SONRADAN DELİL SUNMA - İDDİA VE SAVUNMANIN GENİŞLETİLMESİ VEYA DEĞİŞTİRİLMESİ - HUKUKİ DİNLENME HAKKI

SONRADAN DELİL SUNMA - İDDİA VE SAVUNMANIN GENİŞLETİLMESİ VEYA DEĞİŞTİRİLMESİ - HUKUKİ DİNLENME HAKKI
17 Kasım 2022 - 09:54

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 140/5. maddesi, ön inceleme duruşmasında dahi, dava ve cevap dilekçesinde gösterilmiş olmayan belgenin ikamesine izin vermemiştir. Bu da doğaldır. Çünkü şeklî gerçeği arayan özel hukuk yargılamasında, ilişkinin maddi gerçeği değil, özel hukukun biçtiği kalıplara uygunluğu incelenecektir. Böyle bir kalıbı ispat eden belgeyi delil olarak belirtmeyen tarafın, hak arama özgürlüğünü doğru biçimde kullandığından söz edilemez. Hakkını etkin biçimde kullanma çabasını başlangıçta göstermeyen tarafın, sonradan belgeyi delil olarak kullanmak istemesi, uyuşmazlığın netleşmesini de, çözümünü de geciktirecektir. Üstelik böyle bir belgenin dava veya cevap dilekçesinde belirtilmiş olması, uzlaşmayı kolaylaştırabilecekken, bu imkân da kaybedilmiş olacaktır. Böyle olunca, uyuşmazlığın süratle çözümlenmesinden beklenen kamu yararı zedelenecektir. O hâlde, dava ve cevap dilekçelerinde gösterilmemiş bulunan belge delillerinin, ön inceleme duruşması da dâhil olmak üzere, sonradan ikame edilmesi, ancak 145. maddede belirtilen şartlarla mümkündür.

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2021/517 E., 2022/152 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Gaziantep 2. İş Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı ... Elektrik İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. ve davalı ... Elektrik Dağıtım A.Ş. vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı ... Elektrik Dağıtım A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı ... Elektrik Dağıtım A.Ş.’nin (...) elektrik dağıtım şebekelerindeki arıza onarım ve bakım işlerini ihale yoluyla 24.04.2009 tarihinde davalılar ... Elektrik İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. (... Ltd. Şti.) ile ... Müh. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. (... Ltd. Şti.) ortaklığına verdiğini, müvekkilinin 24.04.2009 tarihinde elektrik bakım onarım teknisyeni olarak çalışmaya başladığını, 24.04.2011 tarihindeki ihaleyi davalılardan ... Ltd. Şti.’nin, 24.04.2013 tarihindeki ihaleyi ise davalı son alt işveren Orintaş Ortadoğu İnşaat Taahhüt ve Tic. Ltd. Şti.’nin (Orintaş Ltd. Şti.) aldığını, asıl işveren ...’ın özelleştirilmesi sonucunda ihale süresi dahi bitmeden 31.03.2014 tarihinde müvekkilinin iş sözleşmesinin feshedildiğini, davalı ... ile diğer davalılar arasında yapılan ihale şartnamesinin 17.1 maddesine göre “Yüklenici, 15. maddede belirtilen personele elektrik kuvvetli akım tesislerinde yüksek gerilim altında çalışma izin belgesi eğitimi (Ekat) programını tamamlatacaktır.”, 17.12 maddesine göre de “Yapılacak olan eğitimle ilgili tüm giderler yükleniciye aittir. Bu giderler ile ilgili personelinden hiçbir ücret alamaz ve ücretinden kesinti yapılamaz.” düzenlemeleri bulunduğu hâlde davalılar ... Ltd. Şti. ve ... Ltd. Şti.’nin ihale şartnamesine aykırı şekilde müvekkilinden eğitim giderini talep ettiğini, müvekkilinin de bu bedeli 2009 yılının ikinci ya da üçüncü ayında davalı ... Ltd. Şti. veya ... Ltd. Şti.’nin muhasebecisi olan Nurullah Bulut’un posta çeki hesabına havale ile gönderdiğini, çalışma süresi boyunca tüm yol ve yemek giderlerini müvekkilinin karşıladığını, yıllık izinleri kullandırılmadığı gibi karşılığı ücretinin de ödenmediğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin ücreti, bakiye 2014 Mart ayı ücreti, ekat ücreti, yol ve yemek ücreti alacaklarının davalılardan tahsilini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı ... vekili cevap dilekçesinde; müvekkili ile diğer davalılar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunmadığını, davacının talep ettiği ihbar tazminatının ödendiğini, ekat ücreti ile yol ve yemek ücretlerinden müvekkili şirketin sorumluluğunun bulunmadığını ve bu alacakların diğer şirketlerden talep edilmesi gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

6. Davalı Orintaş Ltd. Şti. vekili cevap dilekçesinde; davacıya tüm ücretlerinin eksiksiz ödendiğini, yol ve yemek ücretleri bakımından müvekkili şirketin davacı işçiye ödeme yapması gerektiği konusunda yükümlülüğünün bulunmadığını, müvekkilinin ekat programından haberinin olmadığını, alt işveren şirket olarak işçileri çalıştırdığı dönemde herhangi bir eğitim vermediğini ve işçilerden ödeme de almadığını, ihale şartnamelerine göre işçilerin giderlerinden sorumluluğunun da bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

7. Davalı ... Ltd. Şti. vekili cevap dilekçesinde; davacının ihaleyi alan yeni alt işveren nezdinde çalışması devam ettiğinden kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin ücreti alacaklarına hak kazanamayacağını, ekat ücretinin alınmadığını ve bu şekilde bir hakkının da olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

8. Davalı ... Mühendislik Ltd. Şti.; davaya cevap vermemiştir.

Mahkeme Kararı:

9. Gaziantep 2. İş Mahkemesinin 27.05.2016 tarihli ve 2014/111 E., 2016/275 K. sayılı kararı ile; davalılardan ...’ın diğer davalılar ile arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğu, hakkındaki davadan feragat edilmekle davalılardan ... Ltd. Şti. hakkında davanın feragat nedeniyle reddine, ücret alacağı talebi konusunda ise feragat nedeniyle tüm davalılar hakkında ücret talebinin feragat nedeniyle reddine, diğer alacakların kabulüne karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

10. Gaziantep 2. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar ... Ltd. Şti ve ... vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.

11. Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesinin 24.06.2020 tarihli ve 2017/30395 E., 2020/7687 K. sayılı kararı ile; 1. bendinde davalılar vekillerinin sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra, “…2-Taraflar arasında, davacının yol ve yemek ücreti alacaklarının bulunup bulunmadığı noktasında uyuşmazlık vardır.

Somut olayda, davacı alt işveren şirketler nezdinde davalı kurum bünyesinde çalıştığını, çalışma süresi boyunca yol ve yemek ücretlerinin ödenmediğini belirterek tahsilini talep etmiş, Mahkemece yaptırılan bilirkişi incelemesi ile hesaplanan yol ve yemek alacağı hüküm altına alınmıştır. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda, yol ve yemek ücretinin ne kadar olduğu konusunda dosya içerisindeki ücret bordroları, tanık anlatımları ve şartnamede herhangi bir bilgi ve beyanın bulunmadığı belirtilmiş, emsal dosyadaki bordrolara kıyasen hesaplama yapılmıştır. Bilirkişi raporu bu yönü ile denetime elverişli değildir.
Mahkemece davacı işçinin yol ve yemek yardımı alacağına ilişkin talebi kabul edilmiş ise de söz konusu alacakların dayanağı herhangi bir sözleşme hükmü veya işyeri uygulamasının varlığı ortaya konulmuş değildir. İhale yolu ile verilen işlerde hak edişlerin kapsamı ihale evraklarında belirtilir. Somut olayda, ihale şartname ve sözleşmelerinde, çalışanlara yol ve yemek yardımı sağlanacağına ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmadığı gibi, davacı ile işverenleri arasında bu yönde yazılı bir sözleşme de söz konusu değildir.

Dosya kapsamına ve mevcut delil durumuna göre söz konusu alacakların varlığı her türlü şüpheden uzak, tereddüte mahal bıramayacak ve hüküm kurmaya yetecek şekilde ispatlanamadığından, ihbar ve kıdem tazminatı hesabına esas aylık ücretin hesabında da dikkate alınması mümkün değildir. Davacının yöntemince ispatlanamayan yol ve yemek ücreti konusundaki alacak talebinin reddi ile ihbar ve kıdem tazminatı alacaklarının ise bu yardımlar dikkate alınmaksızın yeniden hesaplanması gerekmektedir. Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

3- Taraflar arasında davacının EKAT ücreti alacağının bulunup bulunmadığı noktasında da uyuşmazlık vardır.

Dosyadaki bilgi ve belgelere göre davacının davalı işyerinde 23.04.2009-31.03.2014 tarihleri arasında elektrik bakım onarım teknisyeni olarak çalıştığı anlaşılmaktadır. Davacı, davalılar arasında yapılan ihale şartnamesine göre elektrik kuvvetli akım tesislerinde yüksek gerilim altında çalışma izin belgesi eğitimi (EKAT) ilgili tüm giderlerin yükleniciye ait olması gerekirken, eğitim giderinin davacıdan talep edildiğini, davacının da ödemek zorunda kaldığını, 2009 yılının ikinci yada üçüncü ayında davalı ... Elektrik veya ... Mühendislik şirketlerinin muhasebecisi olan Nurullah Bulut'un posta çeki hesabına havale ile 2.200,00 TL gönderdiğini iddia etmiştir. Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, dosyada mevcut olan hizmet işleri genel ve bakım-onarım özel şartnamelerinde EKAT ile ilgili tüm eğitim giderlerinin yüklenici tarafından karşılanacağı ve işçilerden alınmayacağının belirtildiği ancak davalı taraflarca bu konuda dosyaya herhangi bir belge ve bilginin sunulmadığı, dosyada PTT'ye yazılmış bir müzekkere ve buradan gelmiş bir cevap veya ekstre de bulunmadığı belirtilerek emsal dosyalardaki bilgi ve belgeler değerlendirilerek davacının davalılardan 2.200,00 TL EKAT ücreti alacağının bulunduğu kanaatine varıldığı belirtilmiş ve mahkemece de isteğin kabulüne karar verilmiştir.

EKAT (Elektrik Kuvvetli Akım Tesislerinde yüksek Gerilim Altında Çalışma İzin Belgesi) eğitimi elektrik dağıtım sisteminde yüksek gerilimde çalışacak teknik personele verilmektedir. Elektrikle ilgili Fen Adamlarının Yetki Görev ve sorumlulukları Hakkında Yönetmelik ile Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğinin ilgili maddelerine göre, yüksek gerilimde çalışacak elektrikle ilgili fen adamlarının (elektrik teknisyeni, elektrik teknikeri...) alması zorunlu olan eğitimdir. Dava konusu işyerinde teknisyen olarak çalışan davacının Ekat belgesine sahip olmadan çalışması mümkün değildir. Mahkemece sözkonusu belgenin alınabilmesi karşılığında ödenmesi gereken ücretin davacı tarafından ödendiği kabul edilmişse de, dosyada buna ilişkin belge veya banka kaydına rastlanmamıştır. Bu doğrultuda öncelikle mahkemece, davacı tarafından belge temini için herhangi bir ödeme yapılıp yapılmadığı hususunun araştırılması gerekmektedir. Davacı tarafından belge ile ilgili ödemenin 2009 yılının ikinci yada üçüncü ayında davalı ... Elektrik veya ... Mühendislik şirketlerinin muhasebecisi olan Nurullah Bulut'un posta çeki hesabına havale ile gönderildiği iddia edildiğinden, Nurullah Bulut adlı kişinin hizmet döküm cetveli, işe giriş ve ayrılış bildirgeleri ile posta çeki hesabına ait 2009 yılına ilişkin hesap ekstresi getirtilerek, öncelikle davacı tarafından belirtilen şekilde bir ödeme yapılıp yapılmadığı tespit edilmeli, ödeme yapılması halinde Nurullah Bulut adlı kişinin ödemenin yapıldığı tarihte davalı işverenlerden herhangi birinin işçisi olup olmadığı belirlenmelidir. Ayrıca davalı işyerinden, Ekat belgesi ile ilgili eğitimi vermek ile sorumlu olan kurum ve kuruluşlardan, yapıldığı iddia edilen ödeme ile ilgili bilgi belge temini yapılarak, ödemenin kimin tarafından yapıldığı da araştırılmalıdır. Belirtilen tüm bu hususlar birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekmektedir. Eksik araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

4-Ayrıca davalı ... vekili tarafından temyiz aşamasında, 30.04.2014 tarihinde tazminat ödemesi açıklaması ile 1.347,30 TL ödeme yapıldığına ilişkin dekont sureti ibraz edilmiştir. Ödeme belgelerinin hakkı ortadan kaldıran özelliği nedeni ile yargılamanın her aşamasında dikkate alınması mümkündür. Açıklanan nedenle; sunulan belge uyarınca söz konusu ödemenin davacıya yapılıp yapılmadığı belirlenerek sonucuna göre bir karar verilmelidir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

12. Gaziantep 2. İş Mahkemesinin 17.12.2020 tarihli ve 2020/208 E., 2020/290 K. sayılı kararı ile; temyiz konusu yapılmayan ve kanunun açık bir hükmüne aykırılığı bulunmayan bir hususta karşı taraf lehine usulî mütesep hak oluştuğu gözetilmeksizin temyiz edilmeyen yol ve yemek ücretinin bozma konusu yapılmasının Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa aykırı olduğu, bir diğer bozma sebebi yapılan ekat ücretinin davalı alt işverenler ... Ltd. Şti. ve ... Ltd. Şti. adi ortaklığının davalı ... ile hizmet alımı sözleşmesi yaptığı 2009 yılı Nisan ayı/2011 yılı Mart ayı dönemine ilişkin adi ortaklığın muhasebecisi olan Nurullah Bulut hesabına davacı tarafından yatırıldığının dosya kapsamında sabit olduğu, bu konuda tarafların bir itirazının bulunmadığı, ekat ücretine ilişkin davalılarca mahkeme hükmüne aksi yönde etki edecek eşdeğer bir delilin temyiz aşamasında da sunulmadığı, diğer taraftan yol ve yemek ücreti ile ekat ücreti alacaklarının kabulü yönünde verilen kararların Yargıtay tarafından onanarak kesinleştiği, benzer mahiyette açılan davalarda farklı karar verilmesinin yargıda teklik ilkesine aykırı olacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

13. Direnme kararı yasal süresi içinde davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

14. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;

1-Hükmün Özel Dairece, yöntemince ispatlanamayan yol ve yemek ücretleri konusundaki alacak taleplerinin reddi ile ihbar ve kıdem tazminatlarının bu yardımlar dikkate alınmaksızın yeniden hesaplanması gerektiği gerekçesiyle bozulduğu eldeki davada; yol ve yemek ücreti alacakları ile ilgili temyiz itirazı bulunup bulunmadığı, bu yönden bozma kararı verilip verilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre davacı lehine usulî kazanılmış hak oluştuğu ve bazı işçiler tarafından açılan davalarda yol ve yemek ücreti alacaklarının kabulüne ilişkin verilen kararların kesinleştiğinden bahisle bu alacakların hüküm altına alınmasının yerinde olup olmadığı,

2-Elektrik kuvvetli akım tesislerinde yüksek gerilim altında çalışma izin belgesi eğitimi (EKAT) ücreti alacağına ilişkin mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm vermeye yeterli olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davacı tarafından belge temini için herhangi bir ödeme yapılıp yapılmadığı konusunda bozma kararında belirtildiği şekilde araştırma yapılmasının gerekip gerekmediği,

3-Davalı ... vekili tarafından ilk kararın temyizi aşamasında sunulan 30.04.2014 tarihinde tazminat ödemesi açıklaması ile 1.347,30TL ödeme yapıldığına ilişkin dekont suretinin, hakkı ortadan kaldıran özelliği nedeni ile yargılamanın her aşamasında dikkate alınması mümkün olduğundan bahisle, söz konusu ödemenin davacıya yapılıp yapılmadığı belirlenerek sonucuna göre bir karar verilmesinin gerekli olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

A. (1) numaralı uyuşmazlık yönünden;

15. 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Ücret ve ücretin ödenmesi” başlıklı 32. maddesinin 1. fıkrası uyarınca; “Genel anlamda ücret bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutardır”.

16. Ücret, asıl (çıplak, temel) ücret ve geniş anlamda (giydirilmiş) ücret olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Asıl ücret, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 32. maddesinin 1. fıkrasında tanımlanan ücret olup, çıplak ya da temel ücret olarak da adlandırılmaktadır. 4857 sayılı İş Kanunu’nun asıl ücret olarak nitelendirdiği işçiye ödenen temel (çıplak) ücret, para ile (nakden) ödenen tutardır. Diğer bir deyişle, temel ücret aynî (eşya) olarak kararlaştırılamaz ve ödenemez. Temel ücrete işçiye sağlanan ikramiye, prim, sosyal yardımlar ve diğer ücret ekleri gibi yan menfaatler dâhil değildir (Süzek, Sarper: İş Hukuku, 18. Baskı, İstanbul 2019, s.351). Geniş anlamda (giydirilmiş ücret) ücret ise, asıl ücret yanında işçiye ikramiye, prim, komisyon, kâr payı gibi ödemelerle, sosyal yardım niteliğindeki yemek, yol, giyim, yakacak, konut ve benzeri parasal veya para ile ölçülebilen yararların eklendiği ücrettir.

17. 4857 sayılı İş Kanunu uyarınca bazı ödemelerde geniş anlamda ücret dikkate alınmaktadır. Örneğin Kanun’un 17. maddesinin son fıkrasına göre ihbar tazminatının hesabında 32. maddenin 1. fıkrasında yazılan ücrete ek olarak işçiye sağlanmış para veya para ile ölçülmesi mümkün sözleşme ve Kanundan doğan menfaatler de göz önünde tutulur. Benzer durum kıdem tazminatının hesabında da görülmektedir. Zira 4857 sayılı İş Kanunu’nun 120. maddesi ile hâlen uygulanmakta olan mülga 1475 sayılı İş Kanunu’nun 14. maddesi uyarınca, asıl ücrete ilaveten işçiye sağlanmış olan para ve para ile ölçülmesi mümkün akdî ve kanundan doğan menfaatler de kıdem tazminatı hesabında dikkate alınır.

18. Sosyal yardım niteliğindeki yemek ücreti, işveren tarafından işçiye, işyerinde geçen süre boyunca beslenme ihtiyacını karşılaması için ödenen tutarı ifade etmektedir.

19. Bir işyerinde yemek ücretinin ödenip ödenmeyeceği iş sözleşmesi ile kararlaştırılabileceği gibi, işyerinde fiili uygulama ile de yemek ücretinin ödenmesi söz konusu olabilir. Yemek yardımı nakdi olabileceği gibi, yemeğin aynî olarak verilmesi veya yemek kartı ya da yemek kuponu verilmek suretiyle de yapılması mümkündür.

20. Yol parası ise, işverenin işçiye işe geliş ve işten dönüşte ulaşımı sağlaması adına ödediği tutardır. Yol parası, işçinin ikamet ettiği bölge ve işyeri arasındaki mesafeye ve kullandığı ulaşım şekline göre değişir. İşveren farklı yollarla işçiye ulaşım sağlayabilir.  Buna göre işveren işçiye her ay yol parasını nakit olarak ödeyebileceği gibi, işçinin yol kartına para yatırmak suretiyle de yol parasını ödeyebilir. Bir diğer yöntem ise, işverenin işçiler için servis imkânı sağlaması ya da işçiye yakıt parası ödemesi şeklindedir. 

21. 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında işverenin çalışanlarına yemek veya yol ücreti ödemesi gerektiği konusu ile ilgili herhangi bir zorunluluk bulunmamakta olup, bu ödemeler işverenin inisiyatifindedir.

22. İşçiye işveren tarafından yemek ve yol yardımı yapılıyorsa, bu sosyal amaçlı ödemeler ücretin eki niteliğinde olması nedeniyle ücrete ilave edilmesi gereken menfaat olarak kabul edilerek kıdem ve ihbar tazminatlarının hesabına esas ücret belirlenirken nazara alınması gerekmektedir.

23. Bu aşamada uyuşmazlığın çözümünde ilgisi nedeniyle usulî kazanılmış hak kavramına değinmekte de yarar vardır.

24. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu) “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukukî alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.

25. Kazanılmış haklar hukuk devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 2. maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti,…sosyal bir hukuk Devletidir.” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi, toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.

26. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı çıkması, o konuda yeni bir kanunun yürürlüğe girmesi, uygulanması gereken kanun hükmünün hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilmesi hâlleri usulî kazanılmış hakkın istisnalarıdır.

27. Bu sayılanların dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usulî kazanılmış haktan söz edilemez (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C. V, 6. Bası, İstanbul 2001, s 4738 vd).

28. Kamu düzenine aykırılık, mahkemelerce kendiliğinden gözetilmesi gereken bir husustur. Yüksek Mahkemeler de temyiz incelemesi sırasında bu hâlin varlığını kendiliğinden gözetmeli ve kamu düzenine aykırılığın tespiti durumunda, temyiz edenin sıfatına bakmaksızın, bu hususu bozma nedeni yapmalıdır.

29. Nitekim 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 439. maddesinde “Mahkemei Temyiz iki tarafın temyiz arzuhaliyle layihasında ve cevap layihasında muharrer kaffei itirazat ve müdafaat hakkında esbabı mucibe beyaniyle redden veya kabulen karar vermeğe ve bunları kararına yazmağa mecburdur.
Mahkemei Temyiz iki tarafın iddia ve müdafaatiyle mukayyet olmayıp kanunun sarih maddesine muhalif gördüğü diğer esbaptan dolayı da temyiz olunan kararı nakzedebilir.” hükmü yer almaktadır. Bu düzenleme dikkate alındığında temyiz sebepleri ile bağlı olma kuralına istisna getirilerek, kanunun açık hükmüne ve kamu düzenine aykırılık hâllerini Yargıtay’ın re’sen göz önünde bulunduracağı hükme bağlanmıştır.

30. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı vekili tüm çalışma süresi boyunca yol ve yemek ücretlerini müvekkilinin karşıladığını ileri sürerek sözü edilen alacakların tahsilini talep etmiştir. Davalılar ise İş Kanunu veya bir başka düzenleme gereği işverenin işçiye bu ihtiyaçları için ödeme yapması gibi bir zorunluluğunun bulunmadığını belirterek yol ve yemek ücretine ilişkin taleplerin reddi gerektiğini savunmuştur. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda, yol ve yemek ücretinin ne kadar olduğu konusunda dosya içerisinde herhangi bir bilgi ve beyanın bulunmadığı belirtilerek, emsal dosyadaki bordrolara kıyasen hesaplama yapılmış, mahkemece bu alacakların neden kabul edilmesi gerektiği yönünde herhangi bir gerekçeye yer verilmeksizin yol ve yemek ücretlerinin kabulü yönünde hüküm kurulmuştur.

31. Kararın davalı ... Ltd. Şti. ve davalı ... vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece, söz konusu alacakların dayanağı herhangi bir sözleşme hükmü veya işyeri uygulamasının varlığının ortaya konulmadığı, ihale yolu ile verilen işlerde hak edişlerin kapsamının ihale evraklarında belirtileceği, somut olayda ihale şartname ve sözleşmelerinde çalışanlara yol ve yemek yardımı sağlanacağına ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmadığı gibi, davacı ile işverenleri arasında bu yönde yazılı bir sözleşmenin de bulunmadığı, söz konusu alacakların varlığı her türlü şüpheden uzak, tereddüte mahal bırakmayacak ve hüküm kurmaya yetecek şekilde ispatlanamadığından yol ve yemek ücreti konusundaki alacak taleplerinin reddi ile ihbar ve kıdem tazminatı alacaklarının bu yardımlar dikkate alınmaksızın yeniden hesaplanması gerektiği gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.

32. Mahkemece, temyiz konusu yapılmayan ve kanunun açık bir hükmüne aykırılığı bulunmayan bir hususta karşı taraf lehine usulî mütesep hak oluştuğu gözetilmeksizin temyiz edilmeyen yol ve yemek ücretlerinin bozma konusu yapılmasının Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa aykırı olduğu ve kabul yönünde verilerek onama ile kesinleşen emsal dosyalar da dikkate alındığında bozmanın yerinde olmadığı gerekçesi ile direnme kararı verilmiştir.

33. Öncelikle belirtilmelidir ki, davalı ... vekilinin temyiz dilekçesinde müvekkilinin yol ve yemek yardımı bakımından diğer şirketlerle birlikte sorumlu tutulmasının usul ve yasaya uygun olmadığının belirtildiği görülmekle, mahkemenin bu alacakların temyiz konusu yapılmadığı şeklindeki direnme gerekçesinin yerinde olmadığı anlaşılmıştır.

34. Ayrıca emsal dosyalarda verilen kararlara göre eldeki davada yol ve yemek ücreti alacaklarının varlığının ispatlandığının kabul edilmesi de yerinde değildir. Zira her dosyanın kendi özelindeki delillere göre değerlendirilmesi gerekmekte olup, davacı kendisi tarafından karşılanan yemek ve yol masraflarının işverence ödenmesi gerektiğini ileri sürerek yol ve yemek ücretlerinin tahsilini talep etmiş ise de, bu talebinin dayanağı olarak herhangi bir bilgi, belge sunmamıştır.

35. Öte yandan, dosya kapsamında yer alan hizmet işleri genel şartnamesi, arıza onarım ve bakım işleri özel şartnamesi, belirli süreli iş sözleşmesi ve personel iş sözleşmesinde de yol ve yemek ücretlerinin işveren tarafından ödenmesi gerektiğine ilişkin düzenleme bulunmamaktadır.

36. Yine davacı tanıklarının “yol ve yemek ücreti ödenmedi” şeklindeki anlatımı dışında bu alacakların hangi sebeple işverence ödenmesinin gerektiği, taraflar arasında yol ve yemek ücretinin ödenmesi gerektiği yönünde bir anlaşmanın varlığı yönünde bir anlatım olmadığından bu yönde işyeri uygulamasının olduğunu da kabul etmek mümkün değildir.

37. Sunulan bordroların incelenmesinde de, bordrolarda “ek kazanç ve sosyal yardım” ve “sair ödeme” hanesinde tahakkukun bulunmadığı görülmüştür.

38. Bu itibarla dosya kapsamına ve mevcut delil durumuna göre söz konusu alacakların varlığı her türlü şüpheden uzak, tereddüte mahal bırakmayacak ve hüküm kurmaya yetecek şekilde ispatlanamadığından yol ve yemek ücreti konusundaki alacak talebinin reddi ile ihbar ve kıdem tazminatlarının bu yardımlar dikkate alınmaksızın yeniden hesaplanması gerekmektedir.

39. Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup direnme kararı bozulmalıdır.
B. (2) numaralı uyuşmazlık yönünden;

40. Yüksek gerilim altında çalışacak olanlara belirli bir temel eğitim ve sınav sonucunda başarılı oldukları takdirde elektrik kuvvetli akım tesislerinde çalışma izin belgesi verilmektedir. Özellikle yüksek gerilim hatları ve trafolarda çalışmak isteyenlerin bu belgeyi almaları gerekmektedir.

41. Elektrik kuvvetli akım tesislerinde çalışma izin belgesi, belirli bir ücret karşılığı bu eğitimi vermekle yetkili kılınmış kurumlar tarafından düzenlenen kurs sonucunda verilmektedir. Kurs merkezlerine başvurular genellikle belgeyi alan kişinin çalıştığı şirket tarafından yapılmaktadır. Kurs ücretinin kim tarafından ödeneceği ve ödenen miktarın ispatı ile ilgili olarak hukukî düzenlemelerde özel bir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenle ispatı genel hükümlere tabidir.

42. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesi uyarınca, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür”.

43. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İspat yükü” başlığını taşıyan 190. maddesinde de;

“(1) İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.

(2) Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir.” şeklinde düzenleme mevcuttur.

44. Yukarıda belirtilen maddenin 1. fıkrasında, ispat yükünün belirlenmesine ilişkin temel kural vurgulanmıştır. Buna göre, bir vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran taraf ispat yükünü üzerinde taşıyacaktır. 2. fıkrada ise, karinelerin varlığı hâlinde ispat yükünün nasıl belirleneceği düzenlenmiştir.

45. Dolayısıyla ekat ücretini ödediğini iddia eden işçi, kural olarak, bu iddiasını ispat etmek zorundadır.

46. Somut olayda, davacının, davalı ...’ın asıl işveren, diğer davalıların ise alt işveren olduğu işyerinde elektrik bakım onarım teknisyeni unvanı ile çalıştığı anlaşılmaktadır.

47. Davacı ... bakım onarım teknisyeni olması sebebiyle Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. Genel Müdürlüğünün “AG-YG(OG) Elektrik Dağıtım Şebekelerinde Arıza Onarım ve Bakım İşleri Özel Şartnamesi”nin 15. maddesinde yapılan düzenleme gereği elektrik kuvvetli akım tesisleri çalışma yetki belgesine (ekat) sahip olmak zorundadır. Yine özel şartnamenin 17.12. maddesinde bu izin belgesini almak için verilecek eğitimin tüm giderlerinin yüklenici tarafından karşılanması suretiyle tamamlatılacağı, yüklenicinin bu giderlerle ilgili personelinden hiçbir ücret alamayacağı ve ücretinden kesinti yapamayacağı belirtilmiştir.

48. Özel Daire ile mahkeme arasında ekat ücretinin özel şartnamede belirtildiği gibi yüklenici tarafından karşılanacağı konusunda bir ihtilaf bulunmamakla birlikte, bu eğitim ücretinin gerçekten davacı tarafından karşılanıp karşılanmadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

49. Davacı vekili dava dilekçesinde ekat ücreti olan 2.200TL’nin müvekkili tarafından 2009 yılının ikinci ya da üçüncü ayında davalı ... Ltd. Şti. veya ... Ltd. Şti.’nin muhasebecisi olan Nurullah Bulut’un posta çeki hesabına havale ile gönderdiğini ileri sürmüştür.

50. Özel Dairece, ekat ücretiyle ilgili PTT’ye yazılmış bir müzekkere ve buradan gelmiş bir cevap veya ekstre bulunmadığı, mahkemenin eksik araştırma ile ekat ücretinin kabulüne karar verdiği gerekçesiyle bozma yapılmış, mahkemece, ekat ücretinin davalı alt işverenler ... Ltd. Şti. ve ... Ltd. Şti. adi ortaklığının muhasebecisi olduğu dosya kapsamından anlaşılan Nurullah Bulut hesabına davacı tarafından yatırıldığının dosya kapsamında sabit olduğu gerekçesiyle bozma kararına karşı direnilmiştir.

51. Öncelikle dava dilekçesi ekinde davacının 09.03.2009 tarihinde Nurullah Bulut’un 5760971 numaralı posta çeki hesabına 2.200TL ödeme yaptığına ilişkin “PTT Genel Müdürlüğü Tahsilat/Ödeme Belgesi”nin bulunduğu görüldüğünden, bozma kararında yer alan PTT’ye yazılmış bir müzekkere ve buradan gelmiş bir cevap veya ekstre bulunmadığına ilişkin tespit dosyadaki delil durumuna göre hatalıdır.

52. Diğer taraftan mahkemece, Nurullah Bulut isimli şahsın ... Ltd. Şti. ve ... Ltd. Şti. adi ortaklığının muhasebecisi olduğunun dosya kapsamından anlaşıldığı belirtilmişse de, aksine Nurullah Bulut isimli şahsın kim olduğu, ne iş yaptığı ve davalılar yanında çalışmasının olup olmadığına ilişkin dosyada delil bulunmamaktadır. Mahkemenin bu gerekçesi de isabetsizdir.

53. O hâlde mahkemece, davacı tarafından belge ile ilgili ödemenin davalı ... Ltd. Şti. veya ... Mühendislik Ltd. Şti’nin muhasebecisi olan Nurullah Bulut’un posta çeki hesabına havale ile gönderildiği iddia edilerek bu iddiasını destekler mahiyette dava dilekçesi ekine 09.03.2009 tarihli PTT makbuzu sunulduğundan, Nurullah Bulut adlı kişinin hizmet döküm cetveli, işe giriş ve işten ayrılış bildirgeleri getirtilerek ödeme yapılan Nurullah Bulut adlı kişinin ödemenin yapıldığı tarihte davalı işverenlerden herhangi birinin işçisi olup olmadığı belirlenmelidir. Ayrıca davalı işyerinden, ekat belgesi ile ilgili eğitimi vermek ile sorumlu olan kurum ve kuruluşlardan, yapıldığı iddia edilen ödeme ile ilgili bilgi belge temini yapılarak ödemenin kimin tarafından yapıldığı da araştırılmalıdır.

54. Hâl böyle olunca direnme kararı yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulmalıdır.

C. (3) numaralı uyuşmazlık yönünden;

55. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukukî kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.

56. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Anayasa)’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinin 1. fıkrası “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmünü düzenlemiş olup, hak arama özgürlüğü adı altında hukukî koruma (korunma) talebine yönelik anayasal teminatı bireylere vermektedir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur.

57. Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrasında ise, usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı ifade edilmiştir.

58. Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrası uyarınca, usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmünde olup, bu kapsamda ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesinde adil yargılanma hakkı ayrıntılı şekilde yer almıştır.

59. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin 1. fıkrasında; herkesin medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve kamuya açık olarak görülmesini isteme hakkına sahip olduğu düzenlenmiştir. Anılan madde de düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurlarından bir tanesi yargılamanın “makul bir süre içinde” bitirilmesi ilkesidir.

60. Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletlerin yargısal sistemlerini makul bir sürede yargılama dâhil olmak üzere, AİHS’nin 6. maddesinde yer alan şartlara uyacak şekilde düzenlemek ile görevli olduğunu belirtmiştir (AİHM, Zimmerman ve Steiner –İsviçre, 13 Temmuz 1983, 29. paragraf).

61. Bir davaya taraf olan herkes, karşı taraf karşısında kendisini önemli bir dezavantajlı konumda bırakmayacak şartlarda iddialarını mahkemeye sunabilmesi için makul bir fırsata sahip olabilmelidir (AİHM, De Haes ve Gijsels-Belçika, 24 Şubat 1997).

62. Aynı şekilde, tarafların gösterilen tüm delillerden haberdar olması ve görüş bildirebilmesi de adil yargılanma hakkı kapsamında gözetilmesi gereken ilke olarak belirtilmiştir (AİHM, Borgers-Belçika, 30 Ekim 1991).

63. Öte yandan, Anayasa’nın 141. maddesinde “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.” denilmek suretiyle, davaların makul bir süre içerisinde bitirilmesi gerekliliği açıkça düzenlenmiştir.

64. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda yer alan düzenlemeye paralel bir düzenleme, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 30. maddesinde de yer almaktadır. Sözü edilen 30. madde; “(1) Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” şeklindedir.

65. Gelinen bu noktada belirtilmelidir ki, davacı açtığı davada, davalı tarafından ihlâl edildiğini ileri sürdüğü hakkının mahkeme aracılığı ile tanınmasını ve davalının mahkûm edilmesini talep ederken; davalı da, davacının haklı olmadığının tespitini ve davanın reddini savunur. Davada, her iki taraf da kendisinin haklı olduğunu ileri sürer ve hâkimin kendi lehine karar vermesi için ispat faaliyetinde bulunur.

66. Dava konusu edilen hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayanağı olarak taraflarca gösterilen vakıaların gerçekten var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi faaliyetine ispat denir.

67. İspat, hâkimi ikna (inandırma) faaliyetidir ve dayandığı delillerle hâkimi ikna eden taraf davayı kazanır. İspat araçlarına delil adı verilir (Yılmaz, Ejder: Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, 4. Baskı, Ankara 2021, s.3495).

68. Bu ilke ve açıklamalara paralel olarak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda da yargılamanın makul sürede bitirilmesini sağlamak amacıyla düzenlemeler yapılmış ve bu amaca ulaşılabilmesi için önemli bir katkı sağlayan delillerin bildirilme zamanı özel olarak düzenlenmiştir.

69. Delillerin belirli bir zaman dilimi içinde gösterilip sunulması yargılamayı çabuklaştıracak olmasının yanı sıra, taraflara da gösterilen delillerden haberdar olarak zamanında bunlara karşı delil veya görüş bildirebilme imkânı tanıyacak, böylece uyuşmazlıklar en kısa sürede adilane çözüme kavuşacaktır.

70. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 25. maddesinde düzenlemesine yer verilen “Taraflarca getirilme ilkesi”nin işlerlik kazandığı davalarda, davanın taraflarınca delillerin gösterilmesi işleminin gerçekleştirilmesi gerekir. Anılan ilke uyarınca, hâkim, kural olarak, hiçbir delile kendiliğinden başvuramaz. Bu kuralın istisnasını, bilirkişi incelemesi yaptırılması ve keşif icrası oluşturur (Tanrıver, Süha: Medeni Usul Hukuku, Cilt 1, Ankara 2016, s.806 vd.)

71. Re’sen araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda ise, hâkim, dava bağlamında bütün delillere kendiliğinden müracaat edebilir. Çünkü sözü edilen ilkenin işlerlik kazandığı davalarda, dava malzemesinin bir parçasını oluşturan delillerin toplanması bağlamında da hâkim, tarafların yanı sıra önemli bir rolü üstlenmiş durumdadır; pasif değil, aktif bir konumda bulunmaktadır (Tanrıver, s.807).

72. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda iki temel yargılama usulü düzenlenmiştir. Bunlar; yazılı (m. 118-186) ve basit (m. 316-322) yargılama usulleridir. HMK, asıl olarak yazılı yargılama usulüne göre hükümler koymuş ve basit yargılama usulünü istisna kabul ederek düzenlemeler yapmıştır.

73. Hukuk yargılamasında, gerek yazılı yargılama gerekse de basit yargılama usulünde dava, mahkemeye hitaben yazılan bir dilekçeyle açılır. Davanın açıldığı mahkemeye veya uyuşmazlığın niteliğine göre uygulanacak yargılama usulü farklılık göstermektedir.

74. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Basit yargılama usulüne tabi dava ve işler” başlıklı 316. maddesinin (g) bendi; “Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işler.” şeklindeki düzenleme ile hangi dava ve işlerin basit yargılama usulüne tabi olduğunu açıklamıştır.

75. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119. maddesinin 1. fıkrasının (f) bendi uyarınca, gerek yazılı gerekse basit yargılama usulünde, iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin dava dilekçesinde belirtilmesi gerekmektedir. Aynı gereklilik, cevap dilekçesi açısından da geçerlidir.

76. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Cevap dilekçesinin içeriği” başlıklı 129. maddesinin 1. fıkrasının (d) ve (e) bendlerine göre cevap dilekçesinde; davalının savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri ile savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin bildirilmesi gerekir. Bu husus davalının savunmasını somutlaştırma yükümlülüğünün gereği olup, davalı savunmasının dayanağı olan bütün vakıaları hangi delillerle ispat edeceğini cevap dilekçesine ekleyerek mahkemeye vermeli ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların teminini sağlayıcı açıklamalarda bulunmalıdır.

77. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi” başlıklı 194. maddesi;

“(1) Taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar.

(2) Tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur.” hükmünü haizdir.

78. Bu düzenleme, tarafların iddialarının (HMK, m. 119/1,f) ve savunmalarının (HMK, m. 129/1,e) dayanaklarını dilekçelerinde göstermeleri yönündeki hükümler ile paraleldir.

79. Kanun, ispat faaliyetinin tam olarak yürütülebilmesi, mahkemenin uyuşmazlığı doğru tespit ederek yargılama yapabilmesi ve özellikle karşı tarafın ileri sürülen vakıalara karşı kendini savunabilmesi için, iddia edilen vakıaların açık ve somut olarak ortaya konulması gerekliliğini düzenlemiş olup, somutlaştırma yükümlülüğü olarak adlandırılmaktadır.

80. Somutlaştırma yükü, kendiliğinden (re’sen) araştırma ilkesinin geçerli olduğu davalarda da uygulanır.

81. Daha önce Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan bu (yeni) hüküm, soyut ve yuvarlak ifadelerle dava açılmasının ve böylece tarafların ve mahkemenin boş yere zaman kaybetmesinin önüne geçilmek amacıyla getirilmiştir. Hükmün konuluş gerekçesinde, somutlaştırma yükünü yerine getirmeyen tarafın bunun sonuçlarına katlanacağı belirtilmişse de, bunun yaptırımının ne olacağı HMK’nın 194. maddesinde açıkça öngörülmemiştir. Ancak bu husus, HMK, m. 29’daki “dürüstlük kuralı” ile birlikte düşünülmelidir (Yılmaz, s.3631).

82. Mahkemenin görevi, önüne gelen uyuşmazlığı hukuka uygun bir şekilde karara bağlamaktır. Bunun yerine getirilebilmesi de tarafların kendilerine düşen yükümlülükleri yerine getirmeleri ve mahkemeden ne istediklerini açıkça ortaya koymalarına bağlıdır. Bu sebeple, somutlaştırma yükü, taraflara düşen önemli bir ödevdir; aksi takdirde davanın aleyhlerine sonuçlanması söz konusu olacaktır.

83. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda düzenlenen yargılama usullerine göre delillerin gösterilme zamanının açıklanmasında da yarar bulunmaktadır.

84. Yazılı yargılama usulünde, davacının dava dilekçesinde, davalının ise dava dilekçesinin kendisine tebliği üzerine işlemeye başlayan iki haftalık süre içerisinde vereceği cevap dilekçesinde, iddiasının ya da savunmasının dayanağı olan maddi vakıaları ve ispatta kullanacağı delilleri göstermesi gerekir. Davalının cevap dilekçesi kendisine tebliğ edilmiş olan davacı, bu dilekçenin kendisine tebliğinden itibaren iki haftalık süre içerisinde mahkemeye vereceği cevaba cevap dilekçesinde davalının savunmasını etkisiz kılmak amacıyla yeni vakıalar ileri sürüyorsa ya da dava dilekçesinde belirtmiş olduğu vakıaları genişletiyor yahut eski vakıaların yerine tümüyle yenisini ikame ediyorsa, sözü edilen türdeki vakıaların ispatı bağlamında da yeni delil gösterebilir. Aynı durum davalının, davacının cevaba cevap dilekçesinin kendisine tebliği üzerine iki haftalık süre içerisinde mahkemeye vereceği ikinci cevap dilekçesinde, davacının iddialarını etkisiz hâle getirmek amacıyla savunma bağlamında yeni vakıalar ileri sürmesi veya cevap dilekçesinde dayanmış olduğu vakıaları genişletmesi ya da eski vakıaların yerine tümüyle yeni ve müstakil bir kimlik taşıyan vakıaları ikame etmesi olasılığında da geçerlilik taşır.

85. Hemen belirtilmelidir ki; hem dava dilekçesinde hem de cevap dilekçesinde gösterilen ve tarafın elinde bulunan belgelerin dilekçeye eklenerek mahkemeye sunulması, başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayıcı açıklamanın dilekçede yer alması zorunludur (HMK, m. 121, 129/2).
86. Tarafların, davanın başında sahip oldukları bütün delilleri göstermek ve ellerinde bulunan delilleri tevdi etmek zorunluluğuyla karşı karşıya bırakılmaları, delillerin gösterilmesi faaliyetine zaman itibariyle sınırlama getirilmesi ve yargılamanın sonraki aşamalarında yeni delil gösterilmesi olanağının kullanımının kanunla belirli şartlara bağlı kılınması anlamını taşımaktadır.

87. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 137. maddesinin 1. fıkrası uyarınca; “Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılır. Mahkeme ön incelemede; dava şartlarını ve ilk itirazları inceler, uyuşmazlık konularını tam olarak belirler, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapar, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya arabuluculuğa teşvik eder ve bu hususları tutanağa geçirir.” düzenlemesi bulunmaktadır.

88. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu döneminde yargılama (dilekçeler, tahkikat, sözlü yargılama ve hüküm aşaması) dört aşamadan ibaret iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile usûl hukukuna yeni ve önemli bir kurum olarak yargılamada ön inceleme safhası (dilekçeler, ön inceleme aşaması, tahkikat, sözlü yargılama ve hüküm aşaması) dâhil edilmiştir.

89. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile getirilen ön inceleme aşaması (m. 140), yargılamada özel bir öneme sahiptir. Bu aşamanın başarısı, esasen bu duruşmaya doğru bir şekilde hazırlanılması ve yapılması gereken işlemlerin mahkemece ve taraflarca  doğru bir şekilde yapılmasına bağlıdır (Yılmaz, s.2994 vd.).

90. Ön inceleme, dilekçeler aşaması ile tahkikat aşaması arasında ayrı ve bağımsız bir aşama olacak şekilde, beş yargılama aşamasından biri olarak öngörülmüştür. Bu aşamada ilk itirazlar ve dava şartları yönünden dosyanın bir incelemeye tabi tutulması ve tarafların uyuşmazlık içerisinde olduğu konular ile anlaştıkları konuların ayrılarak, delillerin toplandığı ve değerlendirildiği tahkikat aşamasına eksiksiz ve hazır bir şekilde geçilmesi amaçlanmıştır.

91. Ön incelemenin asıl işlevi, uygulamada birbirinin içine geçirilmiş aşamaların ayrılması bağlamında ortaya çıkmaktadır. Zira ön inceleme aşamasına kadar dilekçeler tamamlanmış ve tahkikat aşamasında toplanması gerekenler dışında kalan deliller toplanmış olacak, böylece artık tahkikat aşamasında kural olarak delil toplanması söz konusu olmayacağından, duruşmalar delillerin tartışıldığı oturumlar hâline gelmiş bulunacaktır.

92. Bu çerçevede ön inceleme duruşmasında tahkikat işlemleri yapılamaz, tahkikata götüren hazırlık işlemleri yapılır. Tahkikat aşamasından farklı olarak ön inceleme aşamasında işin esasına girilmeyeceğinden, kural olarak delillerin incelenmesi söz konusu olmayacaktır. Bu aşamada delillerin toplanması için hazırlık işlemleri yapılacak ve bu sayede dosyanın tekemmül etmesi sağlanacaktır.

93. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Ön inceleme duruşmasına davet” başlıklı 139. maddesi, yargılama sırasında tamamlanmış işler bakımından uygulanması gereken ve 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (7251 sayılı Kanun) 13. maddesiyle yapılan değişiklikten önceki hâliyle; “(1) Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki maddelerde belirtilen incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara bildirir. Çıkarılacak davetiyede, duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar yanında, taraflara sulh için gerekli hazırlığı yapmaları, duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda, gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği ve diğer tarafın, onun muvafakati olmadan iddia ve savunmasını genişletebileceği yahut değiştirebileceği ayrıca ihtar edilir.” şeklinde düzenlenmiştir. 7251 sayılı Kanun’un 13. maddesiyle yapılan değişiklikle birlikte anılan madde; “(1) Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki maddelerde belirtilen incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara bildirir. (Değişik cümle:22/7/2020-7251/13 md.) Çıkarılacak davetiyede aşağıdaki hususlar ihtar edilir:

a) Duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar.

b) Tarafların sulh için gerekli hazırlığı yapmaları.

c) Duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği.

ç) Davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceği.” şeklinde düzenlenmiştir.

94. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 139. maddesinin yeni düzenlemesine bakıldığında, dilekçelerin teatisi aşamasının tamamlanması ve tarafların ön inceleme duruşmasına davet edilmesi yine iki farklı aşama olarak korunmaya devam edilmiştir. Fakat değişiklikle birlikte, eksik delillerin sunulması ve başka yerden getirtilecek delillere ilişkin açıklama yapılması ihtarının artık ön inceleme duruşması davetiyesi ile birlikte yapılacağı düzenlenmiştir.

95. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 140/5. maddesi, uyuşmazlık döneminde yürürlükte olan 7251 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle yapılan değişiklikten önceki hâliyle; “(5) Ön inceleme duruşmasında, taraflara dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için iki haftalık kesin süre verilir. Bu hususların verilen kesin süre içinde tam olarak yerine getirilmemesi hâlinde, o delile dayanmaktan vazgeçilmiş sayılmasına karar verilir.” hükmünü haizdir. Anılan emredici düzenlemeye göre taraflar, delil olarak dayandıkları belgeleri dilekçelerine ekleyerek vermek ya da başka yerden getirilecekse, bunu belirtmek zorundadırlar. Şayet taraflar, bu konuda yapmaları gereken işlemleri eksik bırakmışlarsa, tahkikata başlamadan önce taraflara son kez kısa bir süre verilerek bu eksiklikleri tamamlamaları düşünülmüştür. Taraflar bu şanslarını da doğru kullanamazlarsa, artık tahkikat mevcut delillerle yürütülecek ve tarafların o delile dayanmaktan vazgeçtikleri kabul edilecektir.

96. 7251 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle yapılan değişiklikle birlikte HMK’nın 140/5. maddesi; “(5) (Değişik:22/7/2020-7251/14 md.) 139 uncu madde uyarınca yapılan ihtara rağmen dilekçelerinde gösterdikleri belgeleri sunmayan veya belgelerin getirtilmesi için gerekli açıklamayı yapmayan tarafın bu delillere dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilir.” şeklinde düzenlenmiştir.

97. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 140. maddesinin 5. fıkrasında vurgulanması gereken husus; “dilekçelerinde gösterdikleri” ibaresinin kullanılmış olmasıdır.

98. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 140/5. maddesi, ön inceleme duruşmasında dahi, dava ve cevap dilekçesinde gösterilmiş olmayan belgenin ikamesine izin vermemiştir. Bu da doğaldır. Çünkü şeklî gerçeği arayan özel hukuk yargılamasında, ilişkinin maddi gerçeği değil, özel hukukun biçtiği kalıplara uygunluğu incelenecektir. Böyle bir kalıbı ispat eden belgeyi delil olarak belirtmeyen tarafın, hak arama özgürlüğünü doğru biçimde kullandığından söz edilemez. Hakkını etkin biçimde kullanma çabasını başlangıçta göstermeyen tarafın, sonradan belgeyi delil olarak kullanmak istemesi, uyuşmazlığın netleşmesini de, çözümünü de geciktirecektir. Üstelik böyle bir belgenin dava veya cevap dilekçesinde belirtilmiş olması, uzlaşmayı kolaylaştırabilecekken, bu imkân da kaybedilmiş olacaktır. Böyle olunca, uyuşmazlığın süratle çözümlenmesinden beklenen kamu yararı zedelenecektir. O hâlde, dava ve cevap dilekçelerinde gösterilmemiş bulunan belge delillerinin, ön inceleme duruşması da dâhil olmak üzere, sonradan ikame edilmesi, ancak 145. maddede belirtilen şartlarla mümkündür.

99. Uyuşmazlık döneminde yürürlükte bulunan 140/5. maddesinin sözüne (lafzına) bakıldığında, mahkemenin ön inceleme duruşmasında, taraflara delil sunmaları için vereceği iki haftalık sürenin, tarafların dilekçelerinde gösterip de sunmadıkları belgeleri sunmaları (yahut başka yerden getirtilecek belgelerle ilgili açıklama yapmaları) olanağı için tanındığı anlaşılmaktadır. Nitekim hükmün gerekçesinde de; “Taraflar, delil olarak dayandıkları belgeleri dilekçelerine ekleyerek vermek ya da başka yerden getirilecekse, bunu belirtmek zorundadırlar. Şayet taraflar, bu konuda yapmaları gereken işlemleri eksik bırakmışlarsa, tahkikata başlamadan önce, taraflara son kez kısa bir süre verilerek bu eksiklikleri tamamlamaları düşünülmüştür. Taraflar bu şanslarını da doğru kullanamazlarsa, artık tahkikat mevcut delillerle yürütülecek ve tarafların o delile dayanmaktan vazgeçtikleri kabul edilecektir. Yargılamanın uzaması sebeplerinin başında, tarafların ellerinde bulunan delilleri sunmamaları  ya da başka yerden getirilecekse gerekli açıklamaları yaparak masrafını vermemeleri gelmektedir. Zaman zaman tarafların bu konuda kötüniyetli olarak yargılamayı uzatıcı işlemler yaptıkları da görülmektedir. Beşinci fıkra ile bu sorun çözümlenmiş olacaktır.” denilmek suretiyle, hükmün sözü (lafzı) pekiştirilmiştir.

100. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun sisteminde, uyuşmazlık döneminde yürürlükte bulunan HMK’nın 140/5. maddesi dikkate alındığında ön inceleme duruşmasında tayin edilen kesin süreye uyulmaması, vazgeçme yaptırımına bağlanarak, davayı uzatıcı bu kötüniyetli davranışlar engellenmeye çalışılmıştır. Zira dilekçelere eklenip sunulmamış, daha sonra ön incelemede ek olarak bildirilen süre içinde de verilmemiş delillere, tahkikat içinde kural olarak dayanılamaz. Tahkikatın amacı, kural olarak, delil toplamak değil, delilleri incelemek ve değerlendirmektir; aksi hâlde tahkikat tamamlanamaz ve yargılama uzar.

101. Ancak istisnaen belirli koşulların gerçekleşmesi kaydıyla, taraflar gerek ön inceleme gerekse de tahkikat aşamasında yeni delil gösterebilme olanağına sahiptirler.

102. Nitekim bu husus, HMK’nın “Sonradan delil gösterilmesi” başlığını taşıyan 145. maddesinde “(1) Taraflar, Kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler. Ancak bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir.” şeklinde düzenlenmiştir.

103. Tarafların Kanun’da belirtilen süreden sonra delil gösteremeyeceklerine ilişkin kurala getirilen istisnanın, dava ve cevap dilekçelerinde hiç delil bildirmeyen, ön inceleme aşamasında veya çıkarılacak davetiye üzerine delillerini sunmayan veya toplanması için gerekli işlemleri yapmayan tarafın tahkikat aşamasında delil bildirme haklarının olduğu şeklinde anlaşılması mümkün değildir.

104. Bu kapsamda delilin sonradan sunulması, o delile daha önceden ulaşılamamasına ya da o delilin varlığı hakkında mazur görülebilir bir bilgisizliğe, bir engellemeye vs. dayanıyorsa mümkündür. Tarafın salt ihmalkârlığı, yeterince araştırmaması, davayı uzatma amacı, davayı önemsememesi, kötü niyeti gibi hususlarla o delili sunmaması hâlinde sonradan delil sunulması kabul edilemez, artık o delilden vazgeçmiş sayılır (Atalay, Oğuz; Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuku, Cilt II, 15. Bası, İstanbul 2017, s.1760).

105. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 31. maddesi gereğince hâkim de, davayı aydınlatma ödevi uyarınca maddi ya da hukukî  açıdan belirsiz gördüğü hususlar açısından ihtiyaç duyduğu takdirde taraftan yeni delil göstermesini isteyebilir.

106. Bu aşamada bir diğer istisnai hükmün açıklanması gereklidir. O da “İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi” başlıklı HMK’nın 141. madde hükmüdür.

107. 7251 sayılı Kanun’un 15. maddesiyle yapılan değişiklik öncesi hâliyle, HMK’nın 141. maddesinde yargılamanın aşamalarına göre bir ayrım yapılmıştır. Buna göre;

“(1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.

(2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır”.

108. Anılan maddenin gerekçesinde belirtildiği üzere; tarafların karşılıklı dilekçelerini verdikleri aşamada, herhangi bir sınırlamaya bağlı olmadan uyuşmazlığın genel çerçevesi içinde iddia ve savunmalarını değiştirebilecekleri kabul edilmiştir. Bu imkân, sadece cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi için söz konusudur. İkişer dilekçeden sonra, hangi ad altında olursa olsun verilecek dilekçeler, sınırlama ve yasak kapsamında kabul edilmelidir. Her iki taraf da ön inceleme oturumuna gelirse, ancak karşı tarafın muvafakati ile genişletme söz konusu iken; taraflardan biri mazeretsiz gelmez, diğeri gelirse, gelen taraf, karşı tarafın muvafakatine gerek olmadan iddia ve savunmasını genişletip değiştirebilecektir.

109. 7251 sayılı Kanun’un 15. maddesiyle yapılan değişiklikle birlikte HMK’nın 141. maddesi; “(1) (Değişik:22/7/2020-7251/15 md.) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.

(2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” şeklindedir.
110. Görüldüğü üzere, HMK’nın sistematiği içinde tahkikat aşamasına geçilmezden evvel tarafların uyuşmazlık konularının ve bu uyuşmazlıkların çözümü için ileri sürdükleri delillerin daha işin en başında belirlenerek tahkikatın etkin bir şekilde yapılmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır.

111. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Süresinde cevap dilekçesi verilmemesinin sonucu” başlıklı 128. maddesine göre; süresi içinde cevap dilekçesi vermemiş olan davalı, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkâr etmiş sayılır. Cevap vermemek davalının bilerek cevap vermemesi biçiminde olabileceği gibi, cevap süresinin kaçırılması suretiyle de olabilir. Davayı inkâr etmiş sayılan davalı, daha sonra ikinci cevap dilekçesi veremez. Zira ikinci cevap dilekçesi, cevaba cevap dilekçesine karşı verilir. Cevap dilekçesi vermemiş olan davalının sadece inkâr ile yetinmiş olduğu varsayılır ve ön inceleme ile tahkikat aşamasında sadece inkâr çerçevesinde savunma yapabilir ve bu yönde ispat faaliyetinde bulunarak delil gösterebilir (Pekcanıtez, s.1206). Öte yandan davalının süresinde cevap dilekçesi vermemesi sonucunda davacının da artık cevaba cevap dilekçesi veremeyeceğinin tabii bulunması karşısında, HMK’nın 136. maddesine göre dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasının tamamlanması nedeniyle ön inceleme aşamasına geçilecek ve kanundan kaynaklı istisnai hâller dışında görülmekte olan davaya ilişkin taraflar açısından iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı başlamış olacaktır.

112. Ön inceleme aşamasında tarafların anlaşıp anlaşamadıkları konuları belirleyen ve hangi vakıaların uyuşmazlık konusu olduğunu tespit eden ve bunu tutanağa geçiren mahkemenin, tahkikat aşamasında yapacağı faaliyet (iş), uyuşmazlık konusu olayları incelemek, bunlar hakkında tarafların gösterdiği delilleri, ileride vereceği hükme esas almak üzere ispat hukuku kurallarına göre değerlendirmektir (Yılmaz, s.901).

113. Taraflar, tahkikat aşamasında kural olarak iddia ve savunmalarını genişletip değiştiremezler; yani yeni vakıa ileri süremezler ve eski vakıaların yerine yeni vakıalar ikame edemezler. Bunun yapılabilmesi ancak karşı tarafın açık muvafakati, bunun mümkün olmaması durumunda da ıslah suretiyle gerçekleştirilebilir.

114. Keza, bir delilin sonradan ileri sürülmesinin yargılamayı geciktirme amacı taşımaması veya süresinde ileri sürülememesinin ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmaması durumunda, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir (HMK, m. 145).

115. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 145. maddesinin gerekçesinde şöyle denilmektedir: “Uygulamada, davaların uzamasının temel sebeplerinden birinin de gereksiz yere yeni delil sunulması ve bu konuda taraflara verilen sürelere uyulmaması olduğu bilinmektedir. Maddenin ilk fıkrasıyla, Kanunda belirtilen sürelerden sonra, davada yeni delil sunulmasının yasak olduğu kural olarak benimsenmiştir. Fakat iki istisna kabul edilmiştir. Yeni delil sunulması talebi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya delilin süresinde sunulmaması ilgili tarafın kusuru dışında bir sebebe dayanıyorsa, hâkim gerekçesini de belirtmek şartıyla, yeni delil sunulmasına izin verebilir. Bu şekilde delil sunma kuralına istisna getirilmesi, hukukî dinlenme hakkının tabiî bir sonucudur”.

116. Kanun koyucunun, belli şartların varlığı hâlinde, taraflara yargılamanın daha sonraki aşamalarında delil ileri sürebilmeleri için istisnai bir düzenleme getirmesinin gerekçesi, adil yargılanma hakkının bir unsurunu oluşturan “hukukî dinlenilme hakkı”dır (Yılmaz, s.3032).

117. Basit yargılama usulünde, davacının dava dilekçesinde, davalının ise dava dilekçesinin kendisine tebliği üzerine iki haftalık süre içerisinde vereceği cevap dilekçesinde iddiasının ya da savunmasının dayanağı olan maddi vakıaları ispatta kullanacağı tüm delilleri, her bir delili maddi vakıalarla da ilişkilendirmek suretiyle göstermesi gerekir.

118. Nitekim bu husus HMK’da “Delillerin ikamesi” başlığını taşıyan 318. maddesinde; “(1) Taraflar dilekçeleri ile birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek; ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadır.” şeklinde düzenlenmiştir.

119. Basit yargılama usulünde dilekçeler teatisi aşaması; dava dilekçesi ve onun karşılığını oluşturan cevap dilekçesi ile sınırlıdır. Bu usul, daha çabuk sonuçlandırılması gereken, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş daha basit ve seri bir yargılama usulüdür.

120. Basit yargılama usulünde, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri bulunmamaktadır (HMK, m. 317/3). Dolayısıyla delillerin gösterilmesiyle ilgili olarak ikinci dilekçeler bağlamında yapılan açıklamalar, basit yargılama usulü açısından geçerli değildir. Ancak HMK’nın 322. maddesinin 1. fıkrası uyarınca; ön inceleme ve tahkikat aşamalarında yeni delil gösterilmesi hususunda yazılı yargılama usulü dikkate alınarak yapılan açıklamalar, basit yargılama usulünde de aynen geçerlilik taşımaktadır.

121. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 322. madde yollamasıyla uygulanması mümkün olan HMK’nın 145. maddesindeki koşulların bulunması hâlinde, sonradan gösterilen delillerin basit yargılama usulünde de incelenmesi mümkündür.

122. Yine, basit yargılama usulünde iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı, yazılı yargılama usulünden farklı olarak dava açılmasıyla ve cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar (HMK, m. 319).

123. Mülga 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7. maddesinde iş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanacağı; 15. maddesinde ise bu Kanunda açıklık olmayan hâllerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren ve 450. maddesi ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nu yürürlükten kaldıran HMK, 447/1. maddesi uyarınca diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanun’daki basit yargılama usulü ile ilgili hükümlerin uygulanacağını düzenlemiş, aynı Kanun’un 316 vd. maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir.

124. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun sistematiği içinde tahkikat aşamasına geçilmezden evvel, tarafların uyuşmazlık konularının ve bu uyuşmazlıkların çözümü için ileri sürdükleri delillerin daha işin en başında belirlenerek tahkikatın etkin bir şekilde yapılmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır. Zira tahkikatın amacı, kural olarak delil toplamak değil, delilleri incelemek ve değerlendirmektir; aksi hâlde tahkikat tamamlanamaz ve yargılama uzar. Bu sebeple HMK’nın 145. maddesinde belirtilen ve tarafın etki alanı dışında kalan çok özel durumlar dışında, sonradan delil sunulması hâlinde bu deliller dikkate alınmamalıdır.

125. Bu aşamada temyiz incelemesinin kapsamıyla ilgili açıklama yapmakta yarar bulunmaktadır.

126. 01.10.2011 tarihinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüğe girmiş ve anılan Kanun’un 450. maddesiyle de 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) ek ve değişiklikleriyle birlikte tümüyle yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak, kanun koyucu uygulamada birtakım sorunların ortaya çıkmasını engellemek için Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda geçiş hükümlerini ayrıca düzenlemiştir.

127. Bu bağlamda HMK’nın Geçici 3. maddesi;

“(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.

(2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 444 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. (Ek cümle: 1/7/2016-6723/34 md.) Bu kararlara ilişkin dosyalar bölge adliye mahkemelerine gönderilemez. 

(3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır.” düzenlemesi gereğince, inceleme konusu dosya bakımından temyiz yoluyla ilgili olarak 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun uygulanması gerektiği açıktır. Ancak burada uygulanacak hükümlerin, 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyiz incelemesine konu olan hükümlerinin olduğu unutulmamalıdır.

128. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 428. madde hükmü dikkate alındığında; “Mahkemei Temyiz aşağıda beyan olunan esbaptan dolayı temyiz olunan hükmü nakzeder.

1- Kanunun ve iki taraf beynindeki mukavelenin yanlış tatbik edilmiş olması.

2- Mahkemenin davayı rüyete vazifedar bulunmaması,

3- İki tarafı ve sebebi müttehit bir dava hakkında yekdiğerine mütenakız kararlar verilmesi,

4- Usulü muhakemeye muhalefet edilmesi,

5- Meselei maddiyenin takdirinde hata edilmesi,

6- İki taraftan birinin davasını ispat için serdettiği delillerin sebebi kanuniye müstenit olmıyarak kabul edilmemesi,

Usulü muhakemeye muhalefetten dolayı bir hükmün nakzolunabilmesi mahkemeye ait vazaifte usulü muhakemenin ihlal olunmasına ve işbu kusur ve hatanın lahik olan hükmü tağyir edecek derecede bulunmasına veya müddei, yahut müddeaaleyh tarafından usulü muhakemenin tağyir ve ihlal olunduğunu ispat edecek derecede itiraz olunup da mahkemede tetkik edilmemiş olmasına mütevakkıftır.” durumları bozma sebepleri olarak sayılmıştır.

129. Temyiz yolunda hüküm mahkemesinin kararı sadece hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılır. Bu nedenle temyiz sadece hukukun yanlış uygulanmış olduğu sebebine dayanabilir. Temyiz talebinde yeni vakıalar ileri sürülürse, bunların Yargıtayca incelenmesi caiz olmadığından Yargıtay sadece hukukun yanlış uygulanmış olup olmadığını incelemekle yetinir.

130. Kural olarak temyiz incelemesinde daha önce ileri sürülmeyen yeni vakıaların ve delillerin ileri sürülmesi mümkün değildir. Delillerle ilgili her türlü kararı verecek mahkeme hüküm mahkemesi, yani ilk derece mahkemesidir. Temyiz incelemesinde ise tahkikat yapılmayıp, dava dosyasına usulüne uygun girmiş olan delillerin, ispat yükü çerçevesinde ilk derece mahkemesince değerlendirilmesinin isabetli yapılıp yapılmadığına bakılmaktadır.

131. Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; davacı vekili, müvekkilinin elektrik bakım onarım teknisyeni olarak çalıştığını ileri sürerek ödenmeyen işçilik alacaklarının davalılardan tahsili talebiyle 14.05.2014 tarihinde eldeki davayı açmıştır.

132. Mahkemece 16.05.2014 tarihli tensip tutanağının (8) numaralı bendi ile “Tarafların HMK'nun 318.maddesi gereğince dilekçeleri ile birlikte tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek, tarafların varsa tanıklarının adı ve soyadını, tebliğe elverişli adreslerini ve tanıklarını hangi konuda dinleteceklerini içeren listeyi mahkememize sunmak; ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek, ayrıca gerekli masrafları vermek zorunda olduklarına,”, (9) numaralı bendinde “Tarafların dilekçelerinde gösterdiği ancak henüz sunmadıkları belgeleri sunmak veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi için gerekli açıklamayı yapmak için HMK'nun 140/5.maddesi gereğince ancak ön inceleme aşamasında iki haftalık kesin süre verileceğine, aksi takdirde bu delillere dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına,” ilişkin ara kararlar kurulmuş ve dava dilekçesi ile tensip tutanağı davalı ...’a 28.05.2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

133. Davalı vekili yasal süresi içinde sunduğu cevap dilekçesinde “…Yapmış olduğumuz araştırma sonucu davacının talep ettiği ihbar tazminatının kendisine ödendiği anlaşılmıştır.” şeklinde savunma yaptıktan sonra mahkemece davalı vekilinin hazır olduğu 03.10.2014 tarihli ön inceleme duruşmasında davalıya eksik delillerini bildirmek üzere süre verilmiştir.

134. Davalı tarafından bahsedilen ödemeye ilişkin herhangi bir delil ibraz edilmediğinden ihbar tazminatı hesabına yönelik mahsup işlemi yapılmadan hazırlanan bilirkişi raporu doğrultusunda mahkemece karar verilmiştir. Bu kararı temyiz eden davalı ... vekili, temyiz dilekçesinde ihbar tazminatının davacıya ödendiğini tekrar ileri sürerek bu defa temyiz dilekçesi ekine dekont sureti ekleyerek kararın bozulmasını istemiştir.

135. Uyuşmazlık bakımından çözümlenmesi gereken husus; kararın temyizi aşamasında ilk defa sunulan 30.04.2014 tarihinde tazminat ödemesi açıklaması ile 1.347,30TL miktar içeren dekont suretinin delil olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği (bu belgeye değer verilip verilmeyeceği) noktasında toplanmaktadır.

136. Yukarıda belirtilen kanuni düzenlemeler dikkate alındığında; temyiz aşamasında ilk defa sunulan dekont suretinin yargılamanın başından beri davalının elinde bulunduğu, bu durumun davalı vekilinin cevap dilekçesindeki “…3-Yapmış olduğumuz araştırma sonucu davacının talep ettiği ihbar tazminatının kendisine ödendiği anlaşılmıştır.” şeklindeki savunmasından anlaşıldığı, bu belgenin temyiz aşamasına kadar sunulamama nedeni açıklanmadığı gibi, bu delilin de aslında yargılama sırasında davalının elinde bulunup sonradan oluşturulmadığı, davalının sonradan delil gösterilebilmesi için HMK’nın 145. maddesinde belirtilen istisnai hâllerin mevcudiyetini de ileri sürmediği anlaşılmaktadır.

137. Gerçekten de uyuşmazlık hakkında, bu işlemin dayandığı veya onu ortadan kaldıran kalıba uygun belge ya baştan beri vardır ya da yoktur. Böyle bir belge varsa, belgeyi bilen davalının buna rağmen bu belgeden söz etmemesi ya da sunmaması, ona etkin hak arama imkânı tanınmamasından değil, kendi ihmalinden kaynaklanmaktadır. Böyle olunca da, bu belgenin sonradan sunulması davayı uzatacak ve bu suretle davanın kısa sürede çözümlenmesini engelleyecektir.

138. Öte yandan, davacının sunulan bu delile içerik olarak karşı çıkması sunulduğu tarih itibariyle mümkün olmayıp, aksi yorumla HMK’nın temel ilkelerinden uzaklaşan bir yola girilmemelidir. Şöyle ki; bu belgedeki ödemenin yapılmadığı, ya da dava konusu edilen alacak kalemleri dışında bir başka alacağa ilişkin olduğunu iddia etmesi hâlinde yeni baştan tahkikat işlemlerinin yapılması gerekeceğinden, bu durum yargılamayı uzatacak ve HMK’nın aşamalar sistemini bertaraf edecektir. Ne var ki, yeniden yargılama temyizde söz konusu olamaz ve temyiz incelemesinde tahkikat yapılamaz. Dolayısıyla, bu delil davanın en başından beri var olduğu hâlde yargılama aşamasında ileri sürmeyen davalının, kararın temyizi aşamasında yeni delil dosyaya sunarak bu delil doğrultusunda değerlendirme yapılmasını talep etmesi mümkün değildir. Aksinin kabulü hukuk yargılamasının temel ilke ve esasları ile bağdaşmaz.

139. Hâl böyle olunca direnme kararı onanmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

(1) numaralı uyuşmazlık yönünden davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen Geçici madde 3 atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, (III-A),

(2) numaralı uyuşmazlık yönünden davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, (III-B),
(3) numaralı uyuşmazlık yönünden davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA, (III-C),

Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 17.02.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x
İKİ PERDELİK KOMEDİ BU AKŞAM:'İZMİRLİ AVUKATLAR 'BÜYÜK ROMULUS' OYUNU İLE İLK SINAVINI VERİYOR
İKİ PERDELİK KOMEDİ BU AKŞAM:'İZMİRLİ AVUKATLAR 'BÜYÜK...
'POLAT'LARIN VERGİ SUÇLARINA TAHLİYE GELDİ
'POLAT'LARIN VERGİ SUÇLARINA TAHLİYE GELDİ