisine dâhil olduğunu ispat etmeye yeterli örgütsel faaliyetlerin varlığı ile desteklenmeden (Yargıtay içtihadı için bkz. §§ 17, 18), FETÖ/PDY'ye müzahir bir sendikaya üye olmasının terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasında delil olarak kullanılması nedeniyle sendika hakkına (sendika hakkına ilişkin değerlendirmeler için bkz. § 57-58) müdahalede bulunulmuştur.
67. Müdahaleye dayanak olan 5237 sayılı Kanun’un 220. ve 314. maddelerinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı ve müdahalenin Anayasa’nın 20. ve 51. maddelerinin ikinci fıkralarında yer alan kamu düzeninin korunması meşru amacı kapsamında kaldığı anlaşılmıştır (Türk Ceza Kanunu’nun aynı kuralı ve Anayasa'nın 26. maddesi bağlamında bir değerlendirme için bkz. Metin Birdal, § 52-53). Geriye müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığının değerlendirilmesi kalmıştır. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının ve orantılı bir müdahale olduğunun ilgili ve yeterli bir gerekçeyle gösterilmesi gerekir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007; Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 45).
68. İlk derece mahkemesi, örgütün nihai amacını bildiği ortaya konamayan (bkz. § 64) başvurucunun temel hakları kapsamında bulunan faaliyetlerinin terör örgütü hiyerarşisi içerisinde gerçekleştirilmiş örgütsel faaliyetler olduğunu gösterememiş; böylece özel hayata saygı hakkı ile sendika hakkı üzerinde haksız bir caydırıcı etki oluşturmuştur (bkz. § 39). Bu bağlamda Mahkeme, başvurucunun şikâyete konu eylemlerinin mahkûmiyet hükmünde delil olarak kullanılmasının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığını ilgili ve yeterli bir gerekçe ile gösterememiştir.
69. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun özel hayata saygı hakkı ile sendika hakkına yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvuruda, Anayasa'nın 20. ve 51. maddelerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
70. Başvurucu; ihlalin tespiti, yargılamanın yenilenmesi ve 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
71. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
72. Öte yandan ihlalin niteliği dikkate alınarak başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. 1. Suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Sendika hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. 1. Anayasa'nın 38. maddesinde güvence altına alınan suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
3. Anayasa’nın 51. maddesinde güvence altına alınan sendika hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin özel hayata saygı hakkı, sendika hakkı ve suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Uşak 2. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2017/86, K.2017/65 sayılı karar) GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
F. 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/10/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
CİHAT AYDOĞMUŞ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2019/3078)
 
Karar Tarihi: 3/11/2022
R.G. Tarih ve Sayı: 9/11/2022-32008
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
Başkan:Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler:Muammer TOPAL
  Recai AKYEL
  Selahaddin MENTEŞ
  Muhterem İNCE
Raportör:Yunus HEPER
Başvurucu:Cihat AYDOĞMUŞ
Vekilleri:1. Av. Haydar DİKTAŞ
  2. Av. Ahmet ÖZTEKİN
 
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru; başvurucunun bir derneğin şube başkanı olmasının terör örgütüne üye olma suçundan verilen mahkûmiyet hükmünde delil olarak değerlendirilmesi nedeniyle örgütlenme özgürlüğünün, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
2. 2010 yılının sonlarına doğru başvurucu hakkında Kürtçe adı Tevgera Şoreja İslamiya Kürdistan olan Kürdistan İslami Devrim Hareketi (KİDH) isimli bir terör örgütünün üyesi olduğu suçlamasıyla bir soruşturma başlatılmış, yapılan yargılama sonucunda Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 3/2/2015 tarihli bir kararıyla başvurucunun isnat edilen suçtan 6 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
3. Mahkeme gerekçeli kararında, KİDH terör örgütünün yapısını ve işleyişini kısaca açıklamıştır. Mahkemenin verdiği bilgilere göre 1993 yılında Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri ile Orta Doğu'yu kapsayacak şekilde dinî esaslara dayalı bir Kürt devleti kurmak amacıyla tesis edilen örgüt o tarihlerde Diyarbakır, Elazığ, Van, Malatya, Gaziantep ve Batman'da faaliyet göstermiş; Diyarbakır ve Elâzığ'da ise “Silahlı Savunma Birlikleri” adı atında askerî kanadını kurmuştur. Mahkemeye göre KİDH'nin silahlı savunma birlikleri tim şeklinde bir yapılanmaya giderek banka, ATM ve para bulunan kamu kurum ve kuruluşlarının, turistlerin, kuyumcu ve mağaza gibi işyerlerini soyma,, fidye alma ve haraca bağlama gibi eylemlerle örgüte gelir elde etmiştir. Kurulduktan sonra yapılan güvenlik operasyonları neticesinde KİDH terör örgütünün lider kadrosu ve üyeleri çeşitli cezalarla mahkûm edilmiştir.
4. İlk derece mahkemesi gerekçeli kararında; KİDH terör örgütü üyelerinin ceza infaz kurumundan tahliyeleri sonrasında yeniden yapılanma içine girdiklerini, yasal alanda faaliyet gösteren dernekler ve dergiler aracılığı ile topluma ulaşmayı hedeflediklerini, 2003 yılında Diyarbakır merkezli, Toplum Hakları ve Değerlerini Koruma Eğitim Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (Toplum-Der/Dernek) adıyla bir dernek kurduklarını, 2004 yılından itibaren "İman Deryasından Gelen Mizgin" isimli bir derginin yayımına başladıklarını, yeni dönemde örgüt üyelerinin KİDH adını değil Toplum-Der adını kullandıklarını ifade etmiştir. İlk derece mahkemesine göre KİDH terör örgütü mensupları yasal olmayan yollardan faaliyetlerini sürdürmekte karşılaştıkları zorluklar ve örgüte daha çok yeni üye kazandırmak, güvenlik güçlerinin takibatından kaçmak, daha rahat çalışmak için Toplum-Der çatısı altında faaliyetlerini sürdürmüştür.
5. İlk derece mahkemesi son olarak başvurucu hakkındaki değerlendirmelerine geçmiştir. Mahkemenin başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasına dayanak yaptığı delil ve değerlendirmeleri özetle şu şekildedir:
i. Başvurucu ilk olarak Toplum-Der Malatya Şubesinde üye, daha sonra da dernek başkanı olmuştur. Başvurucu, aynı suç kapsamında başka mahkemelerde yargılanan sanıklarla telefon görüşmeleri yapmış; bu kişileri Derneğe davet etmiş veya bu kişilerle başka şehirlerde görüşmeler yapmıştır.
ii. Başvurucu, Dernekte periyodik toplantılar düzenlemiş; Kürt kökenli üniversite öğrencileri ile tanışarak bu toplantılara katılmalarını sağlamış ve böylece bu şahısların örgüte kazandırılmasını amaçlamıştır. Söz konusu toplantılarda Kürt kimliği ön planda tutulmuş, Kürtlerin yaşadıkları sıkıntılara vurgu yapılmış, bu sıkıntılardan kurtulmanın yolunun bağımsız bir Kürdistan devleti kurmak olduğu anlatılmış, amaçların dine de uygun olduğu savunulmuş ve dinî referanslar bulunmuş, Dernekte yapılan bu faaliyetlere başka kişilerin katılmasının sağlanması için telkinlerde bulunulmuştur. Derneğin yönetim kurulu başkanı olarak söz konusu toplantıları başvurucu organize etmiş ve sunumların büyük bölümünü de yapmıştır. Başvurucu örgütün yayın organı olan Mizgin dergisinin dağıtılması, satılması, başka şehirlere de gönderilmesi için çaba göstermiş, başkalarını da bu yönde teşvik etmiştir.
iii. Başvurucu, kendisinin düzenlediği Ehmede Xani Mem Ü Zin isimli toplantıda yaptığı konuşmada Kürt halkının geçmişten günümüze kadar neden bir devlet kuramadıkları meselesini ele almış ve Kürtlerin çektikleri sıkıntıları kendilerine ait bir devletleri olmamasına bağlamıştır. Başvurucu, devlet kurmak için Kürtlerin birlikte hareket etmeleri gerektiğini vurgulamıştır. Ayrıca Toplum-Der'in internet sitesinde konu ile ilgili haberde "Ehmede Xani'nin 17. yüzyılda dile getirdiği özlemlerin inşallah 21. yüzyılda gerçekleşeceğine dair ümidimizin günbegün çoğaldığı yönündeki temenniler dile getirildi." şeklinde ifadeler kullanılmıştır. Bundan başka başvurucu "Bediüzzaman Said-i Kürdi'yi Anma Programı" isimli toplantıda yaptığı konuşmada "Kürdistanlı müslüman halk" vurgusu yapmış, yine "Şehadetinin 63. Yıl Dönümünde Gazi Muhammed" konulu bir toplantıda "Kürt Cumhuriyeti önderi Gazi Muhammed'in faaliyetleri ve idam edilişini" ele alan bir konuşma yapmıştır. Başvurucu, kutlu doğum ve mevlit etkinlikleri düzenlemiş; Mizgin dergisinin bir yazarının Dernekte "Kızıl Kürdistan" başlıklı bir konuşma yapmasını organize etmiş ve bu kişi ile fotoğraf çektirerek Derneğin internet sitesinde yayımlamıştır.
iv. Başvurucunun evinde yapılan aramada örgütün yayın organı olarak faaliyet gösteren derginin yasaklanmış sayıları, yasaklanmış ve toplatma kararı bulunan "Mehabad Kürt Cumhuriyeti" isimli kitabın fotokopisi, Fethi Şinnavi'nin yazarı olduğu İslam Ümmetin Yetimleri Kürtler isimli kitabın dört fotokopisi,1900’den 2000’e Kronolojik Kürtler Albümü isimli yasaklanmış kitabın fotokopisi, yasaklı ve hakkında toplatma kararı bulunan "Dersimli Memik Ağa" isimli bir kitap, üzerinde el yazısı ile Kızıl Kürdistan, Dağlık Karabağ, Laçin Kondoru ve Nahçivan ibareleri bulunan coğrafi bir harita bulunmuştur. Başvurucunun başkanı olduğu Dernekte de Kürt kimliği ve Kürdistan devletine vurgu yapan çeşitli ses, görüntü ve yazı dosyaları bulunan CD'ler, DVD'ler, bazı CD'lerin içinde örgütçe belirlenen Kürdistan bayrağı ve örgütün belirlediği Kürdistan haritası elde edilmiştir.
v. Başvurucunun mahkûmiyetinde aynı örgüte yönelik olarak başka bir ilde yürütülen soruşturmada polis tarafından alınan bir tanık beyanının etkili olduğu anlaşılmıştır. Söz konusu tanık K.B. "2002 yılında Malatya İnönü Üniversitesi'ne kayıt olduğunu, 2005 yılında başvurucu ile aynı evde kaldığını, Mizgin dergisinin eve geldiğini, gerek Cihat'tan gerekse Mizgin isimli dergiden KDİH'i duyduğunu... dört kişi birlikte Diyarbakır'a gittiklerini, ...M.P. isimli şahısla tanıştıklarını... bu şahsın burada iman ile küfür mücadelesi olduğunu, küfrü temsil edenin TC, imanın ise kendileri olduğunu söyleyip buna benzer konuşmalar yaptığını, yine bu şahsın İslami bir devlet kurmak niyetinde olduklarını söylediğini, burada bir gün kalıp Malatya'ya döndüklerini, Malatya'da haftada bir gün aralarında toplantı tarzında sohbetler düzenlediklerini, toplantılarda konuları Cihat Aydoğmuş'un belirlediğini, Mizgin Dergisi'nin aylık olarak geldiğini, bu dergiden gündemi takip ettiklerini, Cihat ile birlikte Diyarbakır'a bir kaç kez gittiklerini,... 2007 yılında okuldan ayrılarak İstanbul İli’ne gittiğini, ... İstanbul'da bulunduğu sırada Cihat ile telefon görüşmelerinin devam ettiğini..." ifade etmiştir. Bahsi geçen tanık Toplum-Der'in faaliyetleri ve Derneğin farklı şubelerinde tanıştığı kişiler hakkında bilgiler verdikten sonra "KİDH’in 1993 yılında kurulduğunu, ancak bir süre sonra Toplum-Der adı altında faaliyetlerine devam ettiğini, şuanda da bu isim altında faaliyet yürüttüğünü, dernek içerisinde bulunan şahısların da genellikle KİDH adını kullanmadıklarını, onun yerine Toplum-Der’in olduğunu bildiklerini, yine KİDH'in de Toplum-Der’den önce var olduğunu bildiklerini, bir nevi ad değişikliği olduğunu, faaliyette bulunduğu sıralarda bu yapı içerisinde bulunan şahısların ayrılmak istemeleri halinde bir takım cezalar verildiğini, yine evlenmek isteyen şahısların bir takım bedeller ödemeleri gerektiğini, ...KİDH içerisinde silahlı faaliyet yürüten şahısların olduğunu da duyduğunu, ancak bu şahısları görmediğini, bu şahısların nerede, kimler tarafından ve ne şekilde eğitildiklerini bilmediğini, ...Toplum-Der'in amacının dünyadaki bütün Müslümanların bir araya getirilerek İslam esaslarına dayalı bir devlet kurmak ve parçalanmış Kürtlerin de bir araya getirilmesi olduğunu, Kürdistan bayrağının renklerinin ise sarı-kırmızı-yeşil ve beyaz renklerden oluştuğunu..." beyan etmiştir.
6. İlk derece mahkemesi kararı Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 19/11/2018 tarihli ilamı ile onanmıştır. Başvurucu, nihai hükmü 2/1/2019 tarihinde öğrendikten sonra 24/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
II. DEĞERLENDİRME
7. Başvurucu, yalnızca başkanı olduğu Dernekte düzenlenen ve suç oluşturduğu iddia edilmeyen faaliyetlerin terör örgütüne üye olma suçundan verilen mahkûmiyet hükmünde delil olarak kullanılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
8. Eldeki başvuruya konu olayda başvurucunun Derneğin başkanı olması, aynı Derneğin başka şehirlerdeki ilgilileri ile görüşmeleri, Dernekte toplantılar ve başka bazı etkinlikler düzenlemesi, Dernekte üçüncü kişilerin ve kendisinin yaptığı konuşmalarda geçen bazı sözler onun örgüt üyeliği suçuna ilişkin mahkûmiyetinde delil olarak kullanılmıştır. Başvurucu münhasıran açıkladığı düşüncelerinden dolayı değil ama belirli düşünceleri Toplum-Der çatısı altında açıklaması ve sözü geçen Derneğin başkanı olması nedeniyle cezalandırılmıştır. Örgütlenme özgürlüğünün temeli, hiç kuşkusuz ifade özgürlüğüdür. İfade özgürlüğü düşünceyi korkmadan, engellenmeden açıklama ve yayma özgürlüğünün yanı sıra bu düşünceler çerçevesinde örgütlenme kişi toplulukları oluşturma hakkını da kapsamaktadır. Bu nedenle başvuru örgütlenme özgürlüğü kapsamında incelenmiştir (Ahmet Urhan, B. No: 2014/13961, 9/10/2019, §§ 27-28; Hakan Yılmazöz, B. No: 2017/37725, 3/6/2020, §§ 22, 31).
9. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
10. Kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerinin mahkûmiyet kararlarında delil olarak kullanılması, bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükler üzerinde caydırıcı etki yaratabilir ve dolayısıyla bu da Anayasa Mahkemesinin ilgi alanındadır (Metin Birdal [GK], B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 47, 48). Bu nedenle somut olayda örgütlenme özgürlüğüne bir müdahalede bulunulduğu kabul edilmiştir ( Hakan Yılmazöz, § 26).
11. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 220. ve 314. maddelerinin müdahalenin kanuni dayanağı olduğu ve Anayasa’nın 33. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması meşru amaçları kapsamında kaldığı değerlendirilmiştir. Geriye müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığının değerlendirilmesi kalmıştır.
12. Terör örgütüne üye olma suçu, örgüt üyesi hatta örgüt henüz bir suç işlememiş olsa dahi örgütün toplum için yarattığı tehlikeyi cezalandıran ve bu yönüyle bir yandan da örgüt faaliyetleri kapsamında suç işlenmesini engelleme amacı olan bir suç türüdür. Dolayısıyla bir kişinin henüz başka bir suç işlemeden yalnızca terör örgütüne üye olması nedeniyle cezalandırılabilmesi için yargılama makamlarının o kişinin terör örgütüyle olan bağlarını ortaya koyması gerekir. Henüz ceza kanunlarında tanımlanan bir suçu işlememiş olsa bile bir terör örgütü ile örgüt üyeliği olarak kabul edilecek kuvvette bir bağın varlığının araştırılması bireylerin sahip olduğu fikirlerin, bağlı oldukları toplumsal grupların ve ideolojilerinin, davranışlarının anlamlarının ve bunların altında yatan saiklerin de değerlendirilmesini gerektirebilir. Böyle bir değerlendirmenin örgütlere üye olmak, toplantılara katılmak veya düşünce açıklamaları yapmak gibi kişilerin anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan eylemlerini de kapsadığı durumlarda başta ifade, örgütlenme, din ve vicdan özgürlükleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı olmak üzere temel haklar üzerinde ciddi bir baskı oluşturabilecek niteliği olduğu açıktır (Metin Birdal, §§ 61-64).
13. Bununla birlikte kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerinin terör örgütünün üyesi olma suçundan verilen mahkûmiyet kararlarının delili olarak kullanılmasının temel haklar üzerinde yaratacağı caydırıcı etki nedeniyle -devletin toplumu terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı korumak şeklindeki pozitif yükümlülüğünün bir sonucu olarak- insanların terörsüz bir ortamda yaşama hakkı ile bu süreçte bireylerin potansiyel olarak etkilenebilecek temel hakları arasında adil bir denge kurulmalıdır (Metin Birdal, § 65). Söz konusu dengenin sağlandığının kabul edilebilmesi için derece mahkemelerinin kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerini terör örgütünün üyesi olma suçundan verilen mahkûmiyet kararlarında delil olarak kullanılmalarının zorunlu bir ihtiyacı karşıladığını göstermeleri gerekir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin benzer başvurulardaki denetimi temel haklara bu şekilde yapılan müdahalenin zorunlu bir ihtiyacı karşıladığının ilgili ve yeterli bir gerekçeyle gösterilip gösterilemediği ile sınırlı olacaktır (Metin Birdal, § 72).
14. Somut olayda terör örgütüne üye olma suçundan verilen mahkûmiyet hükmünde esas itibarıyla başvurucunun KİDH terör örgütü adına dernek faaliyetlerinde bulunmasına dayanıldığı görülmüştür. Bahsi geçen örgütün 1993 yılında kurulduğu ancak güvenlik güçlerinin operasyonları neticesinde başlatılan soruşturma ve kovuşturmalarda üyelerinin çeşitli suçlarla ceza infaz kurumlarına kapatıldığı, ilk derece mahkemesinin bu kişilerin ceza infaz kurumlarından tahliye edilmelerini müteakip başka kişilerle birlikte Toplum-Der ve "Mizgin" dergisi etrafında toplandıklarını, söz konusu dernek ve dergi temelinde gerçekleştirilen faaliyetleri KİDH terör örgütünün faaliyetleri olarak kabul ettiği anlaşılmıştır.
15. Buna karşın KİDH terör örgütüne ilişkin olarak ilk derece mahkemesinin verdiği bilgiler son derece sınırlıdır. Geçmişte KİDH isimli bir yapılanmanın bulunduğu anlaşılmakla birlikte ilk derece mahkemesi, KİDH'nin gerçekten de Türk hukukunda terör örgütü olarak kabul edildiğini gösteren hiçbir delile dayanmamıştır. KİDH'in bir terör örgütü olarak kabul edilmesinin tüm dayanaklarının denetime elverişli olacak şekilde gösterilmesi, varsa müstakar içtihatların karara eklenmesi gerekmektedir. Bu kapsamda sonuç olarak ilk derece mahkemesi KİDH'nin neden bir terör örgütü olarak nitelendirilmesi gerektiğini açıklamadığı gibi bu mesele başka mahkeme kararında tartışılmış ise o kararları göstermemiştir.
16. Üstelik Anayasa Mahkemesine sunulan belgelere göre ilk derece mahkemesinin KİDH adına işlendiğini iddia ettiği hırsızlık ve yağma gibi suçların sanıkları hakkında açılan ceza davasında verilen mahkûmiyet kararı Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 5/10/2012 tarihli ilamı (E.2012/1751, K.2012/10497) ile esasa ve usule müteallik sebeplerle bozulmuştur. Bundan başka ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet kararında başvurucunun örgütsel ilişki kurduğunu kabul ettiği kişiler hakkında aynı terör örgütüne üye olma, Anayasa'yı ihlal ve başka bazı suçları işlediklerinden bahisle açılan davada verilen mahkûmiyet kararı da Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/7/2014 tarihli ilamıyla (E.2014/4617, K.2014/8261) Mizgin adlı dergi ile Toplum-Der adlı derneğin silahlı terör örgütü ile irtibatı ve örgütsel niteliği yeterince ortaya konulamadığı gerekçesiyle bozulmuştur. Bahsi geçen davalar Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde derdest durumdadır. Yukarıdaki kararlardan başka Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/12/2012 tarihli bir kararı ile üyesi oldukları Toplum-Der çatısı altında yasa dışı KİDH terör örgütü adına faaliyet yürüttüklerinden bahisle birden fazla sanık hakkında verilen mahkûmiyet kararının Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 1/6/2017 tarih ve E.2015/2152, K.2017/4279 sayılı kararı ile onanması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının hükümlüler hakkında atılı suçtan delil yetersizliği nedeniyle beraatlerine hükmedilmesi gerektiğinden bahisle yapılan itiraz, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun önündedir.
17. KİDH terör örgütüne ilişkin olarak Anayasa Mahkemesine sunulan kararlardan en çok dikkati çeken ise 2010 yılında örgütün lideri olduğu iddiasıyla hakkında soruşturma başlatılan M.P. hakkında verilendir. Anayasa Mahkemesine sunulan soruşturma evraklarında ve mahkeme kararlarında örgüt kurucusu ve lideri olarak geçen M.P. terör örgütü yöneticisi olma suçundan yargılandığı Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 22/2/2011 tarihli ve E.2010/621, K.2011/67 sayılı kararıyla beraat etmiştir. Aynı davada Mahkeme on üç sanık hakkında da terör örgütüne üye olma suçundan beraat kararı vermiştir. Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesine göre sanıkların cezalandırılması için sunulan telefon görüşmeleri, yazışmalar ve konuşma tutanakları onları terör örgütü üyesi ve yöneticisi olarak cezalandırmak için yeterli değildir. Mahkeme ayrıca sanıklar ve örgüt hakkında tanıklık yapan K.B.nin beyanlarının somut ve açık olmadığının, Toplum-Der'in de suç tarihi itibarıyla yasal bir dernek olarak faaliyetlerini sürdürdüğünün altını çizmiştir. Dosyadaki bir belgeye göre bahsi geçen karar temyiz edilmeden 22/3/2011 tarihinde kesinleşmiştir.
18. Sonuç olarak ilk derece mahkemesinin başvurucuyu mahkûm ederken dayandığı ve terör örgütünün başka şehirlerdeki yapılanmasına mensup olarak kabul ettiği kişilerden örgüt yöneticisi beraat etmiş, diğer kişilerin de örgüt mensubiyetlerison derece şüpheli hâle gelmiştir. Eldeki verilerden, başvurucunun lideri beraat etmiş, üyeleri hakkında verilen mahkûmiyet kararları bozulmuş bir terör örgütü ile ilişkili olduğu iddia edilen bir derneğin şube başkanı olduğu gerekçesiyle mahkûm edildiği sonucu çıkmaktadır. O hâlde geriye başvurucunun Toplum-Der çatısı altında gerçekleştirdiği faaliyetlerin ve bu kapsamda gerek başvurucunun gerekse Derneğin faaliyetlerine katılan kişilerin düşünce açıklamalarının incelenmesi kalmaktadır.
19. Anayasa Mahkemesi başvuru dosyasını dikkatli bir şekilde incelemiştir. Derece mahkemeleri; başvurucunun üzerine atılı suçun sübutuna esas alınan Derneğin internet sitesinde yayımlanmış haberleri, basın açıklamalarını ve belirli konularda düşünce açıklaması ve yorum tarzındaki yazıları, kermes düzenleme yahut dinî günlerde mevlit okutulması gibi etkinlikleri, çoğu aynı Derneğe mensup kişiler arasında tespit edilen iletişim kayıtlarını suç teşkil eden örgütsel faaliyetler olarak kabul etmiş değildir. Başvurucunun evinde ve Dernek binasında yapılan aramalarında ele geçirilen materyallerin içeriğinde herhangi bir suç unsuru olduğu yahut başvurucuda ele geçirilen hakkında toplatma olan bulunan kitapların sadece bulundurulmasının suç olduğu ne iddia edilmiş ne de mahkemelerce bu yönde bir kabule gidilmiştir. Geriye başvurucunun ve arkadaşlarının sahibi olduğu bazı fikirler kalmaktadır.
20. İlk derece mahkemesinin kararına bakıldığında başvurucunun Malatya Şubesinin başkanı olduğu Derneğin diğer şubelerindeki faaliyetlerin ve müzahir yayın organı olarak kabul edilen "Mizgin" isimli derginin güvenlik güçlerince uzun bir süre takip edildiği anlaşılmıştır. Başvurucunun ve arkadaşlarının fikirlerinin tam bir değerlendirmesinin yapılabilmesi ancak düşünce açıklamalarının ve faaliyetlerinin tamamının bütünsel bir değerlendirmesi ile mümkündür (Sırrı Süreyya Önder [GK], B. No: 2018/38143, 3/10/2019, §§ 67-68; Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 49). Buna karşın ilk derece mahkemesi uzun bir periyotta Toplum-Der çatısı altında açıklanan bazı sözlere bağlamından koparmak suretiyle odaklanmış; ne sözlerin söylendikleri ortama, zamana, hitap edilen kişilerin kim olduklarına, sözlerin söylenme amaçlarına bakılmış ne de olaylar ve açıklamalar bir bütün olarak değerlendirilmiştir. Öte yandan ilk derece mahkemesi, herhangi bir olgudan daha çok kişisel değerlendirme ve kanaatlerine dayanan tanığın beyanında geçen başvurucunun bağlamı tespit edilmemiş açıklamalarına ve tam olarak niteliği belirlenmemiş seyahat ve toplantılarına aşırı anlamlar yüklemiştir. İlk derece mahkemesi özellikle tanık beyanında belirtilen faaliyetlerin örgütsel bir ilişki çerçevesinde yapılan faaliyetler olduğu noktasında herhangi bir açıklama yapmamıştır (terör propagandasının anlamına ilişkin geniş açıklamalar için bkz. Ömer Faruk Gergerlioğlu [GK], B. No: 2019/10634, 1/7/2021, §§ 155-163).
21. Bununla birlikte ilk derece mahkemesinin verdiği sınırlı bilgiden hareket edildiğinde genellikle Kürtlerin yaşadığı coğrafyada faaliyet gösteren Derneğin çatısı altında bulunan başvurucu ve arkadaşlarının bazı söylemlerinde Kürt milliyetçiliğinin baskın olduğunun, daha çok Kürtlerin sorunları ile ilgilendiklerinin, Kürdistan olarak tanımladıkları Orta Doğu coğrafyasını da kapsayan bölgede huzur ve barışın İslami esaslara dayalı bir devlet kurulması ile mümkün olacağına inandıklarının kabul edilmesi mümkündür. Ancak bu kabul başvurucunun ve dernek faaliyeti çerçevesinde açıklanan düşüncelerin şiddeti teşvik ve terör eylemlerinin yapılmasına çağrıda bulunduğu anlamına gelmez. İlk derece mahkemesinin kabul ettiği hâliyle bile açıklanan düşüncelerde şiddetin övüldüğü, düşüncelerin kişileri terör yöntemlerini benimsemeye, başka bir deyişle şiddet kullanmaya, nefrete, intikam almaya, silahlı direnişe teşvik ve tahrik ettiği yahut savaş propagandası veya ayaklanmaya çağrı niteliğinde olduğu değerlendirilmemiştir (Abdullah Öcalan [GK], B. No: 2013/409, 25/6/2014, §§ 105-108).
22. İçinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan ve terör suçlarının işlenmesi tehlikesine yol açmayan düşünce açıklamaları sırf bir terör örgütünün ideolojisi, toplumsal veya siyasal hedefleri, siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlara ilişkin görüşlerine benzerlik gösterdiğinden bahisle terörizmin propagandası olarak kabul edilemez. Toplumsal ve siyasal ortama, etnik sorunlara, ülke nüfusundaki farklılıklara, daha fazla özgürlük talebine, ülke yönetim biçiminin eleştirisine ve somut olayda özellikle "Kürdistan bölgesinde islami esaslara dayalı bir devlet kurulmasının Kürtlerin yaşadıkları sorunların nihai çözümü olacağına" yönelik düşüncelerin -Anayasa Mahkemesinin daha önce ifade ettiği gibi- devlet yetkilileri veya toplumun önemli bir bölümü için rahatsız edici olsa bile açıklanması şiddet doğurduğu veya şiddete teşvik ettiği somut delillere dayalı olarak gösterilmediği müddetçe bir terör eylemi olarak nitelendirilemez ve ifade özgürlüğünün koruması altındadır ( Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK]B. No: 2018/17635, 26/7/2019, §§ 79-84; Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019, § 44).
23. Eldeki başvurunun çözümlenmesinde en önemli noktalardan biri de -eğer gerçekten de KİDH Türk hukukunda bir terör örgütü olarak kabul edilmişse bile- başvurucunun şube başkanı olduğu Toplum-Der ile KİDH arasındaki ilişkinin türüdür. İlk derece mahkemesi bu kapsamda KİDH ile bağlantılı birtakım suçlardan yargılanan ve tutuklanarak ceza infaz kurumlarına kapatılan bazı kişilerin tahliye olmalarının ardından Toplum-Der ve "Mizgin" dergisinin çatısı altında toplanmalarını ve meşru alanda sürdürülen faaliyetlerini KİDH terör örgütünün devamı olarak kabul etmiştir. Başka bir deyişle terör örgütünün yasal alandaki paravan kuruluşu olarak kabul edilmesi için Toplum-Der'in çatısı altına toplanan, sayıları ve kim oldukları zikredilmeyen infazları tamamlanmış bazı kişilerin KİDH ile irtibatlı olmaları yeterli görülmüştür. Oysa ilk derece mahkemesi ne bu kişilerin kimler olduklarını ne hangi suçlardan yargılandıklarını ne de tahliye olmalarını müteakip Dernekle kurdukları bağlantılarının derecesini göstermiştir. Üstelik başvurucunun daha önce KİDH ile bağlantılı bir suçtan mahkûm olduğu da ileri sürülmemiştir.
24. Öyle görünüyor ki ilk derece mahkemesi ideolojik, siyasal veya toplumsal hedeflerine terör eylemlerine başvurarak ulaşmaya çalışan kimseler ile aynı hedeflere meşru alanda kalarak ulaşmaya çalışan kimseler arasında fark görmemiştir. Bu kapsamda daha önce terör suçlarından mahkûm edilmiş bile olsalar kişilerin cezalarının infaz edilmesinin ve topluma kazandırılmalarının ardından hukuksal alanda kalmayı tercih ederek gerçekleştirdikleri faaliyetlerinin yalnızca fikir ve hedefleri ile benzerliği ileri sürülerek terör örgütünün eylemleri olarak kabul edilmesi temel hak ve özgürlükleri derin bir şekilde etkileme potansiyeli olan son derece indirgemeci bir yaklaşımdır.
25. Dahası mahkemelerin terör örgütüne üye olma gibi son derece ağır bir suçtan dolayı cezalandırırken kişilerin daha önce terör örgütüne üye olma suçundan mahkûm edilmesini delil olarak değerlendirmeleri hâlinde masumiyet karinesi ihlal edilmiş olmaktadır. Çünkü bu tür bir durumda ispat yükü iddia makamında kalmamış; suç isnadı altında bulunan kişilere devredilmiştir. Zira daha önce terör örgütüne üye olma suçundan mahkûm olan bir kimsenin daha sonraki bir tarihte şiddet içermeyen, herhangi bir suç oluşturmayan ancak terör örgütünün hedefleri ile benzerlikler bulunan bazı görüşlerini açıklaması nedeniyle yeniden terör örgütüne üye olma suçunu işlediği biçimindeki bir kabul ile bu kişilerin terör örgütüyle yeniden irtibat kurmadığını ispat etmesi zorunlu hâle gelmektedir. Mahkemenin bu yaklaşımı, daha önce hakkında terör örgütü üyesi olma suçundan kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmü bulunan kişilerin herhangi bir yeni eyleminin önceki eylemleri ile birlikte değerlendirilip yeniden ve otomatik olarak terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılmaları sonucunu doğuracaktır. Bu nedenle mahkemeler kişilerin suç oluşturmayan eylemlerine sırf önceki mahkûmiyetlerine dayanarak aşırı anlamlar veremez (Umut Çongar [GK], B. No: 2017/36905, 21/10/2021, §§ 48-50).
26. Anayasa Mahkemesinin birçok kararında vurguladığı gibi demokrasilerde vatandaşların bir araya gelerek ortak amaçları izleyebileceği örgütlerin varlığı sağlıklı bir toplumun önemli bileşenidir (Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014 §§ 30-32; Ahmet Parmaksız [GK], B. No: 2017/29263, 22/5/2019, §§ 70-72). Bununla birlikte suç işlemek amacıyla kurulmuş, suçun odağı hâline gelmiş, bilhassa terör örgütlerinin amaçları doğrultusunda faaliyet gösteren örgütler, kanunlarla korunmuş menfaatlere karşı özel bir tehdit oluşturur. Bu tür örgütler sahip oldukları örgütlenmiş insan kaynaklarını ve maddi kaynakları kullanarak, özlerinde var olan motivasyonla suç oluşturan eylemleri kolaylaştırır ve destekler. Böyle bir örgütte suç işlemeye iştirak etmeyen diğer üyelerin ya sorumluluk duygusu giderek zayıflamakta ya da suç işlemeye karşı bireysel dirençleri azalmaktadır. Bu tür örgütlerin daha fazla suç işleme güdüsü yarattıkları kabul edilmelidir (Hint Aseel Hayvanları Koruma ve Geliştirme Derneği ve Hikmet Neğuç, B. No: 2014/4711, 22/2/2017, § 54).
27. O hâlde eldeki başvuruya benzer durumlarda yapılması gereken iş derneğin veya diğer herhangi bir sivil toplum örgütünün faaliyetlerinin ilişkide olduğu iddia edilen terör örgütüne yüklenebilir olup olmadığının tespit edilmesidir. Burada derneğin niteliğinin üyelerinin veya dernek çatısı altında bulunan diğer kişilerin iddia edilen terör örgütü ile olan bağları nedeniyle işledikleri suçlarla şekillenip şekillenmediğine bakılmalıdır.
- Başvurucunun şube başkanı olduğu gerekçesiyle cezalandırıldığı Derneğin doğrudan KİDH terör örgütünün talimatı ile kurulduğu, başvurucunun terör örgütünden aldığı talimatlar doğrultusunda terör örgütünün hareketlerini kolaylaştırdığı, etkinliğini artırdığı, etki alanını genişlettiği veya varlığını devam ettirmesini sağladığı kabul edilmiş değildir.
- Dernek çatısı altında cezalandırmaya dayanak yapılan faaliyetlerin icra edildiği sırada tehlikeliliği devam eden bir terör örgütünün bulunduğu da kabul edilmiş değildir.
- Geçmişte mevcut olduğu kabul edilen KİDH terör örgütünün Dernek çatısı altında terör eylemlerine devam ettiği de kabul edilmiş değildir.
- Derneğin kendisinden ayrı bir varlığı bulunan terör örgütünün mevcudiyetini koruması, büyümesi, güçlenmesi, örgütsel amaçları gerçekleştirmesi için maddi ya da manevi bir katkıda bulunduğu, terör eylemlerinin işlenmesine neden olduğu yahut kolaylaştırdığı da iddia edilmiş değildir.
- Toplum-Der'in yasal bir dernek olduğu kabul edildiğine göre böyle bir örgütün hangi surette hem yasalar çerçevesinde faaliyette bulunmasının hem de terör örgütünün uzantısı olmasının mümkün olduğu hususunda tatminkâr bir açıklamada bulunulmalıdır (Ahmet Urhan, § 48).
28. Çağımızda terör eylemlerinin toplumları tehdit eden en önemli tehlikelerden biri olduğu kuşkusuzdur. Terör, bir azınlığın iradesini şiddet yolu ile halkın iradesine kabul ettirmek için başvurduğu bir yöntemdir. Elbette kurulu düzeni değiştirmek için terör denen her türden zor ve şiddet eylemlerinin, silahlı ayaklanma ve hükûmet darbesi gibi girişimlerin olağan ve meşru kabul edilmesi asla düşünülemez. Her konunun tartışılabildiği ve iktidarın meşru yollarla değiştirilebildiği bir demokratik düzende zora ve şiddete başvurmak gayrimeşrudur. Ancak terör örgütü olmaya bağlanan ağır hukuksal sonuçlar gözetildiğinde kamu makamlarının bu konudaki değerlendirmelerini daha özenli yapmaları beklenir (Yılmaz Çelik [GK], B. No: 2014/13117, 19/7/2018, § 57).
29. Bir kez daha hatırlatmak gerekirse hiç kuşkusuz başvurucuya atfedilen söz ve eylemlerin hukuk sistemimizde bir suça tekabül edip etmediğinin takdir yetkisi derece mahkemelerine aittir. Ancak derece mahkemeleri bu konuda gerekçelerini ilgili ve yeterli şekilde ortaya koymalıdır. Gerekçeli karar, kurulan hükmün dayanaklarının tatminkâr bir şekilde açıklanmasını amaçlar (Yılmaz Çelik, § 42). Buna karşın ilk derece mahkemesi, hiçbir şiddet eylemine karışmamış başvurucunun ve yasalara uygun şekilde kurulmuş, faaliyetlerini topluma açık bir şekilde gerçekleştiren bir derneğin çatısı altında toplanan arkadaşlarının temel hakları kapsamında bulunan dernek faaliyetlerinin terör örgütüyle olan bağlarını ortaya koyamamış; böylece örgütlenme özgürlüğü üzerinde haksız bir caydırıcı etki oluşturmuştur.
30. Sonuç olarak ilk derece mahkemesi, başvurucunun şikâyete konu eylemlerinin mahkûmiyet hükmünde delil olarak kullanılmasının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığını ilgili ve yeterli bir gerekçe ile gösterememiştir. Başvurucunun Anayasa'nın 33. maddesinde güvence altına alınan örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
31. Diğer yandan Anayasa Mahkemesinin Nevriye Kuruç ([GK], B. No: 2021/58970, 5/7/2022) kararında uzun süren yargılamalar nedeniyle tazminat talep edilebilecek bir mekanizmanın mevcut olmaması sebebiyle makul sürede yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bunun yanında söz konusu kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihe kadar makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla yapılmış başvurular ile bu tarihten sonra kaydedilecek aynı mahiyetteki başvuruların incelenmesinin kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından itibaren dört ay süreyle ertelenmesine karar verilmiştir (Nevriye Kuruç, § 114). Bu durumda başvurunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet yönünden ayrılmasına karar verilmesi gerekir.
III. GİDERİM
32. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama yapılması ile 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
33. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
34. Ayrıca başvurucuya manevi zararları karşılığında net 13.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin kısmının AYRILMASINA,
B. Örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 33. maddesinde güvence altına alınan örgütlenme özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin örgütlenme özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2014/292, K.2015/37) GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucuya net 13.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
F. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/11/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x
SARAL KARDEŞLER SUÇ ÖRGÜTÜNE ŞAFAK OPERASYONU
SARAL KARDEŞLER SUÇ ÖRGÜTÜNE ŞAFAK OPERASYONU
KADINI 4.KATTAN ATAN AVUKAT ÖNCE GÜLÜP SONRA MÜZİK AÇMIŞ
KADINI 4.KATTAN ATAN AVUKAT ÖNCE GÜLÜP SONRA MÜZİK AÇMIŞ